Etiket arşivi: Fatiha Suresi

İnsan Allah’tan alınır mı?

İmanımızın bir delili de ‘alınganlaşmamız’dır. Fakat nasıl bir alınganlaşma? Allah’a ve Onun marifetine dönük bir alınganlaşma bu. Bir duyarlılık ve farkındalık artımı. Ama önce duyarlılık. Sonra farkındalık. Meseleyi ille de aşk üzerinden konuşmak istemiyordum. Lakin bu derece somutlaştırır başka örnek bulamadım. Çaresiz zikredeceğim:

İnsan, birisine âşık olursa, onun yaptıklarına yönelik ister-istemez alınganlaşır. Umursamazlık azalır. Ülfet azalır. Duyarlılık artar. Duyular eskisinden fazlasını hisseder. “Platonik zordur, herşeyi üzerine alınırsın” cümlesinde altı çizilen, benim de bencileyin hakverdiğim birşeydir bu. Sevmenin delili ilgi göstermek değildir sadece. Öncesi vardır.

Aktif olanı ilgidir. Fakat sevgi bundan ibaret değildir. Pasif (daha doğru bir ifade ‘içte yaşanan’ manasında ‘enfüsî’ olmalı) bir yanı da vardır. O ise alınganlaşmadır/duyarlılıktır. “Bana mı söyledi? Beni mi işaret etti? Benden mi bahsediyor? Beni mi takip ediyor? Bana mı kızdı? Beni mi ima etti?” Böylesi soruların tamamını soruyor âşıklar. O zaman kilit soruya gelelim: Peki böylesi bir alınganlık Allah’a karşı da yaşanmaz mı?

Bediüzzaman, Fatiha’da atlanan eşikten ( yani ‘Maliki yevmiddin/O hesap gününün sahibidir…’den ‘İyyake na’büdü ve iyyake nestain/Ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz…’e geçişten) ders aldığı ‘gaibane’ ve ‘hazırane’ muhatabiyetlerde, bu geçişin aşamalarından birisini şöyle tarif eder: “Sonra, kalem-i kudretin mektubatı hükmünde olan mevcudat sahifelerini, arz ve semâ yapraklarını mütalâa edip hayretkârâne tefekkürdür…” Kainatı bir mektup olarak görmek, yani ‘sana onunla birşey söylenmeye çalışıldığını farketmek’ mürşidimin tedrisinin en açık nakışlarından birisidir. Ve mürşidim böylesi bir alınganlığı kendisi ve talebeleri adına her yerde arttırmaya çalışır. Hatta Kur’an’ın da böylesi bir alınganlık oluşturmak için, özellikle insanların sıradan saydığı, “Bundan da birşey öğrenilir mi?” diyeceği şeyleri misal verdiğini anlatır.

Risale-i Nur’da, “Allah sivrisineği ve onun üstününü misal olarak vermekten çekinmez. İnananlar bunun Rablerinden bir gerçek olduğunu bilirler. İnkar edenler ise ‘Allah bu misalle neyi murad etti?’ derler, O, bu misalle birçoğunu saptırır, birçoğunu da yola getirir. Onunla saptırdığı yalnız fasıklardır ki onlar Allah’la yapılan sözleşmeyi kabulden sonra bozarlar. Allah’ın birleştirilmesini buyurduğu şeyi ayırırlar ve yeryüzünde bozgunculuk yaparlar; zarara uğrayanlar işte onlardır…” ayetlerinin izahı sadedinde söylenilenler dediklerime kuvvet verecek niteliktedir. Fakat ben, yazıyı uzatmamak için, onları buraya alıntılamıyorum.

