Hangi tarihte yazdığımı hatırlamadığım bir metni yeniden okuyorum ben bugün. Ne acı ki hiçbir sorunun eskimediğini görüyorum. İçime kıymık gibi batan şu şartların oluşturduğu soru cümlelerinin hepsinin hala havada kaldığını görüyorum. Uzun zamandır gidemedim kamplara. Kendimde bu gücü bulamıyorum. Aşağıdaki satırları yazarken onlar için umutlarım vardı. Birkaç sönük girişimimiz vardı. Ve yapılacak çok şey. Şimdi sadece benim içime batmasın bu sorular istiyorum. Belki birkaç kişi çıkar hafızasını zorlayan, evi bu kamplara yakın olan, birkaç lira bağış yapmak isteyen birileri olur belki diye. Hala hayal kuruyorum… Metnin yıllar önceki orijinal halini bozmadan şimdi bu soruları size soruyorum;
“onlar…
aç kaldılar, susuz.
evsiz kaldılar
okulsuz
oyunsuz
annesiz kaldılar
en çok babasız.
şimdi de yurtsuz.
Siz hiç tüm hayatınızı, anılarınızı, emeklerinizi, varınızı alıp arkanıza tek bir torbayla düştünüz mü yollara? Ne sığar bir torbaya memleketinizden?
Hakaretler, acılar ve yalın ayak basarak kanlara ve karlara yol aldınız mı hiç?
Üzerinizde hep bir silah gölgesi, dağlar gibi acı ve korku.. düşe kalka yürüdünüz mü alıp vatanınızı ardınıza?
Sığınacak bir yer aradınız mı? Allah’tan korkan birileri kucak açar diye baktınız mı etrafınıza?
Yavrunuzu gömdüğünüz, eşinizi, aşınızı bıraktığınız vatan topraklarından bu kadar uzaktayken, bir tanıdık el aramadı mı gözleriniz?
Hani kardeşti tüm müslümanlar? Sadece müslüman olduğunuz için sığındılar topraklarınıza. belki dediler, duymuşlardır dünyada eşi görülmemiş bir zulmün bizi nasıl ezdiğini. Belki dediler acırlar bize, kardeşim derler…
Geldiler aşarak binlerce kilometreyi, bir umut. Onlar geldiklerinde biz sıcak yatağımızda uyuyorduk. dolaplarımız türlü yiyecekle dolu, çocuklarımız huzurla, uyuyorduk ve hiç üşümüyorduk. Kardeşimizdi onlar. Ağlıyorlardı, üşüyorlardı. Açlardı.
‘Şimdilik’ dedik geçin şu harabelere, alırız elbet iyi bir yerlere. Yıl 1999du. Hala dönüp bakmadık onları attığımız o yerde ne haldeler diye.
Biz onlara fasulye götürüyorduk, onlar bizden yemek değil kabul görmek istiyordu. Yoktular onlar. Yabancılar polisi sürekli ziyaretlerine geliyordu. Çocukları okula gidemiyor, eşi sağ kalan varsa işe giremiyordu. Ne nüfus kağıtları vardı, ne pasaportları… Binlerceydiler ama yoktular. Vatansızlığın acısını vurduk her gün yüzlerine. Almanya, Avusturya kucak açtı onlara ve biz müslüman kardeşlerine baka baka kaçtılar oralara.
Aslında 1951 yılında Cenevre’de yapılan mülteci anlaşmasına imza atmıştı müslüman ülke Türkiye. Ve işin garip tarafı Kafkasya’dakinden çok Kafkas bu topraklardaydı. Olsundu, milli çıkarlarımız vardı Rusya’yla.
Siz hiç vatansız kalmadınız, sırf müslüman olduğu için bir ülkeye sığınıp mülteci bile sayılmadan köşeye atılmadınız. bize güvenmişlerdi. Şimdi titriyorlar.
Kışlar geliyor geçiyor, çeçen çocuklar ağlıyor. yok onların başlarını okşayacak babası, yok onların top koşturacak bir mahalle arası, bir sınıfları, okulları. Hala mı bakmayacaksınız yüzlerine? Hala mı çıkarlarımız…
Çıkarlarımız bizi bu vebalden kurtarmaz. Şehitler boy boy dizilince karşınıza ahirette ve bir el yapışınca yakanıza, emanete niye bakmadın diye, biz muhacirdik, siz böyle mi ensardınız derlerse… Cevabımız var mı?
Söylesenize siz hiç vatansız kaldınız mı?”
23/02/2012 |
© 2010 karakalem.net, Nuriye Çakmak