Etiket arşivi: diyanet

Erkeklerin tefsir yazması yasaklansın

Geçen hafta Diyanet İşleri Başkanlığı’nın tertip ettiği ana teması “Kadın” olan Dini Yayınlar Kongresi üzerine yazmaya başlamıştım. Kongre sonrası bildirgede bir kaç takıldığım nokta oldu.

İlki şu maddeydi: “Kur’an-ı Kerîm’in kadın ayrımcılığına mesnet olabilecek ataerkil bir öze sahip olduğu yolundaki yaklaşımlar, asla kabul edilemez…” Müslüman kadınlar ve erkekler Kur’an-ı Kerîm’i kendilerine sunulan ilahi bir hidayet ve rahmet kitabı olarak görürler ve böyle inanırlar.”

Elbette Kur’an-ı Kerîm müslüman kadın ve erkekler için bir hidayet; doğru yolu gösterici bir rehberdir. Ve gösterilen doğru yol, takip edenler için rahmettir, takip etmeyenler için azaptır.

Kur’an-ı Kerîm bize aile yaşantımızla da ilgili hidayeti “doğru yolu” göstermiştir. Nisâ sûresi 34. âyet-i kerîme de “Erkekler kadınlar üzerinde kavvamdır.” buyrulmuştur. “Kavvam” yönetici ve koruyucu, demektir. Yani Yaradan’ımız evin reisini “erkek” olarak tayin etmiştir. Böylece dindarım diyen aile, doğal olarak “ataerkildir” yani erkek yönetimindedir. Müslüman bir toplumda her ailenin reisi erkek olursa, toplumda ataerkil olur zaten. Erkekler yönetici özellikleri ile donanımlı yaratıldıkları için, toplumların bekası için ataerkil olmaları gerekir. Ben “anaerkil” yani kadınların lider olduğu bir toplumda yaşamaktan Allah’a sığınırım.

Bu yüzden Diyanetin bu itirazını anlayamadım. Kur’an-ı Kerîm ataerkil sistemi açıkça tavsiye ediyor. Aksini iddia etmek ne kadar doğrudur?

Bildirgede başka bir madde şöyle:

Modern bir ideolojik söylem olarak feminizm ile ilahi bir din olan İslam’ın ve İslami değerlerin karşılaştırılamayacağı unutulmamalıdır…” Bu çok yerinde ve doğru bir açıklama.

Fakat bildirgede son madde kafama fena halde takıldı:

Kadınla ilgili problemler bağlamında, İslam’ın temel kaynaklarının bizzat kendilerinin tartışma konusu yapılması ve bunun ısrarla sürdürülmesi anlamsızdır. Asıl yapılması gereken, sorunun gerçek temelleri üzerinde yoğunlaşmak, bu konuda sonuç alınabilir adımların atılabilmesi için uzun soluklu çalışmalara yönelmek, İslam’ın daha doğru bir şekilde anlaşılması için kalıplaşmış zihniyet yapılarını yeniden gözden geçirmek olmalıdır.

Yani “kalıplaşmış zihniyet yüzünden” İslam doğru anlaşılamıyor. Bu cümle bana bir zamanlar benim de terennüm ettiğim (utanarak hatırlıyorum) ve şimdilerde feminist olduğunu kabul etmeyen “Dindar feminist benzeri hanımlar” dan çokça duyduğumuz şu sözleri hatırlattı. “Alimler çoğunlukla erkek oldukları için âyetleri kendi işlerine geldiği gibi tefsir etmişler.

Diyanet, “kalıplaşmış zihniyet yapıları” derken bunu mu söylemiş oluyor? Eğer öyleyse; bütün ilim kitaplarını yakalım, yok edelim ve her şeye yeniden başlayalım. Ayrıca aynı tehlike ile karşı karşıya kalmamak için, erkeklerin tefsir ve meal yazmaları yasaklansın. Kur’an-ı Kerîm’in meal ve tefsirini kadınlar yapsın. Nasıl olsa erkekler kalıplaşmış, ataerkil zihniyetle yanlı bakıyorlar. Nasıl olsa modern dünyada erkekler her alandan yavaş yavaş siliniyorlar, varlık gösterdikleri bu alanda da onları silelim.

Bunları söylerken şu konu yanlış anlaşılmasın. Kadınların meal ve tefsir yapmalarına karşı değilim. Olmalı. Bu büyük bir eksiklik. Neden bir âlimenin meal ve tefsiri yok? Kadınlar bunca yıl, ilmi çalışmalardan, neden bu kadar uzak kalmışlar? Kimse kolaycılığa kaçıp “Erkekler kadınlara fırsat vermemişler.” demesin. Varsa delilleri göstersinler.

