Etiket arşivi: emirdağ lahikası

Emirdağ Lahikası Risalesi Hakkında . .

Emirdağ Lâhikası – 1

  • ( 1 ) “Üstad Bediüzzaman, dünya ve siyasete karıştı” demek bir divaneliktir
  • ( 2 ) Mühim bir suale hakikatli bir cevaptır: Risale-i Nur yüz binlerin ebedî hayatını kurtardı
  • ( 3 ) Kerametlerin yazılma sebebi
  • ( 4 ) Ankara ehl-i vukufunun ittifakla verdikleri raporun sûretidir
  • ( 5 ) Denizli mahkemesinin ittifakla verdiği karar suretidir
  • ( 6 ) Kendi kendime bir hasbihaldir (Üstada oynanan gizli oyunlar)
  • ( 7 ) “Kendi Kendime Hasbihal” namındaki parçaya lâhika olarak Adliye Vekiliyle ve Risale-i Nur’la alâkadar mahkemelerin hakimleriyle bir hasbihaldir
  • ( 8 ) Üstad, hükûmetin maaş teklifini reddetmiştir
  • ( 9 ) Risale-i Nur belâlardan korunmaya vesiledir
  • ( 10 ) Âyetü’l-Kürsî’nin tetimmesi olan üç âyetin nüktesi
  • ( 11 ) Meyve Risalesinin önemi
  • ( 12 ) Hürriyetten men edilen Üstadın şekvâsı: “Bu istida, üç makamata gönderilmiştir. Oradaki kardeşlerime bir me’haz olmak için gönderildi”
  • ( 13 ) Bakanlar Kurulu ve Meclis Başkanına yazılan maruzat
  • ( 14 ) Yağmur duası yapıldığı halde yağmurun gelmemesinin sebebi
  • ( 15 ) Hizbü’l-Kur’ânü’l-Muazzam Kur’ân’ın bir nümune-i kudsîsidir
  • ( 16 ) Leyle-i Regaiple gelen rahmet
  • ( 17 ) Cenâb-ı hak tazyikleri, baskıları Risale-i nur lehine çeviriyor
  • ( 18 ) Üstadın siyasetle alâkadar olmamasının sebebi
  • ( 19 ) Miraç Risalesinin tevafuklu bir kerameti
  • ( 20 ) Risale-i Nur’un mesleği şefkat olduğu için çocuk, kadın ve hastaların ilgisini daha çok çeker
  • ( 21 ) Risale-i Nur’un vazifesi rû-yi zemindeki bütün muazzam mesâilden daha büyüktür
  • ( 22 ) Hâfız Mustafa’nın yaptığı hizmetler, bu memleket ve âlemi İslâmı minnettar ettirir
  • ( 23 ) Risale-i Nur’un beraati, yağmurun gelmesine vesile oldu
  • ( 24 ) “Risale-i Nur, Kur’ân’ın malıdır, benim kusurlarım ona sirayet etmez”
  • ( 25 ) Hazret-i Ali’nin (r.a.) Âyetü’l-Kübrâ ile selâmete çıkılacağını haber vermesi
  • ( 26 ) Risale-i Nur’un serbest kalmasının sebebi: Meyve Risalesi ve Hüccetü’l-Bâliğanın sarsılmaz hakikatleri
  • ( 27 ) Kerametlerin yazılma sebebi
  • ( 28 ) Risale-i Nur’un zuhurundan kırk sene önce hissedilmesi
  • ( 29 ) Hiss-i kablelvukuun tetimmesi: Nur talebelerinin hayatı kader-i İlâhîyle Risale-i Nur’a göre tanzim ediliyor
  • ( 30 ) Meyvenin Dördüncü Meselesi, merak duygusunun yanlış kullanılışı
  • ( 31 ) Denizli ikinci bir Isparta’dır
  • ( 32 ) İkramı izhar mektubunun tetimmesi: Talebelere metanet, sebat veren gaybî işaretler
  • ( 33 ) Üstadın merdümgirizlik hastalığının hikmetleri
  • ( 34 ) Bu zamanda en büyük vazife imanı kurtarmaktır
  • ( 35 ) Masum ve ümmîlerin yazdığı risaleler
  • ( 36 ) Tavâif-i beşerin ihtiyaçları yazdırılıyor
  • ( 37 ) Risale-i Nur mesleği Sahabe mesleğinin bir cilvesidir
  • ( 38 ) Hülâsatü’l-Hülâsa ruhlara iman nurunu telkin eder
  • ( 39 ) “Bâki bir hakikat, fâni şahsiyetler üstüne bina edilemez”
  • ( 40 ) Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsi Hz. Hasan’ın bir muavini ve mütemmimidir
  • ( 41 ) On adama iman dersi vermek bin adamı irşattan daha mühimdir
  • ( 42 ) Risale-i Nur âsâyişi muhafaza eder
  • ( 43 ) Afyon Emniyet Müdürlüğüne (Bu millet gelecekte dünyaya karşı Risale-i Nur’a muhtaç olacak)
  • ( 44 ) Alevîlere münafık denemez
  • ( 45 ) İhanet plânı akîm kaldı
  • ( 46 ) Risale-i Nur’un tab’ında ihlâs ve tesanüdün önemi
  • ( 47 ) Tahriklere karşı metanet ve tesanüd gerekir
  • ( 48 ) Talebelerin yaptığı hizmetlerden Üstadın duyduğu memnuniyet
  • ( 49 ) Risale-i Nur’un serbest olmamasının ve tab edilmemesinin sebebi
  • ( 50 ) Hasan Feyzi’nin Risale-i Nur’la alâkalı mektubuna cevap
  • ( 51 ) Hasan Feyzi’nin Üstad ve Risale-i Nur’la alâkalı mektubu
  • ( 52 ) Nur talebelerinin keşif ve keramet aramamalarının sebebi, sırr-ı ihlâstır
  • ( 53 ) Risale-i Nur, ilimle hakikate yol açar, felsefî dalâletlere galebe çalar
  • ( 54 ) Sabri, Hulûsi ve Hakkı’nın sadakat ve metaneti
  • ( 55 ) Hasan Şükrü’nün memnun eden mektubu
  • ( 56 ) Hizmet-i Nuriyeyi tam yapan talebeler: Küçük Ali, Büyük Mustafa ve Hâfız Mustafa
  • ( 57 ) Hülâsatü’l-Hülâsa ulvî bir inşirah verir, usancı izale eder
  • ( 58 ) Talebelerin bayram tebriki
  • ( 59 ) Küçük Ali’nin istinsah ettiği Sikke-i Tasdîk-i Gaybî mecmuası
  • ( 60 ) Halil İbrahim’in Risale-i Nur’u metheden fıkrası
  • ( 61 ) Halil İbrahim’in kasidesi
  • ( 62 ) Zekâi Efendinin kasidesi
  • ( 63 ) Matbuat lisanı ile konuşmanın zamanı
  • ( 64 ) Bolşevizm, küfr-ü mutlak ve fikr-i tabiata karşı Risale-i Nur
  • ( 65 ) Afyon Emniyet Müdürlüğü’ne bir rica
  • ( 66 ) İstanbul’da komünistleri protesto
  • ( 67 ) Risale-i Nur’un yangındaki kerameti
  • ( 68 ) Risale-i Nur yalvarmaz
  • ( 69 ) Hasan Feyzi’nin manzumesi Sikke-i Tasdîk’teki imâlar tarzındadır
  • ( 70 ) Camideki kulübeciğin kaldırılması
  • ( 71 ) Hasan Feyzi’nin Sikke-i Tasdik’ten aldığı ilhamla yazdığı kasidesi
  • ( 72 ) Allah nurunu tamamlayacaktır -kâfirler hoşlanmasa da-
  • ( 73 ) Münafıkâne desiselere karşı sebat gerekir
  • ( 74 ) Âsâyişi ihlal bahanesiyle artık kimseyi kandıramazlar
  • ( 75 ) İtham ve hakaretlere karşı sabrı seçtim
  • ( 76 ) Afyon Emniyet Müdürüne şikâyet mektubu
  • ( 77 ) Hocalar kendi malları olan Risale-i Nur’a sahip çıkıyor
  • ( 78 ) Risale-i Nur gibi bir hakikat güneşi, üflemekle sönmez
  • ( 79 ) Zahiren çirkin perdeler altında, güzel neticeler vardır
  • ( 80 ) Risale-i Nur, komünizm yangınına su yetiştiriyor
  • ( 81 ) Vasiyetnamemdir
  • ( 82 ) Asâ-yı Mûsâ mecmuası ile Haşir Risalesi ve Mucizât risalelerinin yazılması
  • ( 83 ) Halil İbrahim’in tevafuklara medar mektubu
  • ( 84 ) Zaman telif değil, neşir zamanıdır
  • ( 85 ) Tevafuklar birer keramet-i Nuriyedir
  • ( 86 ) Mânevî kışın maddî hastalığa da sebep olduğu
  • ( 87 ) Üstadı yeniden zehirlediler: “Şahsım Risale-i Nur’a ve şakirtlerine siperdir”
  • ( 88 ) Çalışkanlar hanedanı! Risale-i Nur ve şakirtlerini himaye etmeye vazifelidir
  • ( 89 ) Talebelerden gelen hizmet haberleri
  • ( 90 ) Ehl-i hakikatin enfüsî tefekkürü
  • ( 91 ) Eski Said yok; yenisi ise herşeye tahammül ediyor
  • ( 92 ) Celcelûtiye’de Risale-i Nur’a açık işaretler var
  • ( 93 ) Mu’cizât Mecmuasının çoğaltılması ve tashihin önemi
  • ( 94 ) Kastamonu talebelerinin Ispartalılarla omuz omuza vermesi
  • ( 95 ) Taarruz anında kar, fırtına ve zelzelenin gelmesi
  • ( 96 ) Sava ve Safranbolu talebeleri
  • ( 97 ) Yeşil oğlu Mehmet Salih’in Dahiliye Vekiline yazdığı Üstad ile ilgili ricanâmesi
  • ( 98 ) Eski bir dost: Mehmed Salih
  • ( 99 ) Yeşil Salih’e cevap
  • ( 100 ) On üç yaşındaki Hatice’nin yazdığı Asâ-yı Mûsâ
  • ( 101 ) Komünizm, Müslüman-Hıristiyan ittifakını bozmaya çalışacak
  • ( 102 ) Nurlar umumun malıdır; hiçbir tarafa tabi olmaz
  • ( 103 ) Risale-i Nur’un büyük kahramanları: Hüsrev ve Tahirî
  • ( 104 ) Üstadın sergüzeşte-i hayatı
  • ( 105 ) Cevşenü’l-Kebîr’in sevabı hakkındaki hadis-i şerif
  • ( 106 ) Neden resmî hocalar Risale-i Nur’dan kaçıyor?
  • ( 107 ) Hıllet, ihlâs ve uhuvvet şahsî medihleri kabul etmez
  • ( 108 ) Tashihlerdeki sıkıntılara bedel iki ücret ve üç ayların sevabı
  • ( 109 ) Risale-i Nur’u yazmak mahrumiyete değil, berekete vesiledir
  • ( 110 ) Samimî ve çalışkan Konyalı Sabri ve kahraman Rüştü
  • ( 111 ) Muhacir Hâfız Ahmed Üstada: “Mezarın Barla’da olmalı.”
  • ( 112 ) Zaman ve mekân Nur talebelerinin beraberliğine engel değildir
  • ( 113 ) Tebrike gelen mübarek güvercin
  • ( 114 ) Feyzi ve Emin Efendilerin sadakatlerinin kerameti
  • ( 115 ) Risale-i Nur’a set çekildiğinde, belâ fırsat bulup gelir
  • ( 116 ) Emirdağ zabıtasıyla bir hasbihal
  • ( 117 ) Kapımı kırsalardı zelzele yalnız ihtar için olmayacaktı
  • ( 118 ) Nur’un fütuhatı sırasında yağmurun gelmesi
  • ( 119 ) Risale-i Nur’un serbestliğini kuşlar tebrik ediyor
  • ( 120 ) İnebolulu Mehmed Zekeriya Efendinin hizmetleri
  • ( 121 ) Evrad-ı Bahaiye’deki Risale-i Nur’a işaret
  • ( 122 ) Isparta yangını ve Isparta medresesinin vazifeleri
  • ( 123 ) Abdülmecid Efendinin haşirle ilgili yazısına düzeltme
  • ( 124 ) Kastamonu’nun hanım talebeleri
  • ( 125 ) Müjdeli ve tesellikâr mektuplar
  • ( 126 ) Teksir makinesi, yazıya da kuvvet verecek
  • ( 127 ) İstirahatim için ehl-i siyasete tenezzül etmem
  • ( 128 ) Büyük Ali’nin varisi, tam bir Abdurrahman olan Küçük Ali
  • ( 129 ) Asâ-yı Mûsâ risalesinin tashihinin bitmesiyle gelen üzüm
  • ( 130 ) Maddî ve manevî Said’ler benim vazifemi görebilirler
  • ( 131 ) Maddî ve manevî Said’ler benim vazifemi görebilirler
  • ( 132 ) Siyaset ve Nur mesleği
  • ( 133 ) Yirmi Beşinci Söz niçin yazılmıştır?
  • ( 134 ) Risale-i Nur felsefenin zararlı kısmıyla mücadele eder
  • ( 135 ) Rumuzat-ı Semaniye Risalesi
  • ( 136 ) Nazif, Salâhaddin Çelebilerin ve Ahmed Kureyşî’nin hizmetleri
  • ( 137 ) Asâ-yı Mûsâ ve Zülfikar’ın Câmiü’l-Ezher’e gönderilmesi
  • ( 138 ) Hasan Feyzi Yüreğil’in Üstada bedel hastalanması
  • ( 139 ) Günah cihetinden ölmek, sevap cihetinden yaşamak
  • ( 140 ) Bir Hasan Feyzi gitti, yerine bir dârü’l-fünun gelecek
  • ( 141 ) Ahmet Nazif ile Mustafa Osman Efendiler ve onların hizmet arkadaşları
  • ( 142 ) Nurları yazmanın ve sadakatle talebelik yapmanın neticeleri
  • ( 143 ) Suikastın ikisi akîm kaldı, biri bir kahramanı aldı
  • ( 144 ) Sıddık Süleyman ve Nur Santralı Sabri’nin ziyareti
  • ( 145 ) Üstada yapılan ve yirmi senedir süren zulümler, işkenceler
  • ( 146 ) Hasan Feyzi’nin ruhunu ve sadakatini taşıyan yeni talebeler
  • ( 147 ) Hasan Feyzi, diğer Hasan Feyzi’leri vazife başına davet edip öyle gitti
  • ( 148 ) “Bu sıkıntılı zamanda nefsim sabırsızlıkla beni tâciz ederken, bu fıkra onu tam susturdu, şükrettirdi. Size de faydası olur diye leffen takdim edilen bu fıkra, başımın yanında asılı duruyor.”
  • ( 149 ) Üstad: “Nefsimi ölüme razı ettim.”
  • ( 150 ) Hacı Hafız Mehmed’in ölümü ve talebeler arasındaki makamı
  • ( 151 ) “Herkes Allah’ı bilir, yeni ders almaya ihtiyaç yoktur” şeklindeki itiraza cevap
  • ( 152 ) Küfr-ü mutlakın hücumu karşısında İslam tarihindeki ihtilâflı meseleleri tartışmanın yanlışlığı
  • ( 153 ) Zülfikar’ın çıkışı, din lehinde müjdeli gelişmelerin müjdecisidir
  • ( 154 ) Geçmiş olayları tartışma konusu yapmanın zararları
  • ( 155 ) Risale-i Nur hizmetinin, Cenâb-ı Hakkın ve Resullah’ın rızasına uygun düştüğü sahih rüyalarla da tasdik ediliyor
  • ( 156 ) Hizmette izlenecek yol: “sırren tenevveret”
  • ( 157 ) Üstadın yerine kendi hayatlarını ortaya koyanlar
  • ( 158 ) Hacı Hâfız’ın kerametli vefatı
  • ( 159 ) Sadık Beyin sadakat ve hizmeti
  • ( 160 ) Bazı büyük hocaların risalelere uzak durmalarının sebebleri
  • ( 161 ) Has şakirtlerin Risale-i Nur’a kendi malı gibi sahip çıkması
  • ( 162 ) Risale-i Nur âsâyişi temin eden mânevî inzibat memurudur
  • ( 163 ) Üstadın çocukların yaptığı hizmetten memnun olması
  • ( 164 ) Üstadın Dahiliye Vekili Hilmi Uran’a ikaz ve tavsiyeleri
  • ( 165 ) Jandarma Komutanı ve bir milletvekilinin Üstadı ziyareti
  • ( 166 ) İsveç, Norveç ve Finlandiya’nın Kur’ân’ı kabul etmeleri
  • ( 167 ) Siyasî kafalar Risale-i Nur’u çabuk anlayamaz
  • ( 168 ) Üstad yapılan bütün hizmetlerden haberdar oluyor ve yapılanları takdir ediyor
  • ( 169 ) Balıkesir’in cesur hocasını tebrik
  • ( 170 ) “Neden bütün meziyetleri Risale-i Nur’a verip, kendini çok kusurlu bir hâdim gösteriyorsun ?”
  • ( 171 ) Nurlarla meşgul olmak her türlü belâyı def eder
  • ( 172 ) Semavat dinsizliğe karşı hiddete geliyor
  • ( 173 ) Üstad hiçbir hediyeyi kabul etmiyor
  • ( 174 ) Zülfikar, Asâ-yı Mûsâ dinsizlik cereyanına karşı Kur’ân’ın iki keskin kılıcıdır
  • ( 175 ) Üstadın Isparta adliyesine yaptığı dua
  • ( 176 ) Risale-i Nur’un hakikatleri dünyanın hiçbir menfaatine âlet edilemez
  • ( 177 ) Kainat Zülfikar ve Asâ-yı Mûsâ’nın fütuhatlarını alkışlıyor
  • ( 178 ) Risale-i Nur Diyanet Riyasetinde takdir görüyor
  • ( 179 ) Ölüm gerçeği: Asıl güzellikler, toprak perdesinin arkasında
  • ( 180 ) Kur’ân ebedî hayat için okunur
  • ( 181 ) Üstad Bediüzzaman’dan talebelerine: “Benim vazifem size verildi”
  • ( 182 ) Asâ-yı Mûsâ ve Zülfikar’ın Ravza-i Mutahharayı kendine bedel ziyaret etmesi.
  • ( 183 ) Rİsale-i Nur hizmeti, Medine âlimlerinin manevî bir evlâdı, bir talebesi ve küçük bir şubesidir
  • ( 184 ) Beşeriyetin ebedî hayat ihtiyacını Kur’ân karşılayacak
  • ( 185 ) Al-i beyt muhabbeti Alevileri küfr-ü mutlaka düşmekten korur
  • ( 186 ) Üstadın, çocukların yazdığı risalelerden duyduğu memnuniyeti
  • ( 187 ) Risale-i Nur’la İştigal marifetullah, zikrullah, huzur-u kalbî ve muhabbet-i imaniye verir
  • ( 188 ) İnsanları hizmetten alıkoyan, maişet derdi, tamah, korku, makam sevgisi gibi manevî engellere işaret eder
  • ( 189 ) Üstad geçmiş tehlikelerden Risale-i Nur’un kerametiyle korundu
  • ( 190 ) Üstad hizmete zarar verir diye hem hastalığını hiçe saydı, hem dünya savaşını izlemedi
  • ( 191 ) İnsanlığın başına gelen felaketler ve Kur’ân’ın irşadı, insanoğlunu ebedî saadeti aramaya sevk edecektir
  • ( 192 ) Ankara Mahkemesince risalelerin geri İade edilmesi hayırlı bir gelişmedir
  • ( 193 ) Hapishaneler Nur medresesine dönüşüyor
  • ( 194 ) Çocukların Üstada olan ilgisinin sebebi, onların Nur talebesi olup manevî tehlikelerden kurtulacaklarına İşarettir
  • ( 195 ) Hüve Nüktesi
  • ( 196 ) Risale-i Nur ağır şartlar altında İntişar ediyor
  • ( 197 ) Risale-i Nur, hiçbir şeye âlet edilemez
  • ( 198 ) Üstad, Risalelerin iktibasına izin veriyor
  • ( 199 ) Risalelerin gerçek fiyatı: bir kişinin en az on kişiye okutması
  • ( 200 ) Mu’cizatı Kur’ân tab edilip Hindistan’a gönderiliyor
  • ( 201 ) Üstad yazılan risaleleri satın alabilmek için zarurî eşyalarını satıyor
  • ( 202 ) Nurların yayılmasını önlemek için kurulan komplo boşa çıktı
  • ( 203 ) Üstadın Hüve Nüktesinin sonuna eklenmesini istediği bir bölüm
  • ( 204 ) Nurların korunması, inayet-i İlâhiyedir
  • ( 205 ) İlmin izzetinin muhafazası Üstadı harama baktırmıyor
  • ( 206 ) Risale-i Nur’un şahs-ı mânevisi bir çeşit Mehdi telâkki ediliyor
  • ( 207 ) Bismark ve Carlyle’in Kur’ân ve Peygamberi tasdikleri
  • ( 208 ) Üç merkezde üç berberin benzer hizmetleri memnuniyet verici
  • ( 209 ) Kur’ân talebelerine ilişmek semayı hiddete getirir
  • ( 210 ) Siyasî tarafgirliğin zararlarını anlatır
  • ( 211 ) Nur avukatı Ahmed Feyzi’nin Risale-i Nur’la ilgili istihraçları
  • ( 212 ) Üstadın parayla risale satın alması
  • ( 213 ) İslâm âleminde risalelerin takdir görmesi
  • ( 214 ) Emirdağ’da beş teyyare ile Üstadın takip edilmesi
  • ( 215 ) Üstad, evine yapılan baskının kanunsuzluğunu açıklıyor
  • ( 216 ) Yasak ettikleri Kur’ân nüshası Diyanet Başkanlığında
  • ( 217 ) Risale-i Nur belâların def’ine bir vesiledir
  • ( 218 ) Şerefler orduya, kusurlar reislere verilir
  • ( 219 ) Üstadın kıyafetine ilişmek isleyen Ankara Valisi Nevzat Tandoğan tokat yiyip intihar ediyor
  • ( 220 ) Gençlik Rehberi gençleri dine çekiyor. Risale-i Nur’a yapılan zulümler musibeti celbediyor
  • ( 221 ) Risale-i Nur ve talebeleri Allah’ın himayesi ve inayeti altında

Emirdağ Lâhikası – 2

  • ( 1 ) Üstad talebelerine icazet veriyor
  • ( 2 ) Üstad, Diyanet Başkanı Ahmet Hamdi Beyden risalelere sahip çıkmalarını istiyor
  • ( 3 ) Hediye kabul etmeyen Üstada bu kuralı bozduran üç hadise
  • ( 4 ) Diyanetin risaleleri ileride neşretmeyi vaad etmesi
  • ( 5 ) Kur’ân’ın camilerde tercümesinin okunmasına karşı ikaz
  • ( 6 ) Hocalar ehvenüşşer düsturuyla hareket ederek tehlikeyi azaltmaya çalıştılar
  • ( 7 ) Üstad: Hüsrev Risaleleri ve tevafuklu Kur’ân’ı Ankara’ya götürsün
  • ( 8 ) Hâfız Mustafa’nın vefatıyla ilgili tâziye
  • ( 9 ) Üstad hayatının devamıyla Nur talebelerine siper oluyor
  • ( 10 ) İstibdat ve zındıka cereyanının kuvveti kırılıyor
  • ( 11 ) Celâl Bayar’ın cumhurbaşkanlığına seçilmesini Üstad tebrik ediyor
  • ( 12 ) Din siyasete değil, siyaset dine âlet edilebilir
  • ( 13 ) Her türlü baskıya rağmen, Nurlar gençler arasında yayılıyor
  • ( 14 ) Zübeyir’in Üstadı müdafaa eden mektubu
  • ( 15 ) Ezanın minarelerde okunmasını tebrik ve demokratlara dua
  • ( 16 ) Genç Saidlerin sayısı artıyor
  • ( 17 ) Beraat etmiş risalelere keyfî olarak el konuyor
  • ( 18 ) Üstadın devlet yetkililerine mektubu
  • ( 19 ) Demokratlar masonlara ve komünistlere karşı uyarılıyor
  • ( 20 ) Risale-i Nur’lar on senelik medrese ilmini bir senede verir
  • ( 21 ) Üstad risaleleri ücretsiz vermiyor
  • ( 22 ) Talebeler, Risale-i Nurlara yapılan zulmü demokratların kaldırmasını ister
  • ( 23 ) Risalelerin imhasına izin verilmeyecek
  • ( 24 ) Demokratlarla Nur talebelerinin arasını bozma teşebbüsü
  • ( 25 ) Risalelerin yakılma kararı Halkçıların bir oyunu
  • ( 26 ) Lozan’ın iç yüzü ve Yahudilerin dini yok etme plânları
  • ( 27 ) Ankara’daki güzel gelişmeler
  • ( 28 ) İhvan-ı Müslimînin risaleleri Arapça’ya tercüme etmek istemesi
  • ( 29 ) Cumhurbaşkanı Doğu Üniversitesinin gerekliliğini kabul ediyor
  • ( 30 ) Siyaset tarafgirliği mânâyı zedeler, ihlâsı kırar
  • ( 31 ) Hizmet haberleri, Üstadın hastalıklarına ilâç oluyor
  • ( 32 ) Asâ-yı Mûsâ’nın Arapça’ya tercüme edilmesi
  • ( 33 ) Türkler Peygamber övgüsüne mazhar oluyor
  • ( 34 ) Üstadın yapılmasını istediği birkaç tashih
  • ( 35 ) Nurcuların şevkiyle Cevşenü’l-Kebir nurlandıracak
  • ( 36 ) Üstadın sofimeşrebli tenkitçiliği affetmesi
  • ( 37 ) Demokratlar risalelere ve Nurculara yapılan bu işkenceye engel olmalılar
  • ( 38 ) Abdurrahman ve Ceylân’a olan muhabbet
  • ( 39 ) Ankara’da Üstadın yerine görev yapan genç Saidler
  • ( 40 ) Üstad ehli imanın tenkitlerini bir çeşit nasihat olarak kabul eder
  • ( 41 ) Meşrep farklılıkları kardeşliği bozmamalı
  • ( 42 ) Lemeat: Risale-i Nur’un çekirdeği
  • ( 43 ) Üstadın, ülkede az da olsa hürriyetin başlamasından duyduğu memnuniyeti
  • ( 44 ) Allah’ın adaleti ve inayeti
  • ( 45 ) Nur talebesi hanımlara evlilik konusunda tavsiyeler
  • ( 46 ) Nurcuların hapse girmelerinin hikmetleri
  • ( 47 ) Bazı milletvekillerinin Üstad ve hizmetini takdirleri
  • ( 48 ) Demokratlar görev başına çağrılıyorlar
  • ( 49 ) Risale-i Nur ehl-i tarikatın da en büyük dairesidir
  • ( 50 ) Halka kabul ettirmek, Allah’a aittir
  • ( 51 ) Üstadın canlı mektupları
  • ( 52 ) Celâl Bayar Üstada teşekkür ediyor
  • ( 53 ) Üstadın talebelerinden bazı istekleri
  • ( 54 ) Küfre karşı gençleri koruyacak olan Risale-i Nurdur
  • ( 55 ) Camiü’l-Ezher’e risaleler gönderiliyor
  • ( 56 ) Adnan Menderes’in Üstada haberi “Merak etmesin, meyus olmasın”
  • ( 57 ) Eflâni ve Safranbolu talebeleri Isparta kahramanlarına benziyor
  • ( 58 ) Başbakan ve İçişleri Bakanına risalelerin iadesi için mektup
  • ( 59 ) Vatikan’dan gelen teşekkür mektubu
  • ( 60 ) Sabır ve tahammül oyunları bozuyor
  • ( 61 ) Seyyid Salih’in İslâm ülkelerine ziyareti
  • ( 62 ) Mersin ve Tarsus Emniyeti risaleleri iade ediyor
  • ( 63 ) İşaratü’l-İ’câz iade ediliyor
  • ( 64 ) “Hüve Nüktesi” küfr-ü mutlakın belini kırıyor
  • ( 65 ) Şiddetli kış ve zelzele ilâhî bir ihtardır
  • ( 66 ) Üstad, hayatındaki inayetleri anlatır
  • ( 67 ) Nurların parlamasına engel olunamıyor
  • ( 68 ) Risale-i Nur zabıta görevi yapıyor
  • ( 69 ) Konuşan yalnız hakikattir
  • ( 70 ) Birisinin hatasıyla başkası mesul tutulamaz
  • ( 71 ) İşârâtü’l-İ’câz Risale-i Nur’un bir fihristesi ve menbaıdır
  • ( 72 ) Kur’ân’ı, mütehassıslardan oluşmuş bir heyet tefsir edebilir
  • ( 73 ) Kur’ânın maksatları: Tevhid, Nübüvvet, Haşir ve Adalet
  • ( 74 ) Üstadın siyasetten ve şimdiki medeniyetten uzak durmasının sebepleri
  • ( 75 ) İttihad-ı İslâm’a dair müjdeli gelişmeler
  • ( 76 ) Çocukların Üstada muhabbetinin sebebi
  • ( 77 ) Evleri bir medrese-i Nuriye yapmak
  • ( 78 ) “Neden dini siyasete alet yapmakla suçlandım?”
  • ( 79 ) Mahkemenin ertelenmesindeki hayır
  • ( 80 ) Afyon Mahkemesinin adaletsiz kararı
  • ( 81 ) Talebeler Medresetü’z-Zehrânın mânevî hakikatini gösteriyor
  • ( 82 ) Eski Said kırk sene sonraki olayları önceden hissetmiş
  • ( 83 ) Teşehhütte okunan Tahiyyat Miraç’ta İlâhî huzurda okunmuştur
  • ( 84 ) Ülfet perdeleri hakikatleri gizliyor, marifet-i İlâhiye yollarını kapatıyor
  • ( 85 ) Mahlûkata mânâ-yı harfiyle bakmaya engel olan perdeler
  • ( 86 ) Ankebût Sûresindeki âyet hakkındaki vehmi yok eden bir i’caz pırıltısı
  • ( 87 ) Gençlik Rehberi’nde “Dini siyasete âlet var” diyen ehl-i vukufa cevap verilsin
  • ( 88 ) “Vukufsuz” ehl-i vukufun raporundaki suç unsurlarına cevap
  • ( 89 ) 1952’de İstanbul’da görülen Gençlik Rehberi mahkemesine, ehl-i vukufa cevaben verilen itiraznamedir
  • ( 90 ) Gençlik Rehberi’nin tekrar müsaderesi anarşilik ve dinsizlik hesabınadır
  • ( 91 ) Hulûsi Yahyagil: Mesleğim Risale-i Nur dairesinde istihdamdan ibarettir
  • ( 92 ) Üstad İhtiyarlar Risalesini gençlere, Hastalar Risalesini sıhhatte olanlara yazmış
  • ( 93 ) Şahs-ı mânevî Mehdilik yapar, aksi halde mağlup olur
  • ( 94 ) Talebeleri medyumlukla kandırmaya çalışıyorlar
  • ( 95 ) Yirmi sekiz yıllık asılsız iddialar
  • ( 96 ) İki mühim eserin çoğaltılması
  • ( 97 ) Siz bu asrın hidayet serdarısınız
  • ( 98 ) Hal-i hazırdaki partiler ve Demokrat Partinin dikkat etmesi gereken iki nokta
  • ( 99 ) Değil dünya hayatımı, âhiret hayatımı dahi millet-i İslâmiyeye feda ederim
  • ( 100 ) Nur talebeleri ve İhvan-ı Müslimîn mensupları arasındaki farklar
  • ( 101 ) ed-Difa gazetesi yazarı Risale-i Nur’un Arap ülkelerindeki durumunu anlatıyor
  • ( 102 ) Adnan Menderes’e hatırlatılan üç kanun-u esasî
  • ( 103 ) Dindar Demokratlara tavsiye: Ayasofya’yı açın, Risale-i Nur’u neşredin
  • ( 104 ) Büyük Cihad’da yayınlanan Üstadın şekvâsına açılan dava
  • ( 105 ) Samsun Mahkemesinden gelen tebliğe verilen cevap
  • ( 106 ) Gayet ehemmiyetli bir hâdise, bir istida ve bir şekvâdır (es-Sıddık dergisinde yayınlanan risale)
  • ( 107 ) Nurları himaye etmek Diyanet dairesinin hakikî vazifesidir
  • ( 108 ) Asâ-yı Mûsâ ve Gençlik Rehberi’nin kerametle muhafazası
  • ( 109 ) Doğunun kalkınmasında Şark Üniversitesinin rolü
  • ( 110 ) Doğu Üniversitesi hakkında tahrifçi bir gazeteye cevaptır
  • ( 111 ) Ankara Mahkemesine havale edilen dava ve Zübeyir
  • ( 112 ) Üstadın ziyaretçilere dair bir mektubu (“Risale-i Nur’u okumak, ziyaretten on defa daha kârlıdır”)
  • ( 113 ) Hizmette Urfa’nın ehemmiyeti
  • ( 114 ) Üstadın Urfa’ya özel duası
  • ( 115 ) Üç hastalığa Âyet-i Hasbiyeyle gelen şifa
  • ( 116 ) Görüşmek isteyenlere Üstad buyuruyor: “Risale-i Nur’un her bir kitabı bir Said’dir”
  • ( 117 ) Şark Üniversitesinin İslâmî programı: Risale-i Nur
  • ( 118 ) Yazıları beş vecihle iftira ve yalan olduğunu gördüğüm bir gazeteyi bana okudular. Böyle iftiraların hem Isparta’ya, hem neşredenlere büyük zararı var
  • ( 119 ) Üstadımızın köylerde dolaştığına dair çıkarılan uydurma habere karşı bir cevaptır; mûcib-i merak hiçbir şey yoktur
  • ( 120 ) Deniz zahiren hiddetlendi, mânen şefkatkârâne okşadı
  • ( 121 ) Üstadın İstanbul’a gelişi ve ifadesinin alınması
  • ( 122 ) Üstadın vasiyetnâmesi
  • ( 123 ) Vasiyetnamenin Haşiyesidir
  • ( 124 ) Adnan Menderes’in Konya nutkunun tahrif edilmesine dair bir açıklaması
  • ( 125 ) Isparta’nın hayır kazanmasının yolu: Risale-i Nur’un iade edilmesine çalışmak
  • ( 126 ) Üstadın kabrini gizlemesinin sırrı
  • ( 127 ) Üstadımızın Afyon Mahkeme heyetine gönderdiği yazının suretidir
  • ( 128 ) Üstadın Demokrat Partiyi desteklemesinin gerekçeleri
  • ( 129 ) Din aleyhindeki üç cereyan ve Demokratları garplılaşma cereyanına karşı ikaz
  • ( 130 ) Üstad, çektiği işkenceye rağmen Adliye memurlarına beddua etmez
  • ( 131 ) Dindar Hürriyetçilerin Üstada Diyanet’te vazife teklifi
  • ( 132 ) İmanın dünyada dahi bir nevi cennet lezzetini benim hayatımda temin ettiğine dair
  • ( 133 ) İhlâsı muhafaza etme düsturu sohbete mâni oluyor
  • ( 134 ) Üstadın Isparta Tugay camiinin temeline harç atması
  • ( 135 ) Hüseyin Avni ve Tahsin Tola’nın seçimleri kazanamamasının hikmeti
  • ( 136 ) Vasiyetnamenin bir zeyli (Üstad Nur’un sermayesiyle talebelerin ihtiyaçlarının karşılanmasını vasiyet eder)
  • ( 137 ) Muhalif gazetelerin Üstada ve Nur talebelerine attıkları iftiralara cevap
  • ( 138 ) “Mahkeme-i Kübrâya Şekvâ”ya bir zeyl
  • ( 139 ) Medresetü’z-Zehra ifsat komitesinin dalaletlerinden bu milleti koruyacak bir tedbirdir, ırkçılık zararlıdır
  • ( 140 ) Bir ihsan-ı İlâhî olarak gelen hastalık
  • ( 141 ) Üstadın istiğnaya verdiği ehemmiyet
  • ( 142 ) Cumhuriyet gazetesinin yalan haberi
  • ( 143 ) Nur medreselerine devam, talebe-i ulum şerefini kazandırır
  • ( 144 ) Risale-i Nur’un satılan nüshalarının sermayesi Risale-i Nur’un malıdır
  • ( 145 ) Risale-i Nur’un sermayesi, hizmette olan ve nafakasını temin edemeyen talebelerin tayinine sarf edilecek
  • ( 146 ) Tarihçe-i Hayat’ın ehemmiyeti
  • ( 147 ) Üstadın Namık Gedik, Adnan Menderes ve Tevfik İleri’den dilekleri
  • ( 148 ) Eski Partinin Risale-i Nur’a minnettar olması gerekir
  • ( 149 ) Üstad savcılara hakkını helal ediyor
  • ( 150 ) Üstadın hükümetçe Emirdağı’na sevkinin hikmeti
  • ( 151 ) Umum Nur talebelerine Üstad Bediüzzaman’ın vefatından önce vermiş olduğu en son derstir

Kaynak:SorularlaRisale

www.NurNet.org

Emirdağ Okulu Programları Başlıyor

Emirdağ Okulu’nun ilki 30.11.2012 tarihinde Risale Akademi Konferans Salonu’nda gerçekleştirilecek.“Emirdağ Lahikası’na Giriş” konusunu Mehmet Ali Erdem anlatacak. Program saat 18.30’da başlayacak.

Program detayları şöyle:

PROGRAM

1- Emirdağ Lahikası’na Giriş

Saat:18.30-19.30

Konuşmacı: Mehmet Ali ERDEM

Yer: Risale Akademi Konferans Salonu
Tarih: 30.11.2012-Cuma
İletişim: rinsem@risaleakademi.com
0312 491 25 12
0531 633 92 05
Adres: Turan Güneş Bulvarı 593. Sok. 4/13 (Honda arkası ) Yıldız-Çankaya-Ankara

28.11.2012
risale akademi

En İyi Eğitim Reformu Nasıl Yapılabilirdi?

Bir eğitim-öğretim yılına daha giriyoruz. 23 Nisan 1920 yılında ilk TBMM’nin açılışından şimdiye kadar “eğitim reformu” adı altında ülkemizde çeşitli şeyler yapıldı ve yapılmakta devam ediliyor. Bu vesileyle sorsak: “Acaba bundan biraz daha eski tarihe gitsek 20. yüzyılın başından başlamak üzere, şimdiye kadar ülkemizde en iyi eğitim reformu teşebbüsü hangisi olmuştur?”

Bu sorunun cevabını araştırırken, günlük hayatımızdan bazı müşahhas misaller üzerinde durup düşünmekte, bu misaller üzerinde tahliller yaparak sorunun cevabı ile ilgi kurulabilecek neticeler çıkarmağa çalışmakta da fayda olabilir.

En yakın misallerden olarak: Bundan önceki yazımızda helal gıda mevzuu ile irtibatından geniş bir şekilde bahsettiğimiz “Gazozlar” meselesinde, ilim ehli olmayanların bu mevzudaki söz ve davranışlarını bir tarafa bırakırsak, acaba niçin ilim ehlinden bazıları tarafından da böyle bir mevzu “üzerinde durulmağa değmez” veya “üzerinde durulması lüzumsuz” ve bazıları tarafından ise, yaptıkları kıyâs maa’l-fârık’larla (asıl ile fer’ arasında illet benzerliği bulunmaksızın yapılan kıyaslarla) sanki çok önceden“halledilmiş küçük bir mesele” gibi telakki ve ifade edilmektedir?

Hakşinaslıkla ve samimiyetle bu mevzua cevap veren ilim ehli bunun sebebinin, fıkıh ilmini bilenlerin, fen ilimlerini bilmemeleri; fen ilimlerini bilenlerin de fıkıh ilmini bilmemeleri ve bunların birbirleriyle faydalı bir işbirliği yaparak mevzua açıklık getirmemesi olduğunu söylemektedirler.

Kısa bir süre önce, ülkemizin en tanınmış fıkıh profesörlerinden biri, en çok satılan bir günlük gazetede yayınlanan röportajında, “yaşadıkları devir için uyarlamasını yapmadıkları ayni mevzudaki çok sayıdaki fıkıh hükmünü sadece eski kitaplardan derlemekle kalarak, yaşadıkları zaman ve ortama uyum sağlayamadıkları” şeklinde samimî bir itirafta bulunmuştu. 1 Eylül 2012 de İstanbul’da yapılan “5. Uluslararası Helal Gıda Sempozyumu”nun ilk oturumunun son konuşmacısı Kuveyt’li Dr.Hani El Mazeedi yaptığı sunumda ve oturuma başkanlık eden değerli İslâm Hukuku Profesörümüz, oturumda söylenenleri özetleme konuşmasında da, fıkhî hükümler verilirken fen ve din ilimlerinin mezcedilmesindeki noksanlığa dikkat çekmişlerdi.

Bu noksanlığın bizzat yaşadığım en çarpıcı misallerinden birinde, fıkıh ilim adamlarıyla birlikte bulunduğum bir mecliste fenci ve kimyacı olarak benim de bulunduğumu bildikleri halde, bana istihale (kimyasal değişim) ile ilgili olarak bugünün seviyesindeki fennî bilgiler mevzuunda hiçbirşey sormak lüzumunu duymadan, yüzlerce yıl öncesinin eksik fennî bilgileriyle, “bir tuz yatağına düşen aslen necis bir maddenin tuz yatağında istihale ile necis olmaktan çıkıp çıkmayacağını” tartışmalarını hayretle müşahede etmiştim.

Birkaç yıl önce de, Konya’da bir yemekte, yanımda oturan bir misafiri “Hanefî fıkhının âlimlerinden” olarak takdim etmişlerdi. Sofradaki gazozları kendisine göstererek; “Bunlar sofrada olmasa daha iyi olurdu.” dediğimde, fıkıh âlimimizin yüz hatları birden asabiyetle gerilip hışımla bana dönerek: “Ne varmış gazozlarda?” mukabelede bulunmasını da yadırgamış ve hayretle karşılamıştım. Onun bu tavrı karşısında, bir kimyacıya bilim alanıyla en yakından alâkalı olan bu mevzuda ondan doğru fennî bilgi almak maksadıyla değil de, azarlamak gibi bir tavırla sorduğuna bakarak, sofrada gergin bir tartışma meydana getirmemek için susmuştum.

Gazetelerde ve internet sitelerinde fıkhî sorulara cevaplarla ilgili köşelerde de sorulara cevap verenlerin buna benzer bazı hal ve sözleri bulunuyor. Bazıları bilgi noksanlığıyla, hatalı kıyaslarla kendilerinin de müptelâ oldukları gazoz, kefir, ekşi boza ve keskin şıra gibi az da olsa içlerine dışarıdan katılmış veya alkolik fermentasyonla kasdî ve iradî olarak içlerinde teşekkül ettirilmiş sekerat verici alkol ihtiva eden meşrubatı içmeyi helal ilan ederken, bu mevzuda kendilerine göre bazı deliller de göstererek bazı hususlara dikkat çekenlerin delillerini hiç irdelemeden, onlar hakkında suizan ve iftiralarda bulunmaktan geri kalmıyorlar ve bu esnada söylediklerinin, verdikleri fıkhî hükümlerin aleyhine delil olduğunu da fark edemiyorlar.

Bu mevzuyla alâkalı olarak okuyucu suallerine cevap verenlerden bir tanesi gazozlardan bahsederken, “herkesin iftar sofralarını süsleyen gazozlar” şeklinde gazozlara bir medhiyede bulunmayı da ihmal etmemiş ve Buharî, Müslim, Muvatta, Ebu Davud, Tirmizî, Nesâi gibi sahih hadis kitaplarında yer alan :“Her sarhoş edici şey haramdır. Bir küp içildiği takdirde sarhoşluk veren bir şeyin tek avucu da, tek yudumu da haramdır.” hadisini alıp buna kendine göre manâ vererek, bu mevzuda yapılabilecek itirazları susturacak şekilde gazozları savunmasına delil olacağını düşünerek; “Gazozların bir küpü sarhoş ediyor mu?” sorusunu, önce basit bir hesap yapmağa da lüzum görmeden, yazısında sormuş.

Fazla teferruata girmeden buna, önce onun yapması gereken hesabı biz yaparak cevap verelim: Hadiste küp kelimesi geçmektedir. Normal bir küpün 100 litre kadar sıvı aldığı kabul edilirse, bir oturuşta bir küp gazozu, (ayni şekilde kefiri, bozayı veya şırayı) tabii ki, hiç kimse gerçekte içemez; fakat bunun bir oturuşta içilebilmesi mümkün olsaydı ve içilenin litresinde 5g etil alkol olsaydı, 100 litresinde 500g saf etil alkol olurdu. Bu, saf etil alkol yüzdesi 45 olan rakı, votka gibi çok alkollü içeceklerin 500/0,45=1100 ml’sine tekabül ederdi ki, bu kadar rakı veya votkayı bir oturuşta içtiği halde sarhoş olmayacak kişi yoktur. 100 litrelik küpteki içeceğin litresinde 5g yerine 4g saf etil alkol olsaydı, bu da 400/45=888 ml rakı veya votka gibi sarhoş edici içkiye tekabül ederdi. Ayni hesap, litrede 3g etil alkollü meşrubat için yapılsaydı, bunun da bir küpünün 300/0,45=666 ml rakı veya votka’daki kadar saf etil alkol ihtiva edeceği hesaplanırdı ki, bu kadar etil alkolü bir oturuşta içen de– belki çok nadir rastlanabilecek bazı istisnaları hariç- sarhoş olurdu.

Bir insan bir oturuşta gerçekte 100 litre değil, en fazla 1,5 litre kadar sıvıyı içebileceğine göre, sahih kaynaklarda yer alan bu hadisteki “bir küp içildiği takdirde sarhoşluk veren şey”le kastedilenin, “içindeki sarhoşluk verici maddenin yüzdesi çok az ve bir oturuşta içilebilecek (1,5 litre kadar) miktarı sarhoş etmese bile, bir küp miktarı içindeki (yukarıda hesaplarda belirttiğimiz) sarhoşluk verici madde sarhoş edebiliyorsa” manâsında anlaşılması gerektiği âşikârdır. Dolayısiyle; “Şimdiye kadar gazoz içerek sarhoş olana rastlanmamıştır” şeklinde, çok defa tekrarlanarak yapılan “gazoz savunması” bu hadisin manâsına ters düşmektedir ve geçersizdir. Gazozlar gibi, daha önce de bahsettiğimiz şekilde “iradî ve kasdî işlemle” dışarıdan sekerat verici etil alkolü katmakla veya bilerek fermentasyonla (tahammur, mayalanma ile) içinde sekerat (sarhoşluk) verici etil alkol teşekkül ettirilmiş kefir, şıra, boza gibi içecekler için de hükmün ayni olması gerekir.

Yıllar önce görev yaptığım bir üniversitenin, İlahiyat Fakültesi de vardı. Buradaki, daha önce müftülük de yapmış, çok iyi Arapça bilen, ve halen ayni üniversitede profesör olan bir öğretim üyesinin evine bir bayram ziyareti için gittiğimde, bana tatlının yanında (güya onun hazmını kolaylaştırmak ve verdiği susuzluk ihtiyacını teskin için) gazoz da ikram etmişti. Ben, gazoz içmediğimi ve sebebini söyleyince, aslında aralarında hiç alâka kurulamayacağı halde, beni kendi fikrine ikna etmek için Peygamberimiz’in (s.a.v.)’in yaşadığı devirde hristiyanların meskûn bulunduğu Suriye’den gelen peyniri yediğini söylemiş ve verdiği bu misal gazozların helalliğiyle ilgili çok önemli bir savunma olabilirmiş gibi üzerinde ısrarla durmuştu. Daha sonra değişik zamanlarda, o İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi gibi başkalarının da ayni kıyâsı gazozları aklamak için yapmağa çalıştıklarına rastladım. Peygamberimiz’in (s.a.v.) yaşadığı devirde hristiyanlarla meskun Suriye’den gelen bir peyniri yemiş olması, bu devirde hristiyan Garp’ta formülleri gizli tutulan meşhur gazozların da tereddüdsüz içilmesine ne derecede delil olabilirdi?

