Etiket arşivi: Eyüphan Kaya

Protokol nedir?

Kimi toplantı yada etkinliklerde hayata emek veren insanlara verilen bir değerin işreti olsa gerek, bazen de kurum temsilcilerine saygı mahiyetini içerir. O saygı o kişilere değil, temsil ettikleri kurumdan kaynaklanıyor.

Protokol, yönetim kalitesi zayıf toplumlarda her geçen gün daha da önem kazanır, çünkü kimi yetersiz insanların üstünlüğünü ortaya koyduğu bir manzaradır.

İslami gelenekte protokolü andıran bir ifade var, deniliyor ki; “ön saf ümera ve ulema içindir.” Gayet manidar bir ifade olduğu kanaatindeyim, zaten edep ehli olan kimse bunların önünde oturmaz, oturduğu halde bu vasıfları taşıyan biri gelse yerinden fırlar ona yerini verir, duasını alır.

Peki günümüzde niye protokol bu kadar önemseniyor, birkaç nedeni var, protokol ile vatandaş arasında görünmeyen bir perde var, maalesef  o perde protokolün üstünlüğünü ifade ediyor.

Bazıları bir makama gelir gelmez önce çevresi ile arasına mesafe koyuyor. Hem de yarın oradan inebileceğini unuturcasına, oradan inince de halkın arasına inmeyi içine sindirmiyor, çünkü kendinse merhaba diyecek birini bulamadığı için soğuk protokolün yapmacık selamlaşmasının arasına katılıp, “nerde o eski günler” dercesine ah çekiyor.

Protokol dediğin; İl valisi, Belediye başkanı, varsa gelen Bakan ya da genel müdür, İktidarın ve muhalefet partilerinin il başkanları ve şehrin ileri gelenlerinden alim yada saygın birkaç adam o kadar. Yani ilk saf bile dolmaz, peki bizde niye böyle?

Bir defa bürokrat ve siyasetçi vatandaştan kaçıyor.

Eski Bakan,

Eski Vekil,

Eski Müdür,

Eski Başkan,

Ayrıca yardımcılardan ve kol başkanlarından tutun, sivil toplum kuruluşları başkanlarına kadar, çoğunun gözü protokolde maşallah. Öyle ki bazen ısrar edilmesine rağmen ben protokole oturmaktan haya ediyorum.

Vatandaş olarak kendisini beğenmeyen biri tabi ki orada burada kendini önde görmek/göstermek isteyecek. Halbuki biraz düşünüp o eski unvanı ile anılan kimselere bakarsa irkilip kendine gelecek de, ama orasını görecek kadar izanı yok.

Halbuki ön sırada oturmak için sizden geride oturanların üzerinde bir bir hakkınız olmalıdır ki orada oturunca arkadakiler ruhen huzur bulsun.

Bence biz vatandaşlığı saygın hale getirelim, rahat edelim. Zaten unvan sahibi kimseler vatandaşa hizmet ettikleri için protokole alınıyorlar. Öyle protokol ehli kimseler var ki etkinlik ortamına girere girmez halk hürmeten ayağa kalkar ve o oturmayana kadar vatandaş oturmaz, ama öyle kimseler var ki mecburi protokol olmazsa vatandaşlar onu aralarına bile almaz.

Mesela bir siyasetçi olarak Yusuf Azizoğlu’nu  hatırlayın görmediğimiz halde onun hasreti ile yaşıyoruz, yetersiz insanları örnek göstermek istemem gayba girer günahkar olmuş olurum, siz sağınızda solunuzda onları çok görüyorsunuz zaten.

Kısacası önemli olan gönüllerde taht kurabilmektir, protokol soğukluğu içinde bir yerlere gidip gelmek marifet değildir diye düşünüyorum.

Benim kanaatim budur, haksız mıyım acaba?

Eyüphan Kaya

Bu Cuma Hutbesini Beğendim

Hutbe, Müslümanları dünyevi ve uhrevi meseleler hakkında aydınlatmak için bir vesiledir. Bazen milliyetçilik kokan hutbeler okununca cemaatten bazı kimselerin rahatsızlıkları yüzlerine yansıyor maalesef.

Bu Cuma öyle nitelikli bir hutbe okundu ki, nasıl tarif edeceğimi bilemiyorum.

Hak hukuk ekseninde hazırlanan hutbede;

*Allah hakkı,

*Anne Baba hakkı,

*Yaşam hakkı,

*Evlat hakkı,

*Kamu hakkı,

*Hayvan hakkı.

Ah ah!.. bu konularda hassas davrana bilseydik onların dışında kayda değer bir rahatsızlık, bir dert kalır mıydı? bilemiyorum.

Yeryüzünde “ilahi öğreti” gölgesinde yaşayabilsek devamı kendiliğinde gelir diye düşünüyorum.

Allah hakkından sonra gelen Anne-Baba hakkı yine öyle değil mi? ailenin bereketi, huzuru onların mutluluklarına bağlı diyebilirim.

İslam’da hukukun kararı dışında bir kimsesin başkasının canına kıymaya hakkı yoktur. Haksız yere birini öldürmek dünyadaki insanları öldürmek gibidir, hayata bağlamak ise tüm insanları ihya etmek gibidir, diyor dinimiz. Buyur İnsan Hakları Aktivistleri, bundan daha manidar bir ifade elinizde var mı? Yok tabi, çünkü bu ifadenin kaynağı “İlahi öğretidir”

Hayırlı bir evlat istiyorsak, helal lokma ile besler, edep ve marifetle büyütmemiz lazım, dolayısıyla hem kendisi dünyada rahat eder, hem de biz mutlu,  mesut yaşar, duasını alırız.

Ya Kamu hukukuna ne demeli? Hani Hz. Ömer devletin işini yaparken hazinenin mumu, kendi işini yaparken kendi parasıyla aldığı mumu yakıyormuş ya. İşte kamu malına karşı bu derce hassas davranmak gerekir.

Bir defasında ganimetten kalan kumaştan Hz. Ömer elbise yapmıştı ve hutbe okurken bir sahabe dedi ki, “seni dinlemeyeceğim” nedeni sorunca dedi ki, “bana düşen kumaştan elbise çıkmadı, seninki niye oldu”, oğlu Abdullah’ı çağırdı ve Abdullah dedi ki, “ben payımı babama verdim”, bunu dedikten sonra hutbeyi okumaya devam etti.

*Devlet mekanizmasının içinde olup hazineye bu derece sahip çıkmayanları deşifre edip, vatandaşlıktan atmak lazım bence.

Şimdi en çok kan kaybettiğimiz konu bu galiba. Kamu malının kişi olarak takipçisi olmayabilir, ama Kamu malının sahibi yüce Allah’tır. unutmayalım!

Günümüzde örnek vermek gerekirse, mesai arkadaşlarının dediğine göre misafirlerine verdiği ikramı kendi parasından yapan Kayapınar kaymakamı Dr.Ozan Balcı örnek verilebilir. Bekli böyle hassas düşünen Mülki Amirlerimiz/Genel Müdürlerimiz/Bakanlarımız da vardır.

Kamu malı öyle bir maldır ki, 81 milyon vatandaşın hakkı var içinde, düşünün siz bin lira çalsanız,  bu kadar vatandaşa borçlu oluyorsunuz. Bundan daha büyük bir vabal olur mu?

Hayvan hakkına gelince,

Hayvanınıza(At, Eşek, Deve..) eşya yüklerken takatinden daha fazla yük yüklemeyin diyen bir dinin mensubuyuz.

Ebu Hureyre’nin kedilere gösterdiği ilgiden dolayı bu unvanı aldığını düşünmek dahi ne kadar manidardır değil mi?

Yavrularını emziren bir dişi köpeğin rahatsız olmaması için Peygamberimiz Hz.Muhammed(as) başına nöbetçi diktirmişti.

Bir kediyi hapsedip, açlıkla cezalandıran bir kadının cehennemlik olduğunu, Susamış bir köpeğe su veren bir kişinin de cennete gittiğini örnekleyerek anlatan bir peygamberin ümmetiyiz.

Ama ne çare bu değerleri unuttuk.

Bu gün Hümanistler, Feministler gelmiş bana ders veriyor. Sizi insanlık düşmanı herifler, sizin derdiniz ilahi öğretiyi Müslüman’a unutturmaktır. Ben bunu çoktan anladım da, vatandaşa nasıl izah edeceğim orası zor işte.

İslam mükemmel bir din de Müslüman şahsiyet açısından zayıf olunca ona uymakta zorlanıyor.

Mesele budur

Eyüphan Kaya

Öğretmen Olmak Kolay mı?

Bilen biliyor, Cumhuriyetin ilk yıllarında öğretmenlik çok gözde bir meslekti. Hatta albaylığı bırakıp öğretmenlik yapan olduğu söyleniyor. Hem saygın bir meslekti, hem de maaşı dolgun ve doyurucuydu. Çünkü Cumhuriyeti ancak idealist öğretmenler genç nesillere ve ahaliye anlatabilirdi.

Ne acıdır ki zaman içinde bu idealist düşünce büyük oranda zaafa uğrayınca öğretmenlik mesleği de değerden düştü.

İlginçtir, bu memleketin gelişmesi önünde takoz gibi duran, tahtı saltanatta oturup devletin yönetimini omuzu kalabalık birilerine teslim eden bir zatı na muhterem Başvekil konumundayken Mardin’de yaptığı bir konuşmasında öğretmenlik mesleği için şöyle talihsiz bir ifade kullandı;

”Çocuklarınız bir şey olmazsa, bari öğretmen olsunlar”.

İşte bu zihniyet öğretmenlik mesleğini işsizlere iş alanı haline getirdi, bu gün “ben öğretmenim” diye piyasada gezinen bir çok kimse idealizmden uzak, varsa yoksa özlük hakları,yerli yersiz sistem eleştirisini yaparak orada burada vakit öldürüyor.Tabi ne de olsa arkasında 657 sayılı yasa var,yani devletin kadrolu elemanıdır.

Halbuki devlet memuru haftada 40 saat çalışarak maaş alırken, öğretmen 15 saatlik ders kaşlılığında maaşını alıyor, üstelik ders saati 40 dakikadır. Demek ki öğretmenlik hakikatte farklı bir meslek, ama sahipsiz kalmış, bu memleketin uzun yıllar sahipsiz kaldığı gibi.

İnancım o ki bu milletin başında sivil inisiyatif hüküm sürdükçe öğretmenlik mesleği de inşallah hak ettiği konuma gelecek ve buna paralel olarak vatandaş kalitemiz de yükselecek.

Bu vesileyle eğitim öğretimi yakından bilen bir eğitim emekçisi olarak bu konuda birkaç kelam etmek istedim. Affınıza sığınıyorum ey dostlar.

Öğretmenlik mesleği ele alınınca genellikle bir öğretmenin sahip olması gereken özellikler dile getiriliyor.

Ben de bir öğretmene yakışmayan özellikleri hasbelkader kaleme alacağım Şöyle ki,
1-Sözleşmeli öğretmenliğe karşı olmak(günümüz sözleşmeli öğretmenliği değil tabi,dünya ölçülerinde performansa dayalı öğretmenlikten bahsediyorum),
2-Mesleğiyle ilgili kendini yenileme konusunda herhangi bir çaba içinde olmamak,
3-Mesleğini icra ederken aldığı ücretli göz önünde bulundurmak,
4-Gazete, dergi, kitap okumamak,
5-Sık sık sözlü eleştiride bulunmasına rağmen, çare üretmek için bir efor sarf etmemek,
6-İkamet ettiği semtin sorunlarıyla ilgilenmemek,
7-Adalet anlayışında yetersiz ya da taraflı olmak,
9-İslam toplumunda çalışan bir öğretmen ise İslami değerlerden habersiz olmak,
10-Başta anne babası olmak üzere, akrabalarından kopuk bir yaşam tarzına sahip olmak,
11-Öğrenci sorunlarıyla ilgilenmemek, tüm velileriyle işbirliği içinde olmamak,(sınıf öğretmenleri ve sınıf rehber öğretmenleri için şart )
12-Öğretmenlik mesleği dışında başka bir mesleğe sahip olmamak(Öğretmenlikte verimsiz duruma gelen bir öğretmenin yaşamını sürdürmesi için başka bir iş yapabilmeli)
13-İnsan sevgisinden,kainat sevgisinden yoksun olmak,
14-Okul yönetimiyle işbirliği içinde olmayışı,
15-Okulda kalma süresinin girip çıktığı ders saatiyle sınırlı oluşu,
16-Okuldaki sosyal etkinliklere içten katılmamak,
17-Okul yönetiminin verdiği ek görevlerden kaçması,ya da yerine getirmede gevşek davranmak,
19-Öğretmenler kurulunda suskun kalıp okulun işleyişi hakkında katkı yapmaması(Unutmayalım öğretmenler kurul kararları okul yönetimine özerk bir nitelik kazandırıyor)
20-OGYE ekibinde aktif çalışmamak,
21-Okulda her ne sebeple olursa olsun tek bir öğrenciye dahi kin beslemek….vs.

Yukarıda saydığım özelliklerden hiç biri öğretmenlik kavramı içinde barınacak,yer alacak,öğretmene yakışacak bir özellik değildir.Ben de objektif bir eğitimci olarak, acizane bir birey olarak bu yazıyı dosyamda taşımaya çalışacağım,bu yakışıksız özelliklerden hep kaçmaya kaçınmaya çalışacağım.Siz de bir öğretmeni değerlendirirken bu kriterlere göre değerlendirin ki ona göre daha kaliteli öğretmenler yetişsin.”Hiç bir şey olamazsanız, bari bir öğretmen olun” diyen yetersiz kimseler bilsin ki herkes her mesleğe sahip olabilir ama herkes öğretmen olamaz.

Bir anekdotu sizinle paylaşayım; bizim Frengi devlet anlayışımıza göre,”ne varsa batıda var” anlayışıyla bir çok yönetici sınıflarını Avrupa ve Amerika’ya gönderiyor,az daha haylaz olsunlar diye. Bu manada yine birkaç hukukçu batıya gönderilmiş, ülkenin ismi kalsın. Bu hukukçuların rehber hocası, kursun sonuna doğru demiş ki “beyler ben kurs için size geçer not verdim,fakat sicilinize bunlar öğretmen olamaz yazdım.” Bizimkiler gülümsemişler; “bak hele öğretmenlik neyimize, biz yargı mensubuyuz”.

Sonradan merak etmişler “halla halla neden sicilimize bunu yazdı acaba?” diye söylenmeye başlamışlar. Merakını gidermek için sormadan edememişler.Adam demiş ki, “sizi pek ciddi bulmadım,ancak mesleğinizle ilgili bir hata yaparsanız bir üst mahkemeden döner,Yönetici olarak bir hata yaparsanız idare mahkemesinden döner,Millet Vekili bile olursanız çıkaracağınız yanlış yasa değiştirilebilir,fakat birileri, “bunlar Avrupa görmüş kimselerdir” deyip, size öğretmenlik görevi verirse şayet siz de sağlıksız nesil yetiştirirseniz işte onun telafisi yoktur,nesiller boyu sürer onun için sicilinize not bıraktım ki size öğretmenlik kapısı açılmasın, benden bu kadar geliyor”.Adamlar hayretler içinde iki kere daha düşünmek durumunda kalmışlar.

İşte böyle dostlar, ya siz Japonlar gibi öğretmenliği memleketin en saygın mesleği durumuna getirirsiniz ya da öğretmenlerin yetiştirdiği yeni nesil toplumun başına bela olmaya devam edecek,12 yıl eğitimden sonra okuma yazma bilmeyen, bir dilekçe yazmaktan aciz, vatandaş kitlesiyle yaşamak zorunda kalacaksınız.

Ben, bir ara bir özel öğretim kurumunda koordinatördüm. Dershanede çalışmak isteyen kimselerden müracaat dilekçelerini bulunduğum odada elle yazmalarını istiyordum, Fen Fakültesi Fizik Bölümü mezunu bir genç geldi, dilekçesini yazmasını istedim, inanın 30 derecelik bir açıyla, yamuk bir yazı ve isim, adres yerini de çapraz yerde yazarak,dilekçesini bana uzattı.Ben bir “ah” çekerek, adamla bir değerlendirme sohbeti yapıp göndermek zorunda kaldım, burada en büyük kabahat onu yetiştiren öğretmenlerindir.

Dilekçe yazmasını bilmeyen bir genç üniversite mezunu ise artık gerisini siz düşünün.

Öğretmenlik o kadar önemli bir iş olmasaydı “peygamber mesleği” diye nitelendirilir miydi?

Yukarıda zikredilen maddelerle ilgili her biri için ayrı bir yazı yazılabilir ama şimdilik bu kadarıyla yetinelim,.

Selam ve sevgilerimle, başarı, huzur ve mutluluklar dilerim.

Eyüphan Kaya

Bu hayat bir fırsattır, kazanmak lazım

Yüce Mevla yaratmış şu imtihan sahasına göndermiş, Erkeksen, adamsan, Kadın gibi kadınsan, hanım efendiysen; dikkat ve nezaketle yaşamın manasını bilir, huzur içinde ahret yurduna dönersiniz, yok eğer nefsin ve insi yada cinni şeytanlara uyar dengesiz yaşarsanız, vay halinize.

Bu hayat zordur ki, Hz.Ömer o Adaletiyle, Sahabe vasfıyla dahi hayatta bir mümin olarak yaşama zorluklarından şekva etmiş ve nakaratı “keşke anam beni doğurmasaydı” ifadesi ile manalandıran bir beyitte ifade etmiştir.

Geçen sene olduğu gibi bu sene yine Malazgirt meydan muharebesinin kazanıldığı ovaya gitmiştik, dönüşte Ahlat’ta Risaleyi Nur medresesine bir akşam misafir olduk. 12 ilden gelen öğretmenlerin okuma programının son günüydü, ben “bir akşam ne okunabilir” diye hayıflanırken, Risale hizmetinde aktif bir katkısı olan kardeşlerden Murat Başar elime “İman ve Küfür Muvazenesi”  adlı kitabı verdi.

Okuyabildiğim kadarıyla okudum, o kısa sürede aldığım ders ve marifet belki de Kıyamet günü kurtuluşuma vesile olacak. Tıpkı bu manidar yazıyı yazmama katkı verdiği gibi.

Çünkü okuduğum birkaç sayfadan şu kanaate vardım. “Hayat; İman, ilim ve Dua ile değer kazanır.” Kendimce okuduğumdan anladığımı bu cümleye sığdırdım, şimdi bakıyorum, öyle bir cümledir ki duyulunca insan “amenna ve seddekna” (inandık ve doğrululadık) demek zorunda kalıyor sanki.

İman, iman, iman…

Risalenin ifadesiyle “İman insanı insan eder, belki de sultan eder.” Onun için Üstat Bediüzzaman diyor ki, “hakiki bir mümin kainata meydan okuyabilir.”

İman edip amel-i salih işleyen kimseler ancak cennetül firdevse girerler, peki amel-i salihi nasıl bileceğiz tabi ki ilimle, ilmihal bilgisi ile.

Ya yapamadığımız, bizden sadır olan yanlışlara karşı kendimizi nasıl huzurlu his edeceğiz o da dua ile tabi. Allah’a yapılan her yakarış duadır, tövbe istiğfar da dua, dünyevi ve uhrevi talepler de duadır.

Üstadımız üç çeşit duadan bahs ediyor;

*Kalbi Dua,

*Kavli Dua,

*Fiili Dua,

Kalbi dua; bu işin başında gelir, çünkü o sadece kul ile Allah arasında olup üçüncü şahsın bilmediği bir ihlas bağıdır.

Huzur oradan başlıyor, manevi kuvvet, enerji oradan başlıyor, niyet oradan başlıyor, orası sağlam ise devamı kendiliğinden gelir, orada sıkıntı varsa diğer iki duanın Allah katında değeri yok hükmündedir, belki dünyada karşılığı alınır ama ahrete lazım olan azığa bir katkıları yoktur.

Kavli dua Rabbinizden isteyeceksiniz, o bazen kabul eder bazen daha iyisiyle icabet eder.

Şaşırıyorum beş vakit namazı olmayan kimseler hangi vakitte duaya zaman buluyorlar?

Kendinize, Anne babalarınıza, çocuklarınıza, komşu ve  akrabalarınıza, sevdiklerinize, hatta Ümmet-i Muhammed’e(asm) dua etmek, edebilmek ne kadar hoş bir duygu, ne yazık ki bu duadan mahrum yaşayan insanlar da vardır.

Fiili duaya gelince işte başarmakta zorlandığımız önemli vazifelerimizden birisi, istiyoruz, istediğimiz de söylüyoruz ama gereğini yapmada çoğu kere yetersiz kalıyoruz.

“Komşusu açken, tok yatan bizden değildir.” hadisini bilmeyenimiz yoktur ama buna riayet eden kişilerin oransal miktarı hayli az.

Adamın birisi oğluna demiş ki; “Oğlum bu hadisin hakkını vermek hayli zor en iyisi bir zenginlerin mahallesine taşınalım, nasıl olsa orada aç olan yoktur rahat ederiz.” Latife tarzında ise de bu tür hilelere başvuran da yok değil. Ama yüce Allah kalpleri bilir “o muhakkak serraful kulüptür”(Kapler onun tasarrufu altındadır)

Kısadan hissemizi almak gerekirse;

İman sayesinde dünyaya şefkat nazarı ile bakacağız, dolayıyla kalbi duamız daima olacak, iman penceresinde kainatı, bu hayatı, değerlendireceğiz, gerekirse hizmetimize verilen bu kainatın atına bineceğiz, ona at olup kendimizi değerden düşürmeyeceğimiz gibi hayatı yaşanmaz hale de getirmeyeceğiz.

Bilim ve araştırma yıldızları; Kimyada Nobel ödülünü alan Mardin’li Aziz Sancar ve 27 dil bilen, günde 17 saat çalışarak İslam’ın bilime olan katkılarını örnekleriyle açığa çıkaran Bitlis’li merhum Fuat Sezgin gibi bilimde ilerledikçe Barekallah, Sübhanallah diyeceğiz.

Kainatı ilim ile okuyacağız, tanıdıkça Allah’a olan bağlılığımız bir kat daha artacak, bilim ve fende de ibadet aşkıyla ilerleyeceğiz ama bu aşk secdeye olan şevkimizi engellemeyecek, bil akis daha da arttıracaktır.

Dua ve niyetimizde istikrarlı olacağız, bunu dilimizle teyit edeceğiz, fiilimizle de gereğini yapacağız.

Malum insan dünyaya bir defa gelir, arkamızda ne kadar hayır ve hasenat bırakabilirsek İnşallah Allah katında değerimiz o oranda artacaktır.

Ne demiş büyüklerimiz; “buradan arşı alaya kadar el üstünde el var”, artık hangi dereceye çıkmak istersen tercih senin, takdir Allah’ındır.

El hasıl; İman edip, ilim ile imanının gereğini pratize eden, her fırsatta dua ile bunu Rabbine arz eden kullarından olmak dileğiyle derken,

“İman ve Küfür muvazenesi” adlı Risaleyi okuyun, bir az da sizden ders alalım ne dersiniz?

Eyüphan Kaya

İstişare eden, aldanmaz

Suffe medresesinde şehrimizin sorunları ve çözümlerinin tartışılıp çözüm önerilerinin paylaşıldığı kahvaltılı bir istişare toplantısı gerçekleşti.

İl Valimiz Hasan Basri Güzeloğlu’un da katıldığı bu istişare toplantınsa Yenişehir kaymakamı, ilçe müftüleri, il müftü yardımcısı ve il emniyet müdürü katıldı.

Sivil toplum temsilcilerinin ağırlıklı olarak katıldığı bu toplantıda aşağıda belirtilen sonunlar ve tavsiyeler paylaşıldı.

Gündemsiz başlayan istişare toplantısı herkesin istediği sorunu dile getirme ve çözümü için öneride bulunma fırsatının dile geldiği toplantıda şu fikirler dile geldi.

*Kıraat konusunda Türkiye 2.liği olan Üniversite Hocası Rıfat Ablay ile il Valimiz Hasan Basri Güzeloğlu arasında geçen kıraat üzerindeki bilgi teatisinden, şehrimizin ezan ve sala konusunda okuma ve ses sorunların varlığı dillendirildi.

Birçok kişi hafız olabilir, ama Kurra olmak kolay olmadığı gibi, birçok kişi ilim elde edebilir ama müezzin olamaz, fikri kabul gördü.

Ezan ve sala okuyan insanların sesinin güzelliği için Bilal-i Habeşi’nin ezan okuması örnek verildi. Neden Hz.Ebubekir değil, Hz.Ömer değil de Bilal efendimize ezan okutuldu, çünkü sesinin güzelliği ezana ayrı bir mana katıyordu da ondan.

Bu münasebetle ezanı okuyan kimse bu manevi atmosferle ezanı seslendirmelidir. Okunan ezan insanın ruhunu okşamalıdır, alelacele okunan ezan manevi haz vermez, kişinin bu şekilde ezan okuması da bir vebaldır, hoş görmek, hatır için müsamaha göstermek doğru değildir.

*Müslümanların her geçen gün bir arada olmak için bir çalışma, çaba ve gayret içinde olmaları lazımdır düşüncesi üzerinde duruldu.

Kudüs’ü şerif düşerken, asıl nedeni Hırıstiyanların birlikteliği ve Müslüman aleminin parçalanmasının sebep olduğu, biri birine teslim olmayan Müslümanların düşmana boyun eğmek durumunda kaldıkları gerçeğine vurgu yapıldı, nitekim Salahhtini Eyyubi önce Müslümanları birleştirerek, aralarında ittifak oluşturdu ondan sonra Kudsü şerifi fethetti.

*OHAL kalktıktan sonra valilere geniş yetkilerin verildiği, valimiz bu yetkileri kullanırken vatandaşın huzuruna endeksli kararlar alması temennisi dile getirildi,

*İçkili bazı restoranlarda, çocuk yaşta kişilerin çalıştığı bu konuda emniyetin daha sıkı bir denetim yapması gerektiği talebi dile geldi.

*Bazı kahvehanelerde kimi vatandaşlarımızın rahatsız edecek tarzda yüksekselse konuşup, Cumhurbaşkanımıza hakaretlerin yapıldığı, emniyetin buraları tebdili kıyafetle kontrol edip, bu şekilde kamu düzenini bozan kimseleri uyarması gerekliği üzerinde duruldu.

*Hala bazı düğün salonlarında örgüt lehine kimi slogan ve marşların söylenerek, masum gençlerimizin yanlış yere kanalize edildiği de dile getirilen taleplerden biriydi.

*Kulp havalisinde kendini medrese alimi olarak tanıtıp İcma-i Ulemaya aykırı bir tarzda Kur’an hakkında sıra dışı fikirler ileri sürerek Hz.ömer’in Kur’an’a müdahale ederek içeriğini değiştirdiğini savunan tehlikeli bir kimsenin varlığından bahsedildi. Ben reklamı olmasın diye ismini yazımda dile getirmeyi uygun görmedim.

*Bazı kafelerde geç saate kadar yüksek sesle canlı müziğin çaldığı,  bu konuda emniyetin üzerine düşeni yapması gerektiğine vurgu yapıldı.

*Diyarbakır’ın imajı üzerinde yapılan konuşmaya müdahalede bulunan il valimiz “Biz şehrinizi nasıl tanıtırsanız halk da öyle tanıyacak, o eski sıkıntıları elhemduılillah şu anda yaşamıyoruz, şehrimiz sahabeler ve peygamberler şehridir, ilim irfan yuvasıdır, diyerek sözlerimize başlarsak şehrimiz öyle tanınacak” dedi.

Bu ilim irfan şehrinin özüne dönmesi için hepimiz sorumluyuz, kimin üzerine ne düşüyorsa yapmak durumundayız diyen Güzeloğlu ben bunu hatırlatmayı bir vazife biliyorum, dedi.

*Bizim her fırsatta vatandaşlarımızla selamlaşmaya çalışmamız gerektiğini ifade eden valimiz Hasan Basri Güzeloğlu bunu bayramlarla birlikte daha yoğun yaşamamız gerektiğini söyledi.

Valimizin istişareye önemli katkıları ile birlikte şu veciz hikaye ile istişare son buldu.”İstanbul’da bir mana adamı her gün karşıya gidip geliyormuş, ancak her bilet aldığında ücret bozuk olmasına rağmen parayı tam veriyor, bir gün bilet satıcısı diyor ki “amca sen bu kadar bozuk paraları nerde buluyorsun? yoksa veznedar falan mısın?” Amca da diyor ki, “yok evladım ben büyük para verirsem sen üstünü vermek için uğraşacaksın, o süre aynı zamanda benden sonra sırada olanların zamanını alacak, onlardan biri vapuru kaçırırsa ben bu vebalın altından kalkamam, dolayısıyla bu tür sıkıntılara sebep olmamak için ben bozuk paramı hazırlıyor ve sana tam veriyorum” diyor, kısadan hisse işte bir bu hassas vasıflarımıza sahip çıkmadığımız müddetçe  maalesef  toplumsal sıkıntılarımız olacak.

Sevgili okurlarım bu mümtaz istişare toplantısını bir yazıya sığdırmak zor bu kadarıyla yetinelim.

Bu kadar samimi ve sivil bir havada gerçekleşen bu istişare toplantısı bana umut ve huzur verdi. Dolayısıyla sizinle paylaşmayı bir vefa borcu olarak hissetim, paylaşınca ayrıca mutlu oldum.

Umarım zaman zaman bu tür istişare toplantıları devam edecek. Şehrimizin huzur ve başarısı için bu tür çalışmalar şarttır.

“İstişare eden, aldanmaz”

Aynı zamanda hadisin meali olan bu başlıkla yazı yazmama katkısı olan tüm katılımcılara teşekkür ederim.

Selam ve selametle kalın.

Eyüphan Kaya