Etiket arşivi: çocuk

Yuvanın Temelini Atanlar

Babamız Hazreti Adem ile annemiz Hazreti Havva’yla başlayan insan nesli, çoğalarak dünyanın her tarafını kaplamış vaziyettedir. Böylece kâinatın hulasası ve şuurlu meyvesi olan bu insan, yaradılış itibariyle, o kadar meyilli bir varlıktır ki, kabiliyet ve hislerinin çeşitleri,  insan adedi kadar farklı bir özellik taşır. Bu sebepten Peygamberimiz a.s.m “İnsan kadar meyilli bir varlık görmedim” buyurmuş. Fakat bu kadar ince yaratılışa sahip olan  bu insanların çoğu, bu dünyaya gelişinin sırrını araştırmadan, bütün gayret ve çalışmalarını, kendilerini ve sevdiklerini bu geçici hayatta memnun ve mutlu etmek istikametinde harcadıkları halde, maalesef bu gün çoğu buna muvaffak olamıyor. Çünkü  bu insan kendini hiç yoktan yaratan büyük sanatkârın elçisi vasıtasıyla, ona gönderdiği o yüce Kanuna göre, yetkililer tarafından yetiştirilmeye gayret gösterilmemiştir de  ondan. Bu insanlar eğitim vakti olan küçük yaşta bu terbiyeyi alamadıkları için, manevi terbiyeden mahrum kalıyorlar. Çünkü buluğ çağına kadar faydası olmayan şeylere alışan insan, ondan sonra iyiyi kötüden fark etse de, iyinin peşine gitmeye nefis müsaade etmez. Bundan ötürü akıl manevi ilimlerden hisse alamazsa  insan çevredekilere uyarak heveslerini tatmin etme yoluna gider ve keyfinden başka hiçbir şey düşünmeyerek yaşamaya devam eder .

Şimdi, mevzuumuz olan insanların çoğalma maksadı ile yuva kuran bu gençlerin haline bir göz atsak hemen göreceğiz ki, yukarıda bahsettiğim gibi  Allahın kanununa tam teslim olanlar müstesna, lazım olan eğitimi alamayan bu gençlerin çoğu evlendikten sonra da  umduklarını bulamıyorlar ve  tahminleri çıkmıyor. Gençlerin çoğu, evlendikten sonra hayatlarının balayında yaşar gibi geçeceğini tahmin ediyorlar. Tahminleri yanlıştır. Bunun tek çaresi Allah’ın yolunu bulup bu yolda  ciddiyetle  devam etmektir.

Evet! Madem ki bu gençler buluğ çağına ermişler, hatta evlenmişler. Öyleyse aptal değiller, piyasada 10 yerine hiç kimse onların 100 TL sini alamıyor, öyle ise bunlardan olgunluk beklemeğe bizim hakkımız yok mu? Biri diğeri ile hoş geçinip biri diğerinin ailesine tatlı dil güler yüz gösterseler zarar mı  edecekler?

Kendi iyiliklerini hiç düşünmeseler bile, çok değil bir sene sonra Allahın lütfü ihsanıyla onlardan doğacak yavruya karşı da mı onlarda acıma hissi yok. Onlardan biri daha akıllı çıkıp ötekine:

-Hayat arkadaşım! Mehmet Akîf’in dediği gibi: “Kendin yanacaksan bari evladını yakma” dese ve devam edip: Mademki şimdiye kadara  âilelerimizin ve devletimimizin  Laik sistemi sebebiyle, kendimize lazım olan bilgiyi alamadık ve bizim aleyhimize işleyen o zaman geçmişte kaldı. artık onları suçlamakta fayda yok. Sen de görüyorsun ki biz bugüne kadar maneviyattan hiçbir şey öğrenemeyip dinimizden habersiz kaldık. Aman ne olursun! Bir çaresine bakıp hem kendimizi hem bizden doğacak evlatlarımızı de ateşten kurtarmak için, dinimizden bir şeyler öğrenmek için, o yolda adım atalım. Mademki herkes ölüyor, biz de, bizden doğabilecek evlatlarda, ölümle baş başa kalacağız. Bu itibarla, yaratılış sırrını ve insan olmanın maksadını manasını öğreten, kitapları okusak iyi olmaz mı? Ancak bu şekilde İslam kültüründen nasipsiz kalmaktan kendimizi kurtarırız.

