Etiket arşivi: Dert

Dert anlatınca azalmıyor ki! Feraha kavuşsun gönül

Dert anlatınca azalmıyor ki! Feraha kavuşsun gönül

Ağrımız ! Anladıkki, dert diye bir başkasına yakındığımız, derdi vereni şikayet etmekten öte bir marifet (!)değilmiş. Dert anlatınca azalmıyor yahut kaybolmuyor ki feraha kavuşsun gönül. Aksine paylaşmak ile derdin daha çok arttığı bir dönemdeyiz.Güvenmek, artık büyüklerin anlattığı güzel hikayelerin başkahramanı oldu. “Çöküşünü seyrettiğimiz şey, merhametimizdir, insanlığımızdır, kardeşliğimizdir. Ötesi yok .”  Özellikle maddi manevi taarruzların çok olduğu bir dönemde güzel ahlak üzere büsbütün tam olmakoldukça güç bir durum olmuştur.“Acaba türümüzün en önemli özelliklerini taşıyor muyuz? Hareketlerimiz ve sözlerimiz nerelere saplanıyor? Acaba insan denince hatırlanıyor muyuz?”

İyi olmak istiyorsak eğer kötülüğümüze de inanmamız gerekir. Diğer taraftan dostluk ve insanlık üzerine kurulu her ne varsa hayatta gözden geçirmek ve yeniden değerlendirmek de faydavar.Herkesin bir kusurunu bulup, kendi kusurlarını unutan dostunu kaybetmeye mahkum oluyor. Halimizi, birde başkasından dinlemeli. Halimizi, yani bir nev’i nefsimizi… İşte dostluk bunun içindir. Omuz omuza olup beraber adım atmaya ihtiyacımız varken karşı karşıya geldiğimiz günlerin acısı ancak hakiki bir dost tesellisi ile diner.
Ona yazmak değil O’nu yazmak için vesile olan nimettir , dost … “Güven olmazsa dostluk olur mu ? Dostluk olmazsa bağlanma olur mu? Bağlanma olmazsa eylem olur mu? “ . Bunları düşünüp muhakeme etmek gerekir elbet. Pakdil’in Fethi Gemuhluoğlu için dediği gibi “Onun her sözü, konuştuğu her insanın üzerinden ,kürek kürek kül kaldırıyordu.” Böylesi bir  dost aramak yahut olmak …
Dost, merhamete, şefkate muhtaç olduğumuz  anlarda aciz kalıp bitap düştüğümüz , mustarip olup , avane gezdiğimiz anlarda  eksik kaldığımız yerden tamamlayandır. Gün olur ki bir kış günü sırtında  yük iken kaderin,  arkana dönüp baktığında görmek istediğindir belki de … Geçirdiğimiz imtihanlar bize dost mu getirir düşman mı bilinmez ama , acı ve tecrübe getireceği ve neticede insan edeceği muhakkaktır.
İnsaf dinin yarısıdır. Peki ya insan bunun neresinde?  Yara almış gönlekavl-i leyyin ile  dokunalım,. Dost arayalım usanmadan… “Dost istersen Allah yeter. Evet, O dost ise her şey dosttur.”Sözünü yaşayana kadar.  Zira insan kimi zaman zulmeder, kusur görse saklamaz, dert anlatsan anlamaz. Bu dünya başka bir gezegenin cehennemi değilse eğer birbirimize karşı sabır ile dayanıp iyi olmak zorundayız. “İyi, bir yanıyla rahatsız edicidir.”  Fakat biz buna da razıyız.  Kaleler fedailer ister. Bir gönlü fethetmek için kaleye ulaşmak zorundayız , vesselam.
Allah hepimizi sevsin. Ta ki bizler de birbirimizi sevelim. Muhabbet ile…
Zahide Aydoğdu
  İbrahim Tenekeci
  Ali Ural , Posta Kutusundaki Mızıka
  Ömer Doğru
  Nuri Pakdil , Bağlanma sf 61
www.NurNet.Org

Sanma ki Dert Sadece Sende Var

Sanma ki dert sadece sende var,

Sendeki derdi nimet sayanlar da var.

Hz. Mevlana

 

 

Bırak bîçare feryâdı, belâdan; gel tevekkül kıl.

Zîrâ feryad belâ ender, hatâ ender belâdır; bil.

Cihan dolu belâ başında varken, ne bağırırsın küçük bir belâdan; gel, tevekkül kıl.

Tevekkül ile, belâ yüzünde gül; tâ o da gülsün.

O, güldükçe küçülür; eder tebeddül.

Bediüzzaman

Muzdarip Bir İnsanla Gönül Sohbeti

Muzdarip ve gariptim. Sıkıntımı paylaşmak için bir ortam ve bir zemin arıyordum. Bir cami avlusunda oturmuş iki kişinin sohbetlerine kulak misafiri oldum. Çok mütevazi, mütevazi oldukları kadar da dertli insanlar. Biri, arkadaşına diyor ki: “Oğlum ile gelinim arasında bir sıkıntı var. Gelinimden de çok memnunum. Bir maslahat arıyorum?

Çaresizlik içinde kalan bu adam, yanındaki arkadaşından bir fikir, bir yardım beklediğini hissettim. Arkadaşı da, sanki bir hekim, derdine bir tılsım bulmuş veya mazlum bir insanı savunacak bir dava vekili gibi yerinden doğruladı “Bak kardeşim, bu işler çok basit, yöremizde muskalarıyla namideğer birçok hocalar var, onlara gitsene.” dedi.

Muzdarip adam da, “Arkadaş!  Hiç bir yer bırakmadım, hocalara gittim. Cincilere gittim. Hatta Hıristiyan papazlarına kadar gittim. Her kime gittiğimde bir sürü masraf, elemeği istemişler “bu bizim işimizdir, şimdiye kadar yanlış yere gitmişsin, niye daha önce bana gelmedin, çare yeri benim divanimdır” dediler. Ben de iyi ki bu hocaya veya bu cinciye gelmişim, deme ki aradığımı yeni bulmuşum. Gerçekten umutla, sıkıntımın bertaraf olacağını ha bugün ha yarın derken… Tam, beş sene hep böyle hülyalarla zamanım geçti. İnançlıydım, muskacılara, cincilere ve papazlara inanmıyordum. Yöremin baskısı ile hep bu batıl işlere tevessül ettim. Cenab-ı Allah taksiratımızı affetsin.

Arkadaşı dedi  “bu cinci mincilerle çok uğraşmışsın, varsa bir hatıranı bize anlatsana“:

Muzdarip adam söze şöyle başladı, efendim ne söyleyeyim, hatıra bir değil, iki değil, beş yıldan beri çektiğim çileli hayatımda elbette birçok hatıralarım vardır. Kıssadan hisse bir tanesini size anlatayım.

“Bir gün sabah namazından sonra bir arkadaşımla bölgede tanınmış bir cinciye gitmeye karar verdik. Cinci efendinin evi iki katlı bir binada, cinci tek başına alt katta kalıyormuş, biz ise yanlışlıkla bir üst kata çıktık, kapıyı çaldık, evin sahibi, “Kim o? “ dedi. Biz şeyh efendinin ziyaretine gelmişiz, yaşlı bir adam kapıyı açtığı gibi hakaret etmeye başladı, “Nedir sizden ve şeyhinizden çektiğimiz? yeter…! Artık yeter..!” Yüksek sesle bağırıp çağırınca, anlaşıldı ki bu adamı bizden evvel de rahatsız edenler olmuştur. Yoksa bize niye hakaret etsin? Her neyse, adres doğru, kapı numarasından bir yanlışlık olmuş, kusurumuzu beyan ederek oradan ayrıldık.

Bu kadar yol gelmişiz boş dönmek olmaz. “İlk gittiğimiz yer şeyhin evi olmadığına göre alttaki ev şeyhindir” dedik. Gene de temkinli ve yavaş yavaş cinci efendinin evinin penceresine vardık, evin içinden anlaşılmayan bir ses bir sohbet vardı, merak ettik. Şeyhin yanında da kimsenin olmadığına göre cinlerle konuşuyor dedik, bu fırsatı yakalamış iken hemen içeri girmeye karar verdik.

Velhasıl kapıya doğru yürüdük, kapı yarı açık, sanki bize buyurun diyordu. İçeri girdik. Cinci efendi somyanın üzerinde oturmuş teybi de yanı başında: Meğerse cinci efendi gürültü patırtımızı duymuş o da bize bir rol yapmak için daha evvel hazırladığı kaseti çalıyormuş. Bizde cinlerle sohbet ettiğini tahmin etmiştik. Birden bizi içerde görünce yaptığı oyun da bozuldu, Şeyh efendi yüzümüze bile bakmadan “Gidin yarına kadar cinlerimle görüşeceğim. Hakınızda cinlerimin verecekleri bilgiyi de yarın size söylerim” Dedi. Sürekli muskacıya, cinciye gitmek artık bana gına gelmişti, bıkmıştım, hepside boş, yalan ve kandırmacadan ibaret olduğunu anlamıştım. Ama gene bir umut, bir umut çaresizlikten bunlara gidiyordum. Kader bu..! Kader, kardeşim, ne yapayım?” deyince;

Bir dinleyici olarak çok sabır etmiştim, suskunluğumu bozdum. Artık müsaade isteyerek sohbete iştirak etmek istedim. Dedim ki, Evet, bir rahatsızlık var ama tedavi şekli yanlıştır. Şimdiye kadar anlattığınız hocaların muskaları da Cincilerin, Cinleri de hepsi de hurafe ve batıldır. Cenab-ı Allah demiş ki. “Dua ediniz ki duanıza cevap vereyim.” Allah’tan başka kimseye el uzatılmaz.

