Etiket arşivi: din ve dünya

Mü’minin hayatı çöplük olamaz!

Onlar boş şeylerden yüz çevirirler.
Mü’minûn Sûresi, 23:3

Kur’ân’da ideal mü’minin nitelikleri arasında sayılan bir özellik de boş, anlamsız, faydasız şeylerden uzak durmaktır. Bu özellik de Kur’ân ile kâinat arasındaki bütünlüğe dikkatimizi yöneltir ve mü’mine yakışan şeyin her ikisiyle de uyum içinde bir hayat sürmek olduğunu gösterir.

Anlamsızlık ve amaçsızlık, hikmet kavramının zıddıdır. Kur’ân ise hakîmdir, yani hikmet dolu bir kitaptır. Onun bütün öğütleri, buyrukları, hükümleri, bütün sûre ve âyetleri sonsuz bir hikmetin eserini gösterir. Kâinat da bütün varlıklarıyla aynı sonsuz hlikmetin rengârenk parıltılarını yansıtır. Kur’ân’da boş ve anlamsız birşey bulunmadığı gibi, kâinatta da boş ve anlamsız bir olay veya varlık görülmez. İnsanlığın yüzyıllar boyunca geliştirdiği yüzlerce bilim dalı, kâinatın bütün inceliklerine nüfuz eden bu sonsuz hikmetin okumalarından ibarettir.

İnsana gelince, o hem Kur’ân’ın, hem de kâinatın bilinçli ve dikkatli bir okuyucusu olarak, iki yönden İlâhî hikmete bir ayna olmak mevkiindedir:

Bir defa, insan, bu âlemin en muhteşem eseri ve kâinat kitabının en büyük âyeti olarak, kendi yaratılışında, maddî ve manevî yapısında, İlâhî hikmetin en göz kamaştırıcı eserlerini sergilemektedir. Diğer sayısız özellik ve yetenekleri bir yana, onun sadece düşünme ve konuşma melekesi, bütün akılları hayrette bırakan bir hikmet mucizesidir.

İkinci olarak, insan, hikmete uygun bir hayat sürmek ve kendi söz ve eylemlerinde de hikmetli davranışlar sergilemek suretiyle, Rabbinin hikmetine bir başka açıdan ayna olur. Zira bir balarısının, bir hava zerresinin düzenlenişinde bile keşfedilmekle tükenmeyen nice hikmetler görülüyor ve onların hiçbir hal ve hareketinde bir başıboşluğa rastlanmıyorsa, onlardan çok daha üstün bir varlık olarak düzenlenmiş olan insanın yaşayışında, başıboşluğun ve anlamsızlığın hiçbir şekilde yeri olmaması gerekir. Bir bu kâinatın, bir de insanın yaratılışını dikkatli bir şekilde inceleyen bir akıl sahibi, bu âlemde insanın önemli işler görmek üzere bulunduğu sonucuna varmakta zorlanmayacaktır.

İşte, insanın bu üstün yapısı, onun boş ve anlamsız şeylerden uzak durmasını gerektiriyor. Aksi takdirde, bütün zerreleriyle hikmet içinde düzenlenmiş bir âleme ters düşecektir ki, bu âlemi tefsir eden Kur’ân’ın âyetleri de bu hakikati vurguluyor ve mü’min olan kimselere yakışan şeyin boş söz ve davranışlardan uzak durmak olduğunu bildiriyor. Sevgili Peygamberimiz de bu özelliğin iman ve İslâma yaraşan bir güzellik olduğunu şu hadis-i şerifleriyle bize hatırlatıyor:

Kişinin kendisini ilgilendirmeyen şeyi terk etmesi, Müslümanlığının güzelliğindendir.[1]

Bizi ne din, ne de dünyamız itibarıyla hiç mi hiç ilgilendirmeyen konularla her taraftan nasıl kuşatıldığımızı görmek için, sıradan bir günlük hayatımızı gözden geçirerek o gün içinde nelerle ilgilendiğimizi, merakımızı nerelere yönelttiğimizi ve saatlerimizi neler uğrunda harcadığımızı araştırmamız yeter.

Meşgul olduğumuz işleri, vaktimizi alan şeyleri “Bunu öğrenmesem ne kaybeder, öğrenmekle ne kazanırım? Bununla meşgul olmak veya olmamak bana ne yarar veya zarar verir?” soruları ışığında tek tek gözden geçirip ayıklayacak olsak, hergün elimizde fazladan birkaç saatlik zamanın kaldığını görebiliriz. Hayatımızın içine hikmetli şeylerin girebilmesi için, onu boş şeylerden boşaltmak zorundayız.

Fakat hikmetten söz etmek için de, herşeyden önce, hayatımızın anlamını çözmüş olmamız, yani, bu dünya üzerinde niçin var olduğumuzu net bir şekilde belirlemiş bulunmamız gerekiyor. Eğer insan niçin yaşadığını bilir ve bilinçli bir şekilde bir hayat amacına sahip olursa, gerisi çok kolaylaşır:

Artık ona düşen, hayatını, yaşama amacına uygun şeylerle doldurmaktır. Doğrudan veya dolaylı bir şekilde yaşama amacıyla ilgisi bulunmayan birşey, o insan için boş, anlamsız ve değersiz demektir—isterse o bütün dünya halkının gözünde en fazla değer taşıyan birşey olsun! İnsan ise, hayatını boş ve anlamsız şeylerle bir çöplüğe çevirmeyi kendisine asla yakıştırmaması gereken bir varlıktır.

