Etiket arşivi: fatma turan

“Muharrem” Ayının Önemi Nedir? Aşure Günü Nedir? Nasıl Değerlendirmeli?

Önümüzdeki perşembe günü mübarek bir aya giriyoruz; hicri takvime göre yeni bir yılın başlangıcı da olan Muharrem’e… Muharrem ayının aylar arasında farklı bir yeri var. Çünkü içinde ‘aşure’ gibi önemli bir günü barındırıyor. Bu kutlu ayda yapılacak ibadetlerin mükâfatı da büyük…

1 Muharrem, yani hicri yılbaşı. Aslına bakarsanız İslam’dan önce Arabistan’da yaşayan Arapların belli bir takvim ve tarih sistemleri yoktu. Zaman tespiti bazı büyük ve önemli olaylar esas alınarak yapılıyordu. Fakat İslamiyet’in kısa zamanda hızla yayılmasından sonra idari işleri düzenlemede yaşanan aksaklıklarla takvim ihtiyacı doğdu. Özellikle ticarette takvim eksikliğinden kaynaklanan bazı aksaklıklar yaşanıyordu. Bir defasında Hz. Ömer’e (ra) halifeliği döneminde bir borç senedi getirildi. Alacaklı ile borçlu, senedin tarihi hakkında anlaşmazlığa düşmüşlerdi. Alacaklı, kâğıdın üzerindeki ‘Şaban’ ayı yazısının bu yıla ait olduğunu söylerken, borçlu gelecek yıla ait olduğunu iddia ediyordu. Yaşanan buna benzer hadiseler üzerine Hz. Ömer danışma kurulunu topladı. Meseleyi onlara anlattı ve bir tarih tespitinin gerekli olduğunu söyledi. Takvim başlangıcı için çeşitli teklifler geldi. Bazıları Efendimiz’in (sas) vefatının tarih başlangıcı olmasını isterken, bazıları da peygamberlik vazifesinin kendisine verildiği günün esas alınmasını teklif etti. Hicretin tarih başlangıcı olması teklifi ise Hz. Ali’den (ra) gelmişti. Seçenekler gözden geçirildikten sonra oybirliğiyle kabul edilen teklif bu oldu. Bilindiği gibi Hicret, Rebiülevvel ayında gerçekleşmişti. Ancak Araplarda önceden beri Muharrem ayı sene başı olarak kabul edildiğinden, aradaki iki aylık farklılık dikkate alınmadı. Böylece 1 Muharrem 622 tarihi hicri birinci yılın başı oldu…

AŞURE GÜNÜ ORUCU BİR YILIN KEFARETİ

‘Allah’ın ayı Muharrem’ olarak bilinen Muharrem, İlahi bereket ve ihsanın bollaştığı bir ay. Bu ay, içinde önemli bir günü de barındırıyor. Muharrem’in 10. günü aşure günü olarak biliniyor. Bu kutlu ayın diğerleri arasında ayrı bir yeri olduğu gibi, aşure gününün de diğer günler içinde bereketli bir yeri var. Muharremin ilk on gününün Allah katındaki seçkin yerini ise Fecr Suresi’nin ikinci ayetinde geçen ‘On geceye yemin olsun’ ifadelerinden anlıyoruz…

Allah Resulü (sas) Aşure günü peygamberlerin oruç tuttukları bir gündür. Siz de o gün oruç tutunuz.” buyurmuştur. Aşure, Yahudilerin de oruç tuttuğu, saygı gösterdiği bir gün. Peygamberimiz (sas), Medine’ye hicret edince Yahudilerin aşure günü oruç tuttuklarını gördü. Nedir bu diye sorduğunda, “Bu büyük, hayırlı bir gündür. Bugün, Allah’ın Musa’yı ve İsrailoğullarını düşmanlarından kurtardığı, Firavun’u ve adamlarını suda boğduğu, Musa’nın da buna şükür olarak oruç tutmuş olduğu bir gün. İşte biz bugün bunun için oruç tutuyoruz.” dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz, “Ben Musa’ya ve onun orucunu tutmaya, sizden daha yakın, daha layığım.” buyurdu.