Bu iş bizim kafamıza göre rast gele de olmaz. Bunun şekil ve kaidesini de, akraba veya çevrede bilgili ve tecrübeli bir zat bulup ondan öğrenmeliyiz. Böylece hem kendimizi hem de bizden doğacak yavrularımızı ateşte yakmaktan kurtarmış oluruz demeli.

Oda insaflı davranıp peki dese, bu hayat arkadaşları bu işle, tebrik ve takdire layık  bir iş yaptıklarından ötürü, herkes bunlara gıpta edecektir. Bunların bu davranışlarını herkes beğenip başkalarına da örnek gösterecektir.

Çünkü bugün bunlar gibi geçmişte yaptığına pişman olup yola girenlerin çok örneklerini görüyoruz. Zamanında Kur’an-ı Kerim’i öğrenemeyip 60-70 yaşından sonra Kur’an‘ı öğrenip hatmedenlere şahit oluyoruz. Merak edip yaş ilerledikten sonra Allah’ın emirlerine uymak için kendilerini zorlayıp kitap okuyanlar da az değil.

Evet anne baba olanlara en mühim vazife hem kendilerini ve Allahın c.ş. hediyesi olarak onlara verilecek evlatlarını cehenneme birer odun parçası yapmaktan kurtarıp, onlara va’d edilen cennet mutluluğunu hak etme yolunda gayret etmektir

Abdülkadir HAKTANIR

www.NurNet.org

Dudaksız adama mum üfletmek…

Modern tıp, antidepresanı, sorunlarımızı çözmek için değil, baskılamak ve üretkenliği yeniden elde etmek için kullanıyor.” (Zübeyir Tercan, Holografik Bakış)

Ne çok tartışıyoruz. Ne çok ikna çabası. Belki ikna değil peşinde koşulan, kendini isbat. O yüzden böylesine şehvetli. Doğru yerde olduğunu önce kendine isbat etmeye çalışıyorsun. Bunun için gerekirse kalp de kırıyorsun, diş de. Dişin de kırılıyor tabii. Fakat eline geçen nefretin yorgunluğundan fazlası değil. Geceleri daha rahat uyuyor musun? Belki. Belki bu kem yorgunluk da huzur kadar rahat uyutuyor. Ancak, şahidim, sabahları yumrukların sıkılı uyanıyorsun. Kimse üzerine gelmezken bile içinde bitmeyen bir kavga var. Böyle bir hayat iyi gitmiyor. Stres uyumsuzluğunun delilidir. Bir terslik olduğunu gösterir. Ters giden birşeyler var. Yanlarından geçerken sürtündüğün nesneler var. Üzerinde birikmiş şu gerilim, yüzündeki kırışıklık, kalbindeki kırık, tenindeki çizik… Hepsi bundan.

Dipsiz bir kuyuya düşer gibi yaşıyorsun. Etrafında olan binlerce şey, beyninde dönen binlerce fikir ve sende hepsini aktarmaya yetmeyecek kadar az parmak, az hız, az cümle, az kelime. Azsın arkadaşım. Yetmiyorsun bu dünyaya. Kabul et. Neden bu hırs? Cevabı belli: Bitirmek için. Az sürede çok şey yapmak için. Oluyor mu bari? Ha? Doğru cevabı bulmuşsun gibi geliyor mu bari? Yok! Binler kere yok yok. O halde ne yapmalı? Belki bitirmeye çalışmamalı. Bitmeyecek çünkü. Asla hepsine sahip olamayacaksın sahip olunacakların. Asla hepsini sevemeyeceksin sevileceklerin. Asla hepsini göremeyeceksin görüleceklerin. Asla hepsini söyleyemeyeceksin söyleneceklerin. Galiba sessizlik de böyle böyle böyle mantıklı bir hale geliyor. Yorgunluk duvarına çarpınca vazgeçişler ahlak oluyor. Yetinmek daha fazlasını arzulamaktan güzel duruyor.