Muzdarip adam, “Arkadaş vallahi ben çok dua ettim, birçok ziyaret ve hoca dolaştım. Beş seneden beri dua ediyorum, bir türlü duam kabul görülmedi ne yapayım” Dedi.

O zaman Kur’an’ı, Sünnet ve Müçtehitleri dinleyelim. Bak dua hakkında ne diyorlar. Asrımızın müceddidi ve müçtehidi Bediüzzaman, dua hakkında şöyle diyor: Duanın tesiri büyüktür. Özellikle dua devam ederse netice vermesi galiptir, hatta âlemin yaratılış sebebinin birisi de duadır. Duaya devam et, dua hem ibadettir, hem de tekrarı iyi ifade etmek ve sağlamlaştırmaktır. İnşallah bir gün kabul olur dedim.

“Dua eden adam anlar ki, biri var; Onun hatırat-i kalbini işitir, her şeye eli yetişir, her bir arzusunu yerine getirebilir, aczine merhamet eder, fakrına medet eder.” (Mesnevi Nuriye)

“İnsanda öyle bir latife, öyle bir halet vardır ki, o latife lisanıyla her ne sual edilirse -velev ki fasık da olsun- Cenab-ı Hak o latifeye hürmeten o matlubu yerine getirir.” (Mesnevi Nuriye,S.378)

Bediüzzaman, gene diyor ki; Dua bir sır-ı ubudiyettir. Ubudiyet ise, dergâh-ı izzetine kusurlarını, esteğfirullah ve sübhanellah ile ilan etmektir. Dua bir ibadettir. Dualar ibadetin yapılması için birer vakittirler. Mesela, güneşin tutulması durumunda kılınan iki rekâtlık nafile namazı (küsuf namazı) veya yağmursuzluk, yağmur namazına birer vakittir.

Zalimlerin tasallutu ve belaların gelmesi bazı hususi dualara vakittir. Bu vakitler kaldıkça o namazlar ve o dualar yapılır. Eğer bu vakitlerde dünyevi maksatlar hâsıl olursa nur ala nur. İstek yaptın, duanla beraber istek yerine gelmedi diyemezsin. “Henüz vakit inkıza (sonu gelme) etmemiş, duaya devam lazımdır” diyebilirsin. Çünkü o maksatlar duaların başlangıcıdır. Neticesi değildir.

Her yapılan dualara Cenab-ı Allah’ın cevap vermesi, kabulün ta kendisi değildir. Duaya cevap verilir, cevapsız bırakılmaz. Talep edene yardım, ancak cevap verenin gayesine bağlıdır. Mesela, doktoru çağırdığın zaman “Ne istersin?” diye cevap verir. Fakat bu yemeği veya bu ilacı bana ver” dediğin vakit, bazen verir, bazen hastalığına, mizacına uygun olmadığından vermez.

Devamında, Bediüzzaman şöyle diyor: Dua bir ibadettir. Abd, kendi aczini ve fakrını dua ile ilân eder. Zahiri maksatlar ise, o duanın ve o ibadet-i duayenin vakitleridir; hakiki faydaları değil. İbadetin faydası, ahirete bakar. Dünyevi maksatlar hâsıl olmazsa, “O dua kabul olmadı” denilmez. Belki “Daha duanın vakti bitmedi” denilir. (24. Mektubun Zeyli)

Elhasıl: İnsan zayıftır, hata yapar, neticesini de sebeplere havale eder. Bediüzzaman, “Esbap bahanelerdir, vesait de perdelerdir.” der. Demek ki sebepler birer araçtırlar. Sebepleri yaratan Cenab-ı Allah’tır. Sebeplere sebebiyet veren ise gene insandır. Aleyhimize ittifak eden sebeplerin bir araya gelmeleri bir kusurumuzun neticesi olduğunu bilmek lazımdır.