Peygamberimiz (sas), aşure günü oruç tutmaya hem kendisi devam etti hem de bunu Müslümanlara tavsiye etti ve “Aşure günü orucu bir yılın kefaretidir. Sağ olursam gelecek yıl dokuzuncu gününü de inşaallah oruçlu geçireceğim. Dokuzuncu ve onuncu günü oruç tutup Yahudilere muhalefet ediniz.” buyurdu. Ramazan orucu farz kılınınca aşure günü oruç tutup tutmamakta Müslümanlar serbest bırakıldı. Efendimiz, “Aşure günü Allah’ın günlerinden bir gündür. O gün orucunu tutmak isteyen tutsun, bırakmak isteyen de bıraksın.” buyurdu. Muharrem, ileriki dönemde Sevgili Peygamberimiz’in (sas) ciğerparesi Hazreti Hüseyin (ra) Efendimiz’in bu ayda şehid edilmesiyle Müslümanlar için acı bir hatıranın yıldönümü de oldu.

YILI ORUÇLA TAÇLANDIRMAK NE BÜYÜK BEREKET…

Ramazan ayından sonra en faziletli oruç, Allah’ın ayı olan Muharrem ayında tutulan oruçtur.” hadis-i şerifi, bugünlerde tutulan orucun önemini ifade ediyor. Bu hadisin açıklamasını İmam-ı Gazali şöyle yapıyor: “Muharrem ayı hicri senenin başlangıcı. Böyle bir yılı oruç gibi hayırlı bir temele dayandırmak ne güzel olur. Bereketinin devamı daha fazla ümit edilir.” Tabii bu özel günde biraz dikkat etmek gerekiyor. Zira gerek Yahudilere benzememek, gerekse orucu tam aşure gününe denk getirmemek için, Muharrem’in dokuzuncu, onuncu ve on birinci günlerinde oruç tutulması tavsiye ediliyor. Ya da onuncu günün önüne ya da arkasına birer gün eklenmesi gerekiyor. Bugünde oruçtan başka hayır, hasenat ve sadaka gibi güzel âdetler de yaşatılmalı. Herkes, bugünlerin faziletini bildiren hadiseleri hatırlayarak ailesine, akraba ve komşularına ihsanda bulunursa şüphesiz sevabını kat kat alır. Peygamberimiz, müminin aile efradına aşure gününde her zamankinden daha çok (fazla külfete girmeden, aile bütçesini zorlamadan) ikramda bulunmasını tavsiye ediyor. Bir hadiste şöyle buyuruyor: “Her kim aşure gününde ailesine ve ev halkına ikramda bulunursa, Cenab-ı Hak da senenin tamamında onun rızkına bereket ve genişlik ihsan eder.”

HİCRET” BASİT BİR GÖÇ DEĞİLDİR

Prof. Dr. Orhan Çeker (İlahiyatçı): “Hicret’in Efendimiz’in hayatında olduğu gibi, İslam ümmetinin hayatında da önemi büyük. Çünkü İslam inkılâbının bir dönüm noktası olmuştur. Hicret basit bir göç hadisesi değil, İslam’ı kurtarma taktiği ve onu daha geniş kitlelere yayma idealinden kaynaklanmıştı. Hicretle Müslümanların hayatlarının kurtulması İslamiyet’in de kurtulmasına vesile oldu. Yeni bir çevrede, yeni bir dostluk ve kardeşlik muhitinde yeni müminlerle kısa zamanda güçlenme imkânına kavuşuldu. Bu kutlu olayın takvim için başlangıç sayılması Hz. Ömer tarafından uygulandı.