Babam çok az konuşurdu. (Allah rahmetiyle sarsın sarmalasın onu.) Daha küçükken hayret ederdim ondaki bu hale. Çünkü küçüklüğümden beri gevezeliğimle bilinirim. Susmam için yalvarıldığında bile susmakta zorlanırım. Hatırlıyorum: Abim bazen “Beş dakika birşey söylemeden durabilecek misin?” derdi bana. Denerdi beni. Yapamazdım. Eziyet gibi gelirdi. O beş dakikayı dikkatimle bitiremezdim. Unuturdum. Öyle birşey denediğimizi unuturdum. Her detay ona ses olarak tepki vermemi gerektiriyordu sanki. O zaman yazmayı da bilmiyordum. Şimdi biliyorum. Şimdi seviyorum. Kalemle yazarken yavaştım yalnız. Yazım da çirkindi. Çok da hata yapardım. Katlanamazdım uzun süre yazmaya. Beynimde olaylar daha hızlı, kalbimde ilhamlar coşkun, ama kalemle onlara yetişmek zordu. Pes ediyordum. Yazmak için başına oturduğum cümlelerin çoğu ben onları yakalayamadan akıp gidiyordu. Şimdi gitmiyor mu? Sanki gelişme var. Onparmak yazarken sanki yetişebiliyorum onlara. Belki beynim de biraz hız kesti. Ortada bir yerde buluştuk. Öyle ya. Yaşlanmak önce kusurlarınla barışmaktır.

‘Dudaksız adamın mum üflemesi…’ Mürşidim kullanıyor bu örneği. Yapılacak iş çok zor olmayabilir. Ama sizdeki bir eksiklik veya ziyadelik o işi sizin için zor kılar. İşte bu yüzden babamın sessizliğine hayret ediyordum. Bir insan bütün gün konuşmadan nasıl durur? O sessizlikte nasıl sıkılmaz/boğulmaz? Bunlar babama dair bugün bile hayret ettiğim şeyler. Allah Resulü aleyhissalatuvesselam demiş ki:El-veledü sırru ebîhi./Çocuk babasının sırrıdır.” Fakat babam da benim için bir sırdı. O bende bir sır okuyor muydu, görüyor muydu, arıyor muydu bilmiyorum. Ben büyüdükçe onun sırrına daha çok yaklaşıyorum. Ama aynı zamanda yaklaştıkça gizemi artıyor. Sessizliği daha sevimli gelmeye başlıyor.

Oraya doğru aktığımı hissediyorum. Büsbütün sustuğum zamanlar da olacak galiba. Ölümden de önce. Şimdilik insanlardan kaçma suretinde bir yalnızlık arzusu var. Sosyalmedya beni daha konuşkan kıldı, bu doğru, ama her yeni şeyin bir ifratı olur. Muhtemelen ondan da bıkacağım. Geçmişte bıraktığım pekçok yeni şey gibi bu da mazide kalacak. Onu da unutacağım. Orada da unutulacağım. Ve abim artık ‘beş dakika’ tutmayacak. Epeydir tutmuyor zaten. Yirmi yıldan da fazla geçti üzerinden. Bu da biraz o sırra yaklaştığımı göstermez mi? Belki…

Yalnız kendi kafanın içinde yaşamak. Değiştiremediğin, zaten sana çok da aldırmayan dünyanın ilgisinden/kavgasından soğumak. Ellerinin küçüklüğünü farketmek. Belki çokları acıyacaklar halinize: “Vah, vah… Öyle yalnız, kurudu kaldı, bir baltaya da sap olamadı. Yazık!” Evet, haklısınız, ama bir de benim açımdan düşünün: Baltalarınız çok yorucuydu. Ve belki de sap başkalarının elinde daha fazla araçsallaşmak istemedi. Yalnız takılmak arzu etti ki yalnızlığın hikmet-i hilkati kendisini daha açık gösterebilsin. Çokluk can acıtıcılıktı. Hemcinslerini kesmek canını acıtıyordu. Vurduğunda kendisi de sarsılıyordu. Olamaz mı bütün bunlar? Bütün bu sürtünmeler, kırmalar, kırılmalar sapı baltalıktan soğutamaz mı?

