Etiket arşivi: demokratik açılım

Terör, Ezber Bozan Açılım ve Bir Manifesto!

Yıllardır verdiğimiz kayıplardan anlaşılıyor ki terörü yenmek için tutarlı bir siyasetimiz ve çözümümüz yok. Olsaydı şimdiye kadar çoktan bu bela ile başa çıkardık. Çıkamadık, çıkamıyoruz. Öyleyse ezberimizi bozmalıyız. Ezber bozan bir açılım bulmalıyız. Bana göre ezber bozan bir açılım, daha önce tekrar tekrar söyledim yine söylüyorum:

Dipçik ve kılıcı bırakıp, Kur’an’ın ve kalemin atmosferine girmektir. Zaten en büyük demokratik açılım, Türküyle, Kürdüyle top yekün bir millet olarak Kur’an’a açılmak, Kur’an ahlâkıyla ahlâklanmak, Onun hakemliğine müracaat etmek ve Onun hükmüne razı olmaktır. Lütfen gelin, bir de bu yolu deneyelim.

Çünkü Kur’an, Allah’ın indirdiği son kitap. Bizse Türk olsun, Kürt olsun hepimiz Allah’ın kullarıyız. Ne kimseden hak alma ve ne de kimseye hak verme haddinde ve salahiyetindeyiz. Hakları yaratıcımız vermiş. Herkese bir bölge, bir ana, bir baba, bir millet, bir dil, bir renk, bir biçim, bir karakter tespit etmiş, dünyaya göndermiş. İnsanlığını kaybetmesin ve huzurla yaşasın diye de, Kur’an gibi çağların eskitemediği bir kitabı eline tutuşturmuş, onu iyi okusun, iyi anlasın, iyi uygulasın diye de Hz. Muhammed (s.a.v) gibi emsalsiz bir peygamberi de öğretmen olarak tayin etmiştir. Müslüman Türkler ve Kürtler olarak neden Allah’ın bu takdirine razı olmuyoruz?

Haddi zatında bizim “Kürt Sorunu” diye bir sorunumuz yok; hepimizin mukaddes değerlerden ve ahlâktan uzaklaşmak gibi bir sorunumuz var. Biz uzaklaştığımız değerlere dönersek hiçbir sorun kalmayacaktır. Bu kadar açık ve net söylüyorum. Çünkü dindar ve ahlaklı bir insan, sadece kendisine değil, haksızlığa uğrayan Kürde de, Türke de, Alevîye de, Sünniye de, İngiliz’e de, Alman’a da hak isteyecektir. Haksızlığa uğramış herkesin hakkını savunacak ve her mazlumun yanında yer alacaktır. Bu mazlum, ister Müslüman olsun, ister Yahudi, ister Sırp olsun, fark etmez.

Unutmayalım ki, Bir(’i) bizi gözetliyor. O da bizi yaratan Allah’tır. Bir gün bize yaptığımız yanlışları teker teker söyleyecek,(1) döktüğümüz kanların hesabını çok acı bir şekilde soracaktır. O, adil-i mutlaktır; hiçbir haksızlığı kimsenin yanına bırakmayacağını çok net bir şekilde ortaya koymuş ve şöyle buyurmuştur: “Zalimlerin yaptıklarını Allah’ın görmediğini, bilmediğini sanma. Allah, onlara vereceği cezayı, gözlerin kamaşacağı bir güne bırakmaktadır.”(2)

Müslüman milletimin Türk-Kürt bütün fertlerine sesleniyorum! Ortak paydalarda buluşalım, herkes tarafından doğru kabul edilen esasın etrafında toplanalım. O esas Kur’an’dır. Bu Kur’an’ın sahibi ise Allah’tır. Allah’ın son Peygamberi hepimizi uyarıyor, tam da problemimize çare sunuyor ve buyuruyor ki:

Muhakkak ki ileride karanlık gece parçaları gibi fitneler (anarşi) olacak.” “Ey Allah’ın Resûlü ondan kurtuluş nasıl olur?” denildi. Buyurdu ki: “Kurtuluş Yüce Allah’ın kitabıyla (Kur’an) olacak… Onda sizden öncekilerin ve sonrakilerin haberleri ve sizinle ilgili hükümler vardır. O bir eğlence aracı değildir. Hak ile bâtılı ayıran bir kelâmdır. Onu kibirlenerek terk edenin Allah belini kırar. Kim doğru yolu ondan başkasından ararsa Allah onu sapıklığa düşürür. O Allah’ın sağlam ipidir. Ve apaçık nurudur. O hikmet dolu Kur’an’dır. Doğru yoldur. Nefsânî arzuların sapıtmamasına, görüşlerin dağılmamasına yegâne sebep odur. Âlimler ona doymaz, Allah’tan korkarak günah işlemekten çekinenler, ondan usanmazlar. Onun ilmini bilen ileri gider, onunla amel eden sevap kazanır. Onunla hükmeden adil olur. Ona sımsıkı sarılan doğru yolu bulur.” (3)

Türklerin ve Kürtlerin kahir ekseriyeti Allah’a hamdolsun, mü’mindir ve Müslüman’dır. Kur’an, hem Türklerin hem de Kürtlerin kitabıdır. Peygamberimiz, hem Kürt’lerin hem de Türklerin hatta bütün insanlığın Peygamberidir. Öyleyse bu kavga niye?

ORTAK MANİFESTOMUZ

Şimdi sizlere inandığımız bu iki değerden yani Kur’an ve Hadis’den mülhem bir manifesto, bir reçete arz edeceğim. Ellerimizi şakaklarımızın üstüne koyalım, lütfen biraz düşünelim, düşünmekle de kalmayalım lütfen hemen harekete geçelim ve uygulayalım, yanlış ezberlerimizden vazgeçelim, böylece, yıllardır üstesinden gelemediğimiz terörün belini kırmış olacağız, sefaletten, geri kalmışlıktan, maddî ve manevî travmalardan kurtulmuş olacağız! İşte Kur’an kaynaklı manifestomuz:

Yüce Allah buyuruyor ki:

1-Eğer Allah ve Rasûlü bir konuda açıklama yapmışlarsa, hangi ırka mensup olursa olsun, hiçbir mü’min erkek ve kadına o konu da hüküm koyma, fikir yürütme hakkı yoktur. (4) Öyleyse ey mü’minler! Allah ve Rasûlünün önüne geçmeyiniz. (5) Onun Kitab-ı Kerimine müracaat ediniz. Terörü ve kavgayı bitirmede Allah’ın yardım ve desteğini arkanıza, Hz. Peygamber’in uygulamalarını da önünüze koyunuz.

2-Aranızı bozmak isteyen iç ve dış fasıklar, muhbirler olabilir, onların getirdiği ve yazdığı aslı astarı olmayan haberleri araştırmadan karar vermeyin, eyleme geçmeyin, birbirinize düşmeyin. Araştırın, sonra karar verin. Yoksa pişman olursunuz, ama pişmanlık fayda vermez. (6)

3-Mü’minlerden iki gurup birbirine girerse, aralarını bulun, biri diğerine zulm etmeye kalkarsa, gerekirse zalim tarafla, o taraf kendi ırkınızdan da olsa -Allah’ın hükmüne boyun eğinceye kadar-savaşın. (7)

4-Hepinizin tek yaratıcısı Allah’tır. O Allah, “Türkler birbirinin kardeşidir.” veya “Kürtler birbirinin kardeşidir” dememiş, “Ancak inananlar birbirinin kardeşidir” (8) demiş. İster Türk ve İsterse Kürt olun, inanıyorsanız siz kardeşsiniz. Bu kardeşlik size yetmez mi? Hepinizin Allah’ı bir, Peygamberi bir, kitabı bir, kıblesi bir, vatanı birse bu birler sizi birleştirmeye, dostça ve kardeşçe barış içinde yaşatmaya kâfi gelmez mi?

5-Hiçbir ırk ve toplum, başka bir ırkı ve toplumu küçük ve değersiz görmesin, kimse kimseyi alaya almasın. Küçük ve değersiz görenler Allah katında değersiz olurlar (9) ve belalarını bulurlar. Birbirinizi ırkından ve bölgesinden dolayı ayıplamayın, birbirinizi hoşlanılmayan lakaplarla çağırmayın. Mümin olduktan sonra fasık olmak, bu yanlışları yapmak ne kötüdür. (10)

6-Birbiriniz hakkında kötü düşünmeyin. Birbirinizi arkadan çekiştirmeyin. (11)

7-Allah bizi çeşitli toplum ve milletler şeklinde yaratmış ki tanışıp, yardımlaşalım; düşman olalım, birbirimizi öldürelim, diye değil. Allah’a göre insanların en iyi ve en şereflileri, Allah’ı en çok sayan ve sevenler, onun emirlerine uyan ve yasaklarından kaçınanlardır. (12) Bunun ötesinde üstünlük arayan, alçalır, tepetaklak cehenneme düşer.

8-En büyük yasak ve günahlardan biri de haksız yere adam öldürmektir. (13) Haksız yere adam öldürmek, bütün insanlığı öldürmek kadar büyük bir cinayettir. (14) Peygamberimiz (s.a.v) “İki müslüman birbirine kılıç çektiği zaman, öldüren de, ölen de cehennemdedir“. buyurmuş, öldürülen neden cehennemdedir, sorusu gelince de:”Çünkü o da, arkadaşını öldürmek istiyordu” (15) şeklinde cevap vermiştir. Yüce Rabbimiz de bir mümini kasden öldürme hakkında şöyle buyurmuştur: “Kim bir mü’mini kasten öldürürse, cezası, içinde ebediyyen kalacağı cehennemdir.” (16)

Hakikatler bu iken nasıl oluyor da Müslümanlar birbirlerini öldürerek hem bu hayatlarını, hem de ebedî hayatlarını cehennemleştirebiliyorlar?

9-Hiç kimse, bir başkasının günahından dolayı ayıplanamaz, kınanamaz, suçlu tutulamaz. (17)

10-Adaletin gerçekleşmesine yardımcı olun, yapacağınız şahitlik kendinizin, en yakınlarınızın, ana-babanızın aleyhine de olsa doğru şahitlik yapın. Adaletin titizlikle tecellisine çalışın. (18)

11-Bir topluma olan öfkeniz, sizi haksızlığa ve adaletsizliğe sürüklemesin. (19) Haklı ve doğru olan kimse, sevmediğiniz ve kızdığınız biri de olsa haklının ve doğrunun yanında yer alın.

12-Renklerin ve dillerin farklı olması Allah’ın ayetlerindendir. Hiç kimse ben şu bölgede ve şu renkte, şu dilde olmak istiyorum, diye Allah’a kendisini sipariş vermiş değildir. Bu iş tamamen Allah’ın iradesinin sonucudur. Allah ise fail-i muhtardır, iradesinde hürdür. Bu sebeplerden dolayı kim kimi ayıplarsa, hâşâ Allah’ı ayıplamış olur. Hiçbir Müslüman bu ayıba tenezzül etmez.

Ey anarşi ve teröre evlatlarını kurban vermiş Türkler ve Kürtler! İşte size çözüm paketi. İşte size demokratik açılım. İşte size orta ve ortak nokta. İşte size demokratik bir ahlâk. Herkes “benim dediğim olsun.” derse hiç kimsenin dediği olmaz ve kavganın sonu gelmez. Bu zihniyet adil ve demokrat bir zihniyet de değildir. Ama herkes: “Söz hakkın ve adaletin olsun yani Allah’ın dediği olsun.” derse ve buna yürekten inanırsa herkes muradına nail olur, akan kanlar durur, yurdumuz cennet ve cennet bize yurt olur.

Allah’tan daha adil, daha demokrat kim var? Sonsuz bir kudrete sahip olmasına rağmen, dileyen inansın, dileyen inanmasın, buyuruyor. Kendisini inkâr edenlere bile yaşama ve nimetlerinden istifade hakkı veriyor. Ne kadar sabırlı ve ne kadar merhametli Allah! Sabrı da merhametindendir. Bu kudret bizde olsaydı taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmazdık.

Ama şunu da unutmayalım: Allah imhal eder ama, ihmal etmez. Yani zaman verir ama unutmaz, kimsenin yaptığı haksızlığı yanına koymaz. (20) Koymaması da Onun şaşmaz adaletinin ve mazluma merhametinin gereğidir.

ÖNERİLERİMİZ:

Bu kurallar çerçevesinde:

1-Hak ve hürriyetin her türlüsü herkese sunulmalı, herkes dilinde, dininde ve mezhebinde serbest olmalıdır. İsteyen istediği gibi kültürünü yaşamalı ve yaşatmalıdır. Herkes, kılık kıyafetinde -başkasına baskı kullanmadığı, ar ve haya duygularını rencide etmediği müddetçe- hür olmalıdır.

2-Adaletin tecellisi bağlamında gelir dağılımındaki dengesizliğe son verilmeli, herkese helal yoldan iş, aş, eş bulma imkânı sağlanmalıdır.

3-Irkçılığı ve bölgeciliği körükleyen söz, tutum ve davranışlardan uzak durulmalıdır. Hiçbir Kürt’e, “senin aslın Türk” denilmemeli. Onu rahatsız edecek şeyler, onun yaşadığı ve gördüğü dağlara yazılmamalıdır.

4-Müslümanların çocuklarına olgun bir insan, iyi bir vatandaş olmalarını sağlayabilmek için, tâ küçük yaşlardan itibaren onlara sağlam bir din eğitimi verilmeli. Bu din, bu milletin kahir ekseriyetinin dinidir ki o da İslam’dır. Onu yeterince evlatlarımızın istifadesine sunmanın zamanı gelmiştir ve geç bile kalınmıştır.

5- Dinimiz sağda ve solda bütün siyasîlerin ortak değeri olmalıdır. Olmalıdır ki din her hangi bir partinin tekelinde görülmesin veya her hangi bir partinin onu alet etmesine imkân kalmasın.

6-Yeni anayasa yapılırken Kur’an ve Sünnet dikkate alınmalı ve bunlardan yararlanılmalıdır.