Demek alınganlık da kulluğun bir parçası. Allah’a yüzü dönük bir alınganlık ‘gaibane/gıyabında’ bir muhatabiyetten ‘hazırane/huzurunda’ bir muhatabiyete geçişin temel şartı. Şuurlu bir farkındalığın hemen öncesi. Zaten bu denli ‘kolay etkilenir’ ve ‘hisli’ yaratılmış insanın böylesi bir işlevi olmayacağı düşünülemez. Allah bize bunca duygu ve latifeyi ‘onları bastıralım’ diye değil, ‘Onun tasarruflarına daha alınganlaşalım’ diye vermiştir. Ve biz, dökülen yapraklardan da, ağlayan çocuklardan da, rüzgarda sallanan kavak ağaçlarından da ve hatta buzullarda sıkışan balinalardan da etkileniriz. Elhamdülillah üstüne elhamdülillah. Üzülecek ve sevinecek ne çok şeyimiz vardır bizim!

Mürşidimin tedrisinde (bir yönüyle spesifik/göreceli çağrışımlara sahip olmasına rağmen) külliyatın genelinde sahip olunan burhan-ı yakini/kesin delil yolunun bir açıdan terki gibi görünen ‘tevafuk’ gibi ‘ebced/cifir’ gibi şeylere karşı sergilediği meyili de biraz böyle anlarım:

Allah’ın mesajlarına karşı alınganlaşan insanın bunu her yerde okuma arzusudur şu incelikler. Her yerde Vahidiyet içre Ehadiyetin izlerini, sürprizlerini, hediyelerini aramasıdır tevafuklar. Ve en önemlisi: En küçük hareketlerine kadar ‘takip edildiğini, ilgilenildiğini, sevildiğini’ bilmesidir kulun. Şu meyilin hikmeti bu sırda saklıdır Allahu’l-Alem.

Ve bu refleksin külliyatın öğretisini içselleştirmiş her Nurcuda geliştiğini gözlemliyorum. Hiçbir şeyi tesadüf olarak nitelemiyorlar mesela. Hemen ‘tevafuk’ diyorlar. (Nurcunun nurcuyu dilinden tanıma kelimesidir tevafuk.) Bu, küçük bir Nurcu geleneği gibi görünse de, aslında büyük bir bakış açısı farklılığı işareti. Biz ne kadar başarıyoruz, elbette tartışılır, ama Risale-i Nur’un oluşturmaya çalıştığı alınganlığın böylesi birçok delili var.

Bu yazıyı karalamama sebep hoş bir anı. Hızlı ve Öfkeli 7 filmini izlediğimde yaşadığım birşey. Özet geçeyim: Filmi izlerken, film boyunca gidilen ülkelere bakarak, gafletle şöyle demiştim içimden: “Ne güzel meslek be. Hem çalışıyorlar hem de dünyayı geziyorlar. “Sonra her gün yapmaya çalıştığım Kur’an okumasında şu ayete rastladım: Kâfirlerin diyar diyar dolaşmaları sakın seni aldatmasın. Yaşadığım ürpermeyi size tarif edemem. Varmak istediğim nokta ise şu: Eğer mürşidim vesilesiyle yukarıda bahsettiğim alınganlık dersini almasaydım, muhtemelen, bu ayeti üzerime hiç alınmadan okuyup geçecektim. Başka biriyle konuşuyormuş gibi okuyacaktım. Sonra “Niye Bediüzzaman’ı bu kadar abartıyorsunuz?” diye soruyorsunuz. Rabbimize karşı alınganlaştırıyor bizi, yetmez mi?

Ahmet AY – risalehaber.com

Kimlerle resim çektirelim?

Allah, sizden öncekilerin yoluna sizi de eriştirmeyi murad ediyor.
Nisâ Sûresi, 4:26

İffetli bir aile hayatının esaslarını ders veren ve haram ve helâlleri açıkça bildiren âyetlerin devamında yer alan bu âyet, şu cümlesi ile, muhataplarına hem bir müjde veriyor, hem de mü’minler arasındaki birlik ve bütünlüğü vurguluyor.

