Etiket arşivi: ebu hureyre

Şu Sevimli Kediler

Saadet asrının günlerinden bir gündü. Peygamber Aleyhisselam (asm), abdest almak için hazırlık yaptı. Ancak, bir kedicik geldi ve abdestini alacağı sudan içmeye başladı. Allah Resulü (asm), o kedicik suyunu içene kadar bekledi, onu ürkütmedi, ne vakit o mahluk suyunu içip, hararetini iyice giderdi, ondan sonra abdestini aldı. Sordular: “Su kirlenmedi mi?” “Hayır” dedi, Peygamber Aleyhisselam (asm). “Kedi aile fertlerinden bir ferddir, hiçbir şeyi kirletmez.” Peygamber Efendimiz’in (asm) hane-i saadetine, ve mescidine sık sık uğrardı kediler. Ve Allah’ın Resulü (asm), kedileri severdi. Mübarek elleriyle, sırtlarını sıvazlardı… Yine bir gün, sevgili arkadaşları ile, mescidde sohbet eden Allah’ın Resulü (asm), onlara: “Bir kadın, eve hapsettiği bir kedi yüzünden cehenneme gitti. Kediyi hapsederek yiyecek vermemiş, yeryüzünün haşeratından yemeye de salmamıştı” buyurdu.

KEDİCİK BABASI

Gerçek adı, Abdurrahman b. Sahr olduğu halde, Peygamber Efendimiz’den (asm) pek çok hadis nakleden, Suffa ashabının göz bebeği bu büyük sahabiyi, Müslümanlar Ebu Hureyre olarak tanırlar. Ebu Hureyre, “Kedicik babası” demektir. Abdurrahman b. Sahr’a, böyle bir lakap verilmesi ve kedilere baba ilan edilmesi boşuna değildir. Bakın bir rivayette, kendisi bu ismin hikâyesini nasıl anlatıyor: “Bir kedi bulmuştum, onu elbisemin yeninde taşırdım; bundan dolayı Ebu Hureyre lakabı ile çağrılır oldum.” Bu kedisever sahabinin adı, ondört asırdır kedilerle birlikte anılıyor. Her ne kadar, İslâm Dini, yeryüzündeki tüm canlıların hayatları konusunda zulme asla yol vermeyecek emir ve yasakları belirtmiş olsa da; (Bu ayrı bir yazı konusudur) kedilere karşı gösterilen bu hususî alâka, Müslümanlar içinde, bu küçük canavarcıklara karşı özel bir yakınlığın oluşmasına sebeb verdi. Öyle ki, eskiler: “Hubbül hurrede min’el iman” (kedi sevmek imandandır) demişler.

BEDİÜZZAMAN VE KEDİLER

En meşakkatli sürgün zamanlarında bile, etrafındaki, canlılarla alâkadar olan ve yakınında kedi eksik olmayan Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin Abdurrahim ismini takdığı bir de kedisi vardı. Bakın, kedilerin “nankörlük” tabir edilen görünüşteki minnetsizlikleri, Üstad’ın bakış açısıyla nasıl bir hakikat dersine dönüyor ve kedi milletini haksız bir ithamdan kurtardığı gibi, bizlere de yine çok kıymetli ve hikmetli bir ders veriyor: “Hatırıma geldi, “Nasıl bu vazifesiz canavarcıklara mübârek denilir?” Sonra gece yatmak için uzandım. Baktım, o kedilerden birisi geldi, yastığıma dayandı, ağzını kulağıma getirdi. Sarîh bir surette, “Yâ Rahîm, yâ Rahîm, yâ Rahîm, yâ Rahîm” diyerek, güyâ hatırıma gelen îtirazı ve tahkiri, tâifesi nâmına reddedip yüzüme çarptı. Üstad’ın kedileri taltifi bununla da kalmaz. Çok az bir dünyalık ile, uzun zaman idare eden ve rahatla yaşayan Üstad, bu bereketin sırrını merak edenlere, şöyle bir izahda bulunur: “… Bu bereketler, ya yanıma gelen hâlis dostlarıma ihsandır; veya hizmet-i Kur’âniyeye bir ikramdır; veya iktisadın bereketli bir menfaatidir; veyahut, “Yâ Rahîm, yâ Rahîm” ile zikreden ve yanımda bulunan dört kedinin rızıklarıdır ki, bereket suretinde gelir, ben de ondan istifade ederim. Evet, hazin mırmırlarını dinlesen, “Yâ Rahîm, yâ Rahîm” çektiklerini anlarsın…”

N’İDELÜM AH PİSİ!

16.yy’da yaşamış Meali adındaki bir şairin çok sevdiği bir kedisi vardı. Bir gün, kedi öldü. Meali, kedisinin ölümüne o kadar çok üzüldü ki, Kedi Mersiyesi adıyla bilinen uzun bir Hırrename (kedi şiiri ya da kedili şiir) yazdı. “Çıktın elden nidelim ansızın eyvah pisi, / Yandın ölüm oduna dert ile ansızın pisi, Hasreta şir-i ecel budu sana vah pisi, / N’idelüm ah pisi n’eyleyelüm vah pisi..” diye uzayıp giden bu hırrenamenin, bana en çok dokunan yeri sık sık tekrarlanan şu: “N’idelüm ah pisi n’eyleyelüm vah pisi..” dizesidir. Ömründe hiç kedisi olmamış, olup da ölmemiş kimse, bunun acısını bilemez. N’idelüm ki, şu dünyanın herbir şeyi gibi; ya bir gün kedi bizi bırakır gider; ya da biz, bir gün kediyi… “N’idelüm ah pisi n’eyleyelüm vah pisi..” Dünya böyle…

KEDİLİ DÜNYA TARİHİ

İşin ölçüsünü biraz kaçırmış da olsalar, tam sekiz bin yıl önce, kedileri evcilleştirip insanlara dost olmalarını sağlayan eski Mısırlılardır. Öküz, gübreböceği, karasinek.. gibi pek çok mahlukat gibi, kedi de, Mısırlılar için kutsal bir hayvan idi. Kazayla ya da bilerek bir kediyi mi öldürdünüz? Anında koparırlardı boynunuzu. Kedilere, kıymetli mücevharattan incik boncuk takar; öldüklerinde ise, mumyalayıp gömerlerdi. Eski Mısır dilinde kedi kelimesinin karşılığı MİU idi. Miu! Miu! Kelimenin kökeni belli: Miyauvvvv! 19. yy arkeologları, Mısır’da yaptıkları kazılarda o kadar çok kedi mumyası buldular ki, sayısı belli değil.. Bu mumyaları gemilere yükleyip, İngiltere’ye götürdüler ve öğütüp gübre yaptılar. Pes doğrusu! Nebbaşlığın (mezar soygunculuğu) varabileceği en son nokta da, bu olsa gerek! Bugün, hayvan hakları konusunda bas bas bağırdıklarına bakmayın, Avrupalıların bu konudaki mazisi, katran karasıdır. Özellikle Ortaçağ Avrupası’nda, cadıların kedi kılığına girdiğinine dair bir inanç aldı başını gitti. Din adamlarının körüklediği bu batıl inanç yüzünden, kediler katledildi. Öyle ki, 1400’lü yıllarda Avrupa’da kedi nesli neredeyse kurudu. Kedi nesli kurudu ama ortalığı boş bulan farelerin sayısı da çığ gibi arttı. Ne olduysa da ondan sonra oldu! Farelerin yaydığı korkunç bir veba salgını, Avrupa’yı kasıp kavurdu. Nüfuslarının üçte ikisi, bu veba salgınında kırıldı. Siz misiniz kedileri katl eden!

KEDİ HER ZAMAN KEDİDİR!

Çocukluğumda bir çok kedim oldu. Bir çocuğun kedisinin olmamasını büyük bir eksiklik sayarım. Bence her çocuk, kucağına aldığı minicik bir yavru kedinin başını okşayıp, kediyle birlikte uyumalı. Kedinin tatlı mırıltılarını duyup, pembe yumuşak patilerini sevmeli. Tırtıklı dili tarafından elleri yalanmalı. Hatta arada bir de tırmalanmalı ve başka canlılara karşı saygılı olmayı da, bu şekilde öğrenmeli. Evet, ben kedilerden çok şey öğrendim. Şüphesiz benim de kedilere öğrettiğim ufak tefek şeyler olmuştur. Ama bunlar, hiç de önemli şeyler değildir. Kedilerin bana öğrettiği en önemli şey, bir kediye asla sahip olamayacağım idi! Biliyorum şaşırdınız. Aranızda kedisi olanlar var. Nasıl olur da bir kediye sahip olunamaz diye merak ediyorsunuz. Hatta içinizden bazıları: “Şu anda kedim ayaklarıma sürtünüp duruyor! O benim kedim işte!” diyordur. Demek kediniz ayaklarınıza sürtünüyor öyle mi? Tamam işte! Bu benim haklı olduğumu gösteriyor. Çünkü kediler bir şeye sürtündüklerinde orada kokularını bırakırlar ve kedilerin dünyasında bu hareket, şu anlama gelir: “Bu benim!” Kediniz hâlâ daha ayaklarınıza sürtünüyor mu? Bırakın sürtünsün dursun. Bir kediyi asla değiştiremezsiniz. İşte kedilerden öğrendiğim ikinci önemli şey de bu…

Hüseyin Emiroğlu

Hz. Ebu Hureyre (R.A.) Kimdir?

Hz Ebû Hureyre(ra) ,Eshâb-ı kiram arasında en çok hadîs-i şerîf bilen ve rivâyet edenlerdendir.

Yemen’in Devs kabilesindendir, ismi Abdurrahmân bin Sahr, künyesi Ebû Hureyre’dir, câhiliye döneminde ismi Abdüşşems idi.

 Hazreti Ebu Hureyre(ra) bu isimle tanınmasını şöyle anlatır;

Bir gün kaftanımın içinde küçük bir kedi taşıyordum. Resûlullah ( sav) gördü. “Nedir bu?” buyurdu. Ben de, “kedicik” dedim. Bunun üzerine Resûlullah (sav) bana “Ey kedicik babası(ebu hureyre)” buyurdu.

Ebû Hureyre(ra) hoş sohbet, temiz ve ince duygulu, saf gönüllü idi. Emirlik ve valilik ona kibir vermedi, üstelik alçak gönüllülüğünü arttırdı. 

Ebû Hureyre (ra) hicretin 7. senesinde (m. 628) Hayberde Yemendeki Devs kabilesinin en ileri gelenlerinden ve meşhûr şair olan Tufely bin Amr ( ra ) vasıtasıyla müslüman oldu. Müslüman olduğunda 30 yaşını geçmişti.

Tufeyl bin Amr ( ra ) Peygamber efendimiz(sav)’in  duâsı ve emri üzerine kabilesini İslama davet edince ilk kabûl eden Ebû Hureyre ( ra ) oldu. Hicretin 7. yılında Tufeyl bin Amr ( ra) îmân edenlerle birlikte Yemen’den ayrıldılar. Yetmiş kişiden fazla bir kâfile halinde Medine’ye geldiler. Ebû Hureyre(ra) bir an önce Peygamberimizi ( sav ) görmek, Ona kavuşmak aşkıyla yanıyordu. Ebû Hureyre ( ra ), Medine’ye geldiği sırada Peygamberimiz ( sav ) Hayber’in fethine gitmişti. Peygamberimiz (sav ) Hayber’de olduğu için Medine’ye gelen bu kâfile doğruca Haybere hareket etti. Peygamberimizin ( sav) yanına vardıklarında Peygamberimiz (sav ) Ebû Hureyre’ye bakıp,

 –“Sen kimlerdensin?” buyurdu.

 Ebû Hureyre(ra)

-“Devs kabilesindenim!” dedi.

Peygamberimiz ( sav ) “Devs içinde kimi gördümse, onda hayır gördüm” buyurdu.

Bundan sonra Ebû Hureyre ( ra ) Peygamberimize ( sav ) müslüman olduğuna dair bîat etti. Eliyle musafeha ederek, müslüman olduğunu bildirdi.

 Ebû Hureyre(ra) gelirken yolda kölesini kaybetmişti Peygamberimizle ( sav) otururken kölesi çıkageldi.

Peygamberimiz ( sav ) “İşte kölen geldi” buyurdu.

Bunun üzerine Ebû Hureyre ( sav ): “Şahid ol ki o, hürdür. Ben onu Allah rızası için âzâd ettim” dedi.

Hayber’in fethinden sonra Peygamber efendimiz (sav) Ebû Hureyre(ra)’ye  ve Yemen’den gelen Devs’lilere Hayber’de alınan ganîmetlerden hisse verdi. Sonra Medine’ye döndüler. Bundan sonra Ebû Hureyre (ra) Yemen’e dönmeyip annesi ile birlikte  Medine’de kaldı.

Ebû Hureyre ( ra ), Peygamberimizin ( sav ) yanına geldikten sonra artık O’ndan hiç ayrılmadı. Ticâret, mal, servet gibi hiçbir meşgalesi yoktu. Bunlarla hiç uğraşmadı. Eshâb-ı kiramın en fakîri olup, Eshâb-ı Suffa arasına katıldı. Eshâb-ı Suffa, Mescid-i Nebî’de kalır hep ilimle meşgûl olurdu. Ebû Hureyre ( ra), Peygamberimizin (sav) hep huzûrunda bulundu. Bu hal Peygamberimiz(sav)’in vefâtına kadar dört sene sürdü, işçilik yaparak geçimini temin ederdi.

 Ebû Hureyre ( ra ),bir gün Peygamberimiz( sav )’e şöyle demiştir:

“Yâ Resûlallah  senden işittiklerimi hafızamda fazla tutamıyorum.”

Bunun üzerine Peygamberimiz (sav)

“Örtünü uzat” buyurdu. O da ridasını uzattı. Resûlullah ( sav ) Ona duâ etti. İki mübârek eliyle üç defa O’na doğru nûr saçtı ve “Örtünü göğsüne sür” buyurdu. O da sürdü. Böylece Allahü teâlâ O’na öyle bir hafıza ihsân etti ki, işittiği hiç bir şeyi unutmadı, ömrü de uzun oldu. Böylece çok hadîs-i şerîf rivâyet etti.

Ebû Hureyre( ra) bilmediği ve öğrenmek istediği herşeyi, Peygamberimiz(sav)’den  sorup öğrenmiştir.

Bir zât, İbn-i Ömer’e ( ra ) “Ebû Hureyre ( ra ) Resûlullah( sav )’tan  bu kadar çok hadîs rivâyet ediyor, doğru mu?” dediğinde İbn-i Ömer ( ra )

“Yemîn ederim ki, hiç birinde şek ve şüphe yoktur. Çünkü Ebû Hureyre her zaman Resûlullaha (sav) sual sorar, aldığı cevapları ezberlerdi.” demiştir.

Biri gelip, Ebû Âmir(ra)’a şöyle sorar, Ebû Hureyre( ra )’den  bahsederek

“Bu Yemenli mi, Resûl-i Ekrem(sav)’in  hadîs-i şerîflerini çok biliyor yoksa sen mi?” dedi.

Ebû Âmir(ra);” Elbette O çok bilir, çünkü O, hergün Resûlullahın ( sav ) huzûrunda ve hizmetinde bulunmuştur. Biz eşlerimizle ve ailemizle, evimizde oluyorduk. Onun böyle bir meşgalesi yoktu. Bu bakımdan O bizden daha fazla bilir “buyurmuştur.

Bir defasında Hazreti Âişe’den soruldu: “Resûlullahın ( sav) sözlerini ve hallerini siz mi çok biliyorsunuz, yoksa Ebû Hureyre mi?”

Hazreti Âişe şöyle cevap verdi: “Ebû Hureyre (ra) bilir. Çünkü ben ev işleriyle meşgûl olurdum. Yemîn ederim ki, Ebû Hureyre (ra) bütün vaktini Resûlullahın (sav) huzûrunda geçirmiştir.” buyurdu.

Ebû Hureyre (ra) dört sene gibi kısa bir zamanda pek çok hadîs-i şerîf rivâyet etmesini başkalarının yadırgamasına şöyle cevap vermiştir

Evet ben Hayber gazâsı sırasında Resûlullahın ( sav ) huzûruna kavuştum. O sırada 30 yaşlarında idim. Ondan sonra, hep Resûlullahın ( sav ) yanında bulundum. Evine girip çıktım, hizmet ettim. Birçok muharebede de hizmetinde bulundum. Resûlullah ( sav) ile birlikte hacca gittim. Elbette daha fazla hadîs-i şerîf bilirim.”

Ebû Hureyre(ra), 5374 hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Rivâyetleri toplanıp yazılmıştır. Ebû Hureyre(ra)’nin rivâyet ettiği hadîs-i şerîfler bütün hadîs kitaplarında olup, 325 rivâyeti Buhârî ve Müslim’de ittifâk halinde yer almıştır. Sahih-i Buhârî’de ayrıca 93 ve Sahih-i Müslim’de ayrıca 189 rivâyeti vardır

Ebû Hureyre ( ra ) şöyle buyurmuştur: “Ben Resûlullahdan (sav) iki çeşit ilim öğrendim. Eğer ikincisini söylesem bana mecnun dersiniz” 

Tercih olunan kanaate göre, bunlar, kıyamet alametleri, ümmetin başına gelecek olan bazı fitneler ve yine onların başına geçecek zâlim idarecilerle alâkalı haberler olmalıdır.

Ebû Hureyre (ra);

“Bir gün açlığa dayanamayarak evimden çıkıp mescide gittim. Günlerce bir şey yememiştim. Oraya varınca bir grup Eshâbın da orada olduğunu gördüm. Yanlarına varınca “Bu saatte niçin geldin Yâ Ebâ Hureyre” dediler. Ben de “Açlık beni buraya getirdi” dedim. Onlar, “Biz de açlığa dayanamayarak buraya çıkıp geldik” dediler. Bunun üzerine hep birlikte Resûlullahın ( sav ) huzûruna gittik. Huzûruna varınca “Bu saatte buraya gelmenizin sebebi nedir?” buyurdu. Biz de “Açlık, Yâ Resûlallah (sav )” dedik. Bir tabak hurma getirdi. Hepimize ikişer tane hurma verdi. Ben birini yedim, birini sakladım. Resûlullah ( sav ) görüp, “Niçin onu da yemedin?” buyurdu. “Birini de anneme ayırdım” dedim. Resûlullah ( sav ) “Onu da ye, sana annen için iki tane daha vereceğiz” buyurdu. Annem için iki tane daha verdi.