Çünkü o, hikmeti herşeyi kuşatan bir Rabbin hikmetle yazdığı kâinat kitabının en anlamlı ve en kapsamlı âyeti, hikmetli Kur’ân’ın en anlayışlı bir okuycusudur.

Onun için, bu dünya üzerinde geçirdiğimiz herbir günü bu âyetin ölçütüne vurarak bir muhasebe altına almak, pek yerinde ve hikmetli bir davranış olacaktır:

“Onlar boş şeylerden yüz çevirirler.”

ÜMİT ŞİMŞEK

[1] Tirmizî, Zühd: 11.

Son okçular tepesi; EVİMİZ

Okçular tepesi, ümmet olarak Kur’an ve Sünnetin talimatlarına uymayınca nasıl bir bozgunla karşılaşabileceğimizi özetleyen İslam tarihimizdeki en önemli sembollerden biridir.
Uhud savaşı sırasında Efendimiz (s.a.s)’in;
“Ne şart ve durum olursa olsun asla burayı terk etmeyeceksiniz. Bizlerin cesetlerinin akbabalar tarafından parçalandığını görseniz bile yerinizi bırakmayacaksınız.” (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, c. 4, s. 293) emrine rağmen sahabe efendilerimizin bir kısmının vaktinden önce görev yerlerini terk etmeleri nedeniyle Uhud, bir zafer olmaktan çıkmış, Hz. Hamza (r.a) ve Mus’ab bin Umeyr (r.a) başta olmak üzere 70 kadar sahabe efendilerimiz şehit edilmişti.
Ümmet olarak okçular tepesinden sonra da Kur’an ve Sünnetin ne olursa olsun terk edilmemesi talimatına rağmen birçok tepeyi terk ederek büyük bozgunlar yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz.
Asla ayrılmamamız gereken İslam Birliği tepesini terk ettiğimiz için ümmet coğrafyamız askeri ve siyasi olarak emperyalizm ve Siyonizm tarafından işgal edildi. 
Faizsiz İslam ekonomisi tepesini terk ettiğimiz için çarşılarımız, pazarlarımız, ceplerimiz ve ekonomimiz faizci kapitalist nizamın kontrolüne girdi. 
Ümmet olarak Kur’an ve Sünnetin asla terk etmeyin dediği görev yerlerimizi terk ettiğimiz için askeri, siyasi ve ekonomik açıdan büyük bir bozguna uğradık. 
Bu bozgunla birlikte başlayan geri çekilme, elimizde kalan son okçular tepesi olan evlerimizin sınırlarına kadar dayandı.
Bu geri çekilme esnasında evlerimizi müdafaa ile görevli anne ve babalar olarak maalesef iyi bir sınav veremedik. Bu müdafaanın başkomutanlarından olan analarımız, kimi zaman haklı ekonomik gerekçeler ve geçim derdiyle, kimi zaman da diploma sevdasının, akademik kariyer planlarının, iş hayatının parlak unvanlarının, çift maaş hayallerinin dayanılmaz bir ganimet sevdasına dönüşmesiyle evlerini ve asli görevlerini terk ettiler ya da terk etmek zorunda bırakıldılar.
Analarımızın evlerimizden uzaklaştırılmasıyla birlikte nesillerimizi tehdit eden büyük facia başlamış oldu. Evde ana kalmayınca anaokulları açtık, huzur kalmayınca huzur evleri açtık. Ancak hiçbir suni tedbir bu bozgunun önüne geçemedi. 
Kreşlerin, bakıcıların ve bakım evlerinin bağrında yetişen nesillerimiz avuçlarımızdan kayıp gitti. 
O gün okçular tepeyi terk ettiği için Hz. Hamza (r.a) ciğeri parçalanarak şehit edilmişti. 
Bugün analarımız evlerimizi terk ettiği için nice Hamzalar, Mus’ablar televizyonun, internetin ve dizilerin pençesinde kalpleri, zihinleri paramparça edilerek heba edildi.
Dünyevileşmenin iliklerimize kadar işlemesiyle birlikte nesillerimizin geleceği ile ilgili önceliklerimiz değişti. Evlatlarımızın aldığı notlar ya da kaçırdığı deneme sınavları yüzünden neredeyse depresyona girerken, her gün kaçırdıkları namazlar için yüzümüzü bile ekşitmez olduk.
Dershane taksitleri ve özel ders ücretleri arasında sıkışan babalarımızın, ailelerini, yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem azabından koruyacak ne takatleri kaldı ne de vakitleri.
Tapusu bize ait olan evlerimizin başköşesini televizyon, gündemini de dizler ve magazin programları işgal etti. 
Geniş odalar, salonlar, mutfaklar, mobilyalar arasında afiyeti, huzuru ve bereketi kaybettik. 
Daha konforlu bir hayat, daha iyi bir ev, daha iyi bir araba hayalleri kurarken İslami hedef ve ideallerimizi unuttuk.
Muhafazakâr demokrasinin pençesinde din ve dünya arasında gidip gelen nesillerimizi bu keşmekeşten kurtaracak ve yeniden ihya edebilecek son sığınak evlerimizdir. Okçular tepesinde Abdullah b. Cübeyr (r.a) bilinciyle müdafaa etmemiz gereken son tepe evlerimizidir. 
Bu büyük müdafaada en büyük görev, annelerimize düşmektedir. 
Bir evde asli görevinin şuuruna varmış bir anne varsa o ev yıkılmaz bir kale gibidir. Şuurlu annelerin bulunduğu evlerin gündemleri Kur’an ve Sünnettir. 
O evlerde erkeğin ya da kadının da değil sadece Allah’ın sözü geçer. 
Abdülaziz Kıranşal