Bu âyet, aynı zamanda, Kur’ân’ın en başında yer alan ve her gün, her namazın her rekâtında tekrarladığımız bir dua ile de ilgilidir:

Bizi, kendilerine nimetler verdiğin kimselerin yoluna ilet.[1]

Bu âyet, o duanın cevabını içeriyor ve, öncesindeki âyetler de dikkate alındığında, o sözlü duanın hangi fiilî dualarla desteklenmesi gerektiğini gösteriyor. Yani, “Allah’ın çizdiği sınırlara riayet eder, haramı helâli bilir, Onun buyruk ve yasaklarını dikkate alarak yaşarsanız, Allah sizin bu duanızı kabul eder, sizden önce kendilerine nimetler bağışladığı kimselerin yoluna sizi de eriştirir” mânâsını dile getiriyor.

“Sizden öncekiler” ile kimlerin kastedildiğine gelince.

Bunun da cevabı bir başka âyette veriliyor:

Kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar Allah’ın nimetlere eriştirdiği peygamberler, sıddıklar, şehidler ve salihlerle beraberdir. Bunlar ise ne güzel arkadaştır![2]

İşte, Allah’ın, söz dinleyen kullarına vaad ettiği, böyle seçkin insanların beraberliğidir. Konumuz olan âyetteki “sizden öncekilerin yoluna eriştirme” vaadi, böyle bir müjdeye işaret etmektedir.

Bu, aynı zamanda, mü’minlerin arasından zaman ve mekân ayrılıklarını da gideren bir müjdedir.

Bu müjdenin sevincini ruhunda hisseden bir insan, kendisini, Allah’ın sevgili kulları arasında bulur. Onlardan kimi doğuda, kimi batıda, kimi şu kadar bin sene önce, kimi bu kadar zaman sonra yaşamış veya yaşayacak olsa da, Yer ve Gökler Rabbinin nazarında hepsi bir mecliste, bir aradadırlar.

Âlemlerin Rabbine intisap anlamına gelen iman da, bir kula işte böyle bir genişlik kazandırır.

Bizim geçmiş zaman dediğimiz şey, Bediüzzaman Hazretlerinin o nefis tasviriyle, “baştan başa güzel, yeşil bahçelerle nuranî insanların riyaseti altında ibadet, hizmet, sohbet ve zikir meclislerine” dönüşür.

O yeşil bahçelerdeki dost meclislerinde iman ehlinin refikleri İbrahim’ler, İsa’lar, Musa’lar, Ebu Bekir’ler, Mevlânâ’lar, Bediüzzaman’lardır.

O meclislerde doğruluktan ve güzellikten başka şey bulunmaz. İnanan ruhlar o meclislerden her an bir huzur ve muhabbet kokusu almaktadırlar. Bunun için kıyamete kadar beklemek gerekmez. Zira, yine Bediüzzaman’ın tabiriyle, “ehl-i hakikatin sohbetine zaman ve mekân mani olmaz.” İnsan, Kur’ân’ını açtığı anda, kendisini ya bir peygamberle, yahut, adı sanı belli olmasa da, varlığında ve dostluğunda şüphe bulunmayan bir sevgili Allah kulu ile beraber bulur.

En önemlisi, insanın bu dini yaşarken de kendisini o dost meclisinde bilmesidir.

İşte o güvenle insan bir güzel iş yaptığı yahut bir güzelliği yaymak için bir adım attığı, bir söz söylediği zaman, bütün bir dostlar âlemini arkasında bilir, oraya dayanır, oradan kuvvet alır.

Öyle bir kuvvetin karşısında da dünyanın en büyük yaygaraları bir sinek vızıltısından öteye geçemez.

Onun için, insan, her hareketinde kendisini yoklamalı, kimlerle beraber olduğuna, kimlerden uzak düşüp kimlere yakın durduğuna dikkat etmelidir.

— ÜMİT ŞİMŞEK, Âyetler ve İbretler

[1] Fatiha Sûresi, 1:7.

[2] Nisâ Sûresi, 4:69.

Fatiha Hepimizin Annesi

“(…) şefkat, parmağını Cennete uzatmış gösteriyor. Emirdağ Lahikası’ndan.