Siyer kaynaklarında buna dair birşey görmedim ama hep merak ederim: Acaba Allah Resulü aleyhissalatuvesselamın nübüvveti evvelinde Hira’da bağrına sığındığı o yalnızlıklar nasıl çekiştiriliyordu Kureyş’te? “Vah, vah… Mecnun olacak galiba!” mı diyorlardı? Hz. Hatice anneme acıyorlar mıydı? “Bahtsız kadın, gün görmedi, kocası da kendisini dağlara vurdu” falan? Cahiliyeden herşey beklenir. Ya bugün öyle yalnızlıklara çekilseydi Aleyhissalatuvesselam?

Cık, cık, cık. Uzay asrındayız ya arkadaşım. Üretim çağındayız. Toplumdan uzak kalamayız. İzin vermezler. Psikologlarımız/psikiyatrlarımız ona aman verirler miydi sanıyorsun? Belki de asosyal damgasını yapıştırıp, üzerine birçok yeni teşhis de katıp, tedaviye çalışırlardı? Sahi kim anormal, kim normal, bu norm kimin normu? Kim karar veriyor bu türden şeylere? Bana “Girişken ol. Uyanık ol. Sakın baban gibi naçar olma!” diyen kişi babamın zekatı kadar ‘adam’ sayılmazdı ki gözümde! İlgisizliğiyle döverdi babam onu. İlgisizliği herşeyden daha karizmatikti.

Ahmet AY – hicbisey.com

Güçlü Aile Bağı İçin 40 Maddelik Plan

Hükümet, daha sağlıklı bir toplum ve aile yapısı hedefiyle, bireylerin bilinçlenmesini ve korunmasını temel alan bir plan hazırladı