İnsanın maruz kaldığı sıkıntılar belki bir günahına kefaret olur. Halis bir niyetle duaya devam et, Cenab-ı Allah inşallah duanı kabul eder. Peygamber-i Zişan (sam), “mü’minlerin sıkıntılarından dolayı hüzünlendiği ve huzurlu olmalarıyla sevindiğini” işte böyle bir Şafii’mizin olduğunu bil ve onu şefaatçi yap, muzdarip olduğun bu sıkıntılardan inşallah kurtulursun. Dedim.

Bu halis niyetli, mazlum ve muzdarip adam tamamen kadere teslim oldu ve duanın sırını anlayarak, “esbab-ı kabul dairesinde duaya devam” dedi. Zaman zaman bu gönlü kırık, inançlı adamı gördüğümde, “hacı abe durum berkemal, yoksa duaya devam” latifeme karşılık “yeğenim duamın kabulü Kemalimdendir. Ne zaman kâmil dua etme faziletine erişebilirsem o zaman duam inşallah kabul olur” diyordu.

Elhamdülillah, hacı efendi duanın meyvesini beş ay sonra şükür çığlıkları ile dost ve sevdiklerine tebşir etmeye başladı. Hacı abe ne oldu bize de bu sırrı anlatsana:

Evet, Cenab-ı Allah Kadir’dir, (gücü her şeye yetiyor) Kerim’dir, (İkram sahibidir) Cemal’dir (güzeldir, güzel şeyleri yapıyor) Sem’i dir, (her şeyi işitiyor) Basir’dir (Her şeyi görüyor) Samet’tir (her şey ona muhtaçtır. O ise hiçbir şeye muhtaç değildir.) Haza min fedli Rabbi” diyen Hacı ağabeyimizin, bu teslimiyetine ve bu tevekkülüne karşı gözlerimde akan yaşlar, hissiyatıma tercüman oluyordu, Cenab-ı Allah bu muzdarip adamın duaları hürmetine, aile birliğini devam ettirsin. Seyyiatlarını, hasenatlarına tebdil etsin. Âmin…

Rüstem Garzanlı / Diyarbakır

www.NurNet.org

Bir Sıkıntı Bin Hayır Kapısı Açar!

Sual: “Çok dertlerim var. Bazen altında ezilecek gibi oluyorum. Bana bir tesellî var mı? Bu sıkıntılarımın benim için hayır ciheti var mı?”

Dünyanın hiçbir derdi bizi yıldırmamalı. Çünkü biz mü’miniz; Allah’a inanıyoruz, güveniyoruz, itimad ediyoruz. Îmânımız bize öyle bir ümit ve ricâ kapısı açıyor ki, aslında yüz bin dünya derdi de gelse yine hafif kalır, yine çekilir cinsten olur.

Fakat biz şüphesiz, dertten ve belâdan Allah’a sığınıyoruz, sığınmalıyız. Çünkü Allah’a sığınmak bir ibâdettir.

Cenâb-ı Hak bütün canlıların, bütün hayvanâtın, bütün mahlûkatın, bütün kullarının yegâne umududur. Herkes, her derdinde, her kederinde, her ıztırabında yalnız Cenâb-ı Allah’a sığınır, yalnız Cenâb-ı Allah’tan ümit eder. Umutların tükendiği her noktada, Allah’ın rahmet ve umut kapısı hep açıktır. Emîn olmalıyız ki, Allah Kendisine ilticâ edenlere şefkatle ve merhametle yardım eder. Mü’min, bütün kapılar yüzüne kapansa da, yalnız Allah’tan ummaya devam eder, Allah’tan umudunu hiçbir zaman kesmez.

Şu âyetlerdeki ümit bize yetmez mi?

* “De ki: ‘Rabbine kavuşmayı uman kimse, salih amel işlesin. Rabbine kullukta hiç şirk koşmasın.’” 1 “Kararını verdiğin zaman da artık Allah’a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever. Allah size yardım ederse, artık size üstün gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi bırakıverirse, ondan sonra size kim yardım eder? O halde Mü’minler ancak Allah’a tevekkül etsinler.” 2

Acziyetini bilen bir kulun Allah’a tevekkül edeceğinden eşsiz bir tesellî bulacağını beyan eden Bedîüzzaman, Fâtihâ Sûresindeki “Nestaîn” 3 kelimesinin tevekkül mânâsını içerdiğini, bu mukaddes kelimenin dertli kullara tesellî verdiğini ve Allah’ın recâ ve ümit kapısını her an açık tuttuğunu kaydeder.4

Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre, celâlî ve cemâlî isimler vicdana tecellî edince ümit ve korku hâsıl olur.5 Allah’ın emrine muhatap olan insanlar, korku ve ümit ortasında bulunmalıdırlar. Takvâyı umarak Rabbine ibâdet etmesi gereken insan, ibâdetini hiçbir şekilde yeterli saymamalı, ibâdetine itimat etmemeli, dâimâ ibâdetinin artmasına çalışmalıdır.6 Ümidin kaynağı hiç şüphesiz îmandır. Îman, dünya ve âhireti, nimetlerle süslenmiş iki sofra olarak insanın önüne sürer. Îmân nimetini bize ihsan eden Rabbimiz, ümit bakımından bize elbette kâfidir, yeterlidir.7

Recânın ve umudun cemâlî bir tecellî olduğunu8 kaydeden Üstad Bediüzzaman, Cenâb-ı Hakk’ın, tesellî isteyen kullarının dâima refîki, en yakın arkadaşı ve en sâdık dostu olduğunu, recâ ve umut makamı mâhiyetinde, şefkatini kullarından aslâ esirgemediğini9 beyan eder.

Üstad Hazretlerine göre, mü’min için hiçbir zaman umutsuzluk ve yeis söz konusu değildir.10 Ölüm bile mü’mini ye’se ve ümitsizliğe atamazken, mü’minin başka hangi sebeple ümitsizliğe düşmesi beklenebilir ki?

Zira ölüm yokluk ve umutsuzluk kapısı değildir.11 Mü’min için ölüm, mekân değiştirmekten ibârettir. Kabir ise, karanlıklı bir kuyu ağzı değil, nûrâniyetli âlemlerin kapısıdır. Dünyâ da bütün ihtişâmıyla, âhirete nisbeten bir zindan hükmündedir. Dünya zindanından Cennet bahçelerine çıkmak, dünya hayatının rahatsız edici dağdağalarından rahat âlemine ve ruhların uçtuğu meydana geçmek ve mahlukâtın sıkıntılı gürültüsünden sıyrılıp Rahmân’ın huzuruna gitmek bin can ile arzû edilir bir seyahattir ve eşsiz bir saadettir.12

Cenâb-ı Hak ölüm esnasında bu can ve ten mülkünü bizden, bizim için muhafaza etmek üzere alacak, fakat sonra tekrar geri iâde edecek ve fiyat olarak da—inşâallah—Cenneti ihsan edecektir.13

O halde Allah’a dayanmalıyız, Allah’a sığınmalıyız, Allah’a duâ etmeliyiz. Dünyanın hangi sıkıntısı olursa olsun; bilmeliyiz ki, bir kapıyı kapayan Rabbimiz, bize sayısız kapı açmaya kâdirdir. Ve yine bilmeliyiz ki, sabrettiğimiz ve Allah’tan ümidimizi eksik etmediğimiz takdirde, her sıkıntının perde arkası mutlak hayırdır, mutlak sevaptır, Allah’ın rızâsıdır ve her sıkıntı aslında birer âhiret azığı teşkil etmektedir.

DUÂ

Ey Dâfi’ü Kerîm! Zorluklarımızı kolaylıklara, darlıklarımızı genişliklere, korkularımızı umutlara, dertlerimizi devâlara, musîbetlerimizi rahmetlere, hastalıklarımızı âfiyetlere, seyyiâtımızı hasenata tebdil eyle!

Aczimizi kudretine, zaafımızı kuvvetine, fakrımızı gınana şefaatçi kıl! Bizi emrettiğin gibi dosdoğru istikametten ayırma! Âmin!

Süleyman Kösmene

www.saidnursi.de

Dipnotlar:

1- Kehf Sûresi: 110. 2- Âl-i İmrân Sûresi: 159, 160. 3- Fâtiha Sûresi: 5. 4- İşârâtü’l-İ’câz, s. 32. 5- A.g.e., s. 66. 6- A.g.e., s. 154. 7- Şuâlar, s. 85. 8- İşârâtü’l-İ’câz, s. 66. 9- A.g.e., s. 32. 10- Sözler, s. 580. 11- Mektûbât, s. 13. 12- Sözler, s. 187. 13- A.g.e., s. 31.

 

Din kardeşine gelen bir dert ve kötülükten dolayı sakın sevinme!

Din kardeşine gelen bir dert ve kötülükten dolayı sakın sevinme. Sonra Allah, onu rahmetiyle kuşatır da, seni imtihan eder (aynı derdi senin başına verir).
Hadis (Tirmizi).

Dünyada yaşanan dert ve sıkıntılar (musibetler) yüzlerin karardığı kıyamet gününde, sahibinin yüzünü ak ederler…
Hadis-i Şerif (Taberani).

Kötü arkadaştan sakın! Onunla tanınacağından şüphen olmasın.
Hadis (İbn-i Asakir).