Fatiha’ya ‘Kur’an’ın annesi’ diyor ya aleyhissalatu vesselam, kalbimi avuçluyor adeta. Bence o ‘anne’ lafzı altında bir dolu sırra işaret var. Çünkü Fatiha, yalnız Kur’an’ın değil, insanlığın da ve hatta varlığın da annesidir. Yani en az annesi kadar şefkatlidir ona. En az annesi kadar onu düşünür. Kalbini, saadetini, hatrını, akıbetini sorar. En az onun kadar (elbette hep ondan fazla) kalbini sarar.

Ben ne zaman Fatiha’yı tefekkür etsem, baştan sona, Rahman ve Rahîm olanın tesellilerinden örülmüş bir metin görürüm. Daha başta, besmeleyle başlayan bu vurgu, devamındaki her ayetin içine sinmiş gibi gelir bana. Mesela; ‘malikiyevmiddin’e…

Ne demek malikiyevmiddin?

‘Din gününün sahibi.’

Peki ‘din günü’ ne demek?

Kimisine göre ahiret günü burada kastedilen, kimisine göre hesap günü, kimisine göreyse ceza/mükafat.

Hangisi olursa olsun, hepsinde aynı merhametli mana var: Kaybolup gitmiyorsun yani. Batıp mahvolmuyorsun. Gitmeler sadece zâhirde. Ölmeler yine öyle.

Zâyi etmeyecek seni merhametli sahibin. Herşeyin bir hesabı var. Hesaplısın. Görülmüyor ve görünmüyor değilsin. İnce ince hesaplanansın. (Hesaplanmak, insana, ‘yaratılmaktan’ öte bir ilgiliyi hatırlatır. Demek ki, insan, yaratılıp kendi haline bırakılmış değildir. Takip edilmektedir. Ondan da öte hesap edilmektedir.) Nazarından hiçbirşey kaçmayanla ve bir işi bir işe mani olmayanla muhatapsın. Üzülme. Gözden kaçmayacaksın. İlgisizlik cehenneminde mahvolmayacaksın. Unutulmayacaksın.

Ve ödenecek bedeli kötü olanın. Ve alınacak hediyesi iyi olanın. Bunların hepsi hakikat. Hayalin kaçmasın fena kuyularına! Korkmasın. Bir önceki ayette Rahman ve Rahîm olarak Zat’ını tanıtan seni hiçliğe göndermeyecek. Belki de ‘Rahman ve Rahîm’ demekle bulunduğu vaadi—evet,  Onun (c.c.) her ismi aynı zamanda tecelli vaadidir—tattırıp sonra elinden almakla (hâşâ) yalana kalbetmeyecek. Sevgisini nefrete dönüştürmeyecek.

İnsansın en nihayet. Fıtratını ve açlıklarını kabul et. Bir kaydı ve dolayısıyla devamı olmasa yaşananların, elinden şekeri alınan çocuk gibi olursun. Küsersin. (Ki küsmek, çabuk tedavi edilmezse, sevgiyi nefrete kalbeder bir zehirdir.) Kendisini sevdirmek için ‘âlemleri hamdedilecek şeylerle donatan’ Zat-ı Zülcemal, neden onları hiç dönmemecesine elinden çekip alarak kendisinden nefret ettirsin?

‘Errahmanirrahim’ ile hesap gününün bu kadar ilgisi var. Hatta o kadar ilgisi var ki: Kur’an’ın annesi, hesap gününü söyledikten sonra, acabaların/korkuların silinsin diye, Rahman ve Rahîm olduğunu tekrar hatırlatıyor. Endişene merhem sürüyor. Dehşetinden kurtarılıyorsun. İki Rahman ve iki Rahîm’in arasına bir ‘hesap günü’ sıkışıyor. Kalbin ferahlıyor.

Bazen diyorsun ki: “Her rekatta aynı sûreyi okumakta ne mana var?”

Asıl ben sana sorayım şimdi arkadaşım: Bir çocuk annelik hakikatinin şefkatine ne kadar muhtaçtır?