Hükümet, aile bağlarını daha da güçlü hale getirmek için harekete geçti. Sağlıklı toplum için ailelere ‘evlilik, şiddet, internet, cinsellik’ konusunda eğitim programları düzenlenirken sayıları 15 milyona ulaşan ev kadınlarının hem sosyal hem iş yaşamında daha fazla yer almaları sağlanacak. Anneliğin itibarının korunması ve aile içi şiddetin önlenmesine kadar birçok konuda projeler yaşama geçirilecek. Kültür Bakanlığı’nın hazırladığı aile raporunda aileyi korumaya yönelik atılacak 40 adım şöyle sıralandı:
 Ev kadınlığının ve anneliğin itibarı ailelere anlatılacak.
 Medya aile değerlerine uygun yapımlar üretmesi için özendirilecek.
 Kadına yönelik şiddete karşı kanunlar etkin biçimde uygulanacak.
 Aile içi şiddete karşı valilik, kaymakamlık, emniyet ve yargı birimlerine yönelik eğitimler düzenlenecek.
 İletişim araçları ile erken yaşta tanışan çocuklarda belirgin dil ve toplumsal gelişim problemleriyle mücadele edilecek.
 Akrabalık ve komşuluk ilişkilerine özendirici çalışmalar yürütülecek.
 Çocuklar spor etkinlikleri ve doğayla baş başa kalacakları farklı faaliyetlere teşvik edilecek.
 STK’lar ve dernekler ile aile kültürünün güçlendirilmesi için ortak çalışma yürütecek.
 İnternette koruma paketleri kullanılacak.
 Ailelerin çocuklarının internet kullanımı konusunda bilinçli olmaları sağlanacak.
 İnternet, çocukla beraber kullanılarak, denetim ve doğru yönlendirme yapılacak.
 Aile bireylerinin birbirlerine bağlı olması desteklenecek.
 Çocuğun erken yaşta TV, tablet ve telefona bağımlı olmaması için aile bilinçlendirilecek.
 Gençlerin toplumsal öğrenme becerilerinin körelmemesi için tedbirler alınacak.
 Gençler sanal kumara karşı korunacak.
 Çocuklara ailenin önemi öğretilecek.
 Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı aile kurumuyla lgili çok disiplinli çalışmalar gerçekleştirecek.
 Toplumsal birlik ve kültürel hafızamızı güçlendirme konusunda medyadan yararlanılacak.
 Kadınların eğitim düzeyinin yükseltilmesine yönelik tedbirler alınacak.
 Kadın istihdamı desteklenecek.
 Kadın girişimcilere yönelik ekonomik destek kredileri artırılacak.
 Annelerin eğitimi konusunda alternatif yöntemler geliştirilecek.
 Kadınların psikolojik, eğitimsel, toplumsal ve ekonomik yönlerden desteklenmesi çerçevesinde toplumsal pratikler geliştirilecek.
 İnsani değerler temel alınıp erkek ve kadın rollerinin anlatıldığı ulusal kampanyalar düzenlenecek.
 Aileyi olumsuz etkileyen programlarla ilgili RTÜK denetleyici görevini hassasiyetle yapacak.
 Akraba evliliklerinin olası sakıncaları hakkında toplum bilinçlendirilecek.
 Evlilik öncesi gençlere evlilikle ilgili eğitim desteği verilecek.
 Küçük çocuğu olan annelerin evden çalışma ve esnek çalışma saatleri konusunda yasal düzenlemeler yapılacak.
 Çocuk yuvalarının sayısı artırılacak, niteliği geliştirilecek.
 Aileler, cinsellik ve cinsel sağlık konusunda eğitilecek.
 Teknoloji eğitimi verilecek.
 İş yerinde mobbinge ağır yaptırımlar getirilecek.
 Ailenin huzur ve refahının geliştirilmesi amacıyla yapılan programlara katılım sağlanacak.
 Aile bireylerine sorun çözme, empati kurma, karar alma eğitimi verilecek.
 Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından”aile içi sorunların çözümü” içerikli eğitim çalışmaları düzenlenecek.
 Bakanlıklar ortak çalışmayla aile stratejileri geliştirilecek.
 Kadın-erkek ücret eşitsizliği giderilecek.
 Çalışma hayatında kadına yönelik negatif ayrımcılığın giderilmesi sağlanacak.
 Boşanma kararı alan aile bireylerine yönelik psikolojik destek hizmeti verilecek.
 Cinsiyet ayrımcılığı konusunda aile bireylerini bilgilendirici kamu spotlarıyla konuya ilişkin farkındalık oluşturulacak.
Sabah Gazetesi

Kadın Olmayı Sevmek-2

Bir yazının ya da eğitimin ardından konunun hemen “ Peki ne yapacağız?” a bağlanmasına çok alıştım. Zaten bu ülkede insanlar da her defasında başkalarının çözümlerini uygulamaya alışmışlar ne yazık ki… Kendi probleminin çözümünü bulma yoluna girmek uzun ve yorucu oluyor pek çok kimse için. Ama başkasının çözümü de eğreti durunca iç dünyalarında, bu sefer daha yorgun ve çaresizce başka çözümlere yöneliyorlar.

Bunu anlayabiliyorum. Sorunları hemen çözüme kavuşturmak ve var olan problemi çözmek istiyor insanlar. Lakin bir problemin kaynağını bulmadan onu çözebilmenin ne derece zor olduğunun farkındayım artık. Ve kendimi ne kadar net ifade etmek istesem de, bir yerde hep eksik kalan kısım olacağının da farkındayım.

Bu sebeple bir yazı dizisi olarak düşündüğüm Kadın Olmayı Sevmek yazılarının ilkini algımızdaki erkek, kadın ekseninde tutmaya çalıştım. Zira kadın ve erkek dendiğinde algısındakilerin farkında olmayanlar, mış gibi cümlelere ikna olmak konusunda zorlanmıyorlar. Halbuki içsel yönelişe sıra geldiğinde zorlanabilmek bu yüzden çok daha mümkün.

