Etiket arşivi: Evliliğinizin Kaçıncı Kilometresindesiniz

Anne-Baba Siz Suçlusunuz!

Aile, toplumun sahip olduğu değerleri yansıtan, küçük bir aynadır.

Toplumda müspet veya menfi olarak bulunan tutum ve davranışlar, aile de yoğun bir şekilde uygulama alanı bulur.

Aile” kelimesi, sözlük anlamı itibariyle genel olarak iki anlam ifade eder, “geçim sıkıntısı” ve “sarmaşık bitki” anlamına gelir. Kelimenin bu etimolojik yapısı genel olarak ailede geçim derdi diye bir problemin varlığına işaret ettiği gibi, aile fertlerinin sarmaşık bitki türü gibi birbiriyle sarmaş dolaş olmaları, karşılıklı hak hukuk gözetmede saygı sevgi göstermede bir birlerine bağlılığı ifade eder.

Bu sebeplerden dolayı ailenin idamesi hakikaten zor ve çetrefilli bir iştir. Bu zorluğu Montaigne şu güzel cümle ile ifade eder: Bir aileyi idare etmek, bir devleti idare etmekten hiç de kolay değildir. Bu meyanda pek çok insanın “Ben bir başbakan olsam var ya…diye söze başladığına ve ekonomik krizi, sosyal çalkantıları ve her türlü problemi bir çırpıda halledecek önerilerine şahit olmuşsunuzdur. Bu tip ülke kurtarılan yerlerin başında gelir kahvehaneler. Oysa bu durumda olan bir insanın her şeyden önce aile devletini kurması ve onu idame ettirmesi gerekir. Bu kurduğu aile devletinde huzuru, sükûnu ve mutluluğu tesis etmesi gerekir. Yoksa bu konuşulanlar ve önerilerin hepsi abesle iştigaldir. Aile içinde huzuru ve sükûnu tesis etmek bize her açıdan faydalıdır. Bunu tesis ederken olmazsa olmaz şartlarımızdan biri aile fertlerine iyi davranmak ve onlara saygı göstermektir.

Hz. İbni Mesud’dan (ra) rivayet edilen bir hadisi şerifte şöyle buyruluyor. “Kıyamet günü ümmetimden bir adam hesaba çekilmek üzere huzura getirilir. Ancak kendisinin Cenneti hak edecek kadar bir sevabı bulunmaz Allah(cc) buyurur ki: Onu cennete sokun. Çünkü bu insan, aile fertlerine karşı çok merhametli idi.”

Dinimizde ve toplumumuzda bu kadar kıymet verilen aile kurumu maalesef çatırdamaktadır. Bireyselleşmenin sosyalleşmenin önüne geçtiği günümüzde “ben”leri bir çatı altında eriterek “biz” yapmayı beceremeyen eşlerin oluşturduğu aile kurumlarından çatırtı sesleri gelmektedir.

Bizi biz yapan ve batı toplumundan en bariz farkımız olan “sağlam aile kurumumuz” derin yaralar alıyor. Eğer bu gidişe bir son vermez ve yeniden “aile olmanın şuurunu” idrak edemezsek, bizi de batıvari parçalanmış aileler ve her türlü maddi refahı olmasına rağmen mutsuz bir toplum bekliyor.  Günümüz de aile kurumu sağlam olmayan ülkelerin toplumsal cinnet” yaşadıklarına şahit oluyoruz.

Yeniden güçlü ve lider ülke olmanın yolu bireyselleşerek güçlenmek değil, sosyalleşerek güçlenmekten geçiyor. Sosyalleşmenin temelini de sağlam aile oluşturuyor. Aile kurumunun sağlamlığı için aktörlerin yani karı-kocanın ilişkilerinin sağlam olması şart. Kadın ve erkeği bir birinden ayıran her zihniyet aile kurumuna zarar veriyor. Çünkü insan varlıklar içerisinde özgün ve seçkin bir kategoridir. Peki, “insan” olmakla yetinmeyip, kişinin seçiminde kendi dâhilinin bulunmadığı “kadın”lığını ya da “erkek”liğini öne çıkarması, hangi psiko-patolojik yaklaşımın ürünüdür? İnsan haklarından söz edilen bir yerde, ayrıca bir de kadın haklarından söz ediliyorsa, ortada kadına “Kandıralı”  muamelesi yapılıyor demektir. Malum fıkra; “Bölük dur! Kandıralı sen de dur!”

Bu anlamda modernite, tüm iddialarına rağmen, kadının var oluşuna “insani” anlamda hiçbir şey evet hiç bir şey eklememiştir; aksine kadını insanlığından ederek “metalaştırmış” onu kelimenin tam anlamıyla istismar etmiş, ruhunu öldürdüğü kadının bedenini de her anlamda “tepe tepe” kullanmış ve kullanmaya da devam etmektedir.

Evet, modernite bu anlamda genelde insana, özelde kadına zulmetmiştir. Nasıl ki, insanın insaniliğine kast ederek onu toplum makinesinin bir cıvatası (birey)  konumuna indirgemişse, kadını da kadınlığına kast ederek onu cinsel bir objeye indirgemiştir. Bu anlamda teşhircilik modern kadının çözmesi gereken en önemli problemlerden biridir.

Son yarım asırda sesleri daha çok çıkan eşitlik çığırtkanlarının seslerinin daha çok çıkmasına bakmayın siz! Onların esas amacı kadın erkek eşitliğinden çok, kadını daha çok nasıl meta olarak pazarlayacaklarıdır. Kulağa hoş gibi gelen bu söylemlerin ardında buram buram “kadın istismarı” kokmaktadır. Eşitlikte her zaman adalet olmadığı ama adalette her zaman eşitlik olduğunu savunanlardanım. Ayrıca kadın erkek eşitliğinin fonksiyonel eşitlikten çok insanlık ve erdem eşitliği olması gerekir.

Yani bu eşitliği “aynılık”, “tıpkılık” anlamına almanın başta kadın’ın kendisine zulüm olacağını düşünenlerdenim. Bunu bir örnekle izah etmek gerekirse; her iki cinsin bir birine göre konumunu bir çift ayakkabıya benzetebiliriz. Sol ayakkabıyla sağ ayakkabı mahiyet açısından birbirine eşittir; fakat sağı sola, solu sağa giyemezsiniz. Bu hem ayağa hem de ayakkabıya “zulüm” olur. Çünkü işlevsel açıdan aynı değildirler.

İnsanın seçiminde müdahil olamadığı, özelliklerine göre ayrıcalıklı kılınması doğru bir yaklaşım değildir. Ayrıca doğuştan gelen fonksiyonları göz önünde bulundurmadan aynı kefeye koymak abesle iştigaldir.

Bir futbol takımında görev yapan defans oyuncusuyla, bir hücum oyuncusunun nasıl ki hangisi o takımda daha önemli ve hangisi daha üstün diye sorgulanamayacağı gibi.

İşte bu anlamda aile olmak:

Bireyin şahsiyetini muhafaza ederek “biz” olmayı becerebilmesi,

Bir birlerinde “eksik olan parçaları” tamamlayabilmesi,

Hayat denen uzun ve zorlu yolculukta “yaren” olabilmesidir.

Bilindiği gibi insanlar evlenirken yüzük takarlar. Ve evlilik nişanesi olarak bunu parmaklarında taşırlar. Bu yüzük takma âdeti çok eskilere dayanır. Bunun ardında eski Mısırlıların halka şeklindeki cisimlerin sonsuzluğu simgelediğine dair inançlar vardır. Bu sebeple çeşitli halka şeklindeki eşyaları ve süsleri kullanırlardı. İşte bu adet gele gele evliliklerin hiç bozulmaması temennisinden olsa gerek, evlilik yüzüğü olarak takılır olmuş. Bizlerde Mısırlılardan kalan âdetin simgelediği temenninin gerçekleşmesini diliyoruz. Toplumumuzda takılan her bir alyansın zincirin en kuvvetli halkası olmasını ve bu toplumun temeline konulan en sağlam tuğla olmasını diliyoruz. Fakat bu temennilerimizin toplumda şu an için karşılığını bulduğun söylememiz zor.

Her aile zaman zaman sıkıntılar yaşar. Bu yaşanan sıkıntılar evliliğin doğası gereğidir. Atletizme meraklı olanlar özellikle de maraton koşularına ilgileri olanlar bilirler, 40 km lik bir maraton koşusunun en zorlu etabı 26. km dir. Yani maratonun kırılma anıdır 26. kilometre. Genelde maratoncular 26. km yi geçerlerse maratonu daha rahat bitirebiliyorlarmış. Her evliliğin de bir 26. km si vardır. Bu zorlu etap kiminde 3. yıl, kiminde 5. yıl kiminde de daha farklı bir zamana tekabül eder. Evliliklerin 26. km si eşlere ve kurdukları yuvalara göre değişmekle birlikte, her evlilikte illaki bir 26. km yani bir kırılma anı vardır. Kimi eşler bu etapta takılır ve evlilikleri boşanma ile neticelenir, kimileri de bu zorlu etabı birbirlerine olan muhabbetlerini güçlendirerek aşarlar. Bu etabın özelliklerini bilmek ve ona göre hazırlanmak evliliğinizi korumak için gereklidir.

Siz evliliğinizi korumak için ne gibi önlemler aldınız?

Yoksa siz de büyük çoğunluğun yaptığı gibi bize bir şey olmaz diyenlerden misiniz?

Sahi siz evliliğinizin kaçıncı kilometresindesiniz?

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Evliliğinizin Kaçıncı Kilometresindesiniz Kitabından Alıntıdır…

Mutlu Evlilik İçin Taktikler

Son zamanların moda şarkısı bu formülü kendine göre özetlemiş. Hatırlayamayanlar için şarkının sözleri şöyle: “Mutluluğun formülü çok açık. Bir sen, bir ben, bir de bebek!”

Bu formül mutlu bir evlilik için yeterli mi? Bilemem ama bizim önerilerimiz şöyle:

1- Hayallerinizdeki eşe göre değil, mevcut eşinize göre hayatınızı düzenleyin.

2- Ne kadar yüksek tahsilli ve kariyer sahibi olursanız olun, beyiniz sizin köyün çobanı da olsa onunla şahsiyet ve gurur yarışına girmeyin. (Hollanda’daki anne baba okulunda öğretilen mutlu evliliğin ilk şartı). Artık günümüzde en meşhur feministler bile bu tavsiyede bulunuyor.

3- Kendini ağıra satan eş baltayı ayağına vurmak üzeredir. Özellikle beyler bu tutum sergileyen kadınlara karşı çileden çıkar.

4- Eşinize biliyorum sen artık beni sevmiyorsun! Diye sitem eden kişi eşinin bilinç dışı zihninde “artık eşini sevmeme” temelini atmış olur.

5- Evliliği cehenneme çeviren asıl unsurlardan biri hayalciliktir. Günümüzde beylerin ve hanımların büyük kısmı mevcut eşleri dışında alternatiflerin kendilerine cenneti yaşatacaklarını sanmaktadırlar. Hayalci söz ve davranışlarla eşinizi bıktırmayın.

6- Erkekler görsel ve işitseldir. Hanımlar ise dokunsal ve duyusal. Beyler bir saatlik vaaz-u nasihat yerine eşiniz hanım efendinin elini tutarak %95 daha etkili olabilirsiniz. Hanımlar kocanızı değiştirmek için onca enerji tüketeceğinize evde ve şahsınızda görüntüye önem verirseniz, bakımlı bir hanım olursanız, elinizden geldiğince az ve öz ifadelerle sözlü iletişimi sağlarsanız %95 daha iyi sonuç alırsınız.

7- Eşinize olmazsa ayrılırız düşüncesiyle yaklaşırsanız büyük ihtimalle olmaz ve ayrılırsınız. Fakat “olsa da, olmasa da mutluluğu yakalayacağız, bunun başka çaresi yok” düşüncesiyle yaklaşırsanız mutluluğu yakalarsınız.

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Evliliğinizin Kaçıncı Kilometresindesiniz Kitabından Alıntıdır…

Eşler Arası İletişimi Tehlikeye Sokan Temel Nedenler

1- Kişilerin Farklı Aile Yapılarının Olması: Özellikle bu coğrafya da yaşayan insanların ilişkilerini evlendikten sonra bile aileleri şekillendirmeye devam edebiliyorlar. Geldikleri ailelerin farklı yapıda olması ve bu farklılığı bir zenginliğe dönüştürmeyi beceremeyen eşler, bu farklılıklardan dolayı büyük sıkıntılar yaşayabiliyorlar. Burada özellikle etkili olan davranış; bireylerin genellikle ailelerinde gördükleri ilişki biçimini model alarak, eşlerinden buna uygun davranmasını beklemeleri oluyor. Aileler de çiftin yaşam tarzına sürekli müdahalede bulunduğunda yeniden yapılanma aşamasında olan çiftin ilişkisi zora girebiliyor. Hal böyle olunca da, çok iyi anlaşmalarına rağmen bazı çiftlerin sürekli olarak ailelerinin etkisi altında kalmaları ilişkilerini bitme noktasına kadar sürükleyebiliyor.

Çözüm: İki farklı aile yapısından gelen bireylerin kendi evlerinde yeni bir yapı belirlemeleri ve buna uygun yaşamaları bu problemin çözümünde en etkili yöntemlerden biridir. Kendi farklılıklarını konuşarak, birbirlerini tanıma sürecine girmeleri ve birbirlerinin beklentilerini, özlemlerini, hedeflerini öğrenip ona uygun olarak birbirlerine davranmaları yine etkili bir davranış olacaktır. Bütün bu uygulamalara rağmen ara sıra bu farklılıklardan doğan anlaşmazlıkları da büyütmeden sabırla karşılamaları ve bunu zamana yaymaları da etkili bir yöntemdir.

2- Eşler Arasında ki Görev Dağılımının Eşit/Adaletli Olmaması: Günümüzde kadınlar da çalışma hayatına yoğun bir şekilde katılıyorlar. Dolayısıyla rol ve sorumluluklarında da değişiklikler oluyor. Ev işleri, dışarıda çalışsa bile genelde kadına kalıyor. İşinden eve gelen kadınlar ise en çok evdeki eşit olmayan görev dağılımından yakınıyorlar. İşten gelen kadının ev işlerinde eşinden yardım beklemesi ve bunu dile getirmesi sonucunda da gerginlikler yaşanıyor. Ancak zaman içinde kadınlar, ya daha fazla gerginlik oluşmasın diye bu taleplerinden vazgeçip durumu kabullenmeye başlıyorlar ya da eşleriyle sonu boşanmaya kadar gidebilen bir çatışmanın eşiğine geliyorlar. Böylece evlilik kadın için bir yük olmaya başlıyor ve eşler arasına mesafe giriyor.

Çözüm: Öncelikle eşlerin evlenmeden önce bu durumu açık açık konuşup ev içinde bir görev dağılımı yapmaları ve daha sonra da buna göre evliliklerini sürdürmeleri gereklidir. Eğer bu durum evlendikten sonra meydana geldiyse, özellikle kadının bu konuda daha sabırlı davranarak talebini zamana yayarak hiç bıkmadan düzgün bir şekilde eşinden her konuda kendisine yardım etmesini istemesi uygun olacaktır. Bu konuda sabrın özellikle kadından beklenmesi, erkeğin toplum içinde yetişme tarzından kaynaklanmaktadır. Yıllarca kendisine ev işlerinin kadının işi olduğu (!) adeta empoze elden erkeğin bu durumu büyük bir olgunlukla karşılaması çoğu zaman bir süreç alacaktır.

3- Gerçek Dışı Beklentiler: İlişkilerde en sık rastlanan sorunlardan biri de eş veya ilişki ile ilgili gerçek dışı beklentilerdir. Bu beklentilere şu örnekler verilebilir:
“Eşim ben söylemeden ne istediğimi ve hissettiğimi bilmeli.”
“Birbirimizi sevdiğimize göre her zaman mutlu olmalıyız.”
“Eşim benim isteklerimi ve ihtiyaçlarımı tahmin edebilmeli.”
“Her konuda hemfikir olmalıyız.
“Birbirimizi seviyorsak ailelere veya arkadaşlara ihtiyaç olmaz.”
“Cinsel hayatımız, birbirimize olan ilgimiz hep aynı düzeyde devam edecek.”
İlişkide bu beklentilerin gerçekleşmemesi ya da gerçekleşmeyeceğinin görülmesi hayal kırıklıklarına, umutsuzluğa, gerginliğe yol açıyor. Eşler karşılıklı olarak birbirlerini
suçlamaya başlıyorlar.

Çözüm: Bu beklentilerin mantıklı olmadığını karşılıklı konuşarak, anlatmak
ve anlamak gerekiyor. Bu aşamada çiftlerin bir diğerinin beklentisinin ne olduğunu anlaması ortak beklenti oluşturmalarına da yardımcı olacaktır. Unutmamak gerekir ki: “Bir evliliğin temelini sağlam yapan unsurlardan biri, eşler arasında ki ortak paydaların çok olmasıdır.”

4- Değişim Talebi: Çiftler genellikle partnerlerinin olumsuz davranışları karşısında kendilerini kurban olarak görürler ve öncelikle onların değişmesini isterler. Partnerleri de aynı talep ile geldiğinde, değişime hazır bile olsalar önce değişim talebiyle gelen kişinin ilk adımı atmasını beklerler. Burada temel mantık şu dur: “Önce sen değiş, sonra ben mutlaka değişirim.” Bu da ilişki içinde işbirliği kurulamamasına ve uzlaşma sağlanamamasına neden olur.

Çözüm: İşbirliği ve uzlaşma ilişkinin gelişimi için çok önemli iki öğedir. Bu
iki öğe yerine getirildiğinde sorun da ortadan kalkar. Evliliği yeni doğmuş bir bebeğe benzetebiliriz. Bu bebeğin büyümesi, gelişmesi için öz veri şarttır. Nasıl ki bebeğin sağlıklı olması için hem anne hem de babanın ortak katkısı şartsa, evlilik müessesesinin de gelişimi ve sağlıklı olması için öz veri şarttır. Bura da ilk adımı karşıdan beklemek ve ona göre davranmak bu müesseseyi yıpratan bir davranış olacaktır. “Bu dünyada insanın tamamen ve istediği zaman değiştirebileceği tek kişinin kendisi olduğunu daima hatırlaması evliliğin selameti açısından şarttır.”

5- Duyguların Zamanla Değişmesi: İlişkilerde en sık rastlanan sorunlardan biri de eşe duyulan yakınlık ve sevgi hissinin zaman içinde değişkenlik göstermesidir. Duygular, hiçbir zaman kur yapılan ilk günlerdeki gibi yoğun bir şekilde kalmıyor. Ancak yanlış
bir inanışla “eşler sevgi, romantizm ve heyecanımız hep aynı kalmalı” beklentisi içine girdikleri için hayal kırıklığı yaşıyorlar. Oysa bu değişim, sevginin bittiği ve ilişkinin bitmesi gerektiği anlamına gelmiyor.

Çözüm: İnsan ilişkileri her zaman aynı düzeyde olmaz. Bu insanın doğası gereği böyledir. İnsan hayatı gibi ilişkilerde de inişler ve çıkışlar olabilir. Bunun bu şekilde kabul edilmesi, kişileri rahatlatacak ve birbirlerine şüpheyle bakmalarını engelleyecektir. Önemli olan ilişkinin iniş trendinde uzun süre kalmamasını sağlamak ve bu durumda duygusal ve bedensel olarak yeni çözüm yolları aramamaktır.

6- Rekabet Ve Güç Çekişmesi: Çiftlerden birinin ilişkiyle ve yaşamla ilgili konularda karar alırken daha etkin olması, kendi başına çözüm bulup uygulaması ve eşini de bu kararı uygulamaya zorlaması sorun yaratabiliyor. Çiftlerin uzlaşmacı bir tavır sergilememesi bu sorunu daha da pekiştiriyor. Bu, bazı çiftler için eve alınan basit bir obje konusunda yaşanabiliyorken, bazıları için çocukları konusunda alınan kararlarda görülüyor. Burada verilmek istenen mesaj adeta; “Patron benim!” mesajı oluyor ve bu durum diğer eşin çileden çıkması için yetiyor.

Çözüm: Eşlerden birini ilgilendiren her konu birlikte masaya yatırılmalı ve kararlar ortak alınmalı. Evlilik müessesesi bir nevi ortaklık AŞ gibi bir kurumdur. Nasıl ki ticari ortaklardan biri diğerinin rızası olmadan dayatmacı bir şekilde karar alır ve uygulamaya kalkarsa, bu ortaklığın uzun sürmeyeceği anlamına gelir. Evlilik şirketinde de durum bundan farklı değildir. Eşlerin her konuda uzlaşması beklenmeyebilir ama alınan her önemli kararda mümkün mertebe birbirlerine danışması ve ona göre karar almaları, bu müessesenin devamı için gereklidir.

7- İletişimsizlik: İletişimsizlik eşleri en çok yıpratan sorunlardan biri. Eşi tarafından konuşmaya değer bulunmadığını düşünen eş, kendini zamanla değersizmiş gibi görüyor ve psikosomatik problemler yaşayabiliyor.
Eşler bazen partnerlerinin kendilerinden çok fazla şey talep ettiğini
düşünüyorlar. Ya da eşlerden biri diğerinin yeteri kadar açık olmadığından ve düşüncelerini paylaşmadığından şikâyet edebiliyor. Çünkü eşler genellikle sorunlarını konuşmaktan, paylaşmaktan ve tartışmaktan kaçınıyorlar. Bu iletişimsizlik ise eşlerin birbirleri ve ilişkileri hakkında olumsuz düşünceler geliştirmesine neden oluyor. Bu durunda olan eşin genellikle iç sesi şöyle oluyor: “Bana karşı yeterince açık değil.”

Çözüm: Sorunların her ne olursa olsun, karşılıklı olarak paylaşılması ve iletişimin en üst noktada tutulması gerekiyor. Uluslar arası ilişkilerde öğrencilere ilk öğretilen temel kural burada da geçerli “Ne olursa olsun masadan kalkma!”

8- Cinsel Sorunlar: Eşler arasında cinsel anlamda uyum sorunu bulunuyorsa bu onların günlük hayatlarına da yansıyor. Yani cinsel sorunlar ilişkinin genel gidişatını ciddi ölçüde etkiliyor. Cinsel sorunları nedeniyle bana gelen eşler arasında tespit ettiğim en sık sorunlar: vajinismus, erken boşalma, sertleşme sorunu ve orgazm olamama şeklindedir.

Çözüm: Bu tip sorunlarda uzmanına danışmak en doğrusu. Ancak cinsellik ile ilgili sorunların kaynağında bazen sadece iletişim bozukluğu yatabiliyor. İletişim becerisi çift için ilişkinin her aşamasında çok önemli. Öyle ki metabolik olarak her hangi bir problemi olmamasına rağmen psikolojik olarak cinsel sıkıntılar yaşayan erkek ve kadınların sayısı azımsanmayacak kadar çok.

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Evliliğinizin Kaçıncı Kilometresindesiniz Kitabından Alıntıdır…

Eşler Birbirini Anlamayınca Kavga Başlar

Erkekler sıkıntı anında yalnız kalmak isterler. Oysa kadınlar erkekleri anlamazlar. Sıkıntı anında kabuğuna çekilen bir erkek, eşi tarafından konuşma zeminini benim hazırlamam gerekiyor düşüncesi ile sıkıştırıldığında bunalır. Kadının içgüdüsel tavrı eşimin canını sıkan şeyin ne olduğunu sorup onun konuşmasını, benle paylaşmasını sağlayarak onu rahatlatmam gerekiyor tavrıdır. Oysa erkek sıkıntı anında rahat bırakılmak ister. Kadının bu isteği anlamaması ve ısrarlı sorulara devam etmesi, erkeğin sıkıntısını daha da arttırır. Konunun daha iyi anlaşılması için işte birkaç örnek…

Kadın der ki: Bu gün neler yaptın? (Kadın demek ister ki: Gel konuşalım. Senin neler yaptığın beni ilgilendiriyor. Umarım sen de benimle ilgileniyorsundur.)

Erkek der ki: Hiç! (Erkek demek ister ki: Yalnız kalmak için sana kısa yanıtlar veriyorum.)

Kadın der ki: Bu gün çok mu hasta baktın? (Kadın demek ister ki: Gerçekten ilgilendiğimi anlaman için sana soru sormaya devam edeceğim. Belki sen de benimle ilgilenmeye devam edersin.

Erkek der ki: Evet. (Erkek demek ister ki: Görmüyor musun? Yorgunum ve seni kırmamak için çok uğraşıyorum. Lütfen başka soru sorma.

Kadın der ki: Bir sorunun mu var? (Kadın demek ister ki: Belli ki bir şey canını sıkmış anlat da rahatla.)

Erkek der ki: Hayır. (Erkek demek ister ki: Tek sorunum sensin çok soru sorup beni bunaltıyorsun.)

Kadın der ki: Bir sorunun olduğu kesin, hadi nazlanma da anlat! (Kadın demek ister ki: Bak hala seninle konuşmak için çaba sarf ediyorum anlasana.)

Erkek der ki: Yok dedim ya! Der ve erkek oradan uzaklaşır.

……………

Ve kıyamet kopar.

Kadın der ki: Sen zaten beni sevmiyorsun? Uzun zamandır benle de ilgilenmiyorsun? Erkek ise kadının bu sonuca nasıl vardığını, nasıl olup da tartışmanın başladığını anlayamaz.

Aslında çok sık karşılaştığımız diyaloglardandır bu. Erkeklerin kadınlara nazaran daha basit özelliklere sahip olmaları ve kadınlar kadar kompleks düşünmemeleridir altta yatan. Bir kadının “hayır” demesi; her zaman hayır anlamına gelmez. Bu hayır değişik zamanlarda değişik duyguları ifade edebilir. Kimi zaman “asla”, kimi zaman “olabilir”, kimi zaman “belki” vs gibi anlamlara gelebilir. Oysa bir erkeğin “hayır” demesi sadece ve sadece “hayır” anlamı içerir. Bundan dolayıdır ki, kadınların kullandıkları kelimeleri anlamak için onların beden dillerini ve içinde bulundukları ruh hallerini de hesaba katmak gerekirken, bir erkek için ise sadece kullandığı lisanı bilmeniz yeterlidir.

Beden dili ve lisan’ı kullanmada kadınlar erkeklerden fersah fersah öndedirler. Bu yüzdendir ki: Bir erkek bir kadınla girdiği savaşta yenilmeye mahkûmdur. Dil, diye otomatik silah kadar hızlı çalışan, hançer gibi keskin olan ve saplandığı yerde derin yara açan bir silaha sahip olan biriyle savaşa girmek, kaybetmeyi baştan kabullenmektir.

Kadınların çoğu zaman erkeklere göre mantıksız görünmelerinin sebebi erkeklerin daha rasyonel düşünmesidir. Bu da kadın mantığının erkek mantığı gibi matematiksel bir mantık olmamasından kaynaklanır. Kadın mantığı dörtlü karışımdan oluşur. Bunlar: Duygu+Hayal+His+Akıldır.. Bu yüzden erkekler kadın mantığını anlamakta zorlanır. Çünkü erkek mantığı sadece “Akıl’a” dayanır.

Erkek aklı dağdaki patika gibidir, gelen geçen az olur. Kadın aklı on şeritli otobana benzer, hiç boş durmaz.” Bu dörtlü karışımın biri dursa bir diğeri çalışır. Kadın aynı anda hisseder, hayal kurar, düşünür, duygulanır ve karar verir. Dörtlüler hep açıktır.

Erkekler hata yaptıklarında özür dilemek ya da üzgün olduğunu söylemek yerine savunmaya geçmeyi ve tartışmayı tercih ederler. Bunun en önemli sebebi; erkekler hatalarını itiraf etmeyi ve özür dilemeyi bir güç kaybı gibi algılarlar. Oysa erkek hatasını kabul ettiğinde karısının gözünde yücelir. Kadın için bu sevgi itirafıdır.

Kadınlar konuşarak kızgınlıklarını dışarı atarken, erkekler konuşmayı pek sevmedikleri için kızgınlıklarını içlerine atıp biriktiriyorlar. Bence bunun en büyük sebebi: Biz erkeklere yıllarca duygularımızı göstermenin zayıflık olduğu telkin edildi. Erkekler ağlamaz, erkekler her zaman güçlü olur derken, kendimizi bir kalkanın içine almış olduk

Bir kadın duygusal bakımdan sıkıntıya düştüğü zaman erkek yanlışlıkla kadının kendini daha iyi hissetmesi için yalnız kalmaya ihtiyacının olacağını düşünebilir. Erkek kadını kendi haline bırakır ve ona bol bol zaman tanır çünkü kendisi bu tür bir desteğe ihtiyaç duymaktadır. Oysa kadına geçici de olsa ilgi göstermemesi erkeğin yapacağı en kötü şeydir.

Bu konuyu bir örnekle açıklamak gerekirse:

Kenan, Belma’ya;

Neyin var? Canını sıkan bir şey mi oldu?” diye sorar.

Belma;

Bir şeyim yok,” diye yanıt verir. İçinden de “Görmüyor musun ne haldeyim? Azıcık benimle ilgilensene. Bunları hep benim mi söylemem gerekiyor?” diye geçirir.

Kenan:

Pekâlâ,” der ve Belma’nın yanından uzaklaşır; içinden şöyle demektedir: “Galiba yalnız kalmak istiyor? Daha fazla üstüne gitmeyeyim.

Burada Kenan aslında sevdiği insana destek verdiğini düşünmektedir. Sevdiği insanla yaşadığı bu diyalogun aslında başarısız bir girişim olduğunun farkında değildir. Aslına bakarsanız erkeklerin çoğu da Kenan gibi düşünmektedir. Oysa Belma’nın;

Bir şeyim yok,” sözünden, erkeğin ona daha fazla soru sormasını ve onu konuşturmasını beklediğini her kadın anlar. Bir kadının “bir şey yok,” demesi aslında ortada ciddi bir şeylerin olduğunu, kadının içini dökecek birilerini aradığını gösteren önemli bir ipucudur.

Burada göz ardı edilmemesi gereken en önemli nokta: Bir erkeğin bir kadını dinlememesinin en önemli nedeni, kadınların dinlenilmeye olan ihtiyaçlarını tam olarak bilmemelerinden kaynaklanmaktadır.

Günümüz kadınlarının tatminsiz olmalarının bir numaralı nedeni ilişkilerdeki iletişim eksikliğidir.

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Evliliğinizin Kaçıncı Kilometresindesiniz Kitabından Alıntıdır…

Kadın – Erkek Arası İletişim

Erkek ve kadınlar arasında iletişim açısından adı konmamış bazı kurallar vardır. Bir kadın biriyle konuşmak isterse, genellikle sıranın kendisine gelmesini bekler. Bu onun kibar olma yöntemidir. Ya bir süre konuşmaları dinler, sonra kendi konuşmaya başlar ya da konuştuğu kişinin ona soru sormasını bekler.

Bu adı konmamış kurala erkeklerin çoğu yabancıdır. Eğer bir kadın önce eşinin konuşmasını beklerse, belki de konuşmaya hiç fırsat bulamayacaktır çünkü erkeklerin genelinin konuşmayı sürdürecek kadar sözü yoktur.

Erkekler açısından adı konmamış bir kurala göre; Bir erkeğin söyleyecek sözü varsa onu söyler. Erkeklerin geneli konuşmak için kendilerine soru sorulmasını beklemezler. Canı konuşmak isterse konuşurlar. Ayrıca erkek kadına soru sorduğunda, kadının ona soru sormasını beklemez.

Bir kadın erkeğe sorular sorduğunda erkek ona yanıt veriyorsa, kadının sorularını yanıtlayarak onu memnun ettiğini düşünür.

Bir erkek kadının günü hakkında onun sorular sormasını istediğini öğrense bile, bunu önemsemeyebilir. Kadın erkeğe sorular sorarken, erkek ne söyleyeceğini düşünmeye kendini öylesine kaptırır ki, kadına gününün nasıl geçtiğini sormayı hatırlaması zor olur.

Eğer bir erkek sorulara kısa yanıtlar verirse, kadın sıranın erkeğe gelmesini beklemek zorunda değildir. Kadının günü hakkında konuşmaya başlamasına erkek aldırmaz. Kadını önce erkeği dinlemeden kendi gününden söz etmeye başlaması kabalık olmaz.

Bir kadın için başka bir kadının üzüldüğünde kendini daha iyi hissetmesi için konuşmak istemesi doğaldır. Konuşmanın stresi azaltmasını da doğal karşılar. Erkekler için bu saydıklarımızın hiç biri doğal değildir.

Kadınların konuşma şifrelerini çözemeyen erkeklerin en çok düştükleri üç hata şunlardır.

1- Çözüm Önerme: Bir kadın sadece eşinin onu dinlemesini ve anlayış göstermesini bekler, ama erkek genellikle bunu yapamaz ve hemen çözüm önerileri sıralamaya başlar.

2- Sorunları Küçümsemeye Çalışır: Erkek bunun kadını rahatlatacağını düşünür. Erkeğin bilmediği bir şey varsa, o da kadını duygularını doğru olarak tanımlamaktan çok, onları keşfetmenin daha fazla ilgilendirdiğidir. Bunu bilmediği için şöyle sözler söyler:

“Önemli bir şey değil.”

“Ne olmuş yani?”

“Unut gitsin. Ben hallederim.”

3- Kadının Duygularını Geçersiz Sayar: Erkek yanılgıya düşerek kadının düşüncelerini analiz edip düzelttiğini sanır ama sonunda kadının duygularını geçersiz kılar. Kadının konuşurken durumunu düzeltmeye çalıştığını anlayamadığından, şöyle söyler:

“Bu kadar üzülmemelisin.”

“Endişelenme.”

“Bana kalırsa fazla büyütüyorsun.”

Uzm. Dr. Kenan Taştan / NurNet.Org / Evliliğinizin Kaçıncı Kilometresindesiniz Kitabından Alıntıdır…