 ON PEYGAMBERE ON İKRAM

Bugüne ‘aşure’ denmesinin sebebi, Muharrem ayının onuncu gününe denk gelmesi. Allah (cc) aşure gününde, on peygamberine on değişik ikram ve ihsanda bulunuyor:

  1. Allah, Hz. Musa’ya bu günde mucize ihsan etmiş, denizi yararak Firavun ile ordusunu sulara gömmüştür.
  2. Cudi Dağı’nın üzerine Hz. Nuh gemisini demirledi.
  3. Balığın karnından Hz. Yunus, bu günde kurtuldu.
  4. Hz. Âdem’in tövbesi kabul edildi.
  5. Hz. İsa, aşure günü dünyaya geldi ve o gün semaya yükseldi.
  6. Kardeşlerinin attığı kuyudan Hz. Yusuf bu günde çıkarıldı.
  7. Hz. Davud’un tövbesi kabul edildi.
  8. Hz. İbrahim’in oğlu Hz. İsmail doğdu.
  9. Hz. Yusuf’un hasretinden dolayı gözleri kapanan Hz. Yakub görmeye başladı.
  10. Hz. Eyyûb, hastalığından o gün şifaya kavuştu.

Fatma Turan / Zaman

Teheccüt namazına kalkmak için ne yapmalı?

Efendimiz’in, “Ümmetime zor gelmeyeceğini bilseydim, onlara teheccüdü mecburi kılardım.” diye buyurduğu eşsiz davete icabet etmekte neden zorlanıyoruz? Geç vakitlere kadar süren misafirliklerden ya da televizyon izlemekten yorgun mu düşüyoruz? Rahmet kapılarının sonuna kadar açık olduğu saatlerde dünyevi bahanelerimize yenik düşmemek için neler yapmalıyız?

Teheccüt, maddî-manevî sayısız sıkıntıları, arzuları ve emelleri bulunan insanoğluna sunulan eşsiz bir hazine. Kulun, Rabb’ine derdini döktüğü, yardım istediği çok özel dakikalar. Tahmin edildiğinden çok daha derin manaları olduğu şüphesiz. Peki, bu eşsiz davete neden icabet etmiyoruz? Çok mu yoğunuz, çok mu yorgunuz? Geç vakitlere kadar süren misafirliklerden, dizi ve tartışma programları izlemekten ya da internette nasıl geçtiğini anlayamadığımız dakikalardan sonra yorgun düşüp bu nurlu zaman diliminden nasiplenemiyoruz ne yazık ki.

Oysa teheccüt, farz namazlardan sonra en kıymetli nafile namaz. İsra Sûresi’nde Resullullah’a (sas) hitaben, “Sana mahsus fazladan bir ibadet olarak teheccüt namazını kıl. Umulur ki Rabb’in seni övülmüş bir makam olan en büyük şefaat makamına çıkarır.” ayetiyle Kur’an-ı Kerim’de geçen tek nafile namaz.

Uyuduktan sonra uyanmak manasına gelen teheccüt, imsak vaktine kadar kılınan namazın adı. Sıcak yatağından ayrılarak secdeye varanlara da ‘müteheccit‘ deniliyor. Uykudan uyanıp namaz kılmak, müekked (Efendimiz’in devamlı olarak işleyip nadiren terk ettiği, farz ve vacib olmayan amelleri) sünnetlerin başında yer alıyor. Ancak tüm bunlara rağmen yorgunluk ve uykusuzluk bahanelerine sığınıyoruz. Resûl-i Ekrem (sas) bu halimizi şöyle anlatıyor: “Biriniz uyuduğu zaman şeytan onun ense köküne üç düğüm atar. Her bir düğümü attığı yere, ‘Gecen uzun olsun, yat uyu.’ diye eliyle vurur. Şayet o kimse uyanarak Allah’ı anarsa, düğümlerden biri çözülür. Abdest alırsa bir düğüm daha çözülür. Bir de namaz kılarsa şeytanın attığı bütün düğümler çözülür ve böylece huzurlu bir şekilde sabahlar. Allah’ı anmaz, abdest alıp namaz kılmazsa uyuşuk ve tembel bir şekilde sabahlar.