Bunun yanında ebeveynlik miras bırakılarak devam eden bir sistem. Kendi algılarıyla henüz yüzleşmeyenler, çarpraşık ve nefret geliştiren algılarının neticelerini kendinden sonraki kuşağa da aktarıyorlar. Bizim kadın ve erkek diye sadece kendi ilişkimiz ekseninde yaşadığımız haller, çocukların gözünde nasıl anlam buluyor sorusunu soramadığımız için, yorgun bir şekilde kuşaktan kuşağa aktarılıyor.

Ayrıca zihnin ilişkilendirmek gibi bir işleyişi vardır. Zihninde ilişkilendirdiği erkek ve kadın anlamlarının, duyduğu ve gördüğü şeylerle uyumlu olması o ilişikliği devam ettirmesi açısından diretmesine de sebep olan unsurlar haline gelebiliyor. İnsanların değişime direnmeleri biraz da bu yüzden zaten.

O yüzden adım adım bir yol izlemek niyetindeyim. Bunun yanında elbette öneriler geliştireceğim. Ama tıpkı bir rahatsızlıkta doktora gittikten hemen ardından iyileşme nasıl mümkün değilse ve teşhis için önce tahlillere ihtiyaç varsa, bu yüzleşmelerde de benzer bir şeye ihtiyaç var. Sorularımız ve vereceğimiz cevaplar iç dünyanın tahlilleri ve röntgenleri olacaktır diye düşünüyorum.

Bu açıklamayı yaptıktan sonra ikinci bölüme geçebilirim sanırım ;

Hepimiz Anne ve Babalarımızın Korkularıyız

Çocuk ve dünya tasavvurumuz anne ve babalarımızdan miras aldığımız şeyler demiştim. Dünyanın güvenilmez ve tekin olmayan bir yer olduğunu düşündüğümüzde elbette bu algımıza hizmet eden şeyler yapmaya devam ederiz.

Doğan Cüceloğlu bunu korku toplumu olarak nitelendiriyor. Korktuğumuz için, karşımızdakini zaptetmek, aşırı sınırlandırmak getirmek, ödüle ve cezaya başvurmaktan geri durmayız. Çünkü bıraktığımız andan itibaren işlerin kontrolümüzden çıkacağını ve her şeyin karma karışık olacağına inanırız. “Kızını rahat bırakırsan ya davulcuya, ya zurnayıcıya” yargısı da zaten temelini bu eksen üzerine bina eder.

Çocuk yetiştirmek uzun vadeli bir süreç olduğu için, şimdiki zamandaki hallerle bütünü değerlendirmenin doğru olmadığını düşünüyorum. Ama anne ve babalar şimdiki zamanda yaşadıkları bütün korkuları çocuklarının gelecek zamanlarına da taşıyorlar.

Artık erkek çocukları içinde de benzer kaygılar yaşanmaya başlasa da, kız çocuğu yetiştiren anne ve babalar için ergenlik döneminden itibaren, kaygılı ve korku dolu zamanlar başlamış demektir. Ve kızların, yoldan çıkmasından, başlarını öne eğmesinden  o kadar korkarlar ki, bunu diğer cinsin ne kadar kötü ve güvenilmez olduğu tohumlarını ekerek yapmayı tercih ederler. Bütün erkekler, istismarcı, güvenilmez, sapık, eziyet eden birine dönüşür kızların gözünde. Ve kadın olmayı tüm bu kötülüklerin arasında, enkaz altında kalmış hissiyle hissetmeye çalışırlar.

Halbuki, değer dediğimiz şey, güvensiz ve karşı cinsi kötüleyen cümlelerle değil, bizzat biz de var olan haliyle geçer karşı tarafa. Eşimize, oğlumuza/kızımıza davranış biçimiyle şekillenir. “Ekonomik özgürlüğüm olsaydı bu adamı bir dakika çekmezdim” ile “Sana güveniyorum ama dışarıya güvenmiyorum” aynı bakış açısından besleniyor. Belki de kendinde oluşturulan algının yansımasını, çocuğuna aktarıyor anne baba.

Bu sebeple aslında anne ve babalarımızın – fark edemedikleri- korkularının sonucunda oluştu tüm bu olumsuz yargılarımız. Bu yargıların destekleyiciliği hususunda da örnek bulunmazsa, şehir efsanelerine dönmüş şeyleri paylaşmaktan da çekinmedikleri için büyük tabloda yapılan tahribat gözükmüyor ne yazık ki.

İşte bu yüzden, anne babalarının korkularının üzerimize ne kadar yapıştığına bakıp, benzer korkuları kendi çocuklarımıza aktarıp aktarmadığımıza dikkat etmemiz lazım.

Yoksa elin oğlu/kızı olduğunda kötü gözükenin, eşimiz olduğunda biricik olması ve bir kız çocuğunun sürekli karşıdakinden korkarak kendini sevmesi mümkün olmuyor.

Tuğba Akbey İnan – cocukaile.net

Ânı yaşayabilmek için…

Kaliteli vakit geçirmek dediğimiz şey; anı yaşayabilmektir. Yani içinde bulunduğunuz anı duyumsayarak, derinleşerek ve o ana ait hislerimizi duyarak yaşamak. Kendimizde bir hatıra oluşturmaktır.

Çocuk, içinde bulunduğu ana kendini bırakıverir. Araba süren bir çocuk arabanın içerisinde sanki direksiyona oturmuşta kendisi sürüyormuş gibi konsantre olarak ve yolda trafik ışıklarını, yolu, binaları hayal ederek, o ana kendisini vererek oyun oynar.

Yetişkin ise, genellikle zihinsel kaymalar yaşar. Farkında olmadan bir sonraki ana odaklanır, bir sonraki ana geçtiğinde ise, ondan sonraki ana odaklandıklanır. Ondan dolayıdır ki, anı yaşamakta zorluk çeker. Böylece aslında hiçbir anı yaşamadan ömrünü tamamlar.

Zihinsel kaymanın çaresi, zamanı çerçevelemektir. Yani çocukla birlikteyken bir başlangıç ve bitiş zamanı oluşturmak. “Hiç olmazsa 15 dakika kendimi sadece çocuğuma vereceğim.” diyebilmek…

Zihnin geleceğe odaklandığı gibi, duygular da geçmişe odaklanır… Zihni serbest bıraktığın sırada kaygıdan dolayı habire bir sonraki ana gider. Duygular ise genellikle geçmişte takılır kalır. Bu ikisini de idare edebilmek, kişinin iradesini kullanmasıyla alakalıdır.

Eşinizle tartıştınız, olumsuz bir şey söyledi, canınız sıkkın… O halde çocuğunuzla oynayacaksınız. Oynayamazsınız, kaliteli iletişim kuramazsınız. Çünkü duygunuzun kancası düne takılmış. Dün sizi çekiyor.

Duygusal olumsuz bağlardan kurtulmadıkça, duygularınızı ötelemedikçe ‘‘Tamam canım sıkkın ama 15 dakika sonra canımın sıkkınlığını devam ettireyim. 15 dakika sadece çocuğumla birlikte olayım.’’ demedikçe âna odaklanamazsınız.

Son olarak, yavaşlamadıktan sonra ne zihinsel kaymanızdan kurtulabilirsiniz ne duygusal olumsuz bağlarınızdan…

Çocuk yavaştır… Eğer çocukla birlikte kaliteli vakit geçirecekseniz; çocuğun ritmine uyum sağlamanız lazım.

Dolayısıyla 3 durumda ânı yaşabilirsiniz:

🗝 Zihinsel kaymalarınıza engel olmak için zamanı çerçeveleyerek

🗝 Duygusal olumsuz bağlarınızdan kurtulmak için ‘‘15 dakikalık bir zaman sonra düşüneyim, canımı sıkmaya devam edeyim.’’ diye kendinize telkin vererek

🗝 Yavaşlayarak.

Uzman Pedagog Dr. Adem Güneş