Annesi çocuğun arkasındaki dağdır. İsmini şarkı gibi her vakit söylemekle, hatta ağlarken bile, mutlu olduğudur. Varlığını hissetmekten sıkılmaz. Sen neden ‘Kur’an’ın annesini’ her rekatta tekrar etmekten sıkılıyorsun? Aslında garip olan bu değil mi? Abesiyet, eşyanın eksikliğinden değil, eksik nazarındandır. Bakışını düzelt arkadaşım. Baktığın zaten düzgün.

Ahmet Ay – cocukaile.net

 

Fatiha Suresi Anlamı ve İnce Sırları

Peygamberimiz (S.A.V) bir hadiste bu önemli gerçeği şöyle anlatıyor:

“Allahu Teâlâ buyurdu ki: Ben namaz suresi olan Fatiha’yı kendimle kulum arasında yarı yarıya paylaştırdım. Yarısı Benim, yarısı da kuluma aittir. Bu vesile ile kulum bütün istediklerine kavuşacaktır.

Kul, ‘Elhamdü lillahi Rabbi’l-âlemîn’ (Hamd, Alemlerin Rabbi olan Allah’a aittir) dediği zaman, Allah, ‘Kulum Bana hamdetti’ buyurur.

Kul, ‘Er-Rahmâni’r-Rahîm‘ (O Rahman’dır, Rahîm’dir) dediği zaman, Allah, ‘Kulum Beni methetti’ buyurur.

Kul, ‘Mâliki yevmiddîn’ (Din Gününün Sahibidir) dediği zaman, Allah, ‘Kulum Beni tazim etti,işlerini Bana havale etti’buyurur.

Kul, ‘İyyâke na’büdü ve iyyâke nestaîn’ (Yalnız Sana kulluk eder, yalnız Senden yardım isteriz) dediği zaman, Allah, ‘İşte bu kulumla kendi aramdadır ve kulumun dilediği de onundur‘ buyurur.

Kul, ‘İhdine’s-sırâta’l-müstekîme sırâtallezîne en’amte aleyhim ğayri’l-mağdûbi aleyhim veleddâllîn‘ (Bizi doğru yola ilet. Kendilerine nimetler verdiğin kullarının yoluna ilet. Gazabına uğramış yahut sapmış olanların yoluna değil) dediği zaman, Allah, ‘İşte bu kulumundur ve kulumun istediği de onun hakkıdır’ buyurur.”

***

Kur’ân’ın en faziletli suresi Fatiha olduğu gibi, en faziletli âyeti de yine Fatiha’nın bir âyetidir.

Fatiha, sevabı bakımından İhlas Suresi gibi Kur’ân’ın üçte birine denk geliyor:

İbn Abbas’ın rivayetine göre Resulullah (a.s.m.) bu hususu şöyle dile getirmiştir:

“Fatiha sevap bakımından Kur’ân’ın üçte birine denktir.

Bir işe başlarken Bismillah denmesi gerektiği gibi, Fatiha okunması da tavsiye ediliyor.

Ebû Hüreyre’nin rivâyetine göre Resulullah (a.s.m.) şöyle buyurmuştur:

Hayırlı bir iş Elhamdülillah ile başlamazsa sonu kısıktır, bereketsizdir.”

***

Fatiha’yı okuduktan sonra “Veleddâllîn” deyince hemen arkasından “Amin” demek sünnettir. “Amin”in önemini ve Allah katındaki yerini Peygamberimiz’den (a.s.m.) öğreniyoruz.

“Amin, mü’min kullarının diliyle Rabbülâlemin’in mührüdür.

Fatiha muhtevası ve manası, zenginliği ve içinde barındırdığı derinlik itibarıyla da bambaşka bir güzelliğe sahiptir.

İmam Buhârî’nin rivayetine göre, Hasan Basrî bu konuda şöyle diyor:

“Allah bütün semavî kitapların ilmini Kur’ân’da; Kur’ân’da mevcut olan ilimleri de Fatiha Suresi’nde toplamıştır. Fatiha’nın tefsirini öğrenen bütün semavî kitapların tefsirini öğrenmiş gibi olur.”

***

Fatiha maddi ve manevi her derde deva, her hastalığa şifa ve her sıkıntıya ilaçtır.