Ebû Hureyre (ra) müslüman olduktan sonra annesinin de müslüman olmasını çok istiyor, bunun için çok uğraşıyordu, fakat bir türlü muvaffak olamıyordu.Bir gün Peygamberimizin ( sav ) huzûruna gidip,

Yâ Resûlallah (sav) annemi İslama da’vet ediyorum, bir türlü kabûl etmiyor, bu gün de müslüman olmasını söyledim bana hoş olmayan sözlerle karşılık verdi, kabûl etmedi. Hidayete kavuşması için duâ buyurunuz” dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz (sav)

Allahım! Ebû Hureyre’nin annesine hidâyet ver!” buyurdu. Duâyı alınca sevinerek eve giden Ebû Hureyre (ra)’a annesi,

Yâ Ebâ Hureyre ben müslüman oldum” dedi ve kelime-i şehâdeti söyledi. sevinciden yerimde duramayan Ebû Hureyre (ra) tekrar Resûlullah(sav)’ın  yanına koştu. Sevincinden ağlayarak annesinin müslüman olduğunu müjdeledi.

Yâ Resûlallah ( sav ) annemi ve beni mü’minlerin sevmesi için, bizim de mü’minleri sevmemiz için duâ ediniz “dedi. Resûlullah (sav), “Allahım şu kulunu ve annesini mü’min kullarına, mü’minleri de onlara sevdir.” buyurarak duâ etti.

Ebû Hureyre’nin ( ra ), Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) vefâtından sonra en çok sevdiği ve meşgûl olduğu iş hadîs-i şerîf rivâyet etmek ve yaymak olmuştur. Hazreti Ebû Bekir(ra)’in halifeliği sırasında idarî işlerle meşgûl olmamıştır. Hazreti Ömer(ra)’in halifeliği sırasında Bahreyn vâliliğine tayin edildi. Bir müddet bu vazîfeyi yaptı. Hazreti Osman(ra)’ın halifeliği sırasında Mekke kadılığı yaptı. Hazreti Muâviye’nin halifeliği sırasında da Medine vâlisi oldu.

Her Cum’a günü namazdan önce hadîs-i şerîf dersleri verirdi. Bir çok kimse ondan ilim öğrenip, ilimde yükselmiş ve hizmet etmiştir. Ebû Hureyre (ra) fazîleti ve İslâmı yaşamasıyla en mükemmel bir nümûne idi. Çok geceleri ibâdet ile geçirir, sabaha kadar namaz kılar, Kur’ân-ı kerîm okurdu. Her ayın başında üç gün oruç tutardı. İbâdetlerde çok ihtiyâtlı hareket ederdi. Hep abdestli bulunur ve Resûlullah (sav )

“Abdestli olan vücûd a’zâsına Cehennem ateşi dokunmaz” buyurdu, derdi.

İkrime ( ra ) da,” Ebû. Hureyre ( ra ) her gün onbirbin tesbih çekerdi“, demiştir.

Hz. Peygamber(sav)’le  sürekli birlikte olması, husûsî duasına mazhar olması,hadîsleri öğrenmeye büyük bir iştiyak duyması,güçlü bir hafızaya sahip olması,ömrünü hadîs ilmine adaması,uzun ömürlü olması ebû hureyre’(ra)nin  çok hadîs rivayet etmesindeki sebeplerdendir.

Hz. Ebû Hureyre(ra)’nin çok hadîs rivayet etmesine rağmen, Hz. Ebu Bekir(ra) ve Hz. Ömer(ra) gibi Allah Resûlü’nü (sav) yakından takip eden bazı büyük sahabilerin niçin daha az hadîs rivayet ettikleriyle ilgili bir soruya Bediüzzaman Hazretleri de şöyle bir cevap vermiştir:

“Nasıl ki insan, bir ilâca muhtaç olsa, bir tabibe gider; hendese için mühendise gider, mühendisten nakleder; mes’ele-i şer’iyye, müftüden haber alınır ve hâkeza… Öyle de, Sahâbe içinde ehadîs-i Nebeviyyeyi gelecek asırlara ders vermek için, ulemâ-i Sahâbeden bir kısım, ona manen muvazzaf idiler. Bütün kuvvetleriyle ona çalışıyorlardı. Evet, Hazret-i Ebû Hureyre bütün hayatını, hadîsin hıfzına vermiş; Hazret-i Ömer, siyaset âlemiyle ve hilâfet-i kübrâ ile meşgul imiş. Onun için, ehâdîsi ümmete ders vermek için, Ebu Hureyre ve Enes ve Câbir gibi zâtlara itimad edip; ondan, rivayeti az ederdi.”

Ebû Hureyre (ra) kendini ilme o kadar adamıştı ki, onun hayatta tek bir arzusu vardı, o da ilim taleb etmek ve dinde derinleşmekti. Allah Resûlü (sav) ganimet taksim ederken, onun taksimata kayıtsız kaldığını görmüş ve:“Sen de arkadaşlarının benden istediği gibi ganimetten istemez misin?” diye sormuş, o da : “(Ey Allah’ın Elçisi) benim Sen’den istediğim tek bir şey var, o da Allah’ın sana öğrettiği ilimden bana da öğretmendir.

Ebû Hureyre’nin (ra), ‘Cenazeye tâbi olup arkasında namaz kılana bir kırât sevap vardır…’ hadîsine Abdullah b. Ömer (ra) itiraz edince, onu hemen Hz. Âişe’nin yanına götürmüş ve ona: ‘Ey mü’minlerin annesi, Allah aşkına söyle! Sen Hz. Peygamber’in (sav) şöyle buyurduğunu işittin mi…?’ diye sormuş, o da buna: ‘Evet, vallahi işittim’ diye şahitlik etmişti. O sırada Âişe Validemiz’in yanında bulunan İbn Ömer (ra): “Ey Ebû Hirr, (söylediklerin doğru!) sen Hz. Peygamber’le (sav) bizden daha çok birlikte olurdun. Dolayısıyla O’nun hadîslerini de bizden daha iyi bilirsin.“diyerek ona güvendiğini açıkça belirtmiştir. 

Ebû Hureyre (ra), ilme ve öğrenmeye karşı oldukça meraklı ve cesurdu. Öyle ki, başkalarının Hz. Peygamber’e (sav) sormaya cesaret edemedikleri şeyleri rahatlıkla sorar ve aldığı cevapları başkalarına ulaştırmak için muhafaza ederdi. Vahiy kâtiplerinden Übey b. Ka’b (ra) buna şöyle işaret etmiştir: “Ebû Hureyre Peygamber (sav)’in karşısında oldukça cesaretliydi. Bizim soramadıklarımızı hiç çekinmeden ona sorardı.”

Ölüm döşeğinde Cennete veya Cehenneme gideceğini bilmediğini söyleyerek göz yaşlarıyla Dergah-ı İlahi’ye iltica eden mümtaz sahabe. Peygamber Efendimiz(sav)’in vefatından sonra yaklaşık elli yıl yaşadı ve bu süre zarfında kendisine intikal edip halledilemeyen bir çok konuda hadisler naklederek çok büyük hizmetlerde bulundu.

Ölümü yaklaştığında ağlamıştı. Sebebi sorulunca “Âhiret azığının azlığından ve yolculuğun zorluğundan” demiştir. 

Ömrünün son günlerinde hastalandı. Hastalığını duyanların ziyârete gelmesiyle büyük bir kalabalık toplandı. Bu hastalığı sırasında “Allahım sana kavuşmayı seviyorum. Bunu bana nasîb eyle” demiştir. 57 (m. 678) senesinde 78 yaşında iken Medine-i Münevvere’de vefât etti. Allah (cc) kendisinden razı olsun bizleride O’nun şefaatine nail etsin Amin..

Çetin KILIÇ/LÜLEBURGAZ

www.NurNet.Org

Kaynaklar;

  • Kütüb-i Sitte
  • Risalei Nur Külliyatı
  • Ehli sünnet büyükleri

Not: Ümmetin Yıldızları ve En Güzel Örnekleri Olan Sahabelerin Hayatları İçin Tıklayınız

Ahlakıyla geride kalanı, ibadeti de öne çıkaramıyor!

Yıllar önce bir gazeteci arkadaş, “Sizinle röportaj yapmak istiyorum.” dedi. “Buyur, gel…” dedim. Şöyle bir soru yöneltti: “Hiç ‘Keşke…’ dediniz mi?”

Herkes gibi hayata başladım, sonra kendimin heykeltıraşı oldum. Mermer sütunumu yonta yonta onu insana benzetmeye çalıştım. Hayal dünyasına dalıp mazinin tarlalarında dolaşarak “Ah keşke” diyeceğimiz çok şeyler olabilir amma neye yarar? Mazi elimizden çıkıp gitmiş, istikbale hükmedemeyiz. Öyleyse yaşadığımız zamanı en iyi şekilde kıymetlendirmek gerekir. Yine de bu soruya şöyle cevap verdim:

Keşke hiçbir menfi tavrım olmasaydı. “Kabul etmem, istemem, yapmam” gibi kelimeleri ya hiç kullanmasaydım veya çok az kullansaydım. Bu yaşa kadar her çeşit insanla tanıştım, pek çok insanla çalıştım. Gördüm ki, uzun vadede başarılı olan arkadaşlarımın bütünü tebessüm edebilen ve güzel görüp güzel düşünebilen kişilerdi. Bu yalnızca iş hayatında geçerli bir kural değil, aile hayatında da çok geçerli bir kural… Efendimiz’in (sas) hayatını okuduğumda hiçbir sahnede menfi bir tavrını göremedim. Mesela Peygamberimiz’in (sas) vefatından yıllar sonra bir gün, Ebu Hureyre (ra) çarşıya gider ve malını satmakla meşgul olan esnafa “Mescitte Resulullah’ın mirası taksim edilirken ben sizleri burada görüyorum.” der. Tabii bu haberi duyanlar mescide koşar. Amma kimse dağıtılan bir miras göremez ve geri dönerler. Ebu Hureyre’ye (ra), “Biz taksim edilen bir şey göremedik.” derler. “Sadece bazıları Kur’an okuyordu…” Ebu Hureyre (ra) şöyle cevap verir: “İyi ya; Resulullah’ın mirası da zaten Kur’an değil midir?” O zaman şöyle düşünürüz; mademki Efendimiz (sas) yaşayan Kur’an’dı; öyleyse O’nun mirasından en büyük payı, O’nun ahlakına en çok tâbi olanlar alabilir.

Okuyarak, anlayarak, ibret alarak ahlak anlayışını geliştirmek lazım. Mesela bir anlık sinirle, fevri davranmanın sonu ne oldu? Kavga etmenin, yanlış sözler söylemenin sonu nereye vardı? Kinin sonuçları ne oldu? Açıkça görüyoruz bunları.

Akıllı bir insan için akrabaları, komşuları, arkadaşları bir laboratuvardır. Onların sergilediği davranışlara bakıp, güzel ahlakın insanı hangi noktaya ulaştıracağını anlayabilir. Zaten biraz tefekkür yapınca anlaşılacak ki, Müslümanların en acil ihtiyacı, güzel ahlaktır!.. Ahlakı ve davranışları, karşısındaki şahsın hareketlerine göre şekillenmeyen, bulunduğu yerde bir ahlak abidesi gibi durabilen kişileri görünce, “Bundan daha büyük hizmet olur mu?” diye düşünüyorum. Ahlakıyla geride kalan bir kişiyi de ibadeti öne çıkaramıyor… Fazilet kulesi yokuştur; inilmez düşülür. Bir söz, bir hareket, insanı fazilet kulesinden düşürebilir.

Hekimoğlu İsmail / Zaman