Etiket arşivi: dava

“İyiliği tavsiye, Kötülükten sakındırma” bir görev midir?

Mübelliğ-i Ekrem, tebliğci ve mürşidlerin muâllimi Peygamberimiz (asm): “Hayatımı kudreti elinde tutan Zat’a yemin ederim ki, ya ma’rufu emrederek [iyiliği tavsiye ederek], münkeri [kötülüğü] yasaklamaya çalışırsınız veya Allah size, tarafından bir azap gönderecektir. Sonra siz Ona duâ edeceksiniz, fakat duânız kabul olunmayacaktır. Bir kötülük gizli kaldığı vakit, zararı yalnız sahibine olur; açıktan yapılıp çevre tarafından değiştirilmediği vakit ise, zararı umuma şâmil olur.” (Tirmizî, Riyazü’s-Salihîn: 173.) buyurmuştur.

yangın söndüren adamBu hadis-i şerifin bize de hitabı gayet net değil mi?

Kur’ân, yalnızca “Biliyorum, iman ediyorum!” demekle kurtuluşa eremeyeceğimizi şu iki İlâhî ikaz ile ortaya koyar:

İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece ‘İman ettik’ demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar?” (Ankebût Sûresi: 2)

O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır.” (Mülk Sûresi: 2)

Mü’minler ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar/imkân verirsek namazı kılar, zekâtı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler. İşlerin sonu Allah’a varır.” (Hac Sûresi, 41.)

Peki Kur’ân hadimleri ve talebeleri, “ma’ruf ve münkeri” nasıl yapacak? O dersi de Resûl-i Ekrem’den (asm) almalıyız:

Sizden kim bir münker görürse onu eliyle düzeltsin. Buna gücü yetmezse lisanıyla düzeltsin. Buna da gücü yetmezse, kalbiyle buğzetsin. Bu kadarı, imanın en zayıf mertebesidir.” (Kütüb-i Sitte, Hadis No: 89.) Sahanın uzmanları, hadiste geçen “el (güç) ile düzeltme vazifesi“yle idârecilerin, vazifelilerin; “dil” ile âlimlerin; “kalp” ile ise, bütün vatandaşların, herkesin kastedildiğini açıklar.

Evet, herkes tepkisini ortaya koymalı: Kalben buğz ederek, yüzünü ekşiterek ve kaşlarını çatarak vs. bu vazifeyi ifâ etmeli… Yani, en azından duygusal olarak o hareketi tasvip etmediklerini açıklamakla mükelleftirler.

Buna göre; “iman hizmeti” sadece ilim tahsil etmek ve anlatmak değildir. Hizmeti maneviyât üreten bir fabrika olarak düşünürsek, en büyük çarktan onu tutan cıvataya kadar muhtelif hizmetler vardır. Fabrikanın bekçisi de hizmet ediyor, temizlikçisi de, işçisi de, ustabaşısı da, mühendisi de, müdürü de… Hepsinin hizmeti birbirini gerektiriyor.

Öyle ise, insanlar ve bilhassa gençler, deccalizmin şubeleri olan “ifsat, dinsizlik ve ahlâksızlık komitelerinin” çıkardığı ateşlerde cayır cayır yanarken, o yangını söndürmeye yoğunlaşmalı. Ayağımıza takılan çelmelere değil…

Ve şöyle diyebilmeli: Vazife, hizmet cümleden âlâ, nefis cümleden edna!

Ali Ferşadoğlu

Gel Sungur kardaşım gel!

Bir çınar gitti.

Hem de koca bir çınar.

Üstad’ı sanki bir kez daha uğurluyoruz.

Bir kez daha Resulullah’a bir komşu gönderiyor gibiyiz.

İpek Palas oteli 27 numaralı odanın bir benzeri var Sema hastanesinde.

Koridorlarda sanki manevi bir ses “gel kardaşım” diyor.

Sungur! Yanıma gel”.

Vazifeni ifa ettin yanıma gel” diyor adeta.

Evet, Sema hastanesinde sanki vize işlemlerini yapıyor Sungur ağabey.

Resulullah’a (asm) gidiyor Sungur ağabey.

Elli yıldır hasreti ile yandığı Üstadına gidiyor.

Herkeste buruk bir bekleyiş var.

Keşke ölmeseydi, keşke hayatta kalıp Kur’an ve iman hizmetlerine sıkılmadan, yorulmadan devam etseydi.

Bu bir firak hüznü değildi.

Bu vuslat özlemi de değildi.

Çünkü biliyorlar ki bir terhis tezkeresidir ölüm.

Bir bahar nevruzudur.

En sevgiliye varmaktır ölüm.

Peki neydi buruk bekleyiş?

İman ve Kur’an hizmetlerindeki ağır yükü acaba Sungur ağabeyden sonra biz taşıyabilecek miyiz” endişesidir.

O ağır yükün altından belimizi doğrultabilecek miyiz” derdidir.

Onun fedakârlığını biz yapabilecek miyiz” hissidir bu bekleyiş.

Madem derdimiz kudsi ve madem hizmeti en birinci gaye yapmışız.

Gelin hep beraber bir olalım.

Gelin Fatih camisinde omuzdan omuza Sungur ağabeyimizi Eyyüb’e taşıyalım.

Kimse aramıza girmesin.

Kimse nefsimizi alevlendirmesin.

Zira biliyoruz ki; nefis cümleden ednâ, vazife cümleden âlâ!

Vazifemizi yapalım, bayrağı biz alalım artık.

Sungur yok belki ama aramızda yeni Sungurlar çıksın.

Yeni Hulusiler, yeni Bayramlar yeni Tahiriler çıksın içimizden.

Onlar da vefat edince;

Üstad: “gel kardaşım sen de gel desin.”

Biiznillah…

 

Ömer Çelebi

Hayatını Davasına Adayan Adam!

‘Sır kapı’lık olaylar dizisi diye tarif edilen avukat Bekir Berk‘in yaşadığı yüzlerce olaydan birkaç özet arz ediyoruz ki, bu hizmet insanının fedakarlığı nerelere kadar varmış daha net anlayalım :

Balıkesir’in Dursunbey’indeki bir davaya trenle gitmektedir. Ne var ki yavaşlayan tren istasyonda inmeye fırsat vermeden tekrar hızlanır. Bekir Bey’i tutmak mümkün değildir.

“Ben davam için varım, davama giremeyeceksem hayatın ne değeri vardır!” diyerek önce çantasını fırlatır yere, arkasından kendini atar aşağıya. Düştüğü yerden sağ salim kalkar. Toz toprağını silerek mahkemeye nefes nefese erişir. Hapisteki mazlumları kurtarır, okudukları Risale-i Nurların iadesini sağlar. Ancak onu mutlu eden düştüğü yerden bir yeri kırılmadan kalkması değil, davasına erişerek mazlumları kurtarıp Risale-i Nurların iadesini almasıdır.

Bekir Bey için durmak yoktur. Yeni bir dava için yine bir arabada dağ yolunda ilerlemektedir. Trafik polisi önlerine dikilir : “Yolda dinamit patlatılacaktır, bekleyin, birkaç dakika sonra geçin!” Bekir Bey saatine bakar. Polisin başka tarafa bakması üzerine şoförüne ısrar eder : “Gaza bas kardeşim, vakit yok. Dağdan kopan taşlar üzerimize düşerse dava yolunda şehit oluruz, düşmeden geçersek davaya yetişiriz. Her iki halde de biz kazanırız…

Namludan çıkan kurşun gibi ansızın fırlayan araba, dinamitin kopardığı havada uçuşan kayaların altından geçer, toz toprak içinde mahkemeye erişirler. Kitaplar iade edilir, okuyanlar da serbest bırakılır. Onu mutlu eden ise kayaların altından geçerek kurtulmak değil, kitapların iadesini sağlayarak, okuyanların tahliyesini temin etmektir.

Yine yoldadır Bekir Bey. Ama bu sefer doğunun en şiddetli bir kış günü akşamı geç vakit rastladığı bir tankerin şoför mahallinde. Adilcevaz’a sabaha mahkemeye erişecektir. Bu defa yanına iki arkadaşı da biner ki, yolda bir tehlikeyle karşılaşmak mukadder gibi görünmektedir. Nitekim sabaha karşı tanker kara saplanır. Şoför mahallinde dondurucu soğukta beklemeye mecbur kalırlar. Bekir Bey’le arkadaşı Nazım Gökçek birbirine sarılarak donma belirtisi gösterirler. Arkadaşları Hakkı Bozkurt, sabaha kadar ikisini de tokatlayarak uyumalarını, yani donmalarını önler. Sabah tankerden boyunu aşan karın içine atlayarak Adilcevaz’a ulaşır, yol açma makinesiyle gelip kendilerini alır. Bekir Bey’i mutlu eden donmaktan kurtulmak değil, kitapların iadesini alıp mahkumların beraatını sağlamaktır.

