Etiket arşivi: Diriliş delilleri

Ahirete İman – Ölümden Sonra Hayat Var mı? Delilleri Nelerdir? (Video)

Bismillahirrahmanirrahîm

“Güneş katlanıp dürüldüğünde, yıldızlar kararıp döküldüğünde, dağlar yürütüldüğünde, kıyılmaz mallar bırakıldığında, vahşi hayvanlar bir araya toplandığında, denizler kaynatıldığında, ruhlar bedenlerle birleştirildiğinde, diri diri toprağa gömülen kızlara: ‘Hangi günahtan dolayı öldürüldünüz?’ denildiğinde, amel defterleri açıldığında, gök sıyrılıp açıldığında, cehennem kızıştırıldığında ve cennet yaklaştırıldığında herkes (hayır ve şerden) ne getirmiş olduğunu anlar.” (Tekvir 1-14)

Kur’an’ın bu ve benzeri ayetlerinin sarahatiyle, bir gün gelecek ve bu âlemin kıyameti koparak başka bir âlemin kapısı açılacaktır. Bu, gözümüz önündeki şu âlemin vücudu kadar katidir.

“Ahirete İman” isimli bu eserimizde iman hakikatlerinden biri olan haşir, yani öldükten sonra dirilme ve mahşere çıkma, iki kere iki dört eder katiyetinde ispat edilmektedir. Bu eserde anlatılan hakikatler o kadar kuvvetlidir ki en inatçı kâfiri dahi ilzam eder ve susturur.

Nasıl ki, bir saray veya bir şehir hakkında biri dava etse: “Şu saray veya şehir, tahrip edilip yeniden sağlam bir surette bina ve tamir edilecektir.” dese… Elbette, onun davasına karşı altı sual terettüp eder.

Birincisi: “Niçin tahrip edilecek? Sebep ve gerekçe var mıdır?” Eğer, “Evet, var.” diye ispat edilse bu sefer ikinci soru sorulur.

İkincisi: “Bunu tahrip edip tamir edecek usta muktedir midir? Yapabilir mi?” Eğer, “Evet, yapabilir.” diye ispat edilse bu sefer üçüncü soru sorulur.

Üçüncüsü: “Bu sarayın veya şehrin tahribi mümkün müdür?” Eğer, “Evet, mümkündür.” diye ispat edilirse bu sefer dördüncü soru sorulur.

Dördüncüsü: “Mümkün olan bu tahrip gerçekleşecek ve vukua gelecek midir?” Eğer, “Evet, gerçekleşecektir.” diyerek vukuu ispat edilse iki sual daha ona varid olur ki:

Beşinci ve altıncı sualler: “Acaba şu acayip saray veya şehrin yeniden tamiri mümkün müdür? Mümkün olsa, acaba tamir edilecek midir?” Eğer, “Evet” denilerek bunlar da ispat edilse o vakit bu meselenin hiçbir cihette hiçbir köşesinde bir delik, bir menfez kalmaz ki, şüphe ve vesvese girebilsin.

İşte, bu temsil gibi:

·     Dünya sarayının ve şu kâinat şehrinin tahribi ve tamiri için gerekçeler olduğu,

·     Fail ve ustasının buna muktedir olduğu,

·     Tahribinin mümkün olduğu ve vaki olacağı,

·     Ve tamirinin de olası ve vuku bulacağı meseleleri ispat edilirse, artık bu mesele hakkında şüphe ve vesvese edilmez.

İşte eserimizde bu altı cihetin her biri, iki kere iki dört eder katiyetinde ispat edilecek ve ahiretin varlığı güneş gibi kati gösterilecektir.

Eserimizden hakkıyla istifade edebilmeniz için, ilk önce eserde takip ettiğimiz yolu ve metodu bilmeniz gerekir. “Ahirete İman” isimli eserimizde şöyle bir yol takip ettik:

Ahiretin varlığına dair delilleri başlıklar ve maddeler hâlinde inceledik. Her bir başlık müstakil olup tek başına ahiretin varlığını ispat etmeye kâfidir. Bütün başlıkların toplamındaki kuvvet ise asla karşı gelinemeyecek kuvvettedir.

Her bir delilde iki basamaklı bir yol ve bir tarz takip edilmiştir.

1. Basamak: Bu basamakta, kâinattaki fiillerden ve tecellilerden bahsedilmekte ve daha sonra fiilden faile, isimden müsemmaya, yani ismin sahibine ve sıfattan da mevsufa, yani sıfatın sahibine geçilmektedir.

Mesela birinci delilin birinci basamağında kâinatta gözüken saltanattan bahsedilecek ve bu saltanat delil yapılarak Sultan-ı Ezel ve Ebed olan Allah’ın varlığı ispat edilecektir. İkinci delilin birinci basamağında ise kâinatta gözüken merhametten bahsedilecek ve bu merhamet delil yapılarak Rahim olan Allah’ın varlığı ispat edilecektir. Üçüncü delilin birinci basamağında ise kâinatta gözüken izzetten bahsedilecek ve bu izzet delil getirilerek Aziz olan Allah’ın varlığı ispat edilecektir. Diğer delillerde de aynı yol takip edilmektedir.

Demek 1. Basamakta, kâinatta tecelli eden fiillerden, isimlerden ve sıfatlardan bahsedilecek ve fiilden faile, isimden müsemmaya ve sıfattan da mevsufa geçilecektir. Zira fiiller failsiz, isimler müsemmasız ve sıfatlar mevsufsuz olamaz; bir iğnenin ustasız ve bir harfin kâtipsiz olamayacağı gibi…

Demek birinci basamakta aynı zamanda ispat-ı vücud da yapılmaktadır. Yani ahiretin varlığından önce Allah’ın varlığı ispat edilmektedir.

2. Basamak: 1. Basamakta fiil ve tecelli anlatılıp faile ve müsemmaya çıkıldıktan sonra, 2. Basamakta mezkûr ismin ahireti gerektirdiği ve mezkûr sıfatın ahireti iktiza ettiği ispat edilmektedir. Demek bu basamak, ahiretin varlığının ispat edildiği basamaktır.

Her bir delilde anlatılan meseleler âdeta üç zincir halkasından oluşmaktadır:

1- Kâinattaki tecelli.

2- Bu tecellide gözüken isimler ve sıfatlar.

3- Bu isimlerin ve sıfatların ahireti gerektirmesi.

Bu halkalar birbirine geçmiş olup tamamını koparamayan, bir halkaya ilişemez. Ya da başka bir ifadeyle, bir halkayı koparabilmek için tamamını parçalayabilmek gerekir. Mesele bir bütündür; bütünü çürütemeyen, parçaya ilişemez. Parçaya ilişebilmek için bütün çürütülmelidir.

Dolayısıyla diyebiliriz ki:

·     Ahireti inkâr edebilmek için, ilk önce faili ve müsemmayı yani Allah’ı inkâr edebilmek gerekir.

·     Allah’ı inkâr edebilmek için de kâinatta gözüken fiilleri ve isimleri inkâr edebilmek gerekir.

·     Kâinatta gözüken isim ve fiilleri inkâr edebilmek için ise bizzat kâinatın kendisini inkâr edebilmek lazımdır. Bu ise mümkün değildir.

·     Başka bir ifadeyle, kâinatı inkâr edemeyen, göz önündeki fiilleri inkâr edemez; fiili inkâr edemeyen, faili inkâr edemez; faili inkâr edemeyen de o fiilde gözüken, faile ait ismin ahireti gerektirmesini inkâr edemez.

Sözün özü: Her bir başlıkta öyle bir yol takip edilmiştir ki, ahireti inkâr edebilmek için şu göz önündeki âlemi inkâr etmek ve akıldan istifa etmek gerekecektir. İşte bu eserde ahiretin varlığı bu kadar net bir şekilde ispat edilecektir.

“Ahirete İman” isimli eserimiz hazırlanırken Bediüzzaman Hazretleri’nin “10. Söz” namıyla maruf “Haşir Risalesi” kaynak eser olarak kullanılmıştır. Eserimizde anlatılan bütün hakikatler, Bediüzzaman Hazretleri’nin mezkûr eserinden iktibas edilmiştir.

Bu eserle amacımız:

·     Ahirete iman hakikati hususunda imanlarımızı taklitten tahkike çıkarmak,

·     Ahiret hakkında şüphesi olanları şüpheden kurtarmak,

·     Ahireti inkâr edenlerin imana girmelerine bir vesile olmak,

·     Ahiret hakkında kâfirler ile mücadeleye girmek zorunda kalanlara bir rehber olmak,

·      Ve bu vesileler ile Cenab-ı Mevla’nın rızasını kazanmaktır.

Tevfik ve inayet Allah’tandır!

Haşmet ve Celal Delili (Ahirete İman) (Video)

Hiç mümkün müdür ki, zerrelerden güneşlere kadar bütün varlıkları itaatkâr bir asker gibi emrine boyun eğdiren ve bütün kâinatı idare ederek haşmetli saltanatını gösteren bir zat, sadece, şu dünya misafirhanesinde kısa bir hayat geçiren fani mahluklar üzerinde dursun; o muhteşem saltanatına ayna olacak ebedî ve baki bir memleketi icad etmesin? Hâşâ ve kella!

Bu delili şöylece izah edebiliriz.  Kim şu âleme dikkat ile baksa görür ki, bu âlemde muhteşem bir saltanat ve terbiye hükmediyor. Evet!

Mevsimlerin değişmesi gibi görkemli icraat,  yıldızların ve galaksilerin son derece intizamlı ve azametli hareketleri, yeryüzünü, içindeki mahluklara bir beşik; Ay’ı, onlara bir kandil ve Güneş’i onlara bir lamba yapmak gibi akılları hayrete düşüren bir itaat,  kışın ölmüş ve kurumuş yeryüzünü baharda diriltmek ve süslendirmek gibi mükemmel  icraat…

Ve saymakla bitiremeyeceğimiz kadar haşmetli faaliyetler gösteriyor ki, perde arkasında muazzam bir terbiye ve idare var, muhteşem bir saltanatla hükmediyor. Elbette böyle bir saltanat kendine layık mahluklar ve haşmetine ayna olacak varlıklar ister.

Hâlbuki görüyorsunuz ki, o zatın en kıymetli misafirleri ve en makbul kulları olan insanlar, şu misafirhane-i dünyada, perişan bir surette, kısa bir vakit toplanıyorlar. Misafirhane ise her gün doluyor, boşalıyor, her saat değişiyor. Hem bütün bu insanlar, o zatın kıymetli eserlerini ve harika sanatlarını, izlemek için, şu dünya sergisinde birkaç dakika durup seyrediyorlar, sonra kayboluyorlar. Şu dünya sergisi ise her dakika değişiyor; giden gelmiyor ve gelen gidiyor.

İşte bu hâl ve şu vaziyet kat’i gösterir ki, şu misafirhane ve şu sergilerin arkasında, o ebedî saltanata mazhar olacak daimî saraylar, sabit meskenler ve şu dünyada gördüğümüz numunelerin ve suretlerin en halis ve en yüksek asıllarıyla dolu bağ ve hazineler vardır. Demek, burada çabalamak onlar içindir. Burada çalıştırır, orada ücret verir. Herkesin kabiliyet ve ameline göre -eğer kaybetmezse- orada bir saadeti vardır.

Evet, böyle haşmetli bir saltanat için imkânsızdır ki, sadece şu fâniler ve ölüme mahkûm mahluklar üstünde dursun ve başka bir memleketi olmasın.

Şimdi bu hakikate şu temsil dürbünüyle bakalım:

Mesela siz yolda gidiyorsunuz. Görüyorsunuz ki yol içinde bir han var. Bir büyük zat, o hanı, kendine gelen misafirleri için yapmış. O misafirlerin bir gece gezinti ve ibretleri için, o hanın süslenmesine milyonlar altınlar sarf ediyor.

Hem o misafirler, o ziynetlerden pek azına, az bir zamanda bakıp o nimetlerden, pek az bir vakitte, az bir şey tadıp doymadan gidiyorlar. Fakat her misafir, kendine mahsus fotoğrafıyla, o handaki şeylerin suretlerini alıyorlar.

Hem o büyük zatın diğer hizmetkârları da misafirlerin amellerine gayet dikkat ediyorlar ve o amelleri gayet dikkatle kaydediyorlar.

Hem görüyorsunuz ki, o zat, her günde, o kıymetli süslemelerin çoğunu tahrip eder; yeni gelecek misafirler için o hanı yeniden süsler, o hana her gün milyonlar altın sarf eder.

Acaba bunu gördükten sonra hiç şüpheniz kalır mı ki, bu yolda bu hanı yapan zatın daimî, pek âli sarayları; hem tükenmez, pek kıymetli hazineleri; hem devamlı, pek büyük bir cömertliği olmasın?

Evet, o zatın bu handa yaptığı ikramlar, kendi katında bulunan nimetlere misafirlerinin iştahlarını açmak ve onlara hazırladığı hediyelere rağbetlerini uyandırmak içindir. Aynen bu misal gibi, şu dünya misafirhanesindeki vaziyete, sarhoş olmadan dikkat ile baksanız, şu dokuz esası anlarsınız:

Birinci esas: Anlarsınız ki, o han gibi bu dünya dahi kendi için değildir ve kendi kendine bu sureti alması imkansızdır. Belki bu dünya, mahlukat kafilesinin gelip konmak ve göçmek için dolup boşalan, hikmetle yapılmış bir misafirhanesidir.