Peki, bugün kaç yuva gecenin en makbul vaktinde bu misafiri kabul edebiliyor? Kaç aile, Efendimiz’in izinden gidip gecesini Rabb’iyle geçirmeye niyetleniyor? Ne yazık ki ağır geliyor uykumuzu bölmek. Rahmet kapılarının sonuna kadar açık olduğunu, affedileceğimizi, duaların kabul olacağını bildiğimiz halde yenik düşüyoruz dünyevi işlerimize.

Teheccüde nasıl başlamalı?

‘Sabah Namazına Nasıl Kalkılır?’ kitabıyla tanıdığımız ilahiyatçı yazar Cemil Tokpınar’a göre, beş vakit namaz gibi kesin farz olan ibadet bile bugün büyük bir ihmale uğruyor. Bu yüzden nafile namazlardan önce farz namazları tavizsiz bir şekilde uygulamak gerekiyor. Ancak beş vakit namazını kılanlardan müsait olanların da teheccüde sarılmaları oldukça önemli. Namaz kılanların yüzde 70’inin sabah namazına bile kalkamadığı bir ülkede teheccüde kalkmak kolay değil hiç şüphesiz. Çünkü her şey, geç yatmaya ve geç kalkmaya göre ayarlanmış. Buna rağmen şartlara teslim olmamak, şartları teslim almak gerekiyor. Eğer teheccüdün sonsuz feyiz ve bereketinden faydalanmak isterseniz şu hususlara dikkat edilmeli:

-Teheccüde kalkacağınız zaman mümkün olduğunca erken yatmaya gayret edin. Normalden bir saat önce yatmanız size kalkmada kolaylık kazandırır.

-Eğer öğleden biraz önce başlayıp ikindi öncesine kadar devam eden vakitte kaylûle denen uykuyu alışkanlık haline getirebilirseniz gece uyanmanız daha kolay olur. Çünkü yarım saatlik öğle uykusu iki saatlik gece uykusuna bedeldir.

-İlk günlerde iki veya dört rekâtla başlayın. Alıştıkça artırabilirsiniz.

– Eğer aile fertleri veya arkadaş grubundan birkaç kişiyle birlikte başlarsanız, teşvik, dua ve uyarma imkânı olacağından daha iyi olur. Mesela, bu hususta sözleşen dört kişilik bir arkadaş grubundan her gün bir kişi uyarma görevini üstlenebilir. Her ne kadar saat veya telefon alarmıyla kendi başınıza uyanabilirseniz de, arkadaşınızın sizi uyarması daha etkileyici olur.

-Uykusuzluk, yorgunluk, hastalık, yolculuk, zaman darlığı gibi durumlarda, eğer teheccüdün tehlikeye gireceğini tahmin etmişseniz, yatmadan önce veya imsaktan biraz önce kılıp arkasından sabah namazını kılabilirsiniz. Böylece âdet haline getirdiğiniz bir ibadeti terk etmemiş olursunuz.

-Teheccüde kalkmak, sabah namazını asla engellememeli. Ne kadar faziletli olsa da hiçbir sünnet, farzın yerini tutamaz.

Uyumadan teheccüt namazı kılınır mı?

