Etiket arşivi: Faruk Beşer

Şikâyet yok; çünkü mükafatı büyük

Ramazan için maddi manevi hazırlık yapanlar da var, “Bu sıcaklarda nasıl oruç tutacağız?” stresine düşenler de. Allah’ın kimseye kaldıramayacağı yükü yüklemeyeceğine iman eden Müslümanların, birbirlerinin ibadet şevkini kırmamaları konusunda ilahiyatçılar uyarıyor.

Ramazan-ı Şerif’in yaklaştığı şu mübarek günlerde gerek televizyon kanallarından gerekse çevremizden “Sıcak havalar Ramazan’da bunaltacak, gün çok uzun, oruç tutmak zor olacak.” tarzı cümleleri sıkça duyar olduk. Ramazan’ı geçtiğimiz yıllara kıyasla daha sıcak ve uzun geçireceğimiz doğru. Ancak bu mübarek ayın günahların yakılmasına da büyük bir vesile ve bereket kaynağı olacağını hep hatırlamak gerekiyor. Sıcak havalarda oruç tutmanın faziletini ortaya koyan bir menkıbe konuyu özetliyor:

Haccac ve adamları Mekke ile Medine arasında yolculuk ya­parken bir suyun başında mola verir. Sofra kurulunca Haccac “Etrafa bakın, fakir biri varsa getirin beraber yiyelim.” der. Hizmetçiler yakınlarda üzerinde bir hırka olan birini görür ve uyandırıp adamı Haccac’ın yanına götürürler. Haccac,

-Gel beraber yemek yiyelim, der.

Adam yemem diyerek Haccac’ın teklifini redder. Cevaba şaşıran Haccac sebebini sorunca: Beni senin sofrandan daha iyi bir yere çağırdılar.

-Nereye çağırdılar?

Adam: Allah’ın misafirliğine çağırdılar. Ben oruç tutuyorum.

Haccac böyle sıcak günde oruç mu tutuyorsun?

Adam şöyle cevap verir: Evet, bu sıcak günde oruç tutuyorum ki kıyamet gününün sıcaklığından kurtulayım, der.

Sorun ibadetlere bakış açımızda

Zaman Gazetesi Kürsü sayfası editörü Süleyman Sargın konuya farklı bir bakış açısı kazandırıyor. Bu tarz vesveselerde sorunun, ibadetlere bakışımızdan kaynaklandığını ifade eden Sargın ibadetlerin bir mükellefiyet olduğunu belirtiyor, ama bir külfet olmadığının altını çiziyor: “İstemeye istemeye, zorla yaptığımız işler değildir ibadetler. İbadet kulun Rabb’ine en büyük armağanıdır. Rabbin kula verdiği sınırsız ikrama, ihsana karşı bir teşekkürdür. Bu teşekkürün nasıl olacağını da bize en güzel kullar vesilesiyle yine Rabbimiz öğretmiştir. İbadetin temelinde Rabb’imize duyduğumuz hürmet ve muhabbet vardır. İnsan hiç sevdiğine verdiği hediyenin hesabını yapar mı? O hediyeyi nasıl ucuza getireceğim diye düşünür mü? Eğer böyle düşünüyorsa sevgisinde problem var demektir. Orucu da, namazı da, kurbanı da, zekâtı da bu gözle ele almak lazım. Onlardan şikâyet tavrı, hediyeyi verdiğimiz ulu makama karşı saygısızlık olur. Ramazan’ın sıcak günlere gelmesi, kulluğun tadına varmış insanları tedirgin etmek bir yana sevindirir. Çünkü hediyenin kalitesi artacaktır. Vergiden kaçırmanın yollarını arayan insanlar gibi, ibadetlerden kurtulmaya bahane aramak, ibadetin özünü, manasını bilmemek demek. Ramazanı Rabb’imizle en yoğun alışverişimizin olduğu bir mevsim olarak görmeli ve elden geldiğince O’na en güzeli takdim etmenin gayreti içinde olmalıyız. Elbette ki Rabb-i Rahîmimiz bize zulmetmek istemiyor. Hasta ve güçsüz kullarını bir kısım ibadetlerden muaf tutuyor. Onlar da bunu bir hak olarak görmemeli, oruç tutamadıklarından ötürü iç dünyalarında hep bir eksiklik hissetmelidirler. “Rabbim, eğer sağlığım yerinde olsaydı ben bir gün bile orucumu aksatmaz, sana hediyelerin en güzelini verirdim ama yine Senin takdirinle sağlığım buna elvermiyor. Ne olursun bu niyetimi oruç olarak kabul buyur.” duasıyla günlerini geçirmelidirler. Sözün özü, Ramazan insanın kulluğa liyakatı adına bir fırsattır. Kulun Cennet’e ehil hale gelmesi adına bir imkândır ve ötede inşaallah Cemâlullah’ı müşahede etmek için gerekli olan kıvamı yakalama yolunda çok önemli bir nimettir.”

Sıcakta oruç, sabır ve iman işidir

Prof. Dr. Faruk Beşer/Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Anabilim dalı Başkanı: Kısa ve serin günlerde herkes oruç tutabilir. Hatta namazını kılmayan pek çok insan bile böyle zamanlarda Ramazan orucunu tutar. Bunu biraz da sağlık sebebiyle yaparlar. Oysa namaz oruçtan daha önemli bir ibadettir. Şu halde uzun ve sıcak günlerde oruç tutmayı sağlayan yegâne sebep, kişinin Allah’a olan saygısı ve imanıdır. Bu saygıyı ve imanı gösterebilmesi için, imkânsız hale gelmedikçe orucunu tutmalıdır ki, sabır imtihanını kazanmış ve sabretmeye alışmış olsun. İnsanların böyle bir ibadete sabırları, biraz da imanları kadardır. İman arttıkça sabır da artar.

Derler ki, ileride daha sıcak ve daha susuz günlerin geleceğini bilmek, böyle günlerde oruç tutmayı kolaylaştırır. İbn Recep der ki: (Letaif 551) “Oruç tutanlar sıcağa ve susuzluğa tahammül ettikleri içindir ki, Allah (cc) onlara cennette özel bir kapı ayırmış ve ona Rayyan Kapısı demiştir. Rayyan susuzluktan kanma demektir. O kapıdan girenler diledikleri meşrubatı içecek ve artık bir daha susuzluk çekmeyeceklerdir.

Yine o, oruç tutmak için özellikle sıcak ve uzun günleri seçen saliha bir kadından söz eder. Niçin böyle yaptığını soranlara, bir şeyin fiyatı ucuzsa onu herkes satın alabilir, dermiş.

Beyhakî, (Şuabu’l-iman III,21) şu anlamda bir hadisi şerif nakleder: “Altı özellik vardır ki, bunlar safi hayırdırlar: Allah düşmanlarıyla silahlı cihad, yaz günlerinde oruç, musibet anında güzel bir sabır, haklı olduğunda bile mirayı/üstün gelme tartışmasını terk etme, bulutlu günlerde sabahı erken kılma ve kışın soğuk günlerinde bile güzelce abdest alma.

Mekke Ramazan’da fethedildi

Yrd. Doç. Dr. Osman Bilgen/Iğdır Üniversitesi İlahiyat Fakültesi: Ramazan’ın yaz aylarına denk gelmesi inanan insanlarda bir gevşeme meydana getirmemelidir. Unutulmamalıdır ki Efendimiz ve onun şanlı sahabeleri, İslam’ın var olma mücadelesi diyebileceğimiz Bedir Savaşı’nı sıcak bir Ramazan günü yapmışlar ve İslam’ı bize hediye etmişlerdir. Bedir mücadelesi 17 Ramazan 2/13 Mart 624 tarihinde gerçekleşmiştir. Bedir Savaşı’nın miladi olarak mart ayında gerçekleşmiş olmasının Türkiye’nin iklim şartlarını dikkate alarak değerlendirmekte fayda var. Zira Hicaz bölgesi, Türkiye’ye göre çok daha sıcak bir iklime sahiptir. Yine Efendimiz bir Ramazan günü Mekke’yi fethetmek için Medine’den çıkmış (13 Ramazan 630), çölün sıcaktan kavrulmuş kumları üzerinde 7 günlük bir yolculuktan sonra 20 Ramazan 630’da Mekke’yi fethederek tevhid inancını Arap yarımadasına yerleştirmiştir. Görüldüğü gibi Hz. Peygamber ve ashabı Ramazan’ın meşakkati ve sıcağın bunaltmasına rağmen üzerlerine düşen görevi yapmışlardır.

Kendinizi neye inandırırsanız o olur!

Prof Dr. Recep Yaparel (Dokuz Eylül Üniversitesi Din Psikolojisi Ana Bilim Dalı): İbadetler davranış değil birer eylemdir. Dolayısıyla bir zorunluluğun gereği olarak yapılmaz.

Orucun bir ibadet olarak varlık sebebi ortaya koyulduğunda insanların bu bilinçle birtakım zorlukları aşması kolaylaşır. Hatta çoğu zaman o zorluğu hissedemez. Zaten zorluğun var olması tek başına zorluk yaratmaz. O durumla ilgili algılarımız son derece önemlidir. İnsan bir şeyin zor olduğunu düşündüğünde o şey zor hale gelir. “Havalar çok sıcak, gün çok uzun, nasıl oruç tutacağız?” söylemleri oruç ibadetinin yerine getirilemeyecek kadar zor olduğu algısı oluşturuyor. Çünkü kendisini onun zor olacağına baştan inandırmıştır. Hâlbuki onu yapmaya niyet ettiğinde derdini veren dermanını da verecektir. Meşakkati varsa kolaylığı da var. Olaylara kolaylığı açısından bakılmalıdır. Böyle bakıldığı takdirde aynı ibadet daha kolay görünür. Zorluk açısından bakarsa zor olur. Yüklenen anlam ve onu algılama biçimi bireyin psikolojisini belirler, eylemlerini etkiler.

Reyhan Gül / Zaman Gazetesi

Sıratı, kuşlar gibi geçmek için, bol bol salavat çekin

Salavât-ı şerife nedir, neden okunur, ne zaman okunması gerekir, okumak farz mıdır, dünya ve ahiretimize ne gibi katkıları vardır? Kutlu Doğum’la birlikte başlayan salâvat-ı şerife kampanyaları pek çoğumuzun aklına bu soruları getiriyor. Bu nedenle, Efendimiz (sas)’e armağan edeceğimiz salavatların hükmünü öğrenmek için bu soruları ilahiyatçılara yönelttik.

Peygamber Efendimiz (sas)’in doğumunun kutlandığı mübarek zaman dilimine girdik. Mü’minler bu yıl da, ‘Kutlu Doğum Haftası’nı, en iyi şekilde nasıl geçirebileceklerinin telaşında. Kimi, O’nu anlatan program düzenliyor, kimi de O’nun hayatını öğrenebileceği kitaplar okuyor. Kimi Süleyman Çelebi’nin o güzel şiiri Mevlid-i Şerîf’i okutturuyor, camilerde ikramlarda bulunuyor; kimileri de sokak sokak gezip gül dağıtıyor. Bütün bu etkinlikler, Efendimiz’e hediye edilen ‘Salât ve Selam’ların yanında teferruat kalıyor. Mü’minler, bu kutlu hafta geldiğinde en çok Efendimiz’e ‘Salât ve Selam’ yollamak için yarışıyor, haftalar öncesinden salâvat kampanyaları başlatıyor.

Salâvat neden Efendimiz’i (sas) anmak için bir yol olarak seçilmiştir? Bu sorunun cevabını, İlahiyatçı Mehmet Y. Şeker ve Prof. Dr. Faruk Beşer’den aldık. Onlardan, Peygamber Efendimiz’e (sas) neden salat ve selam göndermemiz gerektiğini, hayatımıza ne gibi katkıları olduğunu, bunun Yüce Allah ve Hz. Peygamber nazarında neden önemli olduğunu öğrendik.

Salâvat getirmek Allah’ın emri

Salavât, salât’ın kelimesinin çoğulu ve tebrik, dua, istiğfar, rahmet gibi anlamlara geliyor. Kur’ân-ı Kerîm’de, Ahzâb Sûresi 56. ayette de Efendiler Efendisine (sas) salâvat getirmek açıkça emrediliyor. Yüce Allah bu âyet-i kerime de şöyle buyuruyor: “Allah ve melekleri, peygambere salâvat getirirler. Ey mü’minler! Siz de ona salât edin ve samimiyetle selam verin.

Prof. Dr. Faruk Beşer’e göre, salavât Efendimiz’e olan saygının bir ifadesi. Ve Allah bu ayet-i kerime ile bize bu saygı ifadesini her zaman söylememizi açık açık emrediyor. Beşer, bu nedenle Hazreti Peygamber’e salât getirmeyi mü’minlerin bir vazife addetmesi gerektiğini söylüyor. Mehmet Y. Şeker ise neden salâvat getirmemiz gerektiğinin izahını farklı bir pencereden yapıyor. Şeker, “Cenab-ı Allah bize, orucu, namazı ve pek çok ibadeti Kur’ân-ı Kerîm’de emreder ama bu ibadetlerin hiç birini kendisi yapmaz. Ancak, Ahzâb Sûresi 56. ayette Peygamber’e melekleriyle birlikte salât ve selamda bulunduğunu söyler sonra da kendi yaptığı bir şeyi kullarına da emreder. Bu yüzden Hazreti Peygamber’e (sas) salât edip selam vermeyi Yüce Allah’ın da yaptığını görüp hayatımızın merkezine koymalıyız.” diyor.

Mehmet Y. Şeker, Allah’ın emrettiği bu ibadetin farz olup olmadığı konusuna da açıklık getiriyor: “Her mü’minin ömründe bir kez Peygamber’e salât ve selamda bulunması farzdır.” Şeker, daha sonra şunları ilave ediyor: “O’nun adı anıldığında salât göndermek vacip olduğu, namazda salât okumanın Efendimiz’in (sas) sünneti olduğu konusunda âlimler ittifak etmiştir. Konuya dair çeşitli ihtilaflarda söz konusudur. Bazı âlimler, Allah Resulünün adının her anıldığında salâvat getirmenin vacip olduğunu, bazıları da Hz. Peygamber’in (sas) adının kaç defa anılırsa anılsın bir kez salâvat getirmenin vacip olduğunu söyler.

Prof. Dr. Faruk Beşer ve Mehmet Y. Şeker’e göre inananlar, nefsin bitmek tükenmek bilmeyen isteklerine karşı koyabilmek, Cenâb-ı Allah ile olan irtibatını sağlamlaştırabilmek için salâvatı dilden düşürmemeli. Kutlu Doğum bu alışkanlığı kazanmak için bir fırsat ama salâvat-ı şerîfeyi sadece bu kutlu zaman diliminde okumamalı, yılın her gününe yaymalıyız. Çünkü dünyamıza ve ahiretimize katkıları saymakla bitmiyor.

Salâvat getiren, lütuflandırılır

Faruk Beşer’e göre, Efendimiz’e salât ve selam getirdiğimizde, Yüce Allah kullarına, Resul’ü için istenen merhametin on katıyla mukabelede bulunuyor: “Ey Peygamber! Ümmetinden sana salât getirenin on günahını affedeceğim, on hasene vereceğim ve onun makamını on derece yükselteceğim.” Efendimiz’in hadisi de yine Beşer’in bahsettiği lütufların birebir kaynağı. Salât getirmenin dünya ve ahiretimize katkılarını Efendimiz bizzat bildirmiş. Bu hadislerden en önemlisi “Ümmetimden bana salât gönderene şefaatim vacip olur.” hadisiyle kendisine okunan salâtların bizlere şefaatçi olacağını bildirmesidir. Beşer, salavâtların Efendimiz ile aramızda bir bağ oluşturduğunu da söylüyor. “Salâvat çekerek, Efendimiz’e ‘Seni tanıyor, Seni seviyor, Sana inanıyor, Seninle yaşıyoruz’ demiş oluyoruz.” diyor.

Mehmet Şeker salâvatların dünya ve ahretimize neler sağladığını öğrenmek için inananların konuya dair hadislere bakmasını tavsiye ediyor. “Efendimiz’in, ‘Bana salâvat okuyan bir mü’min yoktur ki ona melekler rahmet duası etmemiş olsun. Bu, bana salâvat okuduğu müddetçe devam eder. Kul bunu, ister az ister çok yapsın.‘, ‘Kim bana bir defa salât getirirse, Allah Teâlâ da ona on misli merhamet eder.‘, ‘Kim herhangi bir kitapta benim üzerime salavat getirirse, isimim orada kaldığı müddetçe, melekler o adam için istiğfar eder.‘ gibi hadisleri salâvatın önemini izah ediyor.” diyor.

Salavat-ı şerifelerden bazıları

Elhamdülillâhi Rabbil âlemîn, vessalâtü vesselâmü alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn.

Allâhümme salli alâ Muhammedin ve enzilhü’l- münzele’l-mukarrebe ındeke yevme’l- kıyâmeti.

Allâhümme salli alâ Muhammedin abdike ve rasûlike’n- nebiyyil ümmiyyi.

Allâhümme salli alâ Muhammedin kemâ hüve ehlühû, Allâhümme salli alâ Muhammedin kemâ tuhibbü ve terdâ lehû.

Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve ala âli seyyidinâ Muhammedin vesellim.

Sallallâhü alâ seyyidinâ Muhammedin ve cezâhü annâ mâ hüve ehlühû.

Salavâtullâhi ve melâiketihî ve enbiyâihî ve rusülihi ve cemîi halkıhî alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve aleyhisselâmü ve rahmetullâhi ve berekâtühû.

Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihî ve sellim ve eczihî annâ hayre’l-cezâi.

Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammedin min’es- semâvâti vel arzı ve min’el-arşil azîm.

Sevim Şentürk / Zaman Gazetesi