İkinci esas: Hem anlarsınızki ki, şu hanın içinde oturanlar misafirlerdir. Onların Rabb-i Kerim’i, onları Dârü’s-Selâm’a, selam diyarı olan cennete davet ediyor.

Üçüncü esas: Hem anlarsınız ki, şu dünyadaki süslemeler ve ziynetler, yalnız lezzetlenmek veya gezmek için değildir. Çünkü bir zaman lezzet verse, seni terk etmesiyle birçok zaman elem verir. Sana tattırır, iştahını açar, fakat doyurmaz. Çünkü ya onun ömrü kısa ya senin ömrün kısadır; doymaya kâfi değil. Demek kıymeti yüksek, müddeti kısa olan şu alemin süslenmesi ibret içindir, şükür içindir, cennetteki asıllarına teşvik içindir; başka gayet ulvi maksatlar içindir.

Dördüncü esas: Hem anlarsınız ki, şu dünyanın süslenmesi, Rahman ve Rahim olan Allah-u Teâlâ’nın ehl-i iman için cennette hazırladığı nimetlerin numuneleri ve onların suretleri hükmündedir.

Beşinci esas: Hem anlarsınız ki, şu fâni mahluklar, fena bulup yok olmak, bir parça görünüp mahvolmak için yaratılmamışlar. Belki, varlık aleminde kısa bir zaman toplanıp suretleri alınsın, misalleri tutulsun, manaları bilinsin ve neticeleri zapt edilsin diye yaratılmıştır. Mesela binler neticelerinden bir netice şudur ki, bu âlemdeki fâni manzaralar, cennet ehli için daimî manzaralar olur. Ehl-i cennet, cennette bu âlemin kayıtlarını seyredecek ve dünyadaki hatıralarını hatırlayarak neşeleneceklerdir. Eşyanın beka için yaratıldığı, fena için olmadığı; belki zahiren fenaya gitse de, hakikatte vazifesini tamamlama ve bir terhis olduğu bununla anlaşılır ki: Fâni bir şey, bir cihetle fenaya gider, ölür; fakat çok cihetlerle baki kalır.

Mesela nasıl ki senin ağzından çıkan bir kelime yok olup gider; fakat binler misallerini kulaklara emanet eder, dinleyen akıllar adedince manalarını akıllarda baki eder ve öyle fenaya gider. Aynen bunun gibi, kudret kelimelerinden bir kelime olan bir çiçek de kısa bir zamanda tebessüm edip bize bakar, daha sonra hemen fena perdesinde saklanır; fakat onu gören her şeyin hafızasında zahirî suretini ve her bir tohumunda manevi mahiyetini bırakıp öyle gider. Güya her bir hafıza ve her bir tohum, o çiçeğin muhafazası için birer fotoğraf; devam ve bekası için birer menzildirler. Acaba, en basit bir hayat mertebesinde olan bir çiçek böyle ise, en yüksek hayat tabakasında ve baki bir ruhun sahibi olan insan, ne kadar beka ile alâkadardır, apaçık anlaşılmaz mı?

Altıncı esas: Hem anlarsınız ki, insan, ipi boğazına sarılıp istediği yerde otlamak için başıboş bırakılmamıştır. Belki, bütün amellerinin suretleri alınıp yazılır ve bütün fiillerinin neticeleri bir muhasebe için zaptedilir.

Yedinci esas: Hem anlarsınız ki, sonbahar mevsiminde, yaz ve bahar âleminin güzel mahluklarının  ölümü idam değildir; belki, vazifelerinin tamamlanmasıyla bir terhistir ve bir sonraki baharda gelecek olan mahlukata bir yer boşaltmaktır. Hem insana vazifesini unutturan gafletten ve şükrünü unutturan sarhoşluktan ilahî bir ikazdır.

Sekizinci esas: Hem anlarsınız ki, şu fâni âlemin sahibi olan Sultan-ı Ezel ve Ebed’in başka ve baki bir âlemi vardır ki, kullarını oraya sevk ve ona teşvik eder.

Dokuzuncu esas: Hem yine anlarsınız ki, öyle bir Rahman, öyle bir âlemde, öyle has kullarına, öyle ikramlar edecek ki; ne göz görmüş, ne kulak işitmiş ve ne de insanın kalbinden geçmiştir. Âmennâ ve saddeknâ! İnandık ve iman ettik.

Seyrangah.Tv

Allah’ın Vaad Etmesi Delili (Ahirete İman) (Video)

 

Her işi ciddi ve seviyeli işleyen bir sultanın kudret ve ilmi yetiyorsa, vadettiği bir şeyi yerine getirmemesi mümkün değildir.