Abdülmelik bin Umeyr’in rivayet ettiği bir hadiste Peygamberimiz (a.s.m.) bu hakikati şu sözleriyle dile getirmiştir.

“Fatiha Suresi her derde devadır.”

“Fatiha bütün dertlere karşı şifadır.”

“Fatiha Suresi, zehirden kurtulmak için bir şifadır.”

Fatiha nazara, göz değmesine karşı da bir şifa kaynağıdır.

İmran bin Husayn’ın rivayetine göre Resulullah (a.s.m.) şöyle buyurmuştur:

“Fatiha’yı ve Ayete’l-Kürsi’yi bir kul okursa, o gün ona insan ve cin nazarı değmez.”

Fatiha, dine, doğruluğa, Allah’a yönelmeye, başarılı olmaya, yardım görmeye, düşmana üstün gelmeye, ibadette ve itaatte bulunmaya, merhametli ve şefkatli kalmaya, yeterli bulunmaya, sevimli olmaya, kötülükten korunmaya, güven içinde kalmaya, mülk edinmeye, irade ve ilim sahibi olmaya, malda artış elde etmeye, mevki sahibi olmaya, güzel bir hayat sürmeye, ev halkını korumaya, zarar ve fesattan uzak olmaya, ilmin inceliklerini anlamaya, marifet sahibi olmaya yardım eder.

Fatiha’yı çok okuyan, canında ve malında bereket bulur. Allah, onu açlık ve fakirlik gibi üzücü ve ezici şeylerden korur. Allah’tan meşru olarak ne isterse, mutlaka kendisine verilir.

Bütün bunlar, Fatiha’ya devamla elde edilir. Aynı zamanda bunlar, ehil bir zattan müsaade almakla gerçekleşir.

Farz namazlardan sonra 20 defa Fatiha’yı okumaya devam eden kimse, her gün l00 kere bu sureyi okumuş olur. Allah onun rızkını genişletir, durumunu iyileştirir. İç âlemini ışıklandırır, işlerini kolaylaştırır. Gam ve kederini giderir. İzzet ve şeref kazandırır.

Fatiha ile birlikte bereket iner, ihtiyaçları karşılanır. Fatiha’da, erbabı için nurlar ve sırlar vardır.

Her farz namazdan sonra Besmele ile birlikte 7 kere Fatiha Suresini okumaya devam eden kimseye Allah, hayırların kapısını açar. Din ve dünya işlerinde yeterli sebep yaratır.

Fatiha’yı 7 defa okuyup bir pamuk parçasının üzerine üfleyen ve sonra onu bir yara üzerine kapatan kimseye Allah, Fatiha bereketiyle şifa verir.

İmam El-Hakim’e göre bu Surede bin zâhir, bin de bâtın olmak üzere iki bin hassa vardır. Sabah namazının sünnetiyle farzı arasında 41 kere Fatiha okumaya devam eden kimse, ne gibi bir makam ve mevki dilerse onu elde eder.Fakir ise zengin olur, borçlu ise borcu ödenir. Hasta ise şifa bulur. Zayıf ise güç ve kuvvet kazanır. Garip ise izzet ve şeref elde eder. Halk arasında kıyaslanamayacak kadar itibar kazanır. Hem ulvi (yüce), hem süfli (aşağı) âlemde sevimli olur. Sözü dinlenir, işi beğenilir. Düşmanı yanında kuvvetli ve heybetli görünür. Dostu yanında son derece sevilir. O buna devam ettikçe, Allah tarafından devamlı bir emniyet içinde bulunur. Bulunduğu makam ve mevkiden azledilen kimse,sabah sünneti ile farzı arasında, bir noksanlık yapmadan 40 gün, günde 41 defa Fatiha’yı okuyacak olursa, Cenab-ı Hak onun makam ve görevini veya daha iyisini verir.

Eğer kısır kalmış ise, Allah ona salih bir evlat da verir. Belirtilen tertip üzere ağrı ve sızı hissedilen yaraya, özellikle göz ağrısına, halis bir niyet ile okunursa, Allah şifa verir.

Fatiha’nın böyle şifa olması, tıbbi bütün çarelere başvurduktan sonra, tıbbın aciz kalması halinde başlar.

Bu öyle bir sırdır ki, bunu ancak Allah’ın yardım ettiği kimseler bilebilir. Bu sırrı gizlemek gerekir. Ancak lâyık olana, gönülden inanıp kabul edene açıklanabilir.

Her farz namazının ardından l00 kere Fatiha’yı okuyan kimse buna devam ederse, hızla maksadına ulaşır.

Kim de sabah namazından sonra Fatiha’yı, harfleri sayısınca (125 defa) okursa, gayri meşru istekler dışında arzuladığı şeyi elde eder.

Fatiha’yı 125 bin defa hatmetmekte büyük faydalar vardır.

Fatiha’yı Resuller, Bedir savaşına katılan mücahitler ya da Tâlut’un askerleri sayısınca (üçü de 313’tür) okuyan kimse, arzu ettiği meşru dilekleri elde eder ve ihtiyacı olan korunmayı sağlar.

Gece gündüz bu Sureyi okumaya devam edene Allah hem zâhiri, hem de bâtında ledünni ilim ilham eder.

Resulullah Efendimiz buyuruyor ki: “Kim döşeğine uzandığında Fatiha’yı okur ve beraberinde üç İhlas ile bir Muavvizeteyn (Felak ve Nas Sureleri) okursa, ölümden başka her şeyden güven içerisinde olur.”

Diğer bir hadis-i şerifte ise buyuruluyor ki : “Fatiha, mü’minlerin maksadına açılan kapıdır. Kim onu abdestli olarak yedi gün, günde 70 kez okur da tertemiz bir suya üfler ve onu içerse, Allah kendi fazlü kereminden ona ilim ve hikmet verir, kalbini fâsit (bozuk) düşüncelerden temizler. Onun zekâsını arttırır, hafızasını güçlendirir, artık bir daha unutmaz olur.”

Fatihanın 7 kapısı

Fatiha bir kapıdan girişini resmin oluşturuyor, devrediyor, hissettiriyor, yaş(at)ıyor… Dört Mli bir giriş söz konusu:

Önce müsaade kapısından geçiliyor, “besmele”. içeri girer girmez minnettarlık ifade ediliyor:

elhamdulillah”. Bir kaç adım sonra, merhametin kucağında bulur kendini insan:

“errahmanirrahim!” en sonunda, mesuliyetle yaşadığımız farkedilir; “din gününün mâliki.”

1. Bismillah: Kapının beri tarafındasın, evvelâ izin istemen gerek.. kapının ardında kim var? Kapının önündeki kim? İçeriye davet eden kim? İçeriye girecek kim? “besmele” bir müsaade isteme tavrıdır…

 Allahın adıyla, Rahman Rahîm O…. Kapıya dayanan, kapıyı çalan, önce kimliğini benimsetiyor kendine, kendini tanımlıyor, haddini biliyor.. “Ben bana ait değilim.” “Ben ben değilim!” tevazuyu giyiniyor. Kendi adından vazgeçiyor. Başkası adına çalıyor kapıyı. Bir başkasının ismiyle, Allahın ismiyle eşikte duruyor. kapıyı çalan, aciz ve fakir, kendi kendine yetmiyor; kendisi kendine ait değil… Kapı ise Allahın..kapının önünde ve ardında Onun hükmü geçiyor, Onun mülkü uzanıyor..

Rahman ve Rahîm O: varlık kapısından içeri çağırdığına muhtaç değil; hatta kulun kendisine muhtaç olmasına bile muhtaç değil! kul kendine muhtaç olmasaydı, kapıya dayanmasaydı, kendisinde bir eksiklik, bir mutsuzluk, bir hoşnutsuzluk hali olmayacaktı. Kimse de hesap soramayacaktı… Hiç kimseye muhtaç olmayan Rahmanın her şeye muhtaç olana açtığı kapıdır rahmet..