Evet, yaşanmış tam bir sır kapısı dizisidir “hayatını davasına adayan adam!”.

saidnur.com

Hem Cennet Dava Edeyim, Hem Rahat Edeyim! (Şiir)

BEDİÜZZAMAN’IN CESARET EDEMEDİĞİ ŞEY!

Dua ve ibadetlerle Üstad meşgul oluyor
Saatlerce diz üstünde sürekli oturuyor

Yorulmuş ayaklarını saygıdan uzatmazdı
Geceleri meşgul olup uzun süre yatmazdı

O’nun ayak parmakları hepsi yara olmuştu
Bu şekilde oturmaktan nasır da bağlanmıştı

Talebesi Molla Resul bu halini görüyor
Üstad’ı çok sevdiğinden duruma üzülüyor

Yaralı parmaklarını Molla’ya gösteriyor
Onlara birazcık merhem sürmesini istiyor

Molla Resul kendisinden biraz büyüktü yaşça
Yaralı parmaklarına merhem sürdü yavaşça

Bu sırada Molla Resul Üstad’a şöyle diyor:
“Allah’tan korkarız ama senin ödün patlıyor

Biraz rahat otursaydın böyle olmayacaktı
Ayakların da bu kadar yaralanmayacaktı”

Bunun üzerine Üstad ona cevap veriyor
O manidar cevabında Molla’ya şöyle diyor:

“Bilmez misin biz ne için gelmişiz bu dünyaya
Ebedi hayatımızı burada kazanmaya

Olur mu hiç hem burada kendim rahat edeyim
Hem ahiret âleminde cennet dava edeyim

Olamaz da böyle bir şey rahat edemiyorum
Onun için de cesaret hiç de edemiyorum.

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

www.NurNet.org

Hüzün içindesin..

Melâl (hüzün) içindesin.

Ne ki senden alınmıştır, o senin hayrınadır.

Madem ki içinde bulunduğun yer, konuştuğun kimse sana feyz vermiyor, terke mani olan ne?

Sevdiğin ve kendisine koştuğun iyi iş, meşgul olman gereken iştir.

Yapacağın iki iş birbirine karıştığı zaman onlardan nefsine ağır gelenine bak ve onu yap.

Çünkü nefse ancak hak ve doğru olan şey ağır gelir.

Yok olmayan bir izzet ve şerefin seninle olmasını istiyorsan, fâni bir izzet ile aziz ve bahtiyar olmaya çalışma.

Cenab-ı Hakk’ın, halkın eliyle sana ezâ ve cefâ ettirmesi, onlarla beraber oturup kalkmaman içindir. Her şeyin seni rahatsız etmesini istiyor. Ta ki seni hiçbir şey meşgul etmesin, Allah’tan alıkoymasın.

Her meseleye cevap veren, her gördüğünden bahseden, her bildiğini anlatan bir kimse gördüğünde bu haliyle onun cahil olduğunu anla.

Hâli ve yaşayışı sana feyz ve hamle vermeyen, kâli(konuşması) ve sözü seni Allah’a götürmeyen kimse ile dostluk etme, arkadaşlık yapma.

Dünyada bulunduğun müddetçe keder ve üzüntülerin gelip çatmasını garip görme. Çünkü dünya, vasfına layık olanları ve tabiatının gereğini ortaya koyacaktır.

Allah katında değerini öğrenmek istiyorsan; seni hangi işte ikame ettiğine(görevlendirdiğine), hangi halde tuttuğuna bir bak.

Allah ile huzur haline ulaşamadın diye zikri terk etme, zikrin peşini bırakma.

Çünkü bizzat zikirden gafil olmak, zikir yaparken gafil olmaktan daha beterdir.

Olabilir ki (Hakk Teâlâ) seni gafletle yapılan zikirden yakaza hâlindeki zikre yükseltebilir.

Varlığı sence küçük görülen ve göze batmayan ibadet aslında kalplerin dirilişi için en çok ümit verici ibadettir.

Senin ALLAH’tan istediğin şeylerin en hayırlısı, O’nun senden istediğidir.

Zübeyir Gündüzalp

www.NurNet.Org