7- Yüce İslam dininin bir özeti olan:

a-Allah’ın emirlerine saygı,

b-Allah’ın yarattıklarına şefkat,

herkesin ortak paydası olmalıdır.

Vehbi Karakaş / Risale Haber

DİPNOTLAR:

1-Bkz. Cuma, 62 / 8

2-İbrahim, 14 / 42

3-Ahmed bin Hanbel, Müsned,1,91, Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili. (Sadeleştirilmiş baskısı)1,223

4-Bkz. Ahzab, 32 / 39

5-Bkz. Hucurat, 49 / 1

6-Bkz. Hucurat, 49 / 6

7-Bkz. Hucurat, 49 / 9

8-Bkz.Hucurat, 49 / 10

9-Bkz.Hucurat, 49 / 11

10-Bkz.Hucurat, 49 / 11

11-Bkz. Hucurat, 49 / 11

12-Bkz. Hucurat, 49 / 12

13-Bkz. Karakaş, Vehbi, Farklı Bir Bakış Açısıyla Kur’an ve Sünnette Çevre, 172

14-Bkz. Maide, 5 / 32

15Buharî, İman 22, Diyat 2, Fiten 10; Müslim, Kasame 33, Fiten 14, 15. Ayrıca bk. Ebü Davüd, Fiten 5; Nesaî.Tahrîm 29, Kasame 7; İbni Mace, Fiten 11

16-Nisa, 4 / 92

17-Bkz. İsra, 17 / 15

18-Nisa, 4 / 135

19-Bkz. Maide, 5 / 8

20-Bkz. A’raf, 7 / 183

Üstadı Doğru Anlamak ve Demokratik Açılım

Prof. Dr. Alaaddin Başar, Demokratik açılım konusu ülke gündeminde baş sırayı alırken bazı düşünürlerimiz konuya Risale-i Nur açısından yaklaşarak görüşlerini kamu oyuna sunmuş bulunuyorlar. Böyle bir ortamda, yanlış yorumlara girilmemesi ve Üstadın doğru anlaşılması için şahsî kanaatlerimi kısaca beyan etmeyi bir görev addettim.

Üstad Bediüzzüman hazretleri, hayatının gayesini şu cümlede en veciz ve açık bir şekilde ortaya koymuştur: “Hey efendiler! Ben imanın cereyanındayım. Karşımda imansızlık cereyanı var. Başka cereyanlarla alâkam yok.” (Mektubat ; 16. Mektub)

Bu zamanda “ehl-i dalalet ve haksızlığın (tesanüd sebebiyle) cemaat sûretindeki kuvvetli bir şahs-ı manevînin dehâsıyla hücum” etmesi (Yirminci Lem’a) Üstadı çok endişelendirir ve Eşref Edip beyle yaptığı bir mülakatta bu endişesini şöyle dile getirir: “Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, îmânım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, îmânımı kurtarmaya koşuyorum.” (Tarihçe-i Hayat, Isparta Hayatı)

İşte bu davasının tahakkuku ve kalplerde tahkiki imanın yerleşmesi için verdiği bir ömürlük mücadele ve mücahelesinin yanında onun bir başka gayesi daha vardı. Bunu kendisi bizzat şöyle açıklar: Camiü’l-Ezher’e Afrika’dan bir medrese-i umumiye olduğu gibi Asya, Afrika’dan ne kadar büyükse daha büyük bir darü’l-fünun da ve bir İslam üniversitesi de Asya’da lazımdır, dedim. Ve felsefe-i fünun ile ulum-ı diniye birbiri ile barışsın ve Avrupa medeniyeti İslamiyet hakaiki ile tam müsellah etsin. Ve Anadolu’daki ehl-i mektep ve ehl-i medrese tam birbirine yardımcı olarak ittifak etsin diye. Velayet-i Şarki’nin merkezinde hem Hindistan’ın hem Arabistan’ın hem İran’ın hem Kafkasya’nın hem Türkistan ortasında Medresetü’z-Zehra manasında Camiü’l-Ezher üslubunda bir darü’l-fünun hem mektep hem medrese olarak vücuda gelmesi için tam 55 senedir Risale-i Nur’un hakikatine çalıştığım gibi ona da çalışmışım. (Emirdağ Lahikası)

Bu üniversitenin ana gayesi, hem din hem de fen ilimlerinde mütehassıs bilim adamları yetiştirmek olmakla birlikte, bir başka gayesi de yine Üstadın çok önemli bir hedefi olan ittihad-ı İslâma zemin hazırlamasıdır. Bu üniversitenin eğitim dili konusunda Arapçanın vacip, Türkçenin lâzım, Kürtçenin de caiz olması gerektiğini ifade eder.

Üstadın İttihad-ı İslâm fikrini, bugünkü Avrupa birliği bir yönüyle kendi bünyesinde gerçekleştirmiş, bu ittihadın sağlayacağı faydalar konusunda bize de, doğrusu, iyi bir örnek olmuştur. İttihatla iltihakı karıştırarak İttihad-ı İslâma karşı çıkanlara bu hal güzel bir cevaptır.

Yani, Üstadın nazara verdiği ittihad, her devletin kendi bütünlüğünü ve istiklaliyetini korumasıyla birlikte, ekonomik hedeflerin gerçekleşmesinde, asayişin temininde, gençliğin kötü alışkanlıklardan korunmasında ve benzeri birçok konuda ortak hareket etme manasınadır.

Üstadın idealindeki üniversite modeli olan Medresetü’z-Zehranın İslâm âleminde varlığını hissettirmesiyle İslâm birliğinin en büyük düşmanı olan menfi milliyet (ırkçılık) belası da bertaraf edilmiş olacaktır.

Menfi Milliyet

Üstadımız menfi milliyet hakkında müstakil bir risale telif etmiştir (Mektubat 26.Mektub). Bu risalesinde şu noktaya da önemle dikkat çeker: “Fikr-i milliyet şu asırda çok ileri gitmiş. Hususan dessas Avrupa zalimleri, bunu İslâmlar içinde menfi bir surette uyandırıyorlar, tâ ki parçalayıp onları yutsunlar.” Zaten Üstadın iman kurtarma davası, ırklar ötesi bir davadır. Bütün bir insanlık âlemine şamildir. Mi’raçtan hediye getirilen Bakara Suresinin son ayetlerinin sonuncusunda şöyle bir niyaz cümlesi geçer: “Sen bizim Mevlamızsın. Kâfirler kavmine karşı bize yardım et.

Burada iman cephesindekiler bir kavim, küfür cephesindekiler ise başka bir kavim olarak nitelendirilmiş, her iki cephede de ırk kavramı arka planda kalmıştır.

Üstad hazretleri, ırkçılığın İslâm ittifakına büyük zarar vereceği gibi, sair dinlerin tabilerinin de dostluklarını kazanmada önemli bir engel olduğu fikrindedir. Bu görüşünü Emirdağ Lahikasi 2. ciltte şöyle açıklar: “Sizin bu defaki Irak ve Pakistan’la pek kıymetdar ittifakınız, inşâallah bu tehlikeli ırkçılığın zararını def’edecek ve dört-beş milyon ırkçıların yerine, dörtyüz milyon kardeş Müslümanları ve sekizyüz milyon sulh ve müsalemet-i umumiyeye şiddetle muhtaç Hristiyan ve sair dinler sahiblerinin dostluklarını bu vatan milletine kazandırmaya tam bir vesile olacağına, ruhuma kanaat geldiğinden size beyan ediyorum.

Şefkat ve Sevgi

Üstad hazretleri, Nur Talebelerinin iman ve Kur’an hizmetinde takip etmeleri gereken yolu şu dört hatvede (adımda) özetlemiştir: Acz, fakr, şefkat ve tefekkür. Şefkat maddesinin konumuzla çok yakın ilgisi vardır. Bütün insanlar kâinat ağacının meyveleridirler. Hepsi aynı havayı solumakta, aynı yer küresi üzerinde seyahat etmekte, aynı güneşle aydınlanmaktadırlar. Ve Kur’an-ı Kerimde insanın “ahsen-i takvimde”, yani istidat ve kabiliyet yönünden bütün mahlukları geride bırakan bir mükemmellikte yaratıldığı haber verilmektedir. Peygamberimiz bütün alemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Rahmetin şefkatle çok yakın ilgisi vardır. Ve Kur’an-ı Kerim bir kavme değil bütün bir insanlık alemine rehber olmak üzere inzal edilmiştir.

Bütün insanların yaratıcısı olan Allah insanların birbirlerini sevmelerini, yardımlaşmalarını istemekte, yanlış yolda olanların ise şefkatle ikaz edilmesini emretmektedir. Bu tebliğ hareketinin en son, en büyük ve en canlı örneği Peygamber Efendimizdir. O, dünyaya teşrif ettiğinde, Arap yarım adasında şirk hakimdi. Kahir bir ekseriyet putlara tapıyorlardı. Ve O, bu putperest insanların ıslahına çalışıyordu. Peygamberimiz şirke düşenlere değil, şirke düşmandı; müşrikleri şirkten kurtarmaya çalışıyor, dinlemedikleri, kabul etmedikleri zaman, o eşsiz şefkatiyle aşırı derecede üzülüyordu. Allah, o puta tapan kullarını cehennem yolculuğundan kurtarıp, yönlerini cennete çevrilmesi için en büyük peygamberini, Sevgili Habibini (asm.) görevlendirmişti.

Demokratik Açılım, Sevgi ve Kardeşlik

Demokrasi açılımının tartışmaya açıldığı bu günlerde, bizlerin bu teşebbüse, bu plana nazar tarzımız şöyle olacaktır: Allah’ın kullarının birlikte ve huzur içinde yaşamaları, birbirlerini dinlemeleri ve anlamaları için bu açılım bir fırsat olabilir mi? Ve biz daha da gelişen bir demokrasi ortamında iman hakikatlerini muhtaçlara ulaştırmak için daha fazla şeyler yapabilir miyiz?

Konunun siyasî yönü ve alınan siyasî tedbirler bizim sorumluluk sahamızın dışındadır. Milletimiz ve memleketimiz hakkında hayırlı sonuçlar doğurmasını candan temenni ederiz. Bu konuda fikrî katkılarımız olabilecekse onu da basın ve yayın yoluyla yerine getirir ve daha sonra yine aslî görevimizin başına döneriz.

Sınırları daha da genişletilecek bir demokrasi ortamında Nur Talebelerine düşebilecek önemli bir görev de, her fikirden insana şefkatle yaklaşmak ve insanlar arasında sevginin, kardeşliğin tahakkukuna gayret etmek olacaktır.

Hepimiz aynı Allah’ın kullarıyız. Hepimiz kâinat ağacının meyveleriyiz. Ve hepimiz dünyanın dönmesiyle her gün ahirete doğru bir adım daha atan yolcularız. Üstad hazretleri, bir risalesinde “Memleket dahi bir hanedir ve vatan dahi bir millî ailenin hanesidir.” (Şuâlar, Onbirinci Şuâ) buyurur. Hepimiz bu ailenin saadeti için bir şeyler yapmalı, bunu engelleyen sebeplerin karşısına yine hep birlikte çıkmalıyız. Zira aynı gemide seyahat eden yolcular gibiyiz. Gemiye verilecek bir zarar hepimize dokunacaktır.

Üstad hazretleri birlik ve beraberliğe çok önem vermiş ve telif ettiği “Uhuvvet Risalesinde” bu hususta şu önemli vurguları yapmıştır .“… Her ikinizin Hâlıkınız bir, Mâlikiniz bir, Mâbudunuz bir, Râzıkınız bir-bir, bir, bine kadar bir, bir. Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir-bir, bir, yüze kadar bir, bir. Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir-ona kadar bir, bir.

Bu kadar bir birler vahdet ve tevhidi, vifak ve ittifakı, muhabbet ve uhuvveti iktiza ettiği ve kâinatı ve küreleri birbirine bağlayacak mânevî zincirler bulundukları hâlde, şikak ve nifâka, kin ve adâvete sebebiyet veren örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve sebatsız şeyleri tercih edip mü’mine karşı hakikî adâvet etmek ve kin bağlamak, ne kadar o rabıta-i vahdete bir hürmetsizlik ve o esbab-ı muhabbete karşı bir istihfaf ve o münasebât-ı uhuvvete karşı ne derece bir zulüm ve i’tisaf olduğunu, kalbin ölmemişse, aklın sönmemişse anlarsın.” Mektubat 22.Mektub, İhlas Risalesinde de “üç elif ittihat etmezse üç kıymeti var. Eğer sırr-ı adediyet ile ittihat etse yüz on bir kıymet alır” diyerek ittihattaki kuvveti çok güzel bir şekilde ortaya koymuştur.

İttihat etmemenin zararlarını ise yine Uhuvvet Risalesinde şöyle nazara vermiştir:

Malûmdur ki, iki kahraman birbiriyle boğuşurken, bir çocuk ikisini de dövebilir. Bir mizanda iki dağ birbirine karşı muvazenede bulunsa, bir küçük taş, muvazenelerini bozup onlarla oynayabilir; birini yukarı, birini aşağı indirir. İşte, ey ehl-i iman! İhtiraslarınızdan ve husumetkârâne tarafgirliklerinizden, kuvvetiniz hiçe iner; az bir kuvvetle ezilebilirsiniz.” Mektubat 22. Mektub

Üstad Bediüzzaman hazretleri henüz Nur Külliyatını telifine başlamadığı eski Said zamanında da birlik ve beraberliğe büyük önem vermiş; düşmanlarını “cehalet , zaruret ve ihtilaf” olarak açıklamış ve bu üç düşmana karşı “sanat, marifet ve ittifak” silahıyla cihat edilmesi gerektiğini beyan etmiştir.

Bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı sanat, marifet, ittifak silâhiyle cihad edeceğiz.” (Tarihçe-i Hayat, Birinci kısım, İlk hayatı)

Müspet Hareket

Bediüzzaman Hazretlerinin bütün hayatında takip ettiği değişmez bir düsturu “müsbet hareket” etmektir. “Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir…. …. Bizler âsâyişi muhafazayı netice veren müsbet İmân hizmeti içinde herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.” (Emirdağ Lahikası) diyerek asayişin ancak müspet hareketle ve iman hizmetiyle gerçekleşeceğini vurgular ve bütün ömrünü bu davanın tahakkuku için geçirir.

Nur talebelerinin de “asayişin manevî bekçileri olmaları” bu davayı tasdik eder. Ve bütün yetkililere hem nur talebeleri , hem de nur risaleleri şu mesajı verirler: “Asayişi muhafazanın tek yolu insanların kalplerine iman ve marifet nurunun yerleşmesidir.

Fikir Hürriyeti

Üstad, “Medenilere galebe çalmak ikna iledir, söz anlamayan vahşiler gibi icbar ile değildir.” diyerek, meselelerin fikir ortamında ve medenice tartışılmasını arzu eder. Onun asayişin muhafazasına önem vermesinin önemli bir yönü de budur. Zira, fikirler ancak sulh ortamında ve asayişin hakim olmasıyla rahatça tartışılabilir. Silah sesleri arasında korku ve dehşet ortamında kiminle, neyi ve nasıl tartışabiliriz?

Üstadın “fikir hürriyeti mücadelesi” tâ eski Said döneminde başlamış, daha sonra mahkemelerde yaptığı o eşsiz müdafaalarla devam etmiştir.

Hürriyetin esası insana verilen cüzi iradeye dayanır. Herkes bu dünyada ahiret hesabına bir imtihan geçirmektedir ve bu imtihanın önemli bir şartı insanların kendi iradelerini diledikleri gibi kullanabilmeleridir.Hayvanlar sadece ne için yaratılmışlarsa o görevi yerine getirirlerken insana bu konuda büyük bir yetki verilmiştir. İnsanın diğer varlıklardan üstünlüğünün önemli bir yönü de bu hürriyet ve irade meselesidir. “İnsan, hikmetle yapılmış bir masnudur. …… Öyle bir fiilin mahsulüdür ki, istidadı irade ettiği şeyi kendisine veriyor.” ( Mesnevi-i Nuriye, Zerre) Üstadın hürriyet hakkındaki şu tespitlerini de nazara vermek isterim:

İnsanlar hür oldular, amma yine abdullahtırlar.” (Tarihçe-i Hayat, Birinci kısım)

Hürriyetin şe’ni odur ki; ne nefsine, ne gayriye zararı dokunmasın.” (Tarihçe-i Hayat, Birinci kısım.)

Birinci hükme göre, insan Allah’a isyanda hür olamaz. Bir çocuk, babasına isyanda, bir nefer komutanına isyanda ve bir vatandaş kanunları çiğnemekte serbest olamazken insan, Rabbine isyanda nasıl hür olabilir?!..İkinci hükümde ise, hürriyet sadece başkasına zarar vermekle sınırlandırılmamış, insanın kendisine de zarar vermesi yasaklanmıştır.Bir başka eserinde de şu görüşe yer verir:

Belki, hürriyet budur ki: Kanun-u adalet ve te’dibden başka hiç kimse kimseye tahakküm etmesin. Herkesin hukûku mahfuz kalsın, herkes harekât-ı meşruasında şahane serbest olsun.” (Beyanat ve Tenvirler)

İşte hürriyeti bu manada değerlendirenler hem dünya saadetini hem de ahiret saadetini birlikte yakalamış olurlar. Böyle fertlerden teşekkül eden bir cemiyette ise huzur ve güven tam manasıyla tahakkuk eder.

Hürriyet ve demokrasi konusunda şu acı gerçeği de görmek mecburiyetindeyiz: Bu gün iman hakikatlerinin tefsiri olan Nur Risalelerini muhtaçlara ulaştırma hizmeti, demokrasinin hakim olduğu bir çok Avrupa ülkesinde büyük bir kolaylıkla yürütülürken, diktanın hakim olduğu bazı İslâm ülkelerinde aynı kolaylıkla intişar edememektedir. Üstadın hürriyet ve asayiş taraftarı olmasına, bununla da kalmayıp bu kavramların mücadelesini vermesine bu açıdan da bakmak gerekir. Demirperde döneminde bu hakikatlerden uzak kalan Rusya’nın, bugün bu hizmetle buluşması ve ona kucak açmaya başlaması da bu gerçeğin açık bir delilidir.

Fikir ve insanca yaşama hürriyetlerinin genişletilmesinden endişe etmemek gerekir. Özgürlüklerin genişletilmesi, yaygınlaştırılması hiçbir tehlike arz etmez, aksine büyük hayırlara, rahatlamalara sebep olabileceği gibi birçok istismarların ve aksülamellerin de önüne geçilmiş olur. Türkiye bunun en güzel örneğini yakın mazisinde vermiştir. Bu dönemde büyük bir demokratik atılım yapılmış, hem din ve vicdan hürriyetini kısıtlayan 163. maddenin, hem de Marksist ve komünist bir sisteme kapı açacağından endişe edilen 141 ve 42. maddelerin yürürlükten kaldırılmasıyla büyük bir demokratik atılım gerçekleştirilmiştir. Bu büyük icraattan sonra ne komünizm tehlikesi büyüme göstermiş, ne de bazı mihrakların kasıtlı olarak abarttıkları bir irtica hareketi görülmüştür.

Bilindiği gibi 163. madde ile mağdur edilenler, daha çok, nur talebeleri olmuştur. Onlar sadece iman ve Kur’an hakikatlerini kalplere ve akıllara yerleştirmeğe çalışmışlar, aktif siyasete girmemişler, hele silahlanmayı hatırlarından bile geçirmemişlerdir. İki binden fazla beraat kararı almalarına rağmen yine mahkemelerin sonu gelmemiş, memleketimizin her tarafında bir hukuk terörünün estirilmesine devam edilmiştir. Üstad Bediüzzamana ve talebelerine uygulanan bu sindirme ve korkutma hareketi, bir çok insanı huzursuz etmekten öte bir işe yaramamış ve bu iman davası muhtaç gönüllerde gittikçe daha da artan bir hızla yerleşmiş, hakimiyetini devam ettirmiştir.

Şu var ki bu antidemokratik maddenin kalkmasıyla İslâm adına silaha sarılmak isteyen bazı radikal kimselerin menfi propagandalarına son verilmiş ve Üstadın tabiriyle “dinde mutaassıp, muhakeme-i akliyede noksan” bu kişilerin yanlış şeyler yapmalarının önüne büyük oranda geçilmiştir.

Silaha sarılanlar sadece 141 ve 142. maddelerin muhatapları olan Marksist kesim olmuşsa da bu maddelerin kalkmasıyla onlar da yerini bölücü teröre bırakarak gündemden düşmüş, zaman içerisinde sahneden tamamen çekilmiştir.

Fikir hürriyetinin azami derecede uygulandığı Avrupa’da, farklı ırkların, inançların ve kültürlerin aynı devlet içinde birlikte yaşamaları safhası çoktan aşılmış, Avrupa Birliği adıyla birçok devletler sınırlarını birbirlerine açmışlar, paralarını birleştirmişler ve bir tek devlet gibi hareket etmeyi menfaatleri açısından daha faydalı bulmuşlardır. Böyle bir yaklaşım o devletlerin hiçbirinin iç işlerine karışma olarak yorumlanmamış ve genel kabul görmüştür. Milletimiz gerek kendi içinde, gerek komşuları arasında aynı manayı yaşamaya ve yaşatmaya daha layıktır. Bunun önünün açılmasından korkulmamalı, kısıtlamaların ülke menfaatlerine zarar getireceği unutulmamalıdır.

Aslî Görev

Demokrasi ve açılım denilince bir nur talebesinin hatırına öncelikle bu iki kavramın iman hizmetinde kazanacakları mana gelir. Devlet yetkililerinin bu konudaki siyasî planlarını bilmiyoruz. Bilsek de fikrimizi basın yoluyla açıklamaktan öte bir görev ve yetki sahibi değiliz. O halde, bir nur talebesi, her konuda olduğu gibi bu konuda da gerektiğinde fikri katkısını sunar, ondan sonra gerçek görevi olan iman hizmetini bu demokrasi ortamında daha fazla nasıl icra edeceğine ve bu hizmeti daha fazla nasıl genişletip yayacağına kafa yorar.

Konuyu Üstad hazretlerinin şu dua cümleleriyle noktalayalım:“İnşaallah istikbaldeki İslamiyetin kuvvetiyle, medeniyetin mehasini galebe edecek, zemin yüzünü pisliklerden temizleyecek, sulh-u umûmiyi de temin edecek.” (Tarihçe i Hayat, Birinci Kısım, İlk hayatı) “Size katiyen ve çok emarelerle ve kat i kanaatimle beyan ediyorum ki, gelecek yakın bir zamanda, bu vatan, bu millet ve bu memleketteki hükumet, alem-i İslama ve dünyaya karşı gayet şiddetle Risale-i Nur gibi eserlere muhtaç olacak; mevcudiyetini, haysiyetini, şerefini, mefahir-i tarihiyesini onun ibrazıyla gösterecektir.” (Emirdağ Lahikası, Afyon Emniyet Müdürlüğüne)

Prof. Dr. Alaaddin Başar / iikv.org