Domuz, bir yıl içinde çok yavru yaptığı için, dişi domuzun sütü yavrularına bile zor yeter ve bir hristiyan ülkesinden gelen peynirin domuz sütünden yapılmış olması fevkalade zayıf bir ihtimaldir. Vejetaryenlere (hayvan kaynaklı olan besinleri yemeyenlere) satmak amaçlı peynirlerde kullanılan “bitkisel peynir mayaları” da yapılmış olmasına rağmen, şimdi de, eskiden olduğu gibi ekseriya sığırlardan elde edilen peynir mayası kullanılır.

Belki o tarihte, Suriye’deki hristiyanlar tarafından peynir mayası alınacak sığırların şer’î boğazlanmaları yapılıp yapılmadığı sorusu da akla gelebilir. Fakat, Peygamberimizin zamanında, hristiyan ülkelerinde şimdi olduğu gibi, “medeniyet” ve “hayvan haklarını korumak” gibi adlar altında, hayatı veren ve ona nasıl son verilebileceğini bildiren Allah’ın (c.c.) emrettiği şer’î boğazlanmaya muhalefet olmadığından, bir Müslüman tarafından olmasa da bir hristiyan veya yahudi tarafından boğazlanmış kesimlik bir hayvandan alınmış mayayla o peynirin yapılmış olması halinde, o peynir Müslümanlar tarafından yenilebilirdi. Peygamberimiz (s.a.v.) her hususta Allah’ın hıfzında bulunduğundan, nasıl yapılmış olduğunu kendisi bilmese ve bu mevzuda hiç kimse kendisine bilgi vermemiş de olsa, o peynirin yenmesine mani bir durum olsa, Allah (c.c.) bunu ona bildirirdi ve yenmemesi gereken bir gıdayı yemezdi.

Hem Peygamberimiz, vesvesenin ümmeti içinde sanki bir sünnetiymiş gibi yaygın hale gelmemesi için, hristiyanlardan daha fazla İslâm’a düşmanlık eden yahudilerden gelen yiyecekleri bile, hakkında sakınılacak bir bilgi kendisine gelmediği zamanlar yemiştir.

“Başta Buhârî, Müslim, kütüb-ü sahîha haber veriyorlar ki: Gazve-i Hayber’de bir Yahudî kadını, bir keçiyi biryan yapıp pişirmiş, gayet müessir bir zehir ile zehirlemiş. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a göndermiş. Sahâbeler yemeye başladılar. Birden ferman etti: 

Yâni, pişirilen keçi bana der ki: ‘Ben zehirliyim’ diye haber veriyor. Herkes elini çekti. Fakat o şiddetli zehirin te’sirinden, Bişr İbni’l-Berra’, aldığı bir tek lokmadan vefat etti. Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, o Zeyneb ismindeki kadını çağırdı. Ferman etti: ‘Neden böyle yaptın?’ O menhuse dedi: ‘Eğer peygamber isen, sana zarar vermeyecek; eğer pâdişâh isen, insanları senden kurtarmak için yaptım.’ Bazı rivayette onu öldürtmemiş, bazı tarîkte öldürtmüş. Ehl-i tahkik demiş ki: ‘Kendi öldürtmemiş; fakat Bişr’in veresesine verilmiş, onlar öldürmüşler.”(el-Hakim, Müstedrek: 3/219-220, Aliyyü’l-Kari, Şerhu’ş-Şifa: 1/644-645)

Eğer kendisinin bizzat edindiği bir bilgiyle veya zehirli, pişmiş keçinin konuşmasıyla o keçinin zehirli olduğunu Peygamberimiz (s.a.v.) öğrenmeseydi, o keçinin bir gayrimüslim ve yahudi kadın tarafından pişirilip kendisine ikram edilmiş olduğuna bakmadan onu yiyecekti. Peygamberimiz’in (s.a.v.), o keçi zehirli olduğunu söylemesine rağmen onu yemiş olmadığını da bugünün bazı Müslümanlarının dikkatine sunmakta belki ayrıca fayda vardır: Onun sünneti olarak örnek alınması gereken davranışı; bir yiyecek veya içeceğin yenilmesi veya içilmesine mani durumu öğrenilince, hem kendisi onu yiyip içmemek ve hem de kendisiyle birlikte ayni sofrada bulunanları bundan menedici bir tavsiyede bulunmaktır. Gayrimüslim ülkelerin imalatı olan yiyecek ve içeceklerin Müslümanlar tarafından yenilmesine ve içilmesine mani bir durumu olduğu bildirilince de, Müslümanlar ondan el çekmeli ve onu yiyip içmekte ısrar ve devam etmemelidir. Halbuki, günümüzde gayrimüslim menşeli bazı yiyecek ve içeceklerin dinî bakımdan mahzurları defalarca söylendiği halde, Peygamberimiz’in (s.a.v.) o zaman gayrimüslimlerle meskûn olan Suriye’den gelen bir peyniri yemesini ekseriya misal gösterip, bu mevzuda da kıyâs maa’l-fârık’ yaparak, o yiyecek ve içeceklerin yenebileceğine zorlama fetva çıkarmağa çalışan, verdiğim misaldeki gibi Müslüman din görevlilerine bu zamanda maalesef çok rastlanmaktadır. Gazozları eksik fennî bilgiler ve çeşitli kıyâs maal’-fârık’larla aklamak gayretlerine karşı söylenebilecekler arasına, Peygamberimiz’in (s.a.v.) Suriye’den gelen bir peyniri yemiş olmasıyla alâkalı bu misalin doğru yorumunun eklenmesinde de fayda vardır.

Yukarıda bahsettiğimiz şekilde, bazı fıkıh profesörlerimizin de üzerine vurgu yaptığı fen ve din ilimlerinin birlikte mezcedilebilmesi ihtiyacı ve bu ihtiyacı karşılayacak üniversite kurulması, helal gıda meselemizle de yakından ilgilidir. Çeşitli mevzularda reformlar yapan mevcut siyasî iktidarın, Anayasa, Tevhid-i Tedrisat Kanunu, YÖK (Yüksek Öğretim Kurumu) gibi aşılması zor bürokratik engelleri bulunan bu mevzudaki bürokratik engelleri aşabilmesi bugün için çok zor görünmektedir. Önceki hükümetler döneminde Millî Eğitim Bakanlığı müsteşarlığı yapmış bir kişiye, kendi dönemindeki millî eğitim reformları faaliyetleri mevzuunda bir toplantıda yaptığı konuşmasından sonra, soru-cevap bölümünde söz alarak; “-Fen ve din ilimlerinin birlikte okutulduğu üniversiteler kurulması yönünde de proje üretme çalışmalarınız oldu mu?” sorum karşısında, o eski MEB müsteşarı bir an düşünmüş ve daha sonra da; “-Olmaz öyle birşey!” şeklinde bana sert bir mukabelede bulunmuştu.

24.2.2008 Tarihinde İstanbul’da yapılan “1.Uluslararası Helal Gıda Konferansı”nda sunduğum tebliğimde de lüzumuna açıklık getirmeğe çalıştığım böyle bir üniversitenin kurulması mevzuunu, yüz yıl önce ilk defa Bediüzzaman Said Nursi çok aktif olarak savunmuştur. Kendisinin Doğu Anadolu’da bir “Darülfünûn-u İslâmiye” kurmak tasavvuru, 1898-1905 yıllarında Van’da Vali Tahir Paşa’nın konağında kaldığı dönemde ortaya çıkmış, bu tasavvurunun sistematik hale getirilmesi ve projesinin neşredilmesi 1911 tarihli “Münazarat” isimli eseriyle olmuştur. “Emirdağ Lahikası” isimli eserinde de, bu üniversite projesinin tahakkuku için 55 yıl çalıştığını söylemektedir.

Bediüzzaman, bu eğitim kurumunun bütün İslâm dünyasına açık olmasını, maddiyat engeline takılmadan talebelerin buraya devam edebilmesini, eğitim ve öğretimin bütün kademelerinin birbirinin devamı olarak ayni müessesede görülmesini hedeflemiş; dinî ilimler, fen bilimleri ve tasavvufun birlikte okutulacağı bir müfredatın takibini istemiştir. İlkinin ülkemizde kurulmasından sonra, diğer İslâm ülkelerinde de kurulabilecek olanlara emsal olmasını istediği bu Darülfünûn’un Türkiye’deki tesis yerleri olarak, İslâm coğrafyasının merkezlerinden olan Bitlis, Van ve Diyarbakır’da açılmasını istemiştir.

Din ilimleri, fen ilimleri ve tasavvufun birleştirileceği bir üniversitenin müfredatına intibak edebilecek öğrencilerin ayni istikamette alt kademe öğrenimi, yani ilköğretim ve orta öğretimini de bu üniversite bünyesinde görmesi gerekecektir. Zira, ancak böyle bir kaynaktan gelen öğrenciler bu üniversitede başarılı olabileceklerdir. Öğrenim dili olarak hem Arapça’yı hem Kürtçe’yi hem de Türkçe’yi kullanacak resmî seviyeli özel bir kuruluş halindeki bu üniversite, yıllardır ülkemize büyük maddî ve manevî kayıplar verdiren terörizmin kaynağındaki “bütün kötülüklerin başı olan cehalet”e karşı çok mühim bir deva niteliği de gösterebilecekti.

Batıdan kopyalanmış ve o modele şartlanılmış bugünkü maarif sistemimize göre, Bediüzzaman’ın bir asır öncesinde ilk defa tasavvur ettiği bu eğitim modeli bazılarına göre “çok uçuk” gelse de, devlet üniversitelerimizde son yıllarda yapılan sempozyumlarla ciddî şekilde tartışılmağa başlanmıştır.

Bir yıl önce Mardin Artuklu Üniversitesi Rektörlüğü, Mardin Valiliği, Risale Akademi ve Akademik Araştırmalar Vakfı tarafından Bediüzzaman’ın bu mevzudaki fikirlerinin ilmî olarak tartışılması için Mardin Artuklu Üniversitesinde yapılmış olan “Münazarat Sempozyumu”ndan sonra, 12-14 Ekim 2012 tarihlerinde de Van’da Said Nursi ve eğitim felsefesiyle ilgili olarak “Medresetüzzehra Sempozyumu”nun hazırlıkları yapılmaktadır. Bu sempozyumla ilgili bilgilere www.medresetüzzehrasempozyumu.org web sitesinden ulaşılabilmektedir.

Gerek bir yıl önce Mardin Artuklu Üniversitesi’nde yapılan “Münazarat Sempozyumu”nda, gerekse 12-14 Ekim tarihlerinde Van’da yapılmasının hazırlıkları devam eden “Medresetüzzehra Sempozyumu”nda, anahtar hükmünde bir ölçü olarak, yukarıda bahsettiğim vicdanın ziyası olan din ilimleri ve aklın nuru olan fen ilimlerinin imtizacıyla hakikatın tecellî edeceğine vurgulamada bulunulduğu ve bundan sonra da bulunulacağı anlaşılmaktadır. Bediüzzaman’ın daha önce de naklettiğim bu mühim vecîzesinin Münazarat adlı eserindeki tam ifadesi şöyledir:

“Vicdânın ziyâsı, ulûm-u dîniyedir. Aklın nûru, fünûn-u medeniyedir. İkisinin imtizâcıyla hakikat tecellî eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervâz eder. İftirak ettikleri vakit birincisinde taassup, ikincisinde hile ve şüphe tevellüd eder.”

Şu hususa da ayrıca temas etmekte fayda vardır: Bediüzzaman, Emirdağ Lahikası-2’de, batı medeniyetinin semavî kanunlara muhalefet ettiğini ve bunun tokadını yiyeceğini bildirmektedir. Medyaya akseden haberler bunun tezahürlerinin görülmeğe başlamasıyla ilgili olabilir. Müslümanlar, batının kriterlerine uymaktan önce İslâm’ın kriterlerine uymalı, hem yiyecek ve içecek seçimlerinde, hem de diğer hususlarda körükörüne bir “batıcı”lıkla “batılı olmak” adına “bâtılı almak” hatasından sakınmayı kendisine mühim bir vazife bilmeli ve bunun için çok dikkatli ve hakla bâtılı ayırt edecek şekilde seçici olmalıdır.

Prof.Dr.Mustafa NUTKU

Yağmur’un faydaları

Yağmur namazının zahir neticesi yağmurun gelmesidir; fakat asıl hakikî, en menfaatli neticesi ve en güzel ve tatlı meyvesi şudur ki: Herkes o vaziyetle anlar ki, onun tayinini veren babası, hanesi, dükkânı değil; belki onun tayinini ve yemeğini veren, koca bulutları sünger gibi ve zemin yüzünü bir tarla gibi tasarrufunda bulunduran bir Zât, onu besliyor, rızkını veriyor.

Hattâ en küçücük bir çocuk da, daima aç olduğu vakit validesine yalvarmaya alışmışken, o yağmur duasında, küçücük fikrinde büyük ve geniş bu mânâyı anlar ki: Bu dünyayı bir hane gibi idare eden bir Zât, hem beni, hem bu çocukları, hem validelerimizi besliyor, rızıklarını veriyor. O vermese, başkalarının fâidesi olmaz. Öyleyse Ona yalvarmalıyız der, tam imanlı bir çocuk olur.

Emirdağ Lahikası / Risale-i Nur

Hizmet Yolunda Şehadetin Ardından !..

Aziz kardeşlerim,

Bu defa motorlu kayık içinde Eğirdir’den Barla’ya giderken denizin dehşetli, emsalsiz fırtınası leyle-i Kadirdeki dehşetli hastalık gibi, zahmet noktasını kaldırıp büyük bir rahmete vesile olduğunu sizlere müjde veriyorum. Altı arkadaşla beraber şehid olmak, yedi ihtimalden altı ihtimalle deniz bize geniş bir kabir olmak için zemin hazırlandı. Fakat o hal altında, mükerrer tecrübelerle yağmurun Risale-i Nur’la alâkadarlığı ve şimdi çok zamandır yağmura şiddetli ihtiyaç olduğu bu zamanda Risale-i Nur’un gizli düşmanlarının tehlikesinden ve geniş plânından kurtulmasına bir işaret olarak o dehşetli hâletimiz bir sadaka-i makbule hükmüne geçtiği remziyle, o rahmet-i İlâhîden gelen emr-i Rahmânîyi imtisalindeki iştiyakla yağmurun bir annesi olan bu deniz, o rahmete dair emr-i İlâhîyi gayet heyecanla ve iştiyakla, acelelikle getirmek için, bir şefkat tokadı nevinden Nur talebeleri olan bizim başımızı tokatla yüzümüzü ve gözümüzü yağmurla okşadı.

Biz bu hâleti zahiren hiddet, mânen şefkatkârâne okşamak nev’inde gördük. Ben daha fırtına ve yağmur başlamadan evvel hiss-i kablelvuku ile, hazine-i rahmete bir anahtar olacak dehşetli ve heyecanlı bir musibet hissettiğimden, mütemadiyen Cevşen’i ve Şâh-ı Nakşibend’in virdini okuyordum. Denizin o dehşeti içinde kemâl-i şevkle o mübarek denizi kabir olarak kabul ediyordum. Böyle kaza ile vefat eden şehid hükmünde olduğu gibi, şehid de velî hükmünde olmasından, altı arkadaşıma acımadım. Yalnız içinde bulunan çocuğa bir parça acıdım. O kayığın makinesi bozulduğu ve yelkeni de, rüzgâr onun aksiyle geldiği için fayda vermediğini ve denizin mevcleri de pek büyük, evvelâ kayığa ve zahiren bize hücum etmesiyle beraber kayığın içine girmediği için, kemâl-i sabır ve şükürle karşıladık ve sâlimen sahile çıktık. “Elhamdü lillâhi alâ külli hal” dedik.

Said Nursi

Emirdağ Lahikası-2 (198)