Teheccüt namazının, bir müddet uyuduktan sonra kılınması daha uygun. Ancak yorgunluk sebebiyle gece kalkamayacağından endişe eden kişinin uyumadan (gecenin üçte ikisi geçtikten sonra) kılması da mümkün. Peygamberimiz’in (sas) teheccüdü ne kadar kıldığı konusunda farklı rivayetler bulunsa da, en kuvvetlisi sekiz rekât kıldığı şeklinde. Ancak iki, dört, altı rekât da kılınabilir. Eğer gece teheccüt namazına kalkılacaksa vitir namazını geciktirip teheccüdün ardından gecenin son namazı olarak kılmak daha faziletli. Resûl-i Ekrem (sas), “Gecenin sonunda kılınan iki rekât namaz, dünyadan ve dünyadakilerden hayırlıdır. Ümmetime zor gelmeyeceğini bilseydim, onlara teheccüdü mecburi kılardım.” buyuruyor. Öyleyse, “Allah’a en sevimli olan amel, az da olsa devamlı olandır.” hadis-i şerifini esas alırsak, zor şartlarda bile bunu uygulamak gerekiyor.

Teheccüde kalkınca okunacak dua

İbn-i Abbas’tan rivayet olunduğuna göre Efendimiz, teheccüt için kalktığında şöyle dua ederlerdi: “Hamd olsun sana ya Rab! Sen bütün semaları, arzı ve onlardakileri ayakta tutansın. Hamd Sana mahsustur ey Rabb’im! Sen semalarda, arzda ve onlarda ne varsa hepsinin nurusun. Hamd Sana mahsustur ey Rabb’im! Sen semaların, arzın ve onlardakilerin malikisin. Ve Sana yine hamd olsun ki, Sen Hak’sın. Senin va’din de hak, Sana kavuşmak da hak, sözün de hak, cennet de hak, ateş de hak, nebiler de hak, Muhammed (sas) hak, kıyamet saati de hak. Sana teslim oldum ey Rabb’im! Sana iman ettim, Sana tevekkül ettim ve Sana yöneldim, inanmayanlara karşı, Sana dayanarak mücadele ettim ve neticede ancak Seni hakem olarak kabul ettim, benim evvelki yaptıklarımı da, sonradan yapacaklarımı da, gizli yaptıklarımı da açık yaptıklarımı da mağfiret et. Öne alan da Sensin, geriye bırakan da Sensin. Senden başka ilâh yoktur. Kuvvet ve kudret ancak Allah’a dayanmakladır.”

“Kim dua eder ki duasını kabul edeyim”

Gece rahmet, mağfiret, feyiz ve bereketin coştuğu bir zaman dilimi. Bir hadiste şöyle buyrulmuş: “Gecenin son üçte biri kaldığında Rabb’imiz dünya semasına inerek buyurur ki: Bana kim dua eder ki, duasını kabul edeyim. Benden kim istekte bulunur ki, dileğini vereyim. Benden kim mağfiret diler ki, onu bağışlayayım.” İşte teheccüde kalkmak, Rabb’imizin bu sorularına karşı, “Ya Rabbi, ben dua ediyorum. Ben istekte bulunuyorum. Ben mağfiret istiyorum.” diyebilmektir. Bu hadisten anlıyoruz ki, teheccüt namazı kılarak kim ne isterse Rabb’imiz onu verecektir. Dünya ve ahiret saadeti için tüm isteklerimizi sıralayabilir ve inşallah onlara kavuşabiliriz. Bütün bu hazineler için yapacağımız tek şey, ‘istemek’tir.

Peygamber Efendimiz (sas), “Kim geceleyin uyanır ve eşini de uyandırarak beraberce iki rekât namaz kılarlarsa, Allah’ı çok zikreden erkek ve kadınlardan yazılırlar.” buyuruyor. Böyle davrananlar neticede Allah’ın mağfiret ve mükâfatına nail olur. Kur’an-ı Kerim’de, “Allah’ı zikreden erkek ve kadınlar, işte Allah onlar için bağış ve büyük mükâfat hazırlamıştır.” buyuruluyor.

Fatma Turan / Zaman Gazetesi

Ramazan heyecanı bütün aya nasıl yayılır?

Başı rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennemden kurtuluş olan kutlu Ramazan’a ulaştık. Bu ayı değerli kılan mukabele, sahur, teravih gibi ibadetler ilk günlerde hassasiyetle yerine getirilir. Ancak son haftalarda ne yazık ki ilk başlardaki heyecan devam etmez. Yılın sadece 30 gününü kapsayan Rahmet ayında ne yapılmalı ki motivasyonumuzda azalma olmasın?

Her sene ayrı bir heyecanla beklediğimiz kutlu ayın ilk günündeyiz. Oruç ayı Ramazan elbette bu ibadetle sınırlı değil. Bu aya değer katan birçok ibadet var. Sahur, teravih namazı, mukabeleler ilk akla gelenler… Fakat heyecanla yerine getirdiğimiz bu ibadetleri günler ilerledikçe aynı şevkle devam ettiremiyoruz. İlk günlerde büyük istekle sahura kalkar, teravih namazını kılar, mukabeleleri kaçırmayız. Günler ilerlerken “Acaba bu gece sahura kalkmasak mı, bugün mukabeleye katılmasam da cüzü sonra mı okusam, bu akşam teravihi kılmasam mı?” gibi sorular geliyor akla. Uzun gün ve sıcakların da etkisiyle motivasyon epeyce azalıyor. Oysa Ramazan, yılın 365 günü içinde sadece 30 günü kapsıyor. Bu yüzden sabırlı olmalı ve sevabın kat kat fazla verildiği bu aydan daha çok nasiplenmenin yollarını aramalıyız.

İlahiyatçı Prof. Dr. Şadi Eren, Ramazan’ın ilk günkü heyecanıyla Kadir gecesini beklememiz gerektiğini anlatıyor: “Ramazan’ın her gecesini Kadir Gecesi gibi değerlendirmeliyiz. Dünya nimetlerinde nasıl ki aza razı olmuyoruz ibadette de böyle davranmalıyız. Peygamberimiz, ‘Yüce Allah’tan Cenneti istediğiniz vakit Firdevs’i isteyin. Firdevs, Cennet’in ortasında ve derecesi en yüksek olanıdır.‘ buyuruyor. Bu hadisten yola çıkarak ibadetlerimizi özellikle Ramazan ayında eksiksiz yerine getirelim ki Rabbimizden en güzelini isteyelim.”

Ramazan’da ilk hedefimiz amellerin en hayırlısı olan Kuran-ı Kerim’i hatmetmek olmalı. Her sokakta bir mukabelenin yapıldığı bu ayda günde bir cüz takip etmenin yalnızca 35-40 dakikayı aldığını düşünerek son güne kadar aynı iştiyakı korumalıyız. Her gece sahura kalkarak Rabb’imizin rahmetine mazhar olmak, teravih namazı kılarak bütün geceyi ibadetle geçirmiş gibi sevap almak da bu ayın bize bahşettiği nimetlerden. Bu sevabın yılda yalnızca 30 günle sınırlı olduğu bilinciyle hareket etmeliyiz. Başı rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennemden kurtuluş olan bu kutlu ayda motivasyonumuzu her gün ilk günkü gibi canlı tutmak için yapmamız gereken ibadetleri Peygamberimiz hadis-i şeriflerinde şöyle sıralıyor:

Allah orucu farz kıldı, ben de teravih namazını sünnet kılıyorum

Kutlu ayla birlikte gelen ibadetlerden diğeri de teravih namazı. Ramazan ayı gelmeden her ne kadar ‘bu sene her gün 20 rekât teravih namazı kılacağım, her gün ayrı bir camiye gideceğim’ diye kendi kendimize söz versek de günler ilerledikçe motivasyonumuz düşüyor. Oysa Efendimiz teravihi bizlere sünnet kılıyor, “Allah size Ramazan’da oruç tutmayı farz kıldı, ben de teravih namazı kılmak ve Kur’an okumak için gece uyanık kalmanızı sünnet kıldım. Kim sevabını yalnız Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutar, gecesinde de uyanık kalır, teravih namazı kılıp Kur’an okursa annesinden doğduğu gün gibi günahlarından arınmış olur.” buyuruyor. Peygamberimiz’in bir hadis-i şerifinde de teravih namazını imamla birlikte sonuna kadar tamam­layan kişinin o geceyi bütünüyle ibadetle geçirmiş gibi sevap elde edeceğini buyuruyor.

Peygamberimiz Ramazan’ın son on gecesinde ibadeti artırırdı

Ramazan, her türlü ibadetin çokça yapılmaya çalışıldığı bir ay. Ancak bu kutlu ayın son on gününe biraz daha ehemmiyet vermek gerekiyor. Zira bazı hadislerde ifade edildiği gibi, Kadir Gecesi’ni Ramazan’ın son on gününde aranılması tavsiye e­dil­iyor. Bunun için hayır-hasenat ve ibadetler Ramazan’ın yirmisinden sonra daha çok yapılmaya çalışılır. Bu aynı zamanda Peygamberimiz’i bir sünneti. Hz. Âişe, Peygamberimiz’in Ramazan’ın son on gününde geceleri ibadetle değerlendirdiğini, ibadet için diğer zamanlardan daha fazla gayret gösterdiğini ve ailesini de uyardığını anlatıyor.

Sahur, teheccüd kılmanın garanti yolu

Gece uykuyu bölmek kolay değil. Her ne kadar Ramazan’ın ilk günleri sahura kalkılsa da ilerleyen günler bunun yerini gece yemeğe bırakıyor. Oysa sahurun fazileti bilinse 30 gün boyunca gece kalkmaya gayret edilir. Peygamberimiz, “Sahur yemeğinde bereket vardır. Bir yudum su bile içecek olsanız sahura kalkmayı ihmal etmeyiniz. Çünkü sahura kalkana Allah rahmet eder, melekler de bağışlanmaları için dua eder.” buyuruyor. Prof. Dr. Eren, seher vaktinde uyumanın uygun olmadığını söylüyor: “Bu vakitte hem istiğfar etme fırsatı bulunur hem de sahura kalkınca sabah namazını kaçırma durumu ortadan kalkar. Bir de sahura kalkıldığında iki rekât da teheccüt namazı kılmak feyizli olur.

Oruç, bilindiği gibi semavi dinlerin ortak ibadeti. Ancak Müslümanların orucunun tek farkı var. Peygamberimiz, “Bizim orucumuzla ehl-i kitabın orucunu ayıran fark sa­hur yemeğidir.” buyuruyor.

Başlamak mı, bitirmek mi?

Peygamberimiz’e (sas) yirmi üç senede nazil olan Kuran’ın ilk ayeti, Mekke’de Ramazan ayında geldi. Kur’an-ı Kerim Ramazan’da indirildiği için bu kutlu ay ‘Kur’an ayı’ olarak da kabul ediliyor. Her zaman Kur’an’la iç içe olan Peygamberimiz’in bu ayda meşguliyeti daha da artardı. Hayatta bulunduğu süre içinde Ramazan gir­diğinde vahiy meleği Cebrail, Peygamberimiz huzuruna gelir. Birlikte Kur’an’ı okurlar, mütalâa ederlerdi. Efendimiz, “İnsanlardan ibadette en ileri olan, Kur’an-ı Kerim’i çok okuyandır.” buyuruyor. Ramazan’da Kur’an-ı hatmetmek sünnet. Bunu mukabele şeklinde yapmak da ayrı bir sünnet. Zira her sene Ramazan’da Cebrail (as) Efendimize gelerek Kur’an-ı Kerim’i baştan sona kadar okur, Efendimiz de ona mukabele ederdi. İrtihal edecekleri senenin Ramazan’ında ise iki defa hatmettiler. Peygamberimiz, “Amellerin en hayırlