Etiket arşivi: erkek

Erkeklik adım adım bitiriliyor mu?

Batıyı takip eden batı hayranları; batıdaki gelişmeleri adam gibi güncel takip etseler, belki batının doğrularından faydalanacaklar. Yok bizimkiler, batının nerde İslam’a ters bir yanı varsa onun peşindeler. Batı yeni bilimsel araştırmalarla İslam’a doğru gidiyor. Bilim Kur’an-ı tasdik ediyor. Fakat bizim batı hayranları, adamların; vazgeçtiklerinin, attıklarının, yanlışlarının, çerinin, çöpünün peşinde giderek, batının pisliğini takip etme merakındalar.

Biz feminizm hayranlığıyla kadınları kışkırtırken, batı aile kurumunun çöktüğünü görünce yaptığı yanlışı fark etti; kadın ve erkeğin yaratılışına uygun olan geleneksel rollerine dönmesi üzerine toplantılar düzenliyor. Her geçen gün açıklanan yeni araştırma sonuçları kadın ve erkeğin yaratılış farklılıklarının ne kadar önemli olduğuna dikkat çekiyor. Fakat bizim bazı üniversite hocalarımız bile çıkıp, kadın ve erkek arasında çok da önemli farklılıklar olmadığını iddia edebiliyor. Cehalet üniversite hocası olmakla da bitmiyor demek ki.

Amerika, kadın kışkırtmacılığının zararlarını ve erkekleri nasıl tükettiğini fark etti; bu konularla ilgili çalışmalar yapıyor. Konu ile ilgi bir kaç kitap adı ve içinden kısa notlar:

Susan Faludi, “Sertleşmiş Amerikan Erkeğinin İhaneti” adlı kitabında “Erkeğin çıkmazda olma duygusuna değiniyor.” Faludi’nin Amerikalı erkekler hakkındaki çalışmasının temelinde şu soru soruluyor: “Eğer erkekler sıkça söylendiği gibi hükmeden cins iseler, neden bu kadar çok erkek, kendilerine hükmedildiği ve hayat tarafından ezildiklerini hissediyor?

Susan Faludi “Kendimi hadım edilmiş hissediyorum.” diyen erkeklerin erkek stresi, utancı, depresyonu ve şiddetinin, erkeklerin şahsi birer sorunu olmayıp, uğradıkları sosyal ihanetin bir ürünü olduğu sonucuna varıyor.

Erkek Olmanın Tehlikeleri: “Erkek Olma Ayrıcalığı Masalına Rağmen Hayatta Kalmak” kitabının yazarı psikolog Herb Goldberg “Amerikalı erkekler nesli tükenme tehlikesi olan bir tür müdür? diye soruyor. Cevabı “Kesinlikle evet! Erkekler kendilerini fiziksel, duygusal ve psikolojik olarak imha etmekteler.

Erkek Çocuk Mucizesi” adlı kitabın yazarı psikolog Michael Gurian “Kızların yaşadıkları, erkeklerden daha kötüdür, demek olaya at gözlüğü ile bakmaktır.” diyor.

Dünya Sağlık Örgütünde danışman olan Dr Devra Lee Davis kitabının “Erkekleri Kurtarın” adlı bölümünde, erkeklerin baba olmakta giderek daha çok zorlandığını ve erkeklerin gerçek bir gerileme içinde olduğunu vurguluyor. “Erkekler toplumdaki önemli rollerini kaybettikçe, fiziksel olmasa bile psikolojik olarak tükenmiş olacaklardır.” diyor.

Babasız Amerika” adlı kitabın yazarı David Blankenhorn “ABD gittikçe babasız bir toplum haline geliyor. Bir önceki nesilde Amerikalı bir çocuğun, babası ile birlikte büyüyeceğini düşünmesi normaldi. Bugün ise bunun tersini beklemesi, oldukça mantıklı görünüyor. Erkekler kocalık ve babalık rollerinden koptukça, ekmek parası kazanmak, koruyuculuk, bakıp büyütmek, öğretmenlik, kılavuzluk gibi rolleri yerine getirmek için gerekli dürtüyü de kaybediyorlar.

Dr. Helen Fisher “Birinci Cinsiyet” adlı kitabında “Kız çocuklar sevilmek, erkek çocuklar saygı duyulmak isterler. Saygı ihtiyacı erkekliğin temelinde vardır.” diyor. Dr. Fisher’ in “Kadın dernekleri; kızların başarısı için okullara para akıtarak, eğitimi kızların lehine çevirdiler ve bu da erkeklerin okul başarısını düşürdü. Kızlar lehine yapılan değişiklikler, erkek çocuklara karşı olumsuz ayrımcılıktır.” diyor.

ABD Eğitim Bakanlığı ve dünyanın değişik yerlerindeki birçok üniversitede yapılan çalışmalardan elde edilen veriler, erkeklerin eğitimde geri kaldıklarını gösteriyor.

Kur’an-ı Kerîm de Hz. Musa peygamberin kıssasını anlatılır. Firavun iktidarını kaybetmemek için her doğan erkek çocuğunu öldürmeye başlar; fakat muvaffak olamaz. Kur’an-ı Kerim bir tarih kitabı değildir, kıyamete kadar yaşanacak pek çok olaya işaret vardır.

Günümüzde erkekleri, o zamanki gibi öldürülmüyor; fakat insan haklarına uygun olsun diye(!) psikolojik olarak erkeklik bitirilmeye çalışılıyor. Modernlik adı altında erkekleri, psikolojik olarak hadım ediyorlar.

Bunun için işe; erkekleri görüntü olarak kadınlara benzetmeye çalışarak başladılar: Önce erkeklerin sakallarını, sonra bıyıklarını aldılar. Sakalsız ve bıyıksız erkek, daha modernmiş gibi gösterildi. Pek çok erkek de oltaya geldi.

Sonra “kadın hakları, kadın hakları” diye diye kadınların haklı olduğuna toplumu inandırdılar: “Kadınlar eziliyor” diye çığırtkanlık yaparak, erkekler üzerinde suçluluk psikolojisi oluşturulmaya çalışıldı. Bu suçluluk psikolojisi ile erkekler haksız da olsa kadınların yanında yer almaya başladılar. Dünyanın öteki ucunda bir kadın öldürülse, erkekler utandılar.

Sonra erkekleri kibarlaştırma çalışmaları başladı: “Şöyle romantik olacaksın, böyle romantik olacaksın, kadını mutlu etmek senin görevin” deyip erkeklerin kendilerini, kadınları mutlu edemeyen odunlar, olarak hissetmelerini sağladılar. Suçluluk psikolojisi oluşturuldu.

Sonra eşitlik davası var bir de: “Kadın-erkek eşittir; buna inanmayan erkek; yobazdır, gericidir.” diye medya baskısına maruz kalındı. “Modern erkek, kadın- erkek eşitliğine inanır.” diye inandı erkekler. Modern olmak uğruna pek çok erkek, yaratılışına inat, eşitliği savundu. Kadın- erkek insan olarak elbette eşittir; ama erkeğin evinde “evin reisi” olarak bir söz hakkı üstünlüğü, yani iktidarı olmalıdır; eşitlik davası ile erkeğin elinden reisliğini de aldılar.

Tabi bu kadar baskıya hormonlar dayanamadı. Erkeği erkek yapan hormon testosterondur. Testosteron sadece bir cinsiyet hormonu değildir; erkeğe taşıdığı cinsiyetin özellikleri de bu hormonla yüklenmiştir. Erkeğin cinselliği, sakalı, bıyığı, kası, gücü, saldırganlığı, cesareti, neşesi, özgüveni, düşünce ve duygularla ilgili erkeksi bakış açısı bu hormonun denetimindedir.

Testosteron ile ilgili en önemli bilgi; testosteron seviyesi davranışı etkiliyor; davranış da testosteron seviyesini etkiliyor. Testosteronu düşen erkeklerin cinsel arzuları azalıyor; bunun yanında yorgun, sabırsız, alıngan, gergin, öz güvenleri az, depresyona meyilli oluyorlar, kolay baş eğiyorlar.

Testosteronu en çok etkileyen şey erkeğin evdeki ya da toplumdaki statüsünün özgüvenine yansıması: Erkek değer görmediğinde testosteronu düşüyor, değer gördüğünde yükseliyor. Kazanınca yükseliyor, kaybedince düşüyor. Öncelikle de erkeğin evdeki statüsü testosteronu çok etkiliyor. Karısı ve çocukları tarafından değer gören, saygı duyulan erkeğin özgüveni yerinde oluyor, bu da erkeklik hormonunu artırıyor. Erkeğin iş hayatındaki kazancı ve başarısı da testosteronu artırıyor; fakat erkek toplumda saygınlığı olmayan bir iş bile yapıyor olsa, ailesi tarafından takdir görüyorsa; erkeklik hormonu gayet düzgün çalışıyor. Testosteronu normal seviyelerde olan erkek; ailesine karşı korumacı, neşeli, cesaretli ve kontrollü oluyor.

Eşi ve çocukları tarafından değer görmeyen erkeğin özgüveni azalıyor ve testosteronu düşüyor. Testosteron aynı zamanda “cesaret hormonu” olduğu için karısından korkan, çekinen bir erkeğin testosteron seviyesi çok düşüyor. Kendini erkek hissetmediği için karısı ile de cinsel birliktelik arzusu duymuyor. Yani bir yerde iki iktidar olmuyor. Evde kadın iktidarsa, erkek iktidarını kaybediyor.

Aldatmaların çoğunda, değerli olma duygusu, yatıyor. Evde karısı tarafından değer görmeyen, eleştirilen erkekler, dışarıda bir kadın tarafından değer gördüğünde, düşen hormonları yükselmeye başlıyor ve çok çabuk eşini aldatabiliyor.

Erkekliğini kaybetmemek için kadın iktidarına girmek istemeyen erkekler, evlilikten kaçıyorlar. Fakat sevgili hayatı ile de olsa toplumda erkeği hor gören, küçümseyen kadınlarla muhatap oldukça azalan erkekliğini cinsel küfürlerle kapatmaya çalışıyor, bazı erkekler.

Erkeklerde az miktarda “kadınlık hormonu östrojen” kadınlarda da az miktarda “erkeklik hormonu testosteron” vardır. Testosteron aynı zamanda “cinsel istek hormonu” olduğu için kadında olunca, erkeğe karşı cinsel istek duymasını sağlıyor. Az bir testosteron kadına güzel bir cinsel hayat için yeterli oluyor.

Kadınlar feminizm tuzağı ile erkekleşirken hormonları da değişiyor. Kadın erkekleştikçe vücudunda testosteron artıyor, cinsel isteği normalin üstüne çıkıyor. İşin kötüsü; saygı görmeyen, cesareti kırılmış, karısından çekinen erkeğin vücudunda da kadınlık hormonları artıyor.

Bu durumda dengeler tersine dönüyor. Cinsel olarak kadın, çok istekli, erkek isteksiz oluyor. Günümüzde bu durum o kadar yaygın ki. İstekli kadınlar ve isteksiz kocalar. Kadınların en büyük şikayeti. Ev içindeki iktidarı elinden alınan erkek, otomatik olarak yatak iktidarından da vazgeçmiş oluyor.

Allah (c.c) öyle bir sistem kurmuş ki neresinden delinirse, oradan insanın üstünde patlıyor. “Erkekler kadınlar üzerinde kavvamdır. (yönetici ve koruyucudurlar) ve “Saliha kadınlar kocalarına gönülden saygı duyarlar.” âyet-i kerîmesinin evliliklerin temelinde, yatağında, huzurunda, neşesinde ne kadar etkili olduğunu bilim de tasdik ediyor.

Şimdi artık kadın erkek el ele, birbirimizi suçlamadan, herkes kendi üzerine düşen hatayı kabul ederek bu tuzaktan çıkma zamanı.

Batı hangi niyetle kurmuştu bu tuzağı bilmiyorum; ama kendi kurduğu tuzağa düştü, şimdi çıkmaya çalışıyor. Amerika “Erkek olmak büyük imkansız” “Günümüzde erkek olmak kolay değil.” “Oğullarımıza ne yaptık” diye konuşurken, bizimkiler gazetelerin üçüncü sayfa haberlerine bakarak, bir kaç kadın cinayetini delil olarak gösterip, erkekliğin bitirilmesine yardımcı olmaya çalışıyorlar.

Bir yandan kanunlar, bir yandan hormonlu besinlerle erkeklerin aldığı östrojen etkisi yapan gıdalar ve bir yandan kadın iktidarı, erkekliği bitirmek için uğraşıyor.

Bu vesile ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’e tekrar sesleniyorum: Bize gazetelerin üçüncü sayfa haberlerini göstererek, kanun çıkaramazsınız. Bir yıl içinde toplam kaç cinayet işlendi, kaçında kadın öldürüldü, kadınlar kaç cinayet işledi ve en önemlisi kaç cinayette kadınlar azmettirici olarak kayıtlara geçti. Çünkü kadınlar fiziki güçleri zayıf olduğu için öldürmezler; fakat öldürecek bir erkeği kolayca kandırabilirler. Bunlar açıklansın topluma. Ve lütfen batıyı model alıyorsanız son gelişmelerini model alın, çöpe atmaya çalıştıklarını değil.

Sema Maraşlı – Haber 7

Kadın Erkek İlişkilerine Panoromik Bir Bakış

Özellikle ülkemizde son otuz yılda yaşanan sosyal ve ekonomik değişiklikler, kadının ve erkeğin geleneksel rollerini büyük ölçüde etkiledi. Kadınların evden ayrılıp iş hayatına atılmaları, kadının gözünde erkeğin geleneksel değerlerini yitirmesine neden oldu. Giderek bağımsız ve kendi kendine yeterli olmaya başlayan çağdaş(!) kadınlar, eskisi gibi bakılmak ya da korunmak için erkeğe ihtiyaç duymuyorlar.

Erkek cephesinde ise durum daha da vahim çünkü erkekler statü kaybetmeye devam ediyorlar. Erkekler bir bakıma yüz yıllar boyunca yaptıkları işe ve edindikleri statülere artık eskisi kadar sahip değiller. Eskisi gibi evin masraflarını tek başına sağlamak durumunda değiller. Ayrıca ev halkını dışarıdan gelen tehlikelere karşı koruyan o hamilik pozisyonundan da neredeyse feragat etmiş durumdalar. Gerçi erkekler kendilerine göre her zaman yaptıklarını yapmaya devam ediyorlar ama bu eşlerini mutlu etmeye yetmiyor. Günümüz kadınları, annelerinin kendi babalarından beklediklerinden daha fazlasını eşlerinden istiyorlar.

Neden mi? Günümüzde kadınlar eskiye nazaran sosyal alanda daha çok çalışıyorlar da ondan. Bir nevi kendi ev işlerinin yanında kocalarının yaptıkları işe de ortak oldular. Günümüzde birçok kadın; hem anne, hem eş, hem çalışan bir birey olduğu için kısaca kendi asli görevi dışında erkek egemen (!) alanlarda da boy gösterdiği için statüsü eskiyle kıyaslanmayacak ölçüde değişti. Evin dışındaki iş dünyasının acımasız ve yorucu gerçeklerinden artık eşleri tarafından korunmak zorunda hissetmiyorlar kendilerini. Günümüz kadınları günün sonunda eve yorgun argın geldiklerinde kocalarına hizmet etmek istemiyorlar, oysa erkekler hala annelerinin babalarına yaptıkları hizmet gibi kendilerine hizmet edilmesini bekliyorlar.

Devrin değiştiği aşikâr, biz erkekler ya değişen zamanla birlikte değişecek ve yeni konjuktürde yerimizi alacağız ya da evimizde çocuklarımızın annesi evimizin temel direği ve can yoldaşımız olan eşlerimize gereken önemi, saygıyı, sevgiyi göstererek onların ev ortamında tatmin olmalarını ve yeni arayış sürecine girmemelerini sağlayacağız. Aksi takdirde kadın-erkek ilişkilerinde yeni tanımlamalara gereksinim olacaktır. Günümüz erkeği eşinin ona muhtaç olduğunu ve ona değer verdiğini hissetmek istiyorsa yeni beceriler edinmek zorundadır (iletişim becerisi gibi) ve eğer kadınlar erkekler gibi dışarıda çalışmaya devam edecekler aynı zamanda da evlerine geldiklerinde sevgi dolu bir ilişkiyi sürdüreceklerse yeni kavramlar edinmek zorundalar. Çünkü kadınsı kimliği koruyabilmek aynı zamanda da güçlü olabilmek için yeni beceriler gerekli.

Ve işte bu gibi nedenlerden ötürü, bu günün kadınları kocalarını geçimlerini iyi sağlanmadıkları için terk etmiyorlar. Duygusal ve romantik bakımdan tatminsizlik içinde olmaları nedeniyle eşlerinden ayrılıyorlar. Bir erkek kadının yeni gereksinimlerini anlayamayınca, kadının tatminsizlik hissetmesi kaçınılmaz oluyor. Kadının giderek artan tatminsizliği de erkeği kadından soğutuyor.

Kısaca; erkekler kadınların gereksinimlerini anlamada zorlanıyorlar, kadınlar da erkeklerin gerçekte neler istediklerini anlayamıyorlar. Aslında iki cins de koşulların nasıl değiştiğini kavrayabilse, iki taraf da destekleyici ilişkiler kurmak için gerekli sezgi, anlayış ve şefkati kazanabilirler.

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Evliliğinizin Kaçıncı Kilometresindesiniz Kitabından Alıntıdır…

Erkek Ve Kadında Zihinsel Gelişim Süreci

Burada bahsetmeye çalışacağım süreç beynin fizyo-patolojik veya anatomik gelişim sürecinden çok işlevsel süreci olacaktır. Beynin gelişme evresinde erkek ve kadınlarda geç bir evrede mantıksal ya da bilişsel merkezler gelişmeye başlar.

Gelişmenin bu aşamasında milyarlarca nöron bilişsel ya da düşünme merkezlerine ulaşırlar. Buraya kadar erkek ve kadının beyinlerinin anatomik fonksiyonları benzer özellikler sergiler. Bu özellikler, kadınsı veya erkeksi özellikler diye bariz olarak ayrılmaz. Fakat iş düşünme ve algılama sürecine geldiğinde erkek ve kadın beyini arasında inanılmaz farklılıklar göze çarpar. Bu farklılıklar yüzünden erkekler ve kadınlar birbirini anlamada çok zorlanırlar.

Bu süreci izah etmeden önce okuduğum bir araştırmanın sonuçlarını sizlerle paylaşmak istiyorum. Kız çocukları ile erkek çocukları arasındaki farklılıklarla ilgili bir araştırma sonucu bu. Kız ve erkek çocuklarını oyun oynarken kayda almışlar ve sonra incelemişler.

Kızlar için oyunlarda önemli olan iyi ilişkiler kurmakmış, kazanmak kaybetmek gibi bir düşünceyle oynamıyorlarmış. Kızlar evcilik gibi ilişkilere yönelik oyunları tercih ederken, erkek çocukları güç gösterisinde bulunmaya olanak veren oyunları tercih ediyorlarmış.

Kızlar kimseyi kırmamak adına oyuna katılmak isteyen herkese oynama hakkı tanırken, erkek çocukları oyunu iyi bilen ya da güçlü olanı oynatıp, güçsüzleri oyundan çıkartarak kenarda oyunu seyretmelerini tercih ediyorlarmış. Bu durumda bile oyundan çıkartılan çocuklar çekip gitmiyorlar, kenardan izliyorlarmış.

Kız çocukları oyun oynarken, erkek çocuklarına oranla daha az kavga ediyorlarmış ama oyunları hep daha kısa sürüyormuş. Oyun oynarken bir anlaşmazlık ortaya çıktığında kız çocukları oyuncaklarını toplayıp dağılıyorlarmış. Anlayacağınız küstüm oynamıyorum durumları…

Erkek çocukları oyunlarında kız çocuklarına göre daha fazla kavga ettikleri halde, kavgayı bir şekilde sonlandırıp, oyunlarına devam etmeyi başarıyor, daha uzun süre oynuyorlarmış.

Erkek çocukları arkadaşlarına kızsalar da oyunu terk yerine mücadeleyi tercih ediyorlarmış.

Bu araştırma sonucu sizlere de tanıdık geldi mi? Çocuklar büyüdükleri zaman aynı oyunların bir benzerlerini hayatlarında devam ettiriyorlar.

Kadınlar evlilik hayatında sorunlar olduğunda, üzüldüğü ya da kızdığı zamanda küçük bir kız çocuğu gibi hemen küstüm oynamıyorum durumlarına giriyorlar. Kadınlar için ilişkiler çok önemli, bu her zaman her yerde fark ediliyor.

Kadınlar, kadın erkek ilişkileri üzerine yazılan kitapları alıyor, seminerlere katılıyor, psikolog ya da ilişki danışmanlarına gidiyorlar, fakat öğrendiklerinden pek faydalanamıyorlar, çünkü istikrarlı olamıyorlar. Bir hevesle bir şeyler yapmaya başlıyorlar heveslerini kıracak bir şey olduğunda duygusal ve kırılgan oldukları için hemen vazgeçiyorlar. Küstüm oynamıyorum!

Evet, şimdi kadın ve erkeğin gelişim sürecine kaldığımız yerden devam edelim.

Bir kadın düşünmeye beyninin duygu bölümü ile başlar, sonra iletişim bölümüne geçer ve buradan da düşünme bölgesine ulaşır. Bu kadınların düşünme sisteminin en doğal yoludur. Çünkü becerileri de bu programa göre gelişmiştir. Zamanla kadın hissetme, konuşma ve düşünmeyi aynı anda yapmayı öğrenir. Bu sanıldığının aksine çok karmaşık bir yapıdır ve kadınların erkeklerden daha güçlü sezilerinin olması bu yolun kullanılması ile izah edilebilir. Kadınlar bu özellikleri sayesinde erkeklerden daha kuvvetli hissiyata sahiptirler. Bir bakışta eşlerindeki değişikliği, üzüntülü olup olmadıklarını anlayabilirler. Bu sayede bir kadın diğer bir kadın’ın saç modelini değiştirdiğini, yeni bir elbise giydiğini hemen fark eder. Erkeklerde bu mekanizma farklı geliştiği ve çalıştığı için bir erkek eşinin saç modelini değiştirdiğini, yeni bir elbise giydiğini, bir kadına nazaran daha geç anlar veya eşi söylemezse anlamayabilir. Tabi bu anlamama eşi tarafından yanlış anlaşılır ve erkeğin kadını önemsememesi gibi algılamasına neden olabilir.

Kadınlarda ki bu özelliklerden dolayı ki; bir kadın’ın canı sıkıldığı zaman ilk eğilimi konu hakkında konuşmak olur; sonra konuşmayı sürdürürken, bilişsel yetenekleri devreye girer söyledikleri ve duyguları üzerinden düşünmeye başlar ve sorununa çözüm bulur.

Bir erkek için ise durum farklıdır çünkü onun becerileri farklı bir şekilde gelişmiştir. Erkeğin önce hissetme merkezi gelişir. Sonra sıra hareket merkezine gelir ve en son olarak da düşünme merkezi gelişir.

Erkeğin canı sıkıldığı zaman ilk eğilimi buna bir çare bulmak olur. Hareket erkeğin daha iyi düşünmesini sağlar. Zamanla o da aynı anda hissetmeyi, harekete geçmeyi ve düşünmeyi başarır.

Erkek ve kadınların beyinlerin gelişmelerinde ki bu farklılık yüzünden erkeklerle kadınların davranışları ve iletişim kurma yöntemleri farklı olur. Erkekler iletişimi öncelikli olarak bir amaca ulaşmak ya da bir sorun çözmek için kullanacakları bir araç olarak tanımlarlar. Kadınlar da iletişimden bu şekilde yararlanırlar ama aynı zamanda iletişimi duygularıyla bağlantı kurmak ve düşüncelerini belirginleştirmek için de kullanırlar. Onun içindir ki, iletişim bir kadın için daha fazla anlam taşır.

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Evliliğinizin Kaçıncı Kilometresindesiniz Kitabından Alıntıdır…

Erkekler Kadınlar Üzerinde Yönetici ve Koruyucudur

Kur’an-ı Kerîm’in bazı âyetlerinden utanıyor muyuz? Dilimizle itiraf etmesek de gönlümüz kabul etmiyor mu? Âyetleri yeterince modern görmüyor muyuz? Aman konuşmayalım, üstünü örtelim, kimse duymasın mı diyoruz? Yaradan’dan daha çağdaş olmaya mı çalışıyoruz?

Mademki mü’miniz, mademki müslümanız (teslim olmuşuz) o halde neden kaçıyoruz Allah’ın âyetlerinden.

Kadın\ Erkek konusunu konuşurken Yaradan’ın yol göstericiliğini nasıl göz ardı ederiz?

Ben tefsir konusunda uzman birisi değilim, size tefsir yapacak değilim. Aile üzerine çalışan biri olarak güvenilir kaynaklardan alacağım meal ve tefsirler ışığında konuyu konuşalım istiyorum.

İşte o kaçmaya çalıştığımız âyetlerden birisi: Nisâ Sûresi, yani Kadın Sûresi, 34. Ayeti kerime. Aile hayatı ile ilgili çok önemli bir âyet.

Nisâ Sûresi 34. Âyeti Kerîme “Erkekler kadınlar üzerine kavvamdır.” (yönetici ve koruyucudur) diye başlıyor.

“Kavvam” kelimesi “Kayyum” kelimesinin çoğulu. Hem yönetici hem de koruyucu anlamına geliyor.

“Erkekler kadınlar üzerine yönetici ve koruyucudurlar.”

Ailede bir yöneticiye ihtiyaç var mıdır? Kesinlikle vardır. Aile toplumun en küçük kurumudur ve her kurumda bir idareci olmak zorundadır. Bu idareci ya kadın ya erkek olacaktır. Allah (c.c) ailede yöneticilik görevini erkeğe vermiş. Elbette Rabbimiz her şeyi en iyi bilendir.

Kadın ve erkek ikisi de evde yönetici olamaz. Nasıl memlekette bir başbakan, her belediye de bir belediye başkanı, her kurumda bir genel müdür varsa ailenin de genel müdürü, idarecisi erkektir. İki idareci daha iyi olsaydı herhalde devletin en önemli kurumlarından bunu esirgemezlerdi. Peygamberimiz (s.a) “Üç kişi yola çıksa birini reis seçin.” buyuruyor. Şu uzun hayat yolculuğunu da idarecisiz götürmek zaten mümkün değil.

Erkeklerin doğuştan getirdiği özellikler “güç, iddia ve başarı“dır. Erkekler liderlik için gerekli olan vasıflarla yaratılmışlardır. Beyinlerinin sol tarafını daha çok kullandıkları için kadınlara göre çok daha gerçekçidirler. Kadınlar karar alırken, duygularını kararlarına fazlası ile katarlar.

Modern olmanın ölçüsü haline getirilen eşitlik iddiaları yüzünden, kadınlar, erkeklerin evde yönetici olmalarını kabul etmez oldular. Erkekler; vatanı, kadınları, çocukları korusun, kimsenin buna bir itirazı yok. Neden itiraz eden yok? Kadın haklarını savununlar mademki eşitlik iddiasındalar, şöyle demeleri gerekmez mi? “Askere, savaşa erkekler gidiyor, yaralanıyorlar, sakat kalıyorlar, ölüyorlar, burada bir eşitsizlik var. Biz kadınlar da savaşa gidelim erkeklerden geride kalmayalım.”

“Erkekler bizi korusun ama yönetmesin.” Oysa mesuliyeti alan idareyi de alır. Sorumluluk varsa yetki de olmak zorundadır.

Âyetin devamında Rabbimiz erkeklerin ailede neden “kavvam” olduklarını açıklıyor: “Bu da Allah’ın kimini kimine üstün kılması ve bir de erkeklerin mallarından sarf etmeleri sebebi iledir“.

Üstünlük kelimesi bu âyetin mealinde tek başına yetersiz kalmaktadır. Burada bahsedilen Allah katındaki üstünlük değildir. Allah(c.c) Hucurât Sûresi 13. âyette “Allah katında üstünlük ancak takva iledir.” buyuruyor. Takva Allah’ın emir, yasak ve tavsiyelerine gösterdiğimiz titizlik ölçüsüdür. Ve takvada cins farklılığından bahsedilemez. Kur’an-ı Kerim’de kadın ve erkeğin farklı noktalarda üstünlüklerinden bahsedilebilir. Geçen haftaki yazımda bu konu ile ilgili âyeti kerîmeyi yazmıştım.

Erkeklerin kadınlara olan üstünlüğü ailede söz hakkı üstünlüğüdür. Yönetici olmanın getirdiği statü üstünlüğüdür.

Yetki, sorumluluğu getirir. Erkekler; aileden, karısından, çocuklarından sorumludur. Yöneticilik erkek için ağır bir sorumluluktur. Erkekler yöneticilik görevlerini en doğru şekilde yerine getirmek için gayret içinde olmalıdırlar.

Kadın da erkeğin ailede reis olduğunu kabul etmeli ve gereken saygıyı göstermelidir. Mutlu bir evlilikte en önemli şey sevgi-saygı dengesidir. Kadın, erkeğe gerekli olan saygıyı gösterirse erkekten sevgi alabilir. Saygı görmeyen bir erkek, kadından sevgisini esirger.

Kız çocukları ve erkek çocukları farklılıkları üzerine yapılan bir araştırmada çıkan sonuca göre: “Kız çocukları sevgiye önem veriyor, erkek çocukları saygıya önem veriyor.” Biz bütün çocuklar sevgi ister zannediyoruz. Oysa erkek çocukları saygıya daha çok değer veriyor. Saygı isteği erkekliğin temelinde var.

Milyonların izlediği televizyon dizilerine baktığınız zaman erkeklere yapılmayan hakaret yok. Hayvan isimlerinden tutun, her türlü ağır söz, erkeklere söyleniyor. O hakaretler kadınlara yapılsa kadın dernekleri ortalığı ayağa kaldırırlar.

Dizilerde erkekler rol icabı ağır hakaretlere ses çıkarmıyorlar; hatta biraz sonra o kadınla muhabbet ediyorlar. Bunları izleyen hanımlar da dizilerden duydukları kelimeleri kocalarına kullanıyorlar ve tepki gördüklerinde kendilerine değil kocalarına kızıyorlar.”Ne var şimdi söylediğim sözde” diye bir de şikayet ediyorlar.

Erkeğe saygı, ailede çocuk eğitimi için de çok gereklidir. Çocukların tatlı-sert bir baba otoritesine ve anne sevgisine ihtiyaçları vardır. Kadın kocasını saymazsa çocuklar hiç saymazlar. Günümüzde çocuklarla çok sorun yaşıyoruz. Çünkü evde erkek otorite olamıyor. Buna çoğu zaman beyni eşitlik iddiası ile zehirlenmiş kadınlar izin vermiyor.

Kadınlar, eşit olalım derken, çoğu zaman otoriteyi kendi ellerine alıyorlar, farkında değiller. Otorite kadına değil, erkeğe yakışan bir şeydir. İş yerlerinde yapılan araştırmalarda çalışan kadınların çoğu, kadın yönetici istemiyorlar, erkek yöneticiyi tercih ediyorlar. Kadın yöneticilerin otoriteyi sağlamak için erkekleşmeleri gerekiyor; fakat bu da fıtratta çatışmaya sebep olduğundan tam olarak yapamıyorlar. Bu durum iş yerinde çalışanlara ve yönetici kadınların aile hayatlarına olumsuz yansıyor.

Dünya atasözlerinin derlendiği bir kitaptan konu ile ilgili not aldığım bir kaç atasözü var.

“Mutlu evlilik, erkeğin baş, kadının kalp olduğu evliliktir.” (Portekizce)

“Kadın pantolonun bir bacağını istiyorsa, pantolonun iki bacağı da gitmiş demektir.” (Frizce)

“Bir kadın kendi eteğiyle, kocasının pantolonunu, ayırt edebiliyorsa akıllıdır.”(İskoçça, Britanya)

Günümüzde özellikle okumuş dindar kadınlar, ailede erkek otoritesini kabul etmekte zorlanıyorlar. Eğitimli oldukları için erkeğin kendilerine saygı duymasını bekliyorlar, kendiler gerekli saygıyı göstermeden.

Evde, işte, kısacası hayatta eşitlik diye bir şey mümkün değildir. Bunu artık anlamak lazım. Eşitlik iddiası komünist bir söylemdir aslında. Komünizmde zengini fakire eşitleyelim diye uğraştılar yapamadılar. Feminizm de kadını erkeği eşitlemeye çalışıyor. İkisi de yaratılışa aykırı olduğu için yapılması mümkün değildir. Komünizm çöktü, darısı feminizmin başına.

Erkeklerin “kavvam” olmasının ikinci sebebini de Allah(c.c) “Mallarını harcamaları sebebi iledir.” buyuruyor. Kadın çalışıp aileye maddi katkı sağlasa da hem erkeğin kazancının da kullanılmasından hem de âyetin bir öncesinde açıklandığı gibi, erkeğin, kadın üzerinde söz hakkı üstünlüğüne sahip olmasından dolayı, ailenin reisi yine erkektir. Rabbimiz görevlendirmiş.

Erkekler, kadınların canını, namusunu korumak ve ailenin ihtiyaçlarını görmekle saygı ve hürmeti hak ederler. Bu hakkı erkeğe vermemek ve bunun gereği olan saygı ve hürmeti göstermemek çok büyük haksızlık ve nankörlüktür.

Bu âyeti kerîme için tek yazı yeterli olmayacak, birkaç yazı devam edeceğim inşallah. Sizlerin de yorumlarla katkılarınızı bekliyorum.

Sema Maraşlı – Haber 7

Kadınlar erkeklerin tarlası mıdır?

Kısa bir öyküyü paylaşayım. Aya ilk çıkan astronotlardan biri yetmişli yılların başında dünya gezisine çıkar. Gezinin Japonya durağında da, ilköğretim öğrencilerinin hemen yerde duyduğu o bildik sorusuyla karşılaşır: “Ay nasıl bir yer?” Astronot zarif bir tebessümle, babacan bir tavırla cevap verir: “İtiraf etmeliyim ki, orada tavşanlar ve yeşil peynir bulamadım.”

Bu cevap şu anda size ne kadar anlamsız ve ilgisiz geliyorsa, o sırada Japon çocuklarına da o kadar anlamsız ve tuhaf gelmiş olmalı… Oysa aya ilk ayak basan astronota göre bir o kadar açıklayıcı ve yerinde bir cevaptı bu Astronotun bilmediği şuydu: Japon çocuklar ve çocukluklarını Türk kültüründe yaşamış bizler de, astronotun yaşadığı kültürün içinde büyümedik. Amerikan kültüründe, dolunayın, en bariz gözüktüğü anlarda, sol alt tarafındaki lekesi bir tavşana benzetilir ve bu tavşanın da ay üzerinde peynir yediğine dair masallar üretilir ve anlatılır. Astronotun kafasındaki bu imge, Japon çocukların kafasında olmadığı için bir tür anlamsızlık anı yaşanır. Astronot saçmalar, yersiz bir cevap verir.

Oysa, Türkiye’deki bir çocuk sorsaydı bu soruyu, ben de astronot olsaydım, “O kadar da yaşlı değilmiş!” deyiverirdim. Bu cevaba Japon çocukları da Amerikalı çocuklar da şaşırır ve yersiz bulur şüphesiz. Ama ay’ı hep “Ay Dede” diye tanıyan Türk çocukları tebessümle karşılar.

Bunun gibi, kendi dünyamızda yüklediğimiz anlamlar üzerinde kalarak bize sunulan kavramlara muhatap olduğumuzda işte bu kadar yanlış anlarız.

Soru şu: “Kadınlar bizim tarlamız mı?”

Elbette ki öyle… Kur’ân öyle diyor çünkü:“Kadınlarınız sizin için bir tarladır.”[Bakara, 223] Şehirli bir akıl, “tarla” kelimesinin “kadın”la eşitlenmesinde hakaret okur. Şehirli akılla okuduğumuzda “tarla” kelimesini, aklın dile eşlik etmediği, sözün anlama denk gelmediği, bağlamından koparılmış bir okuma yapıyoruz. Böylece, Kur’ân’ın kastettiği anlamı, kendimize kalan deneyim bulaşığı içinde lekeliyoruz, saptırıyoruz. Oysa, tarlanın hakkını bilen, hakkını veren bir çiftçinin tarlasıyla arasındaki ilişkiyi okursak, kadının yüceltildiğini fark ederiz.

Nasıl mı?

Bir çiftçi için tarla;

1. Olduğundan fazlasıdır; hep daha ötesini vaad eder. Göründüğünden büyüktür. Verdiğini katlayarak iade eder.

2. Göründüğünden daha güzeldir; yeter ki taşları temizlensin, ayrık otları kesilsin. Sulansın, güneşe maruz kalsın, toprağı nazlansın, gübresi eksik edilmesin.

3. Ekim ve hasat zamanları olan bir “özne”dir. Vakitlerine riayet edilmelidir. Keyfî davranmaya gelmez.

4. Değer atfedilen ve değerli görülen her şey gibi kesin bir sınırla ayrılır ve sağlam bir çitle korunur. Yabancılardan korunmaya değer, “çok özel ve biricik değer”dir.

5. Yerine ve mevsimine göre, neyin ekileceğini kendisi bilir. Zamanlama konusunda saatlerden daha hassastır.

6. Değerli tohumlardan daha da değerli ürünler çıkaran “değer katıcı” bir değerdir. Emanet edileni zayi etmez, daha değerlisiyle geri verir.

7. Ne zaman, nasıl çapalanacağı iyi bilinmelidir. Yokuşta ise başka türlü, ovada işe başka türlü… Nadasa bırakılacaksa hiç dokunulmamalıdır.

8. Azı çok yapar. Görülmeyeni görünür kılar. Tatsız tuzsuz şeylere tat katar. İçinde saklı nüveleri gelişmiş ve genişlemiş, somutlaşmış ve meyvelenmiş olarak ortaya çıkarır.

Daha da uzatılabilecek bu “ihtimam listesi”nde kurulabilecek her cümlede, çiftçi özne, tarla nesne gibi görülse de, çiftçinin her defasında tarlasına göre konum aldığı görülür. Çiftçinin gözüyle bakılınca, “tarla” göz bebeğidir. Çiftçi tarafına geçince, tarla hep “el üstünde” tutulur. Çiftçinin tarlası küçümsenemez, gözden düşürülemez. “Tarla” değerler üreten bir değerdir.

Vahyin “kadın” tarifinden şimdilik anlayabildiklerim… Her cümlede “tarla” yerine “kadın” konulursa, “işin aslı” anlaşılır.

[Vahyin Binbir Sesi’nden özetlenerek]

Senai Demirci