Kadınların bu alanda olmaması bir eksiklik; ama “Erkekler yanlı bakmış, işlerine geldiği gibi tefsir etmişler.” demek ise ilim yolunda gecesini gündüzünü birbirine katmış alimlere yapılmış büyük bir iftiradır.

Ne yapsalardı âlimler “kadınların hatırı kalmasın” diye onların hoşuna gidecek şekilde mi tefsir etselerdi? Yeni nesil alimler bunu yaparlarsa mı makbul olacaklar? Kadınlar o zaman mı onları alkışlayacaklar?

Diyanet “Kadınla ilgili problemler bağlamında, İslam’ın temel kaynaklarının bizzat kendilerinin tartışma konusu yapılması ve bunun ısrarla sürdürülmesi anlamsızdır.” diyor.

Müslüman olarak çözümleri dinimizden alacaksak bazı tartışmaların olması kaçınılmazdır. Öteki türlü çözümü başka yerlerde aramak lâzım. Peki o zaman çözüm için nereye bakacağız? Gelenek zaten reddediliyor. “Feminizm İslama uymaz denmiş.” güzel. Yani çözümü batıdan almayacağız demektir bu. Çünkü batı, kadın konusunda feminizmden başka bir şey üretemedi. Feminizm de kadınlara kariyer ve cinsel özgürlük dışında bir şey vermedi. Kariyer sahibi olmak, iş yerlerinde erkeklere hükmetmek kadınları mutlu etti mi? Yalnız, mutsuz ve zengin kadınlar var batıda bolca. Ve bolca da psikolog, onların sorunlarını çözsün diye… Batıda cinsel özgürlükle sömürülen kadını ise bu yazıya hiç konu etmiyorum bile.

Dinimizin çözümlerini modern çözümlerin yanında eksik ve yetersiz görenler, dinimizin gösterdiği ataerkil aile yapısını inkar etmek için bunca yıldan beri “sahih kabul edilen hadis kitaplarındaki kadınlarla ilgili hadis-i şerîfleri” yeterince modern bulmadıkları için inkar etmeye başladılar.

Kadın haklarını savunalım, kadınları yüceltelim, bu arada ayağımıza dolanan Allah Resulünün sözlerini reddedelim.” diye uğraşanlar, imanlarını kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya olduklarını unutmasınlar.

Allah (c.c) yanında kadında erkekte değerlidir. Dinimizin bize kadın ve erkek olarak biçtiği roller, insanlık ve müminlik değerimizi değil, cinsiyet rollerimizi gösterir. Cinsiyet rollerimizden kurtulmak için insanlık edebiyatı yapmayalım. Kısacası kadın ve erkek insan olarak eşitiz; ama aile içindeki rollerimiz bakımından eşit değiliz. Evde söz hakkı üstünlüğü erkeğindir ve evin reisi erkektir. Dinimiz bize bunu söylüyor. Kadın ve aile ile ilgili sorunların çoğu, ataerkil olduğumuz için değil, bizi yıkmak için, toplumu zorla anaerkil yapmaya çalışanların tuzaklarına düşenlerin çıkardığı sorunlardır.

Sema Maraşlı / Haber 7

Diyanetten Hicret ve Muharrem Mesajı

Hicret, Muharrem ve Aşure

Sevgili peygamberimizin Mekke’den Medine’ye hicretinin gerçekleştiği ve rahmet peygamberinin “Allah’ın ayı” olarak nitelendirdiği Muharrem ayını idrak etmiş bulunuyoruz. Bu ayın İslam dünyasına ve bütün insanlığa hayırlar ve bereketler getirmesini niyaz ediyorum. Hz. Ömer’in halifeliği döneminde hicret, tarih başı olarak kabul edilmiş ve o günden itibaren İslam âleminde 1 Muharrem hicrî takvimin başlangıcı olarak kabul görmüştür.

Hicret; Allah’a ve O’nun kutlu elçisi rahmet peygamberine gönülden bağlılığın bir ifadesi, dostluğa, kardeşliğe, medeniyete, ilme ve irfana açılan yolculuğun hikâyesidir.

Hicret, nurlu şehir Medine’nin şahsında, insanlığın gönlüne, sevgiye ve rahmete açılan bir yoldur. Her vesile ile paylaşmayı, dayanışmayı, insani erdem ve faziletleri öğütleyen yüce dinimizin hikmet yüklü mesajlarının insanın hayatında makes bulmasıdır. Hicret, Allah yolunda fedakârlığın, yardımlaşmanın kardeşliğin zirvesidir.

Tebliğ hicreti doğurmuş, hicret ise tebliği yoğurmuştur. Kısaca hicret Müslümanlar için bir milattır.

Hicret, Allah rızası için anadan, babadan, evlattan, yardan, diyardan, maldan ve mülkten hatta candan vazgeçmenin ibretli ve meşakkatli bir öyküsü, yüce dinimizin rahmet yüklü mesajlarını bütün insanlığa ulaştırmak için çıkılan yolculuğun adıdır. Öyle ki tebliğ hicreti doğurmuş, hicret ise tebliği yoğurmuştur. Kısaca hicret Müslümanlar için bir milattır.

KERBELA ORTAK ACIMIZ

Muharrem ayı, aynı zamanda Hz. Peygamber (sav)’in torunu Hz. Hüseyin’in ve çoğu Ehl-i Beyt mensubu 70’ten fazla insanın siyasi ihtiraslar uğruna Kerbela’da şehid edilmesi nedeniyle Müslümanların ortak hafızasında büyük bir acının tarihidir. Bu ciğersûz hadise özellikle milletimiz başta olmak üzere, mezhebi ve meşrebi ne olursa olsun, bütün Müslümanların asırlardır dinmeyen ortak acısı olmuştur. Kerbela’da acımasızca şehit edilen Hz. Hüseyin ve arkadaşlarının bu hadisedeki asil duruşları ve haksızlıklar karşısındaki onurlu mücadeleleri bütün müminlerin gönüllerinde taht kurmuş, Hz. Hüseyin ve yakınlarına bu zulmü reva görenler ise insanlığın ortak vicdanında mahkûm edilmiştir.

Kerbelâ olayı, dünyanın hangi bölgesinde yaşarsa yaşasın, hangi dînî-kültürel alt kimliğe mensup olursa olsun, İslâm toplumlarının hemen hemen hepsinde önem atfedilen bir hadisedir. Bu öneme istinaden Muharrem, Aşura ve Kerbelâ’nın, İslâm toplumlarının dînî-kültürel hayatında da bazı yansımaları olmuştur. Müslüman coğrafyasında bu ayda tutulan oruçlar, pişirilip dağıtılan aşuralar ve Kerbelâ’da Hz. Peygamber (sav)’in torunu Hz. Hüseyin ile beraber ailesi ve yanında bulunanlardan şehid olanların yad edilmesi bunların başlıcalarıdır. Nitekim, Hz. Hüseyin’in şehadetine duyulan üzüntü şiirlere, mersiyelere ve maktellere yansımış, bu alanda pek çok eser vücuda getirilmiştir. Bunlardan birinde Aşık Yunus şöyle dile getirir duygularını:

Şehitlerin serçeşmesi, Enbiyanın bağrı başı, Evliyanın gözü yaşı, Hasan ile Hüseyin’dir

Hazret-i Ali babaları, Muhammed’dir dedeleri, Arşın iki küpeleri, Hasan ile Hüseyin’dir

Kerbela’dır yazıları, Şehid olmuş gazileri, Fatma Ana kuzuları, Hasan ile Hüseyin’dir

Derviş Yunus’un dünya fânî, Bizden evvel gelen hani, İki cihanın sultanı, Hasan ile Hüseyin’dir.

Günümüzde bütün Müslümanlara düşen önemli görevlerden biri, bu tür müessif olaylardan ibret almak, dersler çıkarmak ve birlik ve beraberliğimizi zedeleyecek her türlü olumsuz tutum ve davranışlardan kaçınmaktır.

Muharrem ayı ile bağlantılı olarak uzun yıllardır yaşatılan uygulamalardan birisi de aşura geleneğidir. Milletimizin komşularına, dost ve akrabalarına yılda iki defa dağıttığı güzelliklerden biri kurban, diğeri ise aşuradır.

Aşura paylaşmanın, dayanışmanın, birlikteliğin ve sevginin ifadesi, bolluk ve bereketin simgesidir. Aşuranın bu mecazî anlamı toplumumuz için bugün her zamankinden daha fazla önem taşımaktadır. Milletimiz, asırlardır sürdürdüğü gelenekle bugün de; “farklılıkların ahenk içindeki ortak tada katkı sağlamaları”, “birlik” gibi kültürümüzün özünde hep var olan güzellikleri devam ettirme bilinci ile birbirinden farklı tatları aynı kazanda kaynatıp, aşura aşı yapmaya, birlikte yaşamanın sembolünü tadarken muhabbeti paylaşmaya devam etmektedir.

Bu duygu ve düşüncelerle, şehitlerin efendisi İmam Hz. Hüseyin ve Kerbelâ şehitleri olmak üzere bütün şehitlerimizi rahmetle anıyor, onların İmam Zeynelabidin ile süren aziz hatırasını yad ediyor, Ehl-i Beyt-i Mustafa’yı saygıyla selamlıyor; asırlardan beri Hz. Peygamber ve Ehl-i Beyt sevgisi etrafında kenetlenen milletimizin barış, huzur, güven, karşılıklı sevgi ve saygı içerisinde yaşamaya devam etmesini Cenab-ı Mevla’dan niyaz ediyorum.