Etiket arşivi: ezber

Teyp Tahir Ağabey Vefat Etti

VLUU L100, M100 / Samsung L100, M100Bediüzzaman Said Nursi’nin mahkemedeki sunduğu müdafaaları, mektupları ve hatta eski Said dönemi olarak nitelendirdiği gençlik yıllarında yazdığı kitapları da ezbere bilen Teyp Tahir olarak tanılan Tahir Gürdere vefat etti.

Abdes alırken düşerek sol kalça kemiğini kırmış, Nazilli Devlet Hastanesi’ne kaldırılmıştı. Daha sonra sevk edildiği Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde 19 Kasım’da ameliyat olan Tahir Gürdere, iç kanama geçirerek yoğun bakıma kaldırılmıştı.

Cenazesi 19 Aralık Perşembe günü ikindi namazının ardından Nazilli Koca Camii’nden kaldırılacak.

Risale Ajans

Teyp Tahir Kimdir?

 Teyp Tahir Ağabey şöyle anlatılıyor;

Babası Kuva-yı Milliye Hareketi’nin ünlü isimlerinden Demirci Efenin başkızanı olan Tahir Gürderenin yolu Risale-i Nurlar ile 30 yaşlarında kesişmiş. İçkinin pençesinde iken ansızın tövbe ederek bütün bu kötü alışkanlıklarını terk ettiği günün ertesi sabahı risalelerle tanışmış. Risaleleri okumasıyla birlikte hazine bulmuş gibi sevindiğini söylüyor. Çünkü yıllar sonra susuzluktan çatlamış bir toprak gibi olan ruhu, nihayet bir kaynağa kavuşmuş. “Böyle bir hazine saklı kalmamalı.” diyerek eline geçen risaleleri ezberlemeye başlıyor. Sakın ezber işinin o kadar kolay olduğunu sanmayın. Sümerbank’ın fabrikasında dokuma ustası olarak çalışan Teyp Tahir, durmadan çalışan 850 tezgahın çıkardığı gürültünün arasında risaleleri ezberlemiş.

Ayaktakiler Soldan Sağa: Üstadın müezzini Şem’i, Teyp Tahir, Sıddık Süleyman, Nazif Çelebi, Prof.Dr. İbrahim Erkul.
Oturanlar: Prof. Dr. İbrahim Canan, Konyalı Mustafa Özsoy.
Tahir Abinin Notu: Kardeşlerimizle Barla’ya gitmiştik. Üstadın evinin önünde çınar ağacının dibinde çekildi (1961)
Teyp Tahir Abinin El Yazısı

Dokuma tezgahının altına tahta bir çekmece yerleştirerek bulduğu boş vakitlerde daktilo ile yazılmış risale teksirlerini okumuş. Teyp Tahir!e göre ezberleme hadisesi de başlı başına risalenin bir kerameti. Risaleleri ezberlemenin metodunu öğrenmek için Almanya’dan bile telefon aldığını anlatan Teyp Tahir’e göre bunu başabilmek için öncelikle risaleleri çok sevmek ve sürekli okumak gerekiyor. Kendisinin bayram günlerinde bile asgari 200 sayfa risale olduğunu söylüyor. Risale okumadaki azmi için verdiği örnek oldukça çarpıcı: “Said Nursi, talebelerine 10. Söz’ü 10 bin defa okuduğunu söylüyor. 10. Söz 80 sayfadır. Her gün sadece 10. Söz’den bir kere okuduğu farz edilse bu 27 yıla tekabül eder.” diyor. Demek ki risaleleri yine en fazla müellifi okumuş. Teyp Tahir, yaşının ilerlemesine rağmen 50 yıl öncesini dün gibi hatırlıyor.

İlk risaleyi avukat Bekir Berk vermiş. Berk’in kendisine ‘Risaleleri anlamak için üstadın ‘Bir Tek Gayem’ adında yazdığı eseri okuman gerek’ diyerek verdiği teksiri adeta soluksuz okumuş. Okumakla kalmamış Nazilli’den Sümerbank’ta yapılan 20 dakikalık tren seyahatinde bunu yüksek sesle vagondakilere aktarmış. “Gidip gelirken sesli olarak insanlar faydalansın diye risale okuyorduk. İşçilerden bazıları bu vagona ‘Nurcu vagonu’ adını takmışlardı ve fişlenecekleri korkusuyla binmeye korkuyorlardı.” diyor. Halktaki risale korkusunu yenmek için yazın astarı olmayan uzun bir ceket yaptırdığını ve içinde büyük cepkenlerde sürekli yanında risaleler de gezdirdiğini anlatıyor.

Defalarca mahkemeye çıkarılıyor, sorguya alınıyor. Risale-i Nurlara yoğun baskı uygulandığı bu dönemde bir kez bile hapis cezası almıyor. Fakat Nazilli’deki en yakın dava arkadaşının akıbetini anlatırken bugün bile sesi titriyor: “Terzi Mehmet en yakın arkadaşımdı. İkindi vakti işten çıkınca dükkanına gider, dikiş dikerken ona risale okurdum. Bir çuvalı o, bir çuvalı da ben sırtlayarak, ilçenin en kalabalık yerinden geçerek camiye gelip risaleleri satardık.

Savcılık tarafından tahkikat açılarak risalelere el konulmuştu. Beraat ile sonuçlanınca iki çuval risale iade edildi. Başlarına bir şey gelir diye teyze oğluna bırakmış çuvalı. O gün de oruçlu. İşgüzar komiser sorgu için karakola alıyor. Risalelerin yerini söyletmek için sabaha kadar kafasını duvara vurarak öldürüyor. Cenazesini aldık hastaneden. Mezarlık bekçisi biz ayrıldıktan sonra mezarı başına binlerce güvercinin konduğunu anlattı. Melekler, güvercin kılığında mezarına gelmişler diye düşündük.”

Nazillililere göre Teyp Tahir

Süleyman Gürbüz, Teyp Tahir kadar insanlara bir şeyler öğretmek konusunda azimli bir insan daha görmediğini söylüyor. Bir keresinde evden ekmek almak için çıktığında yolda arkadaşlarına rastlayıp geziye katılmış. Eşi olanlardan ancak evine üç ay sonra döndüğünde haberi olmuş. Gezmeyi seven bir mizacı olmasından dolayı tüm Türkiye’yi karış karış dolaşmış. Hakkari’ye bile iki kere gitmiş. Gürbüz, Teyp Tahir’in risaleleri anlatırken herkesin kendisini dikkatle dinlemesini istediğini aksi halde çok kızdığını aktarıyor. Ahmet Gacar ise çeşitli hastalıklardan muzdarip olmasına rağmen bu hastalıklarından hiçbir zaman şikayet olmadığına dikkat çekiyor. Gündelik konuşmalarında dahi sürekli risalelerden örnekler veriyormuş. “Aramızda 50 yaş olmasına rağmen benimle şakalaşır.” diyor.

www.NurNet.org

 

 

İsteyen Herkes 2 Ayda Hafız Olabilir!

Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Hatice Şahin, isteyen herkesin programlı bir çalışma sonucu 2 ayda Kuran-ı Kerim’i ezberleyerek hafız olabileceğini söyledi.

Hatice Şahin, Sakarya Üniversitesi (SAÜ) İlahiyat Fakültesi’nde düzenlenen konferansta Kur’an’ı Kerim’i kısa sürede ezberlemek ve hıfzı uzun süreli devam ettirmek için kendisinin uyguladığı yöntem hakkında bilgi verdi. Önerdiği yöntemin klasik sistemde uygulanan yöntemle aynı olduğunu ancak sistematik olarak bunu daha geliştirdiğini ifade eden Şahin,“Tavsiye ettiğim yöntem doğru uygulandığında hafızlık süresinin kısalması kendiliğinden oluşuyor. İsteyen herkese yöntemi ayrıntılı olarak verebiliriz. Ancak zaman herkes için değişebilir.” dedi.

Kendisinin klasik sistemle hafız olduğunu, geliştirdiği yöntemi 3 yıl 4 aydır uyguladığını ifade eden Şahin, bu süreç içerisinde 60 kadar öğrenci mezun ettiğini dile getirdi. Şahin, bu öğrencilerin 53 gün, 59 gün, 2.5 ay, 3 ay, 4 ay gibi kısa sürelerde hafızlıklarını bitirip yüzde 95′inin Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yaptığı hafızlık sınavında başarılı olduğunu kaydetti. Şahin, kendisinin program sayesinde hafız olmayı düşünenlerin rehberliğini ve takibini yaptığını dile getirdi.

Şahin, bu sistemde ezber metodunun doğru yapılmasının çok önemli olduğunu, ezberlemeyi kolaylaştırmak amacıyla, zihnin çalışma mekanizmasının dikkate alınması gerektiğini vurguladı. Bütüne nazaran parçaların ezberlenmesinin daha kolay olacağından ona uygun bir şekilde ezber yapılması gerektiğini dile getiren Şahin, ana hatlarıyla 5 başlıkta topladığı yöntemi şöyle açıkladı:

“1-Hafızlık sürecinin birinci dönem hafızlık hazırlık aşaması ve ikinci dönem hafızlık olmak üzere iki dönem halinde yapılması. Hangi dönemde ne yapılacağının ayrıntılı bir şekilde bu yöntemde belirtilmektedir.

2-Tekrarların yapılmasında bazı hususlara dikkat edilmesi gerekmektedir. Tekrarların gelişi güzel zamanlarda yapılması, ezberi korumaya yetmeyecektir. Dolayısıyla hafızlık esnasında olduğu gibi, ezberi koruma sürecinde de zihnin çalışma sistemi dikkate alınarak oluşturulan tekrar aralıklarının hazırlanan programlarda belirtilen şekilde düzenlenmesi, ezberi koruma çabasına yardımcı olacaktır.

3-Vakitlerin düzenlenmesi çok büyük bir öneme arz etmektedir. Ezber koruma amacıyla yapılacak tekrar vakitlerinin hangileri olması gerektiği yeni yöntemde açıkça ayrıntılı bir şekilde belirtilmektedir.

4- Hafızlığın uzun süreli korunması ile ilgili bazı programlar verilmektedir.

5-Yöntemin başarılı olması için belirtilen hususlar dışında bazı unsurlar daha bulunmaktadır. Bunlar arasında nelerle beslenmek gerektiği, yemek öğünlerinin nasıl düzenleneceği, sosyal aktivitelerin nasıl ve ne şekilde yapılacağı, rehberlik dersleri ve bu derslerde işlenecek konular gibi hususlar bulunmaktadır. ”

53 GÜNDE HAFIZ OLDU

Hatice Şahin’in uyguladığı program sayesinde Ankara Rıfat Mualla Şahin Kız Kur’an Kursu öğrencisi 20 yaşındaki Tuğba Kılıç ise 53 günde hafızlığını tamamladı. Uyguladığı teknikle kısa sürede hafız yetiştiren ve tekniği Diyanet tarafından dikkatle takip edilen Hatice Şahin’in öğrencisi olan Kılıç, hafızlık belgesini Çankaya Müftüsü Abdurrahman Binbir’den almıştı.

YOĞUN BİR ÇALIŞMA PROGRAMI VARDI

Sıkı bir çalışma içerisine girdiklerini ve yemeği dahi 10 dakikada yiyerek çalışmaya devam ettiklerini söyleyen Kılıç, “Sabah namazından öğleye kadar bir önceki gün ezberlediğim sayfaları tekrarlayıp yeni sayfalara çalışıyordum. 12.00-13.00 saatleri arası uyuyorduk. Bu uyku bizi çok iyi dinlendiriyordu. Akşamüstü sadece 1 saat dinlenip gece geç saatlere kadar yine ezber yapıyordum.” diye konuştu.

Ezber Bozan Kelimeler

Risâle-i Nûr’da öyle ifâde ve kavramlar vardır ki, sosyal hayatta kullandığımız zaman sanki yanlış kullanılmış gibi algılanmaktadır. Hatta bu ifâdeleri ilk duyanlar şaşkınlıklarını gizleyemiyor, hatalı kelime ve cümle kullandığımızı imâ eder bir duruş ve söz ile karşılık veriyorlar.

Meselâ, “Onların şu edepli muâmele ve vaziyetleri o padişahın hoşuna geldiğinden…”1, “Onda dahi hayır görmediğim için ön tarafıma, ileriye nazarımı gönderdim”2, “Gördüm ki, ben ihtiyarlandım, gündüz de ihtiyarlanmış, sene de ihtiyarlanmış, dünya da ihtiyarlanmış”3 gibi cümlelerde geçen ”hoşuna geldiğinden”, “ileriye nazarımı gönderdim” ve “ihtiyarlandım, ihtiyarlanmış” kelimeleri bu mânâda kavramlardır.

Meselâ “hoşuna geldiğinden” kavram ve ifâdesi sosyal hayatta “hoşuna geldiğinden” değil de “hoşuna gittiğinden” olarak kullanılıyor. Hakîkaten bizler de bu cümledeki ifâdeye kadar hiç başka türlü düşünmemiş ve herkesin kullandığı gibi “hoşuna gittiğinden” olarak bu ifâdeyi kullanıyorduk. Ancak On Birinci Söz’de Üstad Bedîüzzamân Saîd Nursî Hazretleri yine ezberimizi bozarak, bizim ünsiyet ettiğimiz ve yıllarca “hoşuna gittiğinden” olarak kullana geldiğimiz bu ifâdeyi “hoşuna geldiğinden” şekliyle söyleyerek, bizlere çok ince ve dakîk dersler veriyor.

Acaba bu ifâdenin “hoşuna geldiğinden” olarak kullanılmasının altında ne yatıyor olabilir? Mutlaka bunda bir hikmet ve maslahat olmalıydı diye düşündük. Bu kavramın böyle söylenmesi boşuna olmamalıydı. Muhakkak farklı bir ciheti, ayrı bir mânâsı ve değişik bir tefekkür dersi olmalıydı. O halde bu ifâdeye mânâ-i harfî olarak yoğunlaşıp, farklı bakış açısı ile yeni tefekkür damlaları süzüp, değişik pencerelerden bakmalıydık. Çünkü asrın Bedîîsi lisânda ve Edebiyât’ta da mükemmel terkipler ve uslûplar kullanmakta, okuyanları ve dinleyenleri hayrette bırakacak bir dil kullanmaktaydı.

“Onların şu edepli muâmele ve vaziyetleri o padişahın hoşuna geldiğinden” cümlesi On Birinci Söz’de saraya giren birinci gürûh insanların edepli muâmele ve vaziyetleri için kullanılıyor. Bu hâl padişahın “hoşuna geliyor”. Çünkü “edepli muâmele ve vaziyetler” hoş olan, sevimli ve memnun olunan davranışlardır. Hoş olan ve memnun olunan davranışlar uzaklaşmayı çağrıştıran “gittiğinden” kelimesi ile değil yakınlaşmayı ifâde eden “geldiğinden” kelimesi ile anlatılmıştır. Böylece sosyal hayatta kolayca “hoşuna gittiğinden” şeklinde kullanılabilen kelimeyi, Bedîüzzamân Hazretleri “hoşuna geldiğinden” şeklinde ifâde ederek tam olarak cümlenin mânâsına uygun kavramı kullanıyor. Hakîkaten hoş olan uzaklaşmaz, yaklaşır. Böylece Risâle-i Nûrlar’da kullanılan kelimelerin, ne kadar ma’nîdâr oldukları da aralanmış ve anlaşılmış olmaktadır. Risâle-i Nûr satırları içersinde böyle çok kelime ve kavramlar vardır.

Yine meselâ; “Onda dahi hayır görmediğim için ön tarafıma, ileriye nazarımı gönderdim” cümlesindeki “nazar göndermek” tabirini de incelemek gerekir. Nazar; bakmak, bakış mânâlarını taşıyor. Hakîkaten kelimeler çok ilginç tefekkürî mânâlar çağrıştırıyor. Nazar göndermek kavramı; kâinata mânâ-i ismî ile değil, mânâ-i harfî ile bakmak mânâlarını da içeriyor. Allah için bakmak ve marifetullah mânâsı ile bakışın “nazar göndermek” kelimeleri ile ne kadar uyumlu ve âhenkli olduğuna da “nazar göndermek” gerekir.

“İhtiyarlanmak” kelimesi üzerinde de durmaya çalışalım. “İhtiyarlanmak” ile “ihtiyarlamak” kelimeleri arasında tek bir harf farkı vardır. O da “n” harfidir. “İhtiyarlandım” dediğimizde ihtiyarlama işini bizim yapmadığımız ortaya çıkıyor ve “n” harfi ile bizi “Bir” başkasının ihtiyarlattığı hakîkati ile karşı karşıya kalıyoruz.

“İhtiyarladım” kelimesi ile ise “ihtiyarlama” işini sanki biz yapıyormuşuz gibi bir anlam ile karşı karşıya kalıyoruz ki, işte bu bakış açısı mânâ-i ismî bakış açısıdır. Bu da Risâle-i Nûr mesleği olan mânâ-i harfî ve nazar-ı fikrî olan tefekkür bakışına ve mesleğine uymuyor.

Bir de Bedîüzzamân Hazretleri Risâle-i Nûr’da “Daha yok mu?” mânâsına gelen bir anlam için “Daha var mı?” ifadesini kullanıyor. Belki de “Daha yok mu?” tabirindeki “yok” kelimesi, yokluğu ve ademi çağrıştırdığı için yine Üstad kelimelerle bizlere tefekkürî dersler vermeye devam ediyor. Yok kelimesi yerine “var” kelimesini kullanarak varlığı ve vücûdu çağrıştıran tefekkürî kelime ile cümleyi kemâle erdiriyor. Bu da, şu hatırayı hatırlatıyor sanki:

Bedîüzzamân Hazretleri yumurtayı tam olarak kırmadan bir delik açtırır oradan içini aldırırmış. “Üstadım ‘Yumurtayı pişirirken bile kabuğunu tamamen kırdırmazdı. Küçük bir delik açtırarak oradan tabağa döktürürdü.’” Çünkü yumurtanın kırılması bile insanda menfî duyguları harekete geçiriyor ve insanın rûhuna ve duygularına müşevveşiyet veriyor olmalıdır.

Evet, Risâle-i Nûr eserleri tersine dönmüş itikadî ve İslâmî prensipleri aslına rücû ettirmektedir. Bizler kelimeleri Risâle-i Nûr satırlarında geçtiği şekliyle kullanmaya gayret edelim. Hem böylelikle, farklı ortamlarda Risâle-i Nûr’dan bahis açma ve onların ismini ve farklılığını gündeme getirme fırsatı da yakalamış oluruz.

Bedîüzzamân Hazretleri Otuz İkinci Söz’de “Dünyayı ve ondaki mahlûkatı mânâ-yı harfiyle sev; mânâ-yı ismiyle sevme” demekte ve “‘Ne kadar güzel yapılmış’ de. ‘Ne kadar güzeldir’ deme” diye devam etmektedir. Öyleyse bizler de onun eserlerinde kullandığı ezber bozan kelime ve kavramları onun kullandığı gibi kullanmaya devam edelim.

Dipnotlar:
1- Sözler, 2004, s. 200
2- Lem’alar, 2005, s. 513
3- Lem’alar, 2005, s. 503

Bâkî Çimiç

www.SaidNursi.de

Çocuklara Kur’an-ı Kerim öğretme ve hafızlık eğitimi

Değerli Anne Babalar,

Konuya adım adım açıklık getirmeye çalışırsak eğer,

1- Çocuklarda, 2 yaş dönemi dile karşı oldukça hassas oldukları bir dönemdir. Çocuk bu dönemde, her bir yeni kelime ile çok ilgilenir ve hemen o kelimeyi kullanmak isterler…

Çocuklar bu dönemde bitmek bilmeyen bir hevesle ve keyifle kelimelerdeki melodileri çıkarma gayretindedirler. Bu dönem ikinci dil öğrenimi için çok uygundur. Zira çocuklar eşyanın ismini ilk duyduğu kelime ile hafızasına yazar ve kalıcı belleği oluşturur. Bu dönemde çocuğa eşyanın isimleri ve fiiller iki dilde öğretilirse çocuk zorlanmadan iki dilini birden geliştirir. (Ancak bu iki dil aynı yetişkin tarafından verilmemesi gerekir)

2- 2 yaş dönemi çocukların eşya ve olayların isimlerini öğrenmeye en yatkın dönemleri olsa da, Kur’an-ı Kerim’i bu dönemde ezberletmeye çalışmak yanlış olur. Zira çocuk bu dönemde sadece eşya ve olayların isimlerini öğrenmektedir, henüz ezber yapma becerisi gelişmemiştir.

3- Çocuklar 3,5 – 4 yaşlarına geldiklerinde kelime dağarcığı oldukça yükselmiştir ve artık kelimeleri kullanmaktan keyif almaya başlar. Bu dönemde çocuklar uzun kelimeleri ve cümleleri “taklit” yolu ile öğrenme surecine girerler. Şiir ezberlemekten, şarkı sözü ezberlemekten büyük keyif alırlar. İşte bu dönemde çocuklara Kur’an-ı Kerim’i keyifle ezberlemesine “zemin” hazırlanabilir. Bu zemin, çocuğun keyifle bir şarkı sözü ezberlemesi gibi, doğal yaşam içinde duyduğunu ezberlemesi şeklinde olmalıdır. Yoksa bir ders suretinde ezberlemeye çocuk benliği tepkisel davranır… .

3- Çocuk 3,5 yaş döneminde keyifle yürüteceği bir ezber yeteneği vardır ama henüz bu dönemde harflerden, kelimeler ve cümleler yapma duyarlılığı ve merakı yoktur. Dolayısı ile bu yaş dönemi de çocuklar Kur’an ezberliyor olsa da, harfleri öğretmek doğru olmaz.

4- Çocuklar 6 yaşına geldiklerinde ise, yazı okumaya, yazı ile cümleler kurmaya duyarlılığı başlar. İşte çocuk eğer 3,5-4 yaşında Kur’an dinleme ve ezber yapma süreci yaşamışsa, 6 yaşından sonra da ezberlediği Kur’an’ı harflerle de okuyup hafızlığını sürdürebilir.

Süreç böyle olursa çocukların duyarlılık dönemine denk gelen bir eğitim süreci yaşatılmış olur.

Selamlar,

Adem Güneş