2. Elhamdülillah: Herşeye muhtaç olanın hiç kimseye muhtaç olmayana söyleyeceği ancak teşekkürdür.. sonsuz bir minnettarlıktır duyacağı.. mahçuptur muhatap olmadıkları karşısında. Hiç ummadığı, hiç beklemediği, hiç hak etmediği iltifatlar görmektedir. Hamd O Allaha dır ki o Rabbidir âlemlerin.. alemler sırf onu karşılamak için, sırf kendisini memnun etmek için terbiye edilmekte, çekip çevrilmektedir..

hiç yoktan var edilenin, kendisini hiç yokken var edene söyleyeceği tek şey, söylediği halde asla bitiremeyeceği, asla sonuna gelip doyamayacağı tek şey teşekkürdür….

Varedilen varlığının hiç bir cüzünü, hiçbir parçasını yanı sıra getirmiş değildir; yoktan varedilen yoktan var edene hiçbir sermaye katmış değilir, yok olanın, hiç ortada olmayanın yoktan var edene katkısı olmamıştır; yok olan ve yok olduğunun farkında olmayan, var edilme arzusunu bile dillendiremeyen kendisini yoktan var edene bir işaret olsun göndermiş değildir ki, Ona borcuna bir sınır koyalım….

3. Errahmanirrahîm: Her şeye muhtaç olarak varlığa dahil olanın ilk gördüğü üzerindeki sebepsiz merhamettir..

hem kendisine acınmıştır; hiç yokken, yokluğunu bile farkedemediği unutulmuşluklardan çekip alınmıştır, hem de acıdıklarına acınmıştır; mutluluğunu bir anda yok edebilecek, huzurunu hemen dağıtabilecek kırılganlıkları olan nice sevdikleri de hesapsız ve sebepsiz mutlu edilmektedir. Hem merhamet görmektedir, hem merhamet göstermek istediklerine merhamet gösterilmektedir. Varlığın göğsünde çarpıp duran görünmez bir kalp gibidir rahmet…

Rahmandır Allah; herkese her zaman şefkat etmektedir.

Rahîmdir Allah, herkesin içinde her bir şeye özel olarak da şefkat etmektedir. Herkese birden şefkat etmesi, herkese ayrı ayrı şefkat etmesine engel değildir.

Herkes Onun rahmetine, bütün çiçeklerin hep birlikte güneşten beslenmesi gibi, hep birlikte muhatap olmaktadır; çünkü Rahmandır.

Ama herkes, her bir çiçeğin güneşten kendine özel renkler devşirmesi gibi, kendini biricik eyleyen biçimler bürünmesi gibi, biricik ve bitanecik olarak rahmete muhatap olmaktadır; çünkü Rahîmdir.

4.Mâlik-i yevmiddîn Din günün sahibi o.. buradaki varlığın, başka ve ebedî bir varlığa yolculanman adınadır. “din günü” içindesin.. hesaba çekilebilir bir haldesin. Başına buyruk var değilsin. sorumluluk sahibisin…

Bu varlık bir koza; sonsuzun kelebeklerine gebe.. adımın bir sırat üzerinde, ölçüleri sonsuza ayarlı, sonsuzca yansımaya ayarlı.. buradaki bir ayineye düşüyor her dem; yansıması sonsuzda; yüzün başka bir âlemin nazarına düşüyor…

Burası burdan ibaret değil, sen buradasın ama burada kalmayacaksın.

Buradasın, ama buraya razı olamazsın..

5. Yalnız sana kulluk ederiz: Minnettarlığın en güzel ifadesi…

6. Yalnız senden yardım dileriz: Merhametinin her şeye yettiğinin ifadesi.. başka kimsenin acımasına muhtaç değiliz.. sen yetersin bize, her birimize, hepimize..

7. Sırat-ı müstakîme hidayet eyle bizi: Hesabımızı ancak böyle veririz.. üzerlerine gazab indirilmiş olanların kalarak değil. Sapmışların yoluna düşerek hiç değil..

Derleyen : Çetin Kılıç

www.NurNet.org

kaynak:

  • forumtr
  • muhammedgen
  • senai demirci