Etiket arşivi: Eyüphan Kaya

Elde ne kaldı?

Sabahtan akşama kadar bakar, duyar, konuşur, okur, yazarız. Peki “insan olarak hanemize ne yazıldı acaba” diyebiliyor muyuz?

Kişi olarak bir muhasebe edelim, bu konuda kişi kendini en iyi bilir. Neden mi? Çünkü ameller niyete göredir, niyeti de bir Allah bilir bir de kişi binefsihi.

Öyleyse akşam başımızı yastığa koyduğumuz zaman muhakkak günün muhasebesini yapmamız lazım, acaba ne kazandık, ne kaybettik diye.

Malumunuz bazı zamanlar da mekanlar da hayırlıdır, yada gayrısından daha hayırlıdır demek belki daha doğru olur.

Bu açıdan düşündüğümüz zaman vahiy ile temas etmiş, hem hal olmuş mekanlar ile zamanlar gayrına göre daha da mukaddes olarak karşımıza çıkıyor, Mekke, Medine, Kudüs, Amid bunlara örnek verilebilir.

İlk üçü çok biliniyor ama Amid pek bilinmiyor, halbuki  bir çok Peygambere 27 şehit sahabeye ev sahipliği yapan ve yüzlerce sahabenin yaşam sürdüğü bir mübarek diyardır Amid, bunu kıskanan İslam düşmanları her türlü oyunla buraları viran etmek ister ta ki insanını bu maneviyatta kopana kadar. Bir derce başarılı da oldular, kimler mi eski Kemalistler, onların biraderleri şimdiki Apoistler. Fakat Amid şu anda bir düşünce safhasına girdi ve ben kimim sorusunu kendine soruyor.

Malum Ramazan ayının Mübarekliği, 11 ayın sultanı oluşu, kuvvetle muhtemeldir ki içinde Kadir gecesini barındırdığı içindir, Kadir gecesinin bin aydan daha hayırlı oluşu da bu gecede Kur’an’ın nazil olduğundan olsa gerek.

Ramazanın şerefesi ve arifesi olan Recep ve Şaban da bu komşuluktan nasibini alıyor, üç aylar adı verilen bu mübarek zaman dilimine kavuştukça yeniden maneviyatımız şahlanıyor, ruhumuz gıdasını alıyor, ibadet, fikir ve zikrimiz artıyor, tövbe istiğfarla arınıyor ve günahlarımızın mağfiretiyle Ramazan bayramına çıkıyoruz .Elhamdulillah.

Regaip, Beraet, Mirac ve Kadir gecesi bu aylarda yer alıyor. Bu gecelere mahsus özel bir ibadet tarzı olmadığı halde Kıraet, Dua ve bol Secde ile geçirmek kişinin menfaatinedir. İttifakla sabittir ki bu gecelerde yapılan ibadetin hayrı daha fazla, edilen duaların kabul olma ihtimali de yüksektir.

Bu mübarek geceler Allah’ın kullarına verdiği bir fırsat, bir imkandır. Tıpkı Cuma gülerinin haftalık bayramımız olduğu gibi. Yüce Allah bu gün ve gecelere ayrı bir avantaj tahsis etmişse buna itiraz etmek, bunu hafif görmek kimin ne haddine. Yeter ki kişi Allah rızasını hedef edinerek yaşasın, günahlarından pişman olsun, daima iyilik düşünsün, yüce Allah bir bahane ile onu rızasına kavuşturur inşallah.

Ayet ile ayrıcalığı sabit olan Kadir gecesini yakalayan kimse ne hayırlı kişidir değil mi?

Ama gaflet içinde yaşayıp, farz ibadetleri dahi ihmal eden, kul hakkını korumayan, zalim ve zorba olarak yaşayıp, bu günlerde bir kurtuluş arayan kimseler kendini aldatmasınlar, öyle yağma yok. Sekeratı mevtte lailaheillellah demek öyle kolay olmadığı gibi bu tür anlarında bu kimselere nasip olması çok zor.

Ağız, dil neye hizmet etmişse sekerak anında dile gelen o oluyor. Hani nefsin bir oyunu var “korkma, sekeratta son kelimeyi lailaheillellah der imanı kurtarırsın” diyor ya.

Meşhur bir Terzi hikayesi var. Bir Allah dostu bu konuda bir Terzi ile münakaşa ediyor.

Terzi diyor ki;

-Sekerat anında Lailaheillellah der kurtulurum,

Allah dostu diyor ki;

-Terzilikte en kolay iş nedir?

Terzi diyor ki;

-Kumaşı makasla kesmektir.

Peki sen sekerat halinde bunu yapabiliyor musun?

Terzi;

-Hayır diyor.

-İşte bunun gibi kelimeyi tevhidi de getiremezsin diyor, bunun üzerine terzi baba tövbe istiğfara ikna ediyor.

Bu kısa ömrümüzde ne kadar ibadet, hayır hasanat işlesek o kadar yararımıza olduğuna göre üç ayları da bir fırsat bilip, Oruç, Kıraat, İbadet, ameli salıh ve hasanatla zenginleştirelim inşallah.

Yüce Allah’a ne kadar şükür etsek azdır,

*Bizi insan olarak yarattığı için,

*Hz.Muhammed aleyhisselama ümmet kıldığı için,

*Kur’anı kerim ile tanışma fırsatını bize verdiği için,

*İslam coğrafyasında dünyaya gönderdiği için,

*Hak ve adalete karşı duyarlı duygularla donattığı için.

Unutmayalım mülk Allah’ındır, biz içinde kiracıyız, kira bedeli ise ibadettir, Allah’ı tanımaktır. Aslında bizim dünya ve ahret saadetimiz de ona bağlıdır. Ama bunu tatmayana anlatmak da hayli zor,  galiba.

Yüce Allah bizi razı olan kullarından eylesin, bunun için hangi hal ve tarz gerekiyorsa onu nasip etsin der, üç aylarınızı tebrik eder, sevaplarımızın arttığı, tövbe ve istiğfarla günahlarımız imha olduğu ve Bayrama manevi bir kazançla çıkmayı Allah’tan dilerim. Yüce Mevlam eli boş kalanlardan eylemesin. “Elde ne kaldı?” sorusunu kendimize sorduğumuz zaman “Elde rızayı ilahi kaldı” cevabını cümlemize nasip ve müyesser kılsın.

Selam ve dua ile.

Eyüphan Kaya

Hayatın Odağı Kadındır

Ne hikmetse bir konuyu ele aldığımız zaman ya ifrat ya da tefrit ediyoruz. Halbuki yüce Allah “Ben sizi vasat ümmet olasınız diye yarattım” diye ferman ediyor.
Vasat; insana sabrı, metaneti, hikmeti kazandırırken ifrat ve tefrit çoğu zaman hayata bir katkı vermiyor.
Hz.Muhammed(SAV) “En hayırlınız eşlerine en iyi davrandır, bu münasebetle en hayırlınız da benim” dediği halde ümmeti olduğunu söyleyen toplumlarda bu zarafeti, bu nezaketi pek göremiyoruz.
Kanaatimce sebebi sahip olduğumuz adet ve gelenekleri İslam’ın bir parçası haline getirip ona göre muamele edince sıra İslam’ın bu hassas kriterlerine sıra gelmiyor.
Meşhurdur deniliyor ki, İmamlar eşlerinden korkarlar, ama sebebini pek soran yok, aslında sebebi şudur; İmamlar hem kadın haklarının inanç ve kültürümüzde yerini bilirler, hem de bunu hanımlarına izah ederler, dolayısıyla haklarına riayet edince de dışarıdan öyle gözüküyor, sanki eşlerinden korkarlarmış gibi.
Müsaadenizle saadet devrinden ve günümüzden birer örnek davranış paylaşmak istiyorum.
Hz.Ömer’in hilafetinde bir Hakim, mesaiye geç başlıyor diye kendisinden şikayet ediliyor, savunmasında diyor ki; “Eşim rahatsız, sabah kalkarken yatağımı toplar, kahvaltı hazırlar ve kapları yıkayana kadar ancak yetişebiliyorum, ya halife isterseniz bunun için evime bir hizmetçi alayım” Hz.Ömer “hayır hayır böyle daha iyi aynen devam et” diyor.
Günümüzdeki örneğe gelince, bu günde öyle babayiğitler var; 2011 yılında Erzurum Emniyet Müdürü İbrahim Çelik, Eşi Müşerref Çelik’in hastalığından dolayı bakıma muhtaç olması münasebetiyle görevinden ferağat ederek ege bölge müfettişliğini istedi, “Eşimin yardımıma ihtiyacı var, ona zaman ayırmam lazım” dedi.
İşe dün işte bu gün, peki ülkemizde, bölgemizde, şehrimizde neden bu kadar sorun sıkıntı yaşanıyor derseniz, son çeyrek asırda insanımız biraz paragöz oldu, para ile birlikte ihtiyaçlarımız arttı, kanaatimiz azaldı. Az para ile çok şey yapmak istedik. Bu geçimsizlik şiddetine dönüştü, aile içi şiddet ve boşanmalar baş göstermeye başladı. Kimisi eşini şirket ortağı gibi gördü,
Çare nedir derseniz aslımıza dönelim derim. Aile olalım, selam ve dua ile yaşayalım, bu dünyanın geçici yaşamında kendimizi fazla zora sokmayalım, halimize şükür etmeyi bilelim.
O ,Tv. dizilerindeki rüya hayat, sanaldır, öyle ekmek elden, su gölden bir hayat tarzı yok, olsa da helal haram karışık olur, bakın ben 57 yaşındayım benim bir emekli maaşım var, bir de daha borcunu bitiremediğim bir evim ve ayağımızı yerden kesecek bir arabamız var. Ama 6 çocuk babasıyım çocuklarım aralarında barışık, eşim pazara çıkıp dönenen kadar dahi onu özlüyorum. 40 yıllık evliyiz, ufak tefek tartışmalar aramızda yaşanmışsa da bu gün huzurlu bir hayat yaşıyoruz, aslında eş olmanın kıymeti bu aşamada daha çok ortaya çıkıyor.
Ne yazık ki kadına yönelik bazı yanlış ifadelerimiz de var, “sırtından sopayı, kucağından sıpayı eksik etmemek lazım” diye bir ifade dilden dile dolaşıyor, bu yersiz, gereksiz, dengesiz bir adetin kaba bir ifade tarzıdır. Böyle şey olur mu? Hele ki bir Müslüman’a bu ifade hiç yakışır mı?
Batı 8 dünyası Mart gününü dünya kadınlar günü ilan etmiş, aslında batı günah çıkarıyor, kusurlarını örtmek için bunu yapmış, çünkü yakın zamana kadar Batı dünyasında kadın insan mı şeytan mı tartışmaları yapılıyordu.
Peki nerden çıktı bu tuhaf değerlendirme derseniz çünkü “ilahi öğretiye” kulak vermiyor da ondan. Bir bak bakayım Yaratan Kadın hakkında, erkek hakkında ne diyor? Kendi kıt aklınla niye değerlendirme yapıyorsunuz.
Şimdi biz istesek de istemesek de tüm erkek ve kadınlarımıza iş bulamayız, dolayısıyla her kadının bir mesleği olsun deyip kadını çalışmak durumunda bırakırsanız, analık vasfını kaybederse bir birinciliği elden gider, iş bulup bulmayacağı da belli değildir. Bir erkeğin helalinden çalışması aileye yeter de artar.Kadının çalışmasını onun rızasına bırakmak lazım. Ama anneliği de işsizlik sınıfından çıkarmak lazım. Anne olmak kendi başına bir iştir. Yetiştirdiği çocuk da hepimize faydalı bir birey olabileceği gibi, iyi yetişmezse de hayatımıza sıkıntı da verebilir.
Eşler çalışıyorsa ev işlerinde erkeğin kadına yardımcı olması vacibattandır. Nasıl ikiniz de işe gideceksiniz ve eve dönüşte hanıma yemek yapma, evi temizleme ve çamaşır yıkamayı yükleyebilirsiniz? Anne ev hanımı ise bu defa yaptığı her iş karşısında teşekkürü hak ediyor. Çünkü bu kadar iş yapmasına rağmen karşılığında bir ücret almıyor, ama her işten Allah katında sevap kazanıyor.
En son bildiğim kadarıyla Fransa da 6 çocuk annesi ve basına devlet diyor ki “sen bu çocukların yetişmesine bak, maaşınız devletten.” Hem kadın erkek ikili çalışan aile kaç çocuk yapabilir ki, malum bir ülkede anne başına düşen çocuk sayısı 2.1 in altında ise o toplum yakın zamanda yaşlanır. Yani cumhurbaşkanımızın en az üç çocuk demesi bir bilimsel veriye dayanıyor.
Kısacası her durumda eşlerimize karşı nazik olmak durumundayız, ev işlerinde de ona yardımcı olmaya çalışmalıyız. Hele ki şiddet uygulama gibi bir hataya zinhar düşmemeliyiz.
Hanımlar da eşine dışarıdan birisi gibi muamele etmemeli, iki taraf da Allah rızası için birbirin hayatını kolaylaştırmak için bir çalışma ve çaba içinde olmaları lazımdır.
Mesela AB adına imzalanan bazı yasalar var, toplumumuzun tarzına uymuyor. Örneğin 6284 numaralı yasa var, birçok açıdan sorunlu hale geldi. 183 numaralı telefonla kadın eşini şikayet ediyor, eş ifadesine bakmaksızın 15 gün ile 6 ay arasında evden uzaklaştırılıyor. Bu şekilde 200 bin şikayet olmuş, 150 bini boşanma ile sonuçlanmıştır. Tabi her boşanma beraberinde bir sürü sorun getiriyor.
Geçende Kamu Deneticisi orijinal adıyla Ombudsmanımız Şeref Malkoç bu yasanın getirdiği sıkıntılara dayanamayıp dedi ki “sanki bu yasa ile aileyi dağıtıyoruz gibime geldi” dikkatli olmak lazım, imzaladığımız bir yasa bize sıkıntı veriyorsa imzamızı geri çekmeyi de bilmeliyiz. Diyarbakırlıların hoş bir ifadesi var “hakkında ayet mi nazil olmuş” yani uyguladığımız yasalar mutlak ve dokunulmaz olmamalı, bize sıkıntı veren bir yasa varsa Meclisimiz eksiklerini düzeltmelidir.
Kimisi sık sık kadına şiddet deyip duruyor aslında sorun olan aile içi şiddettir, bazen anne, bazen baba bazen de çocuklar bundan nasibini alıyor. Hiç birine tolerans tanımamalıyız.
Aile kavramına her geçen gün daha da kıymet vermeliyiz. Yoksa Dede- Nene/ Amca-Dayı/ Teyze-Hala/ Bacı-Kardeş kavramını unutacağız maazallah, bunların her biri bizim için bir değer, değerlerini kaybeden bir millet bir gün vatanının da kaybedebilir.
Bundan böyle “Güçlü Kadın” sloganımızı “Güçlü Aile” kavramı ile terfi ediyoruz. Toplumun çekirdeği konumunda olan aileyi sağlam tutarsak, geleceğimizi sağlam temellere dayandırmış oluruz, benden söylemesi.
Şaka bir yana şu 8 mart günü batıda kadınlara bazı hakları kazandırmış ama bizde kadına kazandıracak bir şey yok gibime geliyor. Çünkü batıda kadının hayatı problemliydi, nispeten düzeldi, biz de ise sanki son çeyrek asırda kadılarımız daha çok sıkıntı yaşar hale geldiler.
Tüm annelere selam olsun, Kadınlar mutlu yuvaları/aileleri ile şen yaşasın. Amin demeniz dileğiyle.

Eyüphan Kaya

 

Çünkü Ben Bir Öğretmenim

Neslin hamuru elimde yoğrulur
Vakitli, vakitsiz adım anılır
İnsan kalitesi benden sorulur
Çünkü ben bir öğretmenim

İnsanımın da hakkıdır mutluluk, safa
Bu hak saklanamaz, atılmaz rafa
Feda olsun milletime bu can, bu kafa
Çünkü ben bir öğretmenim

Bazen sabahın körü, bazen gece vaktı
Kah yağmur yedim, kah terim aktı
Daim zulmete şimşeğim çaktı
Çünkü ben bir öğretmenim

Görsem eserimi hayat çarkında
Sanatkar, mühendis hayat parkında
Ezilsem gam yemem, Rabbim farkında
Çünkü ben bir öğretmenim

Hayat bir halay, başında benim
Heyecanlıyım, titizim titriyor tenim
Akıyor hayat önünde canım
Çünkü ben bir öğretmenim

İki dünya demi benden sorulur
Marifetim yoksa dostlar darılır
Karı koca benim yüzümden ayrılır
Çünkü ben bir öğretmenim

Bir evlat babaya yanlış yaparsa
Hakkı bırakıp puta taparsa
Ortağıyım onun neye yararsa

Çünkü ben bir öğretmenim

Mal varlığın ver? deseler sayım var
Talim terbiyede biraz payım var
Talebelerimden başka burada neyim var
Çünkü ben bir öğretmenim

Yarının sermayesi kaliteli beşer
İhmalin eseri Saddamlar, Beşar
Gamsızsam bana da ondan pay düşer
Çünkü ben bir öğretmenim

Her türlü cefaya değer bu meslek
Yasaya dönüşür elindeki taslak
Bana dua eden sevenlerime bak
Çünkü ben bir öğretmenim

Pul, para mal dünyada olur
Öğretmen payını ükbada alır
Ölsem de bir aklım dünyada kalır
Çünkü ben bir öğretmenim

Peygamber mesleği, unvanın hası
Şayet örselense tutarım yası
Paklıyor gönülden kederi, pası
Beni yetiştiren can öğretmenim

Öğretmenim, bu millet muhtaçtır size
Siz iyilik edin atın denize
Bin bir kusura olur revize
Buyurun nesil sizin, kan öğretmenim

Hakkın ödenmez pulla parayla
Tartıya gelmez, köşkle sarayla
Paha biçilemez, denizle karayla
Şükran sunarım han öğretmenim

İtikadı, inancı anlattın bana
Razıyım senden, gelsem divana
Ruhumu okşadın can kattın cana
Benim şahımerdan öğretmenim

Taleben büyümüş muallim olmuş
Cehalet geride, ötede kalmış
İlim şerbet, amelse balmış
Şafak öncesi , tan öğretmenim

24 Kasım Muallimler günü,

Sen geleceğe bak, dert etme dünü,
Kabe’ye yönel kaydırma yönü
Sen örnek insansın, şan öğretmenim.
Emekliyim ama vazife devam,

Bu mesleği bilmez gariban avam,
Sekerata kadar sürüyor davam,
Çünkü ben bir öğretmenim.

Eyüphan KAYA

 

İbrahim Kalın ‘Ben u Sen’de konuştu

26-27 Ekim tarihleri arasında Cigerhun kongre merkezinde uluslararası Diyarbakır kongresi yapıldı.

Tarih, Toplum ve Ekononi, etrafında şekillenen bu kongrenin, 130 Akademisyenin tebliğ sunduğu sempozyumun açılışını konuşmasını Cumhurbaşkanlığı sözcüsü Doç.Dr.İbrahim Kalın yaptı.

Birkaç protokol konuşmalarından sonra asıl konuşmacı olarak  konuşan Kalın, özetle şunları dile getirdi;

“Muhterem katılımcılar ben sizinle sohbet etmek istiyorum. Sohbet, Sahabe, Ashab kavramları aynı kökenden gelir. Sohbet, molog değil, diyalog da değil, bir hal, bir anın paylaşımıdır.

Müsaadenizle “Ben, öteki ve ötesi” adlı kitabımı size özetmeye çalışacağım. Tabi “Ben u Sen” salonunda bu kavramları anlatmak da ayrı bir keyif veriyor.

Malum kültürümüzde “Kendini bilen Rabbını bilir.” denilmektedir. Kimisi hadis diyor, kimisi hikmetli bir söz, kimisi de kelamı kibar diyor.

Kadim Mısır’da “Kendini bil” kavramı var,

Eflatun çalışmalarında yine “Kendini bil” kavramı var,

Yine Eflatun’un hocası Sokrates, “Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir.”

Peki “Ben” kavramı o kadar büyütülecek bir şey mi acaba? Aslında ben bütünün bir parçası olunca bir anlam ifade ediyor. İslam metafiziğinde ben bütünün bir parçası olarak dile getirilir.

Mesela ben olsam da olmasan da benim dışımdaki dünya yaşıyor; dünya dönüyor, güneş doğup batıyor, kuşlar ötüyor.

Ben tasavvuru ötekinin varlığını icap ediyor. Burada önemli olan ben ile öteki arasında bir bağ kurabilmektir. Ben bir epistemik tekebbüre sebep olmaz, olmamalıdır tam tersine tevazu oluşturur. Bu konuda iki uç yaklaşım var; burada biri ötekisini şeytanlaştırıp, yok saymak, kendi içinde absorbe edip eritmek, diğeri ise “farkımız yok” diyerek kendini yok saymak. Bu iki düşüce de doğru değildir.

Önemli olan ben ve öteki arasında yararlı bir beraberlik kurup birbirini besler hale getirebilmektir. Bu da ancak ötesi ile bir bağ oluşturduğunuz zaman olabiliyor, işiniz kolaylaşıyor. Başka türlü ben ve öteki arasında sık sık tartışma, tantana ve haset çıkar ve hayatın tadı kaçar.

Kadim Mısır medeniyeti, Mezopotamya’dan beslenmiştir, Çin medeniyeti başka  medeniyetlerden yararlanmıştır, İslam dini dahi yaşamış medeniyetler üzerinde mükemmele doğru bir yaşam biçimi oluşturmuştur.

Kişi olarak, millet olarak, kökünüz üzerinde şahsiyetini koruyarak öteki ile birlikte olma yollarını aramalıyız.

Endülüs İslam medeniyeti dahi bir çok kültür ve medeniyeti nasıl da mecz ederek, yaşanır bir medeniyet oluşturduğunu görüyoruz.

Bir süreliğine kendimizi yok sayarak başkasını taklit etmeye çalıştık, savrulduk, dengemiz bozuldu.

Hz.Mevlana’nın dediği gibi pergelin bir ayağını sabit tutarsak, kendimizle barışık olup, yetmiş alemi tasavvur etmeye, sey ru tamaşa imkanımız olur.

Dolayısıyla kendi modellerimizi, kendi hikayelerimizi  yazmamız yazdığımızı yaşamaya çalışmamız lazım. Türkiye artık bu gün kendi coğrafyasıyla, kendi insanı ile tanışıyor, tarihi ile barışıyor, hikayeleri ile yaşamaya alışıyor.

Hikaye kavramı maalesef bir az tahfif edilmiş durumda, halbu ki “Tahkiye” edebiyatta bir sanattır, ve hikaye edilmemiş bir olayın yaşama şansı kalmıyor.

Kimisine göre köklerimize bağlanmak özgürlüklerimizi kısıtlar, halbuki kökü sağlam olmayan bir ağaç uzayamaz.  Köklerden ve göklerden yararlanmayan bir ağacın büyümesi mümkün değildir.

Ağaç göklerden gelen nurdan yararlanarak yaşamını sürdürdüğü gibi bizimde İlahi öğreti diyebileceğimiz vahiyden yararlanmamız lazım, ki buna ötesi diyoruz.

Ben ve öteki baş başa kalırsak ötesi ile irtibatımızı koparırsak, aramızda tartışma, çekişme, haset ve kavga çıkar. Ama ötesine bağlı yaşarsak hayatımız kolaylaşır.

Ötesi ile irtibat sağladığımız zaman öteki ile irtibatımız, ben ve öteki arasında karşılıklı yarar üzerinde ilerleyecek.

Ben öteki ve ötesini bir araya düşündüğümüz zaman önümüz açılacak, zor gördüğümüz sorunların çözümü kolaylaşacak.

Ne yazık ki düşünmeyi kaybettik, tefekkür kavramından uzak kaldık, öyle bir hale geldik ki internet dünyasında elde ettiğim malumatla bilgi ve hikmet sahibi olduğumuzu sanıyoruz.

Halbuki hikmet, bir şeyin neden var olduğunu düşünmektir. Dikkat buyurursanız Kur’anın kıssaları hikmet dolu en nitelikli hikayelerdir. Mevlana bu hikaye tarzını Mesnevi’de gayet güzel kullanmış.

Kur’anı kerim bir emir telaki etmişse önce neden emir edildiğini ya da yasaklaması gerektiğini ortaya koyar.

Zihin dünyamız daha dünyayı tasavvur edecek düzeye gelmedi, ama gelecek on yılda inşallah kendi hikayemizi oluştururuz, gelecek nesillere ufuk açıcı masallar yazacağız diye düşünüyorum. Bunu da elbirliği iş birliği içinde hep birlikte inşa edeceğiz.” Diyerek konuşmasını tamamladı.

Devlet aklının tecelli ettiği Külliyede Cumhurbaşkanımızın en yakınında bulunan birisinin bu bakış açısına sahip olması beni ziyadesiyle mutlu etti.

Aynen İbrahim Kalın beyin dediği gibi vahyin ortaya koyduğu hakikatten bağımsız yaşamaya çalışan, kişi, kavim ve oluşumların bakış açısı güdük kalır, bodur kalır, sonun ve sıkıntılara çare çözüm üretmekte yetersiz kalır kanaatindeyim.

Selam ve dua ile…

Eyüphan Kaya

Yüce Allah’ın İnsanlığa Son Uyarısı

Sevgili dostlar, bir kütüphaneye girdiğimiz zaman binlerce kitap görürüz, dünya çapında düşündüğümüzde milyonlarca kitabın yazıldığını fark ediyoruz. Hepsi de insan düşüncesinin hayata yansımasıdır, ancak bir kitap var ki müellifi insan değil işte o kitabın her cümlesi kelamüllahtır, baştan sona insanlığa yol göstericidir, ibret ve hikmet dolu kıssalarla donatılmış olup insanlığın paha biçilmez rehber kitabıdır.

Ne yazık ki milyarca insan yeryüzünde bu kitaptan bihaber yaşarken, bir kısmı da kulaktan kulağa Kur’an hakkında kirli bir bilgiye sahip olup, tanımadığı, bilmediği bu emsalsiz kitaba karşı kin güdüyor, düşmanlık besliyor.

1,5 milyar İslam âlemi de kahir ekseriyeti Mana itibariyle Kur’an’ın özünden bihaber yaşıyor.

O Kur’an ki ruhumuzun, gönlümüzün, vicdanımızın; sesine, manasına, terennümüne ihtiyaç duyduğu müstesna bir kitaptır.

O kitap ki dünyanın beyni durumunda olup, dünyadan alıkonulursa dünya belki de sara geçirecek, başka bir ifadeyle insanlığın başına kıyamet kopacaktır.

O Kur’an ki yeryüzünde en çok okunan, en çok ezberlenen, en çok yazılan kitaptır.

Kur’an’da; Doğruluk, mertlik, merhamet, cesaret ve yardımlaşma methedilirken, Yalan, iftira, fitne, ikiyüzlülük ve zulüm tenkit ediliyor.

Kur’an 30 cüz, 114 sure ve bilinen haliyle 6632 ayet içermektedir.

Ben bu yazımda Resul-i Ekrem aleyhisselatu vesselamın vefatından sadece 9 gün önce nazil olan son ayetten bahsedeceğim; dilimin döndüğü, gücümün yettiği, kabiliyetimin elverdiği kadar açıklamaya çalışacağım.

Yüce Allah bu ayeti kerimede şöyle bir uyarıda bulunuyor.”Allah’ın huzuruna çıkacağınız günden korkun,  ki o gün herkes bu dünyada yaptıklarının karşılığını alacaktır ve onlara zülüm edilmeyecektir.”(Bakara 283)

Yeryüzünde yaşadığımız her an ve zamanda sadece bu ayeti aklımıza tutarak yaşarsak bilinçli ve bilerek kolay kolay yanlış yapmaz, doğru yoldan sapmayız. Ahret gününü düşünen bir kimse üç günlük dünya hayatında kaba saba davranışlarda bulunabilir mi? Üstelik miskali zerre hayrın ve şerrin kayıp olmadığı ve kıyamet gününde amel defterimiz elimize verildiği zaman komple içinde bulunduğunu düşünen bir insan hırsızlık, arsızlık yapabilir mi?

Bu son ayet,

1-Ahret gününü anmamızı, o günün hesabını yaparak yaşamamızı,

2-Yapacağımız her işten sorgulanacağımızı yada mükafatlandırılacağımızı

3-O gün hiç kimseye zulüm edilmeyeceğini bize hatırlatıyor.

Ey nefsim bu ilahi nasihati aklında tut, bu senin için iyi bir fırsattır diyor, tüm Müslüman kardeşlerimi bu ilahi uyarıya dikkat etmelerine davet ediyorum.

Yeryüzünde yaşarken binbir endişe ve korkunun esiri olup, hayatı kendinize zindan edeceğimize, bizim gibi insan olarak yaratılmış ama birkaç açıdan farklı imkân ve meziyete sahip kimselerin takipçisi olacağımıza, Yüce Allah’ın ortaya koyduğu yolun yolcusu olalım, olalım ki başımız dik, hayatımız pak, rehberimiz Kur’an olsun.

Selam ve saygılarımla 

Eyüphan Kaya