Etiket arşivi: erdoğan esenkal

Sizin ileride dünyalık için birbirinizle yarışmanızdan korkuyorum!

Değerli DOSTLARIM,

BAŞIMIZI DEVEKUŞU gibi kuma sokarak, hiçbir problemi çözemez, menfiliği ve kötülüğü ortadan kaldıramayız. Musibeti, şerri, hastalığı görüp, doğru teşhis edip, isabetli tedavi metotları uygulayarak bataklığı ve mikropları kurutur, hastalığı iyileştirebiliriz.

Gözümüzü kapatıp görmeyince, kulaklarımızı tıkayıp duymayınca; menfilikler, çirkinlikler, şerler, yanlışlar, hatalar v.b. şeyler düzelmiyor, ortadan kalkmıyor. 

(Erdoğan Esenkal)

***

“Bana, ‘SEN ŞUNA BUNA NİÇİN SATAŞTIN?’ diyorlar. Farkında değilim. Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemiş de ayağım ona çarpmış; ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hâdise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler, dar görüşler!” / (Said NURSİ)

***

“Bakın, işin aslı şu: Biz bırakın Mezhepçi, tarikatçı, meşrepçi olmayız, ‘MÜSLÜMANCI’ da değiliz. Biz alemlere rahmet olarak gönderilen bir Peygamberin ümmetiyiz. Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalime karşı olacağız. Zalim babamız da olsa, mazlum düşmanımız da olsa. İŞİ EHLİNE VERECEĞİZ. Ehliyet ve liyakat imandan önce gelecek. Kamu işlerinde öyle oğul, damat, gelin, kayınbirader, enişte, torun, hemşehri, dayı, amca, kuzen değil. Ehliyet esas ve öncelikli, olmazsa olmaz şart olacak. Elbette özel işlerimizde de öyle iş bazında. İSTİŞARE ve ŞURA esas olacak. Yoksa ALLAH o işin kefili değildir. O’nun rızasını yok sayarak O’na rağmen hedeflerimize ulaşamayız. 

Şu ekonomik kriz, siyasi kriz, giderek büyüyen savaş tehlikesi, aslında hızla içine sürüklendiğimiz maddi ve manevi hastalıklardan kurtulmak, bazı gerçekleri yeniden düşünmek, bir silkeleme ile çürük meyvelerin dallarından dökülmesi için hayra vesile olacak çileli bir reçete olabilir..

Bizim kulağımıza hoş gelen birçok hayali çözüm, aslında Şeytanın nefsimize hoş gösterdiği bir illüzyon olabilir.. Şunun farkına bir varabilsek, İMAM-HATİP karşıtlığı ile her ne şekilde olursa olsun İmam-Hatip’çilik aynı şeydir aslında.

Mesela birçok kişi, ideolojik olarak KEMALİZM’e karşı olsa da metodik olarak Kemalist’tir. Onlar da devleti ele geçirip, devlet gücü ile toplumu dönüştürmek istemektedirler. Ah şunu bir anlayabilsek.”…………………………………………………

https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/abdurrahman-dilipak/kadro-cemaat-orgut-iliskisi-uzerine-25719.html

***

“Hem eğer Hazret-i Ali olmasaydı dünya saltanatı, mülûk-ü Emeviyeyi bütün bütün yoldan çıkarmak muhtemeldi. 

Halbuki karşılarında Hazret-i Ali ve Âl-i Beyt’i gördükleri için onlara karşı muvazeneye gelmek ve ehl-i İslâm nazarında mevkilerini muhafaza etmek için ister istemez Emeviye Devleti reislerinin umumu, kendileri olmasa da herhalde teşvik ve tasvipleriyle etbaları ve taraftarları, bütün kuvvetleriyle hakaik-i İslâmiyeyi ve hakaik-i imaniyeyi ve ahkâm-ı Kur’aniyeyi muhafazaya ve neşre çalıştılar. 

Yüz binlerle müçtehidîn-i muhakkikîn ve muhaddisîn-i kâmilîn ve evliyalar ve asfiyalar yetiştirdiler. 

Eğer karşılarında Âl-i Beyt’in gayet kuvvetli velayet ve diyanet ve kemalâtı olmasaydı, Abbasîlerin ve Emevîlerin âhirlerindeki gibi bütün bütün çığırdan çıkmak kaviyyen muhtemeldi.“

(Mektubat -19. Mektup)

***

Kanaat-ı acizanem, bu zamanın Hazret-i Ali’si  ve Al-i Beyti alaküllihal, Bediüzzaman hazretleri ve Risale-i Nur Talebeleri olmak lazım gelir. 

İslamiyet adına, vatan, millet, ümmet namına, İlayıkelimetullah uğruna, din, iman yolunda; mevcut iktidarın ve herkesin, her cemaatin yaptığı müspet hizmetleri, hayırları, iyilikleri, sevabları tebrik ve teşvik eder, alkışlarız, destekçisi ve duacısı oluruz.

Ancak Dinimize göre, yapılan  menfi, hatalı, yanlış, eksik, zararlı ve günahlı icraat ve davranışları görüp tespit edince de, yapıcı bir şekilde uyarır, ikaz eder, ihtar eder, nasihat ederiz. 

Devletin, hükümetlerin, kurumların ve şahısların yanlış, hata, zarar ve günahları karşısında gözlerimizi yumup görmemezlikten gelerek, devekuşu gibi başımızı kuma sokmayız. 

Menfi ve hatalı faaliyet, karar ve davranışları onları yıpratmak, zarar vermek, muhalefet yapmak için değil, ıslah ve tedavi olması için tenkid eder, ikaz ederiz. 

Biz bağnaz tarafgirler gibi parti, hükümet, siyasetçi v.s. desteklemeyiz. 

Nur talebelerinin, bütün gaye, hamiyet, karar, tavır, tutum ve faaliyetleri; İslamiyet hakikati, İman davası, ebedi hayatımızı kurtarma cabası, hedefi ve istikameti doğrultusunda olmalıdır. Vesselam. 

(Erdoğan Esenkal)

***

Minbere son çıkışında Resulullah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu:

“Sizinle benim buluşma yerimiz havuz (kevser) başında olacak. Ben şu anda buradan ona bakıyorum. Ben sizin benden sonra şirke düşmenizden korkmuyorum. Ama ben sizin ileride dünyalık için birbirinizle yarışmanızdan korkuyorum.”

Ukbe diyor ki: “Efendimize son bakışım işte bu minberdeki bakışımdı. Onu bir daha göremedik.”

***

Eğer denilse:

”Neden hilafet-i İslâmiye Âl-i Beyt-i Nebevî’de takarrur etmedi? Halbuki en ziyade lâyık ve müstahak onlardı?”

Elcevap:

Saltanat-ı dünyeviye aldatıcıdır. Âl-i Beyt ise hakaik-i İslâmiyeyi ve ahkâm-ı Kur’aniyeyi muhafazaya memur idiler.

Hilafet ve saltanata geçen, ya NEBİ gibi masum olmalı veyahut Hulefa-yı Raşidîn ve Ömer İbn-i Abdülaziz-i Emevî ve Mehdi-i Abbasî gibi hârikulâde bir zühd-ü kalbi olmalı ki aldanmasın.

Halbuki Mısır’da Âl-i Beyt namına teşekkül eden Devlet-i Fatımiye Hilafeti ve Afrika’da Muvahhidîn Hükûmeti ve İran’da Safevîler Devleti gösteriyor ki saltanat-ı dünyeviye Âl-i BEYT’e yaramaz, vazife-i asliyesi olan hıfz-ı dini ve hizmet-i İslâmiyet’i onlara unutturur.

Halbuki saltanatı terk ettikleri zaman, parlak ve yüksek bir surette İslâmiyet’e ve KUR’AN’a hizmet etmişler.

İşte bak! Hazret-i HASAN’ın neslinden gelen aktablar, hususan Aktab-ı Erbaa ve bilhassa Gavs-ı A’zam olan Şeyh Abdülkadir-i Geylanî ve Hazret-i HÜSEYİN’in neslinden gelen imamlar, hususan Zeynelâbidîn ve Cafer-i Sadık ki her biri birer manevî mehdi hükmüne geçmiş, manevî zulmü ve zulümatı dağıtıp envar-ı Kur’aniyeyi ve hakaik-i imaniyeyi neşretmişler. Cedd-i emcedlerinin birer vârisi olduklarını göstermişler.

(Mektubat – Said NURSİ)

Büyük hayaller kuran adamlar nerede?

Kendi ifadesiyle, İran devrimini yapan HUMEYNİ’nin büyük hayranı, Milli görüş ve N. Erbakan’ın taraftar ve müntesibi, Meclis Başkanı Bülent Arınç’ın basın danışmanı, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Basın Başdanışmanı ve Anadolu ajansı eski Genel müdürü, şimdinin Yeni şafak yazarı Kemal Öztürk ciddi bir hayal kırıklığı ve ümitsizlik içerisinde; İslam alemi ve Toplumumuz içerisinde Büyük HAYALLER kuran, büyük FİKİRLER üreten adamlar arıyor.

Kemal Bey, genç yaşlarında önemli mevkilere getirilmiş, görevlerde bulunmuş başarılı muhafazakar bir AYDIN. 

Sayın Öztürk gibi bir hayli, “Seyyid Kutup, Mevdudi, Humeyni, N. Erbakan v.s.” hayranı ve mensubu müslüman aydın, ülkemizde 16 senedir siyasal islamcı bir iktidar bulunmasına rağmen şu an bir tatminsizlik, yetersizlik ve arayış içerisine girmiş bulunmaktalar. 

Onlar zannediyorlardı ki, Müslümanlar iktidara gelince bir anda veya kısa sürede, ortam ve toplum tertemiz, güllük gülistanlık olacak, asr-ı saadet hayatı yaşanmaya başlayacak.

Beklediklerini tam olarak bulamayıp, bir de maddi imkan, makam ve güce kavuşan bazı müslümanlarda ki yozlaşma, dünyevileşme ve bozulmayı da görünce ciddi bir ümitsizlik ve karamsarlığa kapıldılar.

Ancak, SİYASAL İSLAMCI kesime mensup bir müslüman olan Kemal bey, “AYDIN” bir insan olmasına rağmen malesef, ülkemizde yaşamış, 20. yüzyılın ve günümüzün en büyük İSLAM mütefekkirlerinden, müceddit Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin hayatını ve mücadelesini bilmiyor. Ayrıca telifatı olan RİSALE-İ NUR külliyatını da, ya okumamış veya okumuş ise de mahiyet ve hakikatini kavrayamamış demektir. 

Kemal bey, Bediüzzaman’ı tanımış, Risale-i Nurları anlamış olsaydı, şu an YEİS içerisinde, “bülyük fikirler üreten adamlar” aramak peşinde olmazdı.

Haydi diyelim ki, Kemal Öztürk ve onun gibi muhafazakar aydınlar, Bediüzzaman’ı ve Risale-i Nurları araştırmadılar, hakkıyla tanıyamadılar veya anlamadılar.

Siyasal islamcı iktidar döneminde de islam aleminde ve toplumumuzda bekledikleri müspet düzelme ve değişimi göremediler, bulamadılar, yeise kapıldılar. 

Peki bu gelişmeler karşısında, NUR talebeleri ne yapıyorlar? Özellikle Risale-i Nur talebelerinin ilim, irfan sahibi, münevver, muallim, mütefekkir, muharrir, akedemisyen, ve bürokrat kesimi ne ile meşgul oluyor? Ne gibi temsil ve tebliğ çalışması yapıyor, faaliyette bulunuyor, gayret gösteriyor, caba sarf ediyor?

İyi gözlem ve tespit yapamamış, yanılıyor olabilirim ancak kanaatimce (istisnalar vardır) mevcut Nur talebesi gruplarının önemli ve büyük kısmı, içe dönük bir hizmet ve faaliyet yapıyor gibi. Yani şahsi okuma, Cemaati dersler ve ziyaretler, Nur dershanesine gelenlere yapılan tebliğ ile sınırlanmış bir hizmet faaliyeti. (tabii ki bu faaliyetler çok hayati, önemli ve öncelikli) Hazret-i Üstadımızın 1950 yılına, 3. cü Said dönemine kadar yaptığı hizmet tarzı. 

Halbuki Üstadımız 1950 den sonra Risale-i Nurların geniş dairelerde, farklı kesimlerde, kalabalıklarca tanınması, duyulması, topluma mal olması için çok çeşitli ve müessir faaliyet ve hareketlerde bulunmuş, dikkati Risale-i Nurlar üzerine çekecek, basında ve kamuoyunda gündem oluşturacak, ilgi uyandıracak teşebbüsler yapmıştır. Risale-i Nurların mahiyetini ve davasını anlatmak ve duyurmak için lahikalar neşretmiş, gazetelere yazılar ve haberler göndertmiş, beyanatlar vermiştir.

Şu an İslam ümmetinin ve toplumumuzun, özelliklede müslüman kesimin her zamankinden daha fazla şiddetle ve aciliyetle, Risale-i Nur’lar da yazılı tahkiki İman hakikatlerine ve  hizmet metodlarına ihtiyacları vardır. 16 senelik İslami iktidar döneminde maddi olarak imkanları artan, zenginleşen, makam, mevki, güç sahibi olan müslümanlar bu dünyevi imkanlar, şeytanın tuzakları ve nefsani istekleri karşısında maneviyatlarını nasıl muhafaza edecekler? Yıpranmaktan ve yozlaşmadan kendilerini ne şekilde koruyacaklar? 

Bu hastalıklarını tedavi edecek reçeteyi ve hakikatleri ancak asrın tefsiri olan Risale-i Nur’lardan öğrenebilirler.

Bu bakımdan tekrar ediyorum bütün Risale-i Nur talebelerine, özellikle ilim, irfan sahibi, eli kalem tutan yazarlarına, dili laf yapan hatiplerine çok çok daha fazla vazife düşmekte, mesuliyet yüklenmektedir. 

“Ya işte bu sorunların ilacı Risale-i Nur’larda var. Alıp okusunlar, derslere gelip dinlesinler” demek yol göstermek ve çözüm değildir. Hazret-i Üstadımızın tarzı da değildir. Hastaya ilacını bizler götürmeliyiz. 

ALLAH (C.C.) rızası için NUR TALEBELERİ olarak; çok geç olmadan, hastalık ilerlemeden, yozlaşma, gevşeme, bozulmalar artmadan, ümitsizlik ve karamsarlık yaygınlaşmadan hızla silkinip harekete geçelim, temsil ve tebliğ vazifemizi hakkıyla yapalım inşallah.

En kalbi muhabbet ve hürmetlerimle.

Erdoğan Esenkal

Kavvamlık görev, yetki ve sorumluluğunu terk etmiş erkekler

Aşağıdaki yazı 2011 yılına ait. Yaradılışa, şeriata aykırı davrandıkları, yaşamaya kalktıkları için; Şu an (7 sene geçmiş) çevremde bildiğim, gördüğüm, duyduğum evli ERKEKLERİN durumu çok daha vahim, HANIMLAR yönetimde güçlendikçe daha mutsuz ve huzursuz. 
Anne-Babalar üzüntülü ve umutsuz.
*
Geçenlerde ziyaretine gittiğim arkadaşım bir BABA, bana  şöyle dert yandı: 
“Gelinimizin bize karşı saygısız davranışları, tavır alması  karşısında oğlumuzun sessiz ve ezik kalışı, eşimle beni kahrediyor, üzüntüye boğuyor.” 
devamla, 
“Gelinimizin, Oğlumuza karşı evin reisi oymuş gibi emreder, otoriter, yönetir ve başına buyruk tarzda davranış ve talimatvari konuşmaları karşısında, oğlumuzun kavvamiyetini kaybetmiş, sünepe, zavallı, aciz ve sinik haline tahammül edemiyoruz, hiç olmazsa görmemek için pek bir araya gelmek, görüşmek istemiyoruz. 
Bu ailede bu anne, nasıl Allah korkusu, peygamber sevgisi ile mücehhez imanlı, şuurlu, faziletli, ahlaklı, edepli evlat yetiştirecek.”
diyerek sözleri boğazında düğümlendi.
*
Ne kadar hazin değil mi?
Hem de görünüşte oğul ve gelin muhafazakar ve mütedeyyin insanlar güya! 
Ya Allah tanımaz olsalardı? (Haşa)
*
Kanaatimce muhafazakar kesimde de kanser mikrobu gibi hızla çoğalan ve bulaşan, bu fıtrata, islamiyete, insaniyete ters ve aykırı; dominant, feminist, korkusuz, başına buyruk, baskın ve erkekleşmiş kadın modeli ile yöneticilik görevini bırakmış, kişiliksiz, ezik, lakayd, zavallı, aciz, (avam tabirle kılıbık) koca modelinde; 
SUÇ ve HATA, kavvamlık görev, yetki ve sorumluluğunu terk etmiş veya layıkıyla yapmayan, yapamayan erkeklerde.
Günümüzün kendini müslüman, muhafazakar olarak tanımlayan erkeklerinin  (kocaları) ekserisi, kendilerini tamamiyle karılarını mutlu ve memnun etmeye, isteklerini yerine getirmeye veya şirretlik ve şerlerinden korumaya odaklanmış durumdalar. ‘Aman bana bulaşmasın, yaptırım uygulamasında, istediği gibi yaşasın.’ yaklaşımını sergilemekteler. 
ALLAH tarafından kendisine verilen ve yüklenen, asli ve fıtri vazifesi olan; karısını, çocuklarını kısacası ailesini Allah’ın rıza ve emrine göre KIVAMA getirme, YÖNETME vazifesini yapmaya yönelmiyorlar. 
Bu tutumlarını uygularken, kendi anne-baba, kardeş, hısım ve akrabalarının hakkı, hukuku, memnuniyeti, rızalarını, helalliklerini alma, gönüllerini kazanma gayret 
ve cabası maalesef çok geri planda kalmış durumda. 
Kimi sevip, sayacak, yakınlık, ilgi gösterecek, daha sık gidip gelecek, ilişki ve iletişimde olacak, ahbaplık, arkadaşlık yapacak hepsini karısı ayarlamakta. 
Çocuğunun eğitimide karısının belirlediği şekilde olacak.
*
Günümüz müslüman, muhafazakar kızları (kadını) ise; büyük çoğunluğu itibariyle, ALLAH’ın hukuku, hükümleri, Peygamberimizin sünnetini bir kenara bırakmış tamamen nefis, ene, gurur, kibir ve gösterişin esir ve bağımlısı olarak kocalarına ve erkeklere hükmetme ve yönetmeye meyletmiş durumdalar. 
(Allah’ın rızasına uygun olarak) Rahat ve huzurunu, mutluluğunu evinde ve çocuklarını yetiştirmekte değil; çalışmakta, kariyer yapmak, statü sağlamakta, sokakta, kafede, alışverişte, otelde, partide, patırtıda, plajda, denizde, gezip-tozmada, nefsinin hoşuna giden mekan ve etkinliklerde aramaktadır. 
Bu durum Aile kurumunu, yeni nesillerimizi, kısacası istikbalimizi ciddi olarak tehdit etmektedir. Vesselam.
Erdoğan ESENKAL

Regaib Kandili Duası

Değerli  Dost, Arkadaş Ve Kardeşlerim,

 

Cenab-ı ALLAH’ın izniyle, Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin verdiği müjde ile; İttihad-ı İslam hakikatinin tam manasiyle hayat bulup, tahakkuk etmesine çok az bir zaman kaldığı böylesi güzel günlerde,

Üç aylarınızı ve mübarek REGAİB kandilinizi, en kalbi duygularımla ve muhabbetle tebrik eder, Başta Alem-i İslam olmak üzere bütün İnsanlık alemine huzur, sağlık, barış, saadet, bereket, refah ve hayırlar getirmesini temenni ederim.

En önemlisi de; bu mübarek ayların ve gecelerin, İnsanların Hidayete ermesine, Müminlerin İman-ı kamil mertebesine ulaşmasına vesile olmasını, Cenab-ı Erham’ür Rahim olan RABBİMİZDEN niyaz ederim.

 

Makbul ve müstecap dualarınıza muntazır,

Erdoğan Esenkal

(Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) Regaib gecesinin içinde bulunduğu Recep ayında çok dua eder, namaz kılar, oruç tutar, iyiliklerin her çeşidini yapar, sadaka vermeye özen gösterirdi. Regâib gecelerinde dua etmek, tevbe ve istiğfarda bulunmak, bu geceyi kutsal kabul etmek suretiyle çeşitli ibâdetlerle geçirmek, genel olarak alimler arasında kabul görmüştür.)  

REGAİP KANDİLİ DUASI 

Euzü billahi mine’ş-şeytani’r-racîm

Bismillahi’r-rahmani’r-rahîm

Ey bizleri varlığa erdiren

Var olmadaki sonsuz zevki gönüllerimize duyuran

Güzeller güzeli rabbimiz!

Sana sonsuz hamd ü senalar olsun.

Sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammed Mustafa’ya sonsuz salât ü selam olsun.

İçinde bulunduğumuz şu mübarek Regaib Kandili münasebetiyle bu gecenin senin katındaki kutsiliğini de vesile edinerek dergâh-ı ilahînin önünde ellerimizi açıp yalvarıyoruz:

YA İLAHE’L-ALEMİN!

Bize verdiğin isteme duygusu ve istenenleri vereceğin inancıyla engin rahmetinin kapısına dayanıyor, şu mübarek Regaib gecesinde bir kere daha hâlimizi arz etmek istiyoruz.

EY ÇARESİZLER ÇARESİ!

Senin dualara icabet etme mecburiyetin yoktur;

Ama bizim ona ihtiyacımız hissettiklerimizden de çoktur.

Bütün dileklerimizi kabul buyur

Ve bunları kabulünü vicdanlarımıza duyur;

Yalnızlıkla tir tir titreyen kalblerimizi iman ve itminanla doyur.

EY KAİNATIN SULTANI!

Dua edenlere cevap veren sen,

Izdırapları dindirip ihtiyaçları gideren sen,

Devrilenleri kaldırıp doğrultan sen,

Çatlayıp kırılanları sarıp-sarmalayıp tedavi eden de sensin!

Senden ayrı kalışımız ruhumuza renk attırdı;

Nefsânîlik ve gaflet, ibadetlerimizin mânâ ve özünü alıp götürdü;

Samimiyetsizlik dualarımızın kolunu-kanadını kırdı.

Sinelerimiz bomboş, düşüncelerimiz tutarsız, kalbî ve ruhî hastalıklarımız bizi yere sermek üzere..

Var eden sensin, yok eden de sen; uzak tutan sensin, yaklaştıran da sen;

Sen bizi biz etmeseydin biz bu duyduklarımızı duyamaz ve bize imanın neş’esini tattırmasaydın şu söylediklerimizi söyleyemezdik.

Verdiklerin vereceklerinin referansı; diliyor ve dileniyoruz, bize yakınlığını duyur ve benliğimizde sana karşı yaklaşma heyecanları uyar ya Rabbi!

ALLAH’IM!

Elimizden tut, dostlarının yüzüne baktığın gibi bize de rahmetinle teveccühte bulun..

İç dünyamızı varlığının ziyasıyla nurlandır ve bizi sensizliğin zulmetlerinden, zindanlarından halâs eyle; halâs eyle ve eşiğine baş koymuş kapının şu sadık kullarını yalnız bırakma.

Senden kalblerimize ışık, iradelerimize güç, düşüncelerimize istikamet, niyetlerimize de ihlas istiyoruz. Bizleri iç dünyamızla yeniden inşa ederek ruhlarımıza ahsen-i takvîm sırrını duyur ya Rabbi!

EY AFFI TECZİYESİNİN ÖNÜNDE RAHMET TAHTININ SULTANI!

Ya Rabbi dokuz asır tevhide bayraktarlık yapmış bir milletin torunları olarak biz senin adını omzumuzda taşımaya,

Âfaktan âfâka serhad türküleri söyleyerek gezmeye,

Kaleleri aşmaya, cihana muvazene getirmeye,

İnsanlık için denge unsuru olmaya alıştık Ya Rabbi.

Sen bizi buna davet ettin, “sizi ifrat ve tefritin ortasında ümmet-i vasat yaptım” dedin. Bizlerde böyle olmaya çalıştık,

Sen bizleri devletler muvazenesinde olması gereken ufka ulaştır ya Rabbi!

EY YÜCELER YÜCESİ!

Cihanın çeşitli yerlerinde yeni gelişmelerin olduğunu duyalım ve bunların şükrünü eda etmek için iki büklüm huzuruna gelelim.

Minarelerden hakiki manasına uygun Allah-u Ekber nidalarının yükseldiğini duyalım..

Gözyaşlarımızı ceyhun ederek huzuruna koşalım..

İki büklüm rükua varalım.. Bu az oldu diye secdeye kapanalım..

Gözyaşlarımıza muhtaç seccadeleri ıslatalım..

Ve pek çoğumuz bu neşvenin içimizde hasıl ettiği mevcelenme ile canı dudağına gelmiş, kalbi durmuş insanlar olarak ruhumuzu teslim edelim..

İnşirah, beşaret ve beşaşet içinde şadırvanların temiz güvercinleri gibi kanat çırpalım, sana yükselelim..

Bedrin aslanları gibi, Uhud’un kaplanları gibi, cihan tarihinde benzerine az rastlanan harika nesiller gibi olma yolunda bir hayat sürelim..

Bizi bu mübarek gece hürmetine bu türlü lütuflarla şerefyâb eyle ya Rabbi.

EY RAHMETİ GAZABININ ÖNÜNDE BULUNAN,

KULLARININ TEVBELERİNİ KABUL BUYURAN VE DUA DUA YALVARANLARIN NİDALARINA İCABET EDEN YÜCE RABB’İMİZ!

Amellerimizdeki eksikliklere ve sözlerimizdeki kırık-döküklüğe değil, hakkındaki hüsn-ü zannımıza ve rahmetine bağladığımız recâmıza göre muamele et ve bizim dualarımıza da icabet buyur;

Bizi haybet ve hüsrana uğratma!

EY KORUYUP KOLLAYAN YÜCELER YÜCESİ!

Bilerek ya da bilmeyerek işlediğimiz günahlardan dolayı bize azap etme..

Şu aciz kullarına, gazabının önüne geçmiş o engin rahmetinle ve fazlınla

Muâmele eyle..

Bizi dünyevî  afet ve rezaletlerden,

Ahiret azabından,

Kalbleri fenalığa esir düşmüş kötü insanların şerlerinden,

Fâcir kimselerin komplolarından,

Düzenbazların hîle ve tecavüzlerinden,

Bozguncuların kırıp dökmelerinden

Ve bütün despotların zulmünden

Sen bizleri ve ülkemizi

Muhafaza buyur ya Rabbi!

Ya Rabbi bize dünya da ve ahirette iyilikler lutfeyle

Bizleri cehennem azabından azad eyle

Ya Rabbi bizi, anne ve babamızı, ve bütün inananları büyük buluşma ve duruşma gününde sen mağfiret eyle

Ya Rabbi ülkemize ve islam alemine birlik ve düzen

Bütün dünyaya da huzur ve barış nasibeyle

EY YAPILAN DUALARA CEVAP VEREN ALLAH’IM!

Sana itaat edilir Sen karşılığını veririsin;

Sana isyan edilir, sen bağışlar ve affedersin,

Darda kalanlara icabet edersin,

Zararı sıkıntıyı ortadan kaldırırsın

Hastalara şifa, dertlilere deva verirsin

Günahları bağışlar, tövbeleri kabul edersin

Sen bizlerin dualarını kabul buyur ya Rabbi!

EY YÜCELER YÜCESİ!

Efendimiz Hazret-i Muhammed’e,

Muallâ aile efradına

Ve bütün Ashab-ı Güzînine

Salât u selam ederek ve şu mübarek Regaib gecesini vesile edinerek bunları senden dileniyoruz; dualarımızı kabul buyur ya Rabbi!..

Amin amin amin

Velhamdü Lillahi Rabbil Alemine’l-fatiha

 

Fatih, Bütün Ümmetin Sultan’ı Olsun!

Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fetheder. Fetihten sonra İstanbul’un manevi büyüklerinden birisi olan Ebul Vefa hazretlerini ziyarete gitmek ister. Ebul Vefa’nın evinin önüne gelen Fatih, içeri girmek için kapıların açılmasını bekler. Fakat hiç beklenmeyen bir şey olur. Ebul Vefa’nın evinin kapıları kilitlenir. Fatih ve etrafındakiler hayret içindedirler. Açılması gereken kapı kapanır. Bir şey anlayamazlar. Cihanı titreten koca Fatih, Ebul Vefa’nın kapısında sessizce beklemektedir. Lakin bir anlam da veremez.

Dışarıda Fatih, içeride ise Ebul Vefa düşünceler içindedirler. Fatih gözlerini göğe doğru çevirir. Derin ufuklara bakar. Fatih Sultan’da, Ebul Vefa da ağlamaktadırlar. Fatih’in dudaklarından şu cümleler dökülür.  “Katillere, canilere, hırsızlara kapanmayan bu kapı bize niye kapanır ki! Zağanos Paşa, bizim suçumuz nedir? Biz canilerden daha mı günahkârız. Vefa sultan niçin bizi kabullenmez.”

Fatih bu tavrın sebebini merak etmektedir, diğer yandan da üzülmektedir. Zağanos Paşa bir an hamle yapar.  “İçeri girip bunu öğreneceğim”  der. Lakin Fatih büyük bir edep içinde;  “hayır Zaganos”  der.  “Ebul Vefa hazretleri bizi kabul etmiyorsa elbet bir bildiği vardır. Demek ki huzura kabul edilecek duruma gelmedik henüz”  der ve atının yularını çekip sarayına döner.

Ebul Vefa hazretleri Fatih’i niye kabul etmedi?

Ebul Vefa’nın tavrını merak eden talebeleri üstadın huzuruna girip bunun sebebini öğrenmek isterler. Sultan Fatih’in döndüğünü öğrenen Ebul Vefa gözyaşlarını siler ve sessizce şunları söyler;

“Fatih’in bizim yanımızda özel bir yeri vardır. Bizim ona büyük muhabbetimiz vardır. Onu dergâhımıza kabul etmedik. İki sebepten dolayı dergâhımızın kapısını Fatih’e açmadık:

Birincisi;  Fatih bu dergâha girer ve tasavvufun güzelliğini, manevi halin tadını alırsa korkarım ki tahtına bir daha dönmez. Biz, Fatih’in Fatihliğine muhtacız, dergâhımızda ki talebeliğine değil. Fatih, Fatih olarak kalmalıdır. Eğer o tahttan inerse İslam ümmeti çok şey kaybeder.

İkincisi;  Fatih bizim dergâhımıza gelip-gider, dergâhımızda ki manevi hali görürse korkarım ki her türlü iyiliği ve yardımı bize yapar. Her türlü himmeti bizim dergâhımıza döker. Sadece bu dergâha çalışır. Diğer Müslümanları ihmal eder. Halbuki biz isteriz ki Fatih bütün ümmetin Fatih’i olsun, sadece bu dergâhın değil. İşte onun için biz Fatih’e dergâhımızın kapısını açmadık.”

***

Ara’dan 500 sene (5 asır) geçtikten sonra diğer bir maneviyat büyüğü, yüzyılın müceddidi BEDİÜZZAMAN Said Nursi, 1950 senesinde iktidara gelen Demokrat Partili Başbakan Adnan MENDERES’in kendisini ziyaret talebeni geri çeviriyor, kabul etmiyor. Hem de İSLAM KAHRAMANI olarak tavsif ettiği ve çok sevdiği bir Lideri.

Bediüzzaman Hazretleri Barla’ya sürgün edilip, Risale-i Nurların telifine başladığı tarihten, vefat edene kadar ki dönemde, siyasetten ve siyasetçiden hep uzak durmuştur. Sadece Başbakan Adnan Menderes’i değil, kendisini ziyaret etmek isteyen, Bakan, milletvekili ve Parti üst yöneticilerinin ziyaretlerine de müsaade etmemiştir.

Bu davranışının bazı istisnaları olmuştur. Bir nevi emrivaki tabir edilen, izin almadan bulunduğu beldeye gelip görüşmek için çok ısrarcı davranan, -ki bunların içerisinde 2 veya 3 tanesi CHP milletvekilidir- siyasilerdir. Bediüzzaman’ın bu ısrar karşısında kaidesini bozması da, “DİNİ, SİYASETE ALET ETMEK DEĞİL, SİYASETİ DİNE ALET ETMEK” nev’indendir diyebilirim. Yani, ziyaretine kabul ettiği siyasilere, (bir daha gelmemelerini rica ederek) Kur’an ve İman hakikatlerini ders vermek, Risale-i Nur’ların mahiyetini ve davasını anlatmak, Onların kendileri için değil; Din, vatan, millet menfaatine hareket etmelerini, çalışmalarını teşvik ve tavsiye etmek amacıyladır.

Yoksa Devlet ve siyaset adamlarından, kendisi, talebeleri, hatta NUR cemaatinin menfaati ve yararı için en ufak dünyevi ve maddi bir istek ve talepte bulunmamıştır. Kendisinin talebi olmadığı halde verilmeye çalışılan maddi imkan, makam ve mevki’leri de reddetmiştir. Bütün hayatı ve 130 parçadan oluşan eserleri bu durumun en önemli şahit ve delilidir.

Bediüzzaman’ın bu tavrını;

“Nur Risalelerinin ve Nurcuların siyasetle alakaları yok. Ehl-i dünya Nur Talebelerinden hiç evham etmesinler. Çünkü bizim hizmetimiz dünyevî değil, uhrevîdir. Risale-i Nur, rıza-i İlâhiden başka hiçbir şeye âlet edilmediğinden mümkün olduğu kadar Risale-i Nurun mensubları içtimaî ve siyasî cereyanlara karışmak istemiyorlar. Çünkü iman dersi için gelenlere, tarafgirlik nazarıyla bakılmaz. Dost düşman, derste fark etmez.”  (Emirdağ lahikası)

sözleriyle özetlemek mümkündür.

Risale-i NUR hizmet mesleğinin en temel esaslarından olan bu istikametli ve isabetli tavır ve tutumu; Bediüzzaman’ın hizmetinde ve Risale-i Nur’un neşir vazifesinde bulunan “Saff-ı evvel” olarak tanımlayabileceğimiz manevi varis, vekil ve erkanların da dahil oldukları, ‘NUR HİZMETİ’ istişare heyetleri tarafından da devam ettirilmektedir.

Zaman zaman kendisine Nur cemaati diyen (dış ve iç istihbarat ve şer odaklarının da tahrik ve organizesiyle) küçük marjinal ve radikal guruplar ile bazı bireyler, SAİD NURSİ’nin belirlediği“euzubillahi mineşşeytani vessiyaseti” istikametli çizginin dışına çıkarak hareket etmişlerse de büyük bir hüsran, hasaret ve helakate düçar olmuş, yok olup gitmişlerdir.

Bediüzzaman; ‘Şeriatta, yüzde doksan dokuz ahlâk, ibadet, âhiret ve fazilete aittir. Yüzde bir nispetinde siyasete mütealliktir; onu da ulü’l-emirlerimiz düşünsünler.’diyerek. Kendisinin ve Nur cemaatinin vazifesini tanımlamış ve sınırlarını belirlemiştir.

Ayni, Ebul Vefa hazretleri gibi, İslam tarihinde daha önce gelen, ehl-i Beyt, İmam, aktap, asfiya, müceddit v.b evliya ve ulema zatlardan oluşan selef-i salihin silsilesinin yaptığı gibi.

Şimdi ve bundan sonra ki gelecek devirlerde de, NUR Talebelerinin en önemli, öncelikli sorumluluk ve görevi bu fevkalade isabetli ve hakikatdar, “ ŞEYTANDAN ve SİYASETTEN ALLAH’A SIĞINIRIM ” düsturuna aynen uymak ve devam ettirmektir.

“Teşbih’te hata olmaz”  kaidesince; UHUD harbinde, bir anlık zafer sevinciyle Peygamberimizin (S.A.V.) emrini unutup, tepeyi terk eden Okçu sahabeler gibi, NURCULAR’da,  “şartlar ve zaman değişti”  diyerek asli vazifeleri olan İMAN hizmetini kesinlikle terk etmemelidir. Vesselam.

Erdoğan Esenkal – Nurdan Haber