Etiket arşivi: erzurum

1959 Tarihinde Erzurum Nur Talebeleri

1959 tarihli İstihbaratın Erzurum Nur Talebelerini sizlerle paylaşmak ve vefat edenlere Allah’tan rahmet diliyorum.

Gördüğüm kadarıyla Kırkıncı Hocam, Demirci Hocam, Erzurum’da subay olan Mehmet Şevket Eygi, Hakkı Arı, Merhum Sercil Ağabey, Merhum Ahmet Polat, Mihrali Abimiz, Cahit Güngör ve tanıdığımız isimler ön planda. Ancak Erzurum Müftü Naibi Osman Hocayı da bu listeye koymuşlar.

Prof.Dr.Ahmed Akgündüz

www.NurNet.org

erzurum.1950

Erzurum’lu Kahraman “Serdengeçti”ler

Müftü Efendi, emrindeki birkaç atlı postacıyı çağırdı, hemen mahalle muhtarlarına giderek, çok çabuk Ulu Cami’ye gelmelerini söyledi. Postacılardan biri “Efendim neden diye sorarlarsa ne diyelim, hiçbir şey söylemeyin, mazeret yok acele gelsinler” dedi. Sabah namazı henüz kılınmıştı, Erzurum’un ufkunda güneşin birazdan doğacağını müjdeleyen bir açık kırmızı bulutlar belirmişti. Şehir her günkü sessizliğini koruyor, bazı insanlar işyerlerini açmak için evlerinden ayrılıyordu.

Müftü Efendi yapacağı işin önemine inanıyor, Müftülükten yavaş yavaş Ulu Cami’ye doğru gidiyordu.

On yıldır bu kahraman şehrin müftülüğünü yapıyordu.

Şehir Rus istilasına uğrayabilirdi, buna karşı tedbir alınması gerekiyordu. Türk ordusu şehre çok yakın bir mesafedeydi, ama Ruslar daha yakındaydılar, şayet topları ve ateşli silahları mükemmel olan Ruslara karşı Türk ordusu karşı çıkarsa büyük bir yıkım olabilirdi, Türklerin bir anca önce şehre gelip mevzilenmesi gerekiyordu, ancak bu şekilde şehir büyük bir kıyımdan kurtulabilirdi.

Türk ordusu Deveboynu geçidine yirmi kilometre mesafede hareketsiz hale getirilmiştir, Erzurum’a çekilmeleri gerekiyordu, bu bir şekilde engellenmeli idi. Bu düşüncelerle bir yandan yardım ve başarı ayetleri okuyor, Erzurum çevresindeki şehit mezarlıklarına Fatihalar okuyor ve Allah’tan bu önemli iş için yardım istiyordu.

Muhtarlar geldiler, Camide Müftü Efendi’nin etrafına halkalandılar. Müftü Efendi, “Ey Muhammet Ümmeti‘ni temsil eden, mahalle muhtarları, bugün kahramanlık günüdür. Ordumuz Deveboynu geçidinde Ruslar tarafından şehre gelmesi engellenmiş eğer bir ön tedbir almazsak ordu imha edilecek ve biz çok kötü günler yaşayacağız.”

Namık Kemal’in bir dörtlüğünü okudu.

Altıda bir üstü de birdir yerin arş yiğitler vatanın imdadına

Dünyada ne bulduk ki ölümden de korkulsun arş yiğitler vatanın imdadına…”

Muhtarlardan biri, “Efendim bizden ne istiyorsunuz?“ dedi.

Şimdi arkadaşlar, dindaşlar, herkes evinden onsekiz yaşın altında çocukları evde ne varsa silahlandırsın, biz Rus ordusuna onları saldırtalım, onları yoralım, Türk ordusu bu zaman süresince şehre gelebilsin, yani bu bizim çıkaracağımız kuvvet bir oyalama kuvveti olacak. Tıpkı Osmanlı ordusunun kalelere saldırmak için kullandığı Serdengeçtiler gibi bu serdengeçtiler çok genç güçlerden oluşur ve kalelere ilk defa onlar saldırırdı, yüzde doksan dokuzu ölen bu insanlar orduya nefeslenmek ve düşman ordusunu bozmak için bir ön kuvvettiler, tarih boyunca böyle binlerce insan vatanları için öldüler.

Binler kahraman başların feda olduğu bir hakikata bin başımız olsa feda olsun” diyelim, haydi mahallelere koşun ve evlerden insan yollayın, en kısa sürede Ulu Cami’ye gelin. Zaman çok az, haydi arkadaşlar, Cennet ile buluşma günüdür.

Muhtarlar güzel bir bahar sabahında mahallelerine koştular, evden eve haberler intikal etti, tarihinde çok kahramanlık örnekleri vermiş bu serhat şehri yeni bir kahramanlık günü bulmuştu. Ulu cami her yaştan gençle dolmuştu.

Hasan Ağa’nın oğlu Arif daha on üç yaşındaydı, anası arkasından gelmiş “Balam sen daha küçüksün gel eve gidelim“ dedi, o da Bedir’de ayaklarının ucuna basarak büyük görünmeye çalışan sahabeleri örnek vermişti, ana oğluna son bir defa sarıldı, vatana, millete Muhammed’e feda olsun dedi, göz yaşlarını içine akıtıp eve gitti.

Rüveyde’nin oğlu Ali daha iki gün sonra düğünü olacak bir çiçeği burnunda gençti, “Ana ben de gidecem, yavrum o kızı da ümitleri ile birlikte tüketme seni herkes mazur görür” dedi. İsyan etti Ali “benim dedelerim aptal mı idi kaç tane Osmanlı Rus harbinde öldüler, ahirette onlardan ayrı olmak istemem ana, bana engel olma.” kasaturasını beline sardı, hızla Cami’ye giderken, nişanlısı Hatice’ye uğradı, ağladılar.

Ama Hatice isminin büyük örneği Hatice Ana gibi ona ümit verdi, “Ali haydi git şehit ol, senden sonrasına bakmam, ahirette buluşuruz” dedi. Ali de onlara katıldı.

Müftü Efendi onlara hadisler ayetler okudu, teşci etti, haydi arkadaşlar, dedi Bedir ve Uhud’dan örnekler verdi, herkes pürdikkat ve kahraman bir dinleyişle başlarını öne eğdi dinlediler.

Biraz sonra üç bin kadar onsekiz yaş altı gençler ve ihtiyarlar, kimi atla kimi eşekle Deveboynu’na doğru hareket ettiler. Düşman karşıda bir karaltı halindeydi, bunlar “Allah Allah Ya Resûlallah” sadaları ile onların üzerine yürüdüler, top ateşi insafsızdı, bunların doğru dürüst silahları yoktu. Başlarındaki kumandanlar ise oyalama için hemen hedef olmamalarını telkin ediyordu. Yavaş yavaş düşmanın sayısız gücü karşısında eriyorlar, ama düşmanı oyalıyor ve güçlerini azaltıyorlardı. Bu arada Türk ordusu onları oyalaması ile Erzurum’a doğru hızla gidiyordu.

Bu bir avuç ordunun içinde Ali birden birisini gördü, tıpkı Hatice’ye benziyordu ama erkekti, bir de ne görsün Hatice kendini gizlemiş, bir erkek kılığında orduya katılmıştı, ağlamak istedi ama artık çok geçti hiçbir şey söylemeden kalabalık hırsla düşmana saldırıyor, öldürüyor, ölüyordu. Aradan dört saate yakın bir süre geçmişti, üç bin kişilik ordu binlerce Rusu öldürmüş ama kendilerini de şahadet rütbesini elde etmişlerdi.

Öğleye yakın her taraf şehit cesetleri ile dolu idi, cesetlerin üstünden mavi bir toz bulutu gökyüzüne yükseliyor, Cennet kapıları bu büyük kahramanlar için açılıyordu, sema tabakalarından yukarıya doğru büyük peygamberler ve büyük şehitler tarafından hoş âmedi ediliyorlardı.

Cesetler arasında laz Hüseyin ile Alo birbirine sarılmış şekilde ölmüşlerdi.

Cesetleri birbirine sarılmıştı, ruhları cennet kapısından içeri girdi, onları Hazret-i Hamza karşıladı. Bu büyük kahramanlara birer Yasin!

Saçlarım adedince başım olsa hergün birini kesseler yine bu davadan vazgeçmem diyen Bediüzzaman boşa mı demiş bu sözleri.

Bu hikâyenin kaynağı bu haberdi.

Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Hakan Hadi Kadıoğlu, Erzurum’un Rus işgaline karşı 18 yaş altı çocuklar ile yaşlılardan oluşturulan 3 bin kişilik gönüllülerden oluşan silahlı grubun soğuk ve düşman topçu saldırısı ile şehit olduğunu açıkladı.

Sarıkamış Harekâtı’ndan sonra Erzurum’a ilerleyen Rus birliklerinin Türk Ordusu’nu Deveboynu Geçidi’nde 20 km menzilli top saldırısı ile hareketsiz hale getirerek Erzurum’a çekilmesine engellemesi nedeniyle çocuklar ile yaşlılardan oluşan 3 bin kişilik gönüllü gücün silahlandırılıp cephe gerisine sevk edildiğine dikkat çeken Prof. Dr. Kadıoğlu,

Yoğun topçu saldırısı altında Erzurum’a çekilemeyen ordu birliklerini kurtarmak ve Rus bataryalarının dikkatini başka yöne çekebilmek amacıyla çocuk ve yaşlılardan oluşturulan 3 bin kişilik bir güç Ulucami’de silahlandırılıp 2 zabit komutasında Kargapazarı Dağı’na gönderildi. Bu gönüllüler 2 bin 700 rakımlı Kargapazarı Dağı’nda Rus birliklerinin ve topçu bataryasının Türk ordusu üzerindeki dikkatini dağıtarak, ordu güçlerinin Erzurum’a çekilmesini sağladı. Ancak bu sırada 3 bin gönüllü soğuk ve top ateşi altında şehit düştü. Kargapazarı Dağı’ndaki şehitlerimizin sembolik mezarları bulunuyor.

Bu nedenle bölgeye 3 bin gönüllü şehit anısına ‘Vefa‘ adına abide yaptırılmasını istiyoruz.” dedi.

Prof. Dr. Kadıoğlu, 3 bin gönüllünün şehit olmasının ardından Rus birliklerinin şehre girdiğini belirterek, ”Erzurum halkı 93 Harbi olarak bilinen 1877 Rus Harbi’nde de destan yazmıştı. Ordusuyla omuz omuza kenti savunmuştu. Bu defa da destan yazdı. Fakat bu tarihte örneğine rastlanılmayacak bir destandı.”

Dünya tarihinde orduların kurtardığı kentler var.

Ordusuyla omuz omuza savaşan halklar biliniyor ama ordusunu imhadan kurtarmak için kesinlikle şehit olacağını bilerek savaşa giden bir halk bilinmiyor. Bunu tarihe Erzurumlu yazdı.

Erzurumlu 3 bin kişi Kargapazarı’nda şehit düşerken sadece Türk Ordusu’nun kalıntısını kurtarmadı. Gelecekte cumhuriyetin kuruluşuyla taçlanacak Kurtuluş Savaşı’nın da tohumunu attı.

Bu şanlı şehitlerin mezarı ve hatta uzun süre makamları olmadığı gibi şimdilerde kendilerinden ve yaptıklarından haberdar olmayan nesillerinin olması düşündürücü ve üzüntü verici.” diye konuştu.

Prof. Dr. Himmet Uç / himmetuc@hotmail.com

Nene Hatun Kimdir?

Erzurum‘daki Aziziye Tabyası’nın savunulmasında çalışarak adını tarihe yazdıran Türk kadınıdır. Aziziye savunmasına 20 yaşlarında genç bir gelinken, küçük yaştaki oğlunu ve 3 aylık kızını evde bırakarak katılmıştır.

Nene Hatun 1857 yılında Erzurum’da doğdu. 1877 yılında 8 Kasım’ı 9 Kasım’a bağlayan gece, Osmanlı vatandaşı olan Ermeni çeteleri Erzurum’un Aziziye Tabyası’na girmeyi başarmışlardı. Tabyayı koruyan Türk askerlerini uykuda yakalayıp kılıçtan geçirdiler. Bu sırada arkadan gelen Rus askerleri ise hiçbir zorlukla karşılaşmadan tabyayı ele geçirdiler. Baskından yaralı olarak kurtulan bir er haberi Erzurumlulara ulaştırdı.

Sabah ezanından hemen sonra “Moskof (rus) askeri Aziziye Tabyası’nı ele geçirdi” şeklinde minârelerden Erzurum halkına haber verildi. Bu haberin ardından Erzurum halkından silahı olan silahını, olmayanlar ise balta, tırpan, kazma, kürek, sopa ve taşları ellerine alarak Tabya’ya doğru koşmaya başladılar. Koşanlar arasında, erkeği cephede çarpışan Nene Hatun da vardı. Ağabeyi Hasan bir gün önce cepheden yaralı olarak gelmiş ve kollarında can vermişti . Nene Hatun üç aylık bebeğini emzirdikten sonra, “Seni bana Allah verdi. Ben de Ona emânet ediyorum.” diyerek vedâlaştıktan sonra birkaç saat önce ölen ağabeyinin tüfeğini alarak sokağa fırlamıştı.

Erzurumlular, ölüme gittiklerini bildikleri halde, Aziziye Tabyası’na doğru koşuyordu. Tabyaya yerleşmiş olan Rus askerleri, gelenlere yaylım ateşi açtı. Ön sıradakiler o anda öldüler. Arkadakiler, geri çekilmek yerine daha bir kararlı ve hızlı olarak ileri atıldılar. Demir kapılar kırılıp içeri girildi. Göğüs göğüse bir savaş başladı. Mükemmel silâhlarla donanmış Rus ordusu, baltalı-tırpanlı, taşlı-sopalı halk karşısında yarım saat tutunabildi. 2300’e yakın Rus askeri öldürülüp, Tabya geri alınmıştır. Osmanlı tarafı ise 1000 kadar şehit vermiştir.

Nene Hatun o günleri özetle şöyle anlatmıştır:

“Ağabeyim Hasan cepheden ağır yaralı olarak bir gece önce eve gelmişti. Bir yandan ona bakarken, bir yandan da 3 aylık çocuğumu emziriyordum. Kardeşim o gece kollarımın arasında öldü. Sabaha karşı minarelerden ‘Moskof Aziziye’ye girdi’ diye haykırışlar başlayınca, kardeşimin alnını öpüp, ‘Seni öldüreni öldüreceğim’ diye and içtim. Yavrumu Allah’a emanet ettikten sonra, ağabeyimin tüfeğini ve satırımı alıp dışarı fırladım. Sel gibi Aziziye’ye akıyorduk. Tabyanın mazgallarından düşman ölüm yağdırıyordu. Düşmanda iyi silah vardı, bizde de iman. İleri atıldım. Dadaşlar arasına karıştım. Satırım durmadan kalkıp iniyordu.”

Tabya’nın geri alınmasının ardından, aralarında Nene Hâtun’un da bulunduğu yaralıların tedâvisine başlandı. Fakat bu sırada Nene Hâtun yaralı olmasına rağmen diğer yaralıların tedavisini yapmak için çalışmıştır. Nene Hâtun bu özverisiyle tanınıp, saygı ile sevilmiştir.

Nene Hatun’un vatan için gece başlayan mücâdelesi, tüm düşman Erzurum’dan kovuluncaya kadar devam etti. Erzurum’un her karış toprağında cephâne taşıyarak, yaralılara hemşirelik yaparak, yemek pişirerek, su dağıtarak, hizmetten hizmete koşarak destanlaştı. Gazi Ahmed Muhtar Paşa’nın zaferinde Nene Hâtun’un ve onun vatan aşkını paylaşan bütün insanların da payı vardı.

Ölümünden bir yıl önce kendisini ziyaret eden NATO’da görevli Amerikalı subayın bir sorusuna: “Ben o zaman gereken şeyi yapmıştım. Bugün de gerekirse aynı şeyi yaparım” cevabını vermişti.

1955 yılında yılın annesi seçilmiştir.

98 sene yaşadığı Erzurum’da 22 Mayıs 1955’de zatürre hastalığından dolayı 98 yaşında vefat etmiştir. Nene Hatun, kurtuluş mücadelesini verdiği Aziziye Tabyası’na defnedilmiştir. Türk Kadınlar Birliği tarafından ölümünden birkaç ay önce yılın annesi seçilmiştir.

Vikipedi

Erzurum Bediüzzaman Sergisi

30 Nisan-6 Mayıs 2011 tarihlerinde Bediüzzaman Said Nursi ve talebelerinin hayatlarından kesitlerin yer aldığı Barla, Kastamonu ve Emirdağ sergisi Erzurum‘da da açılacak.

Erzurum Kültür ve Eğitim Vakfı ile Kültür Sanat ve Diyaloğu Geliştirme Derneği işbirliği ile Bediüzzaman Said Nursi ile yakın talebelerinin hayatını yansıtan sergi, İstanbul İlim ve Kültür Vakfı desteğiyle Erzurum’a getirilecek.

Risale-i Nur‘un ilk telif yıllarıyla başlayan ve Bediüzzaman‘ın vefatına kadar uzanan 1926-1960 yılları arasını kapsayacak ve bu döneme ait önemli belge ve hatıraları gün ışığına çıkaracak sergi, 30 Nisan-6 Mayıs tarihleri arasında Erzurum AVM‘nin yanında bulunan Büyükşehir Belediyesi Kültür Merkezi‘nde ziyaret edilebilecek.

Açılışa, Bediüzzaman Said Nursi‘nin hayattaki talebeleri de katılacak.

Kaynak: iikv.org

Risale-i Nur Rusça’ya Tercüme Ediliyor

Risale-i Nur’lar, günümüz Rusya’sında çeşitli sahalarda hususen gençler ve ehli ilim nezdinde çok önemli bir yer edindi ve çokça okunmakta.

Rusya’da birçok millet var. Binaenaleyh bu milletlerden Risale-i Nur’ları hem Rusça hem Türkçe rahat okuyabilenler bulunmakta.

Risale-i Nurların Rusça tercümeleri henüz bitmedi ve bu tercümelere olan ihtiyaç da had safhada. Bununla beraber kabiliyetli ehli ilim hizmet meselelerine sahip çıkmakta. Onlarla beraber çalışmak niyetiyle devamlı Kur’ân hakikatlerini öğrenmek ve bu hakikatlerin neşriyatı için daha düzenli ve sistemli çalışmak gayretindeyiz.

Erzurum Tercüme Heyeti

www.NurNet.org

Editörün Notu: Risalelerin Rusça’ya çevrilmesi projesinde gönüllü çalışmak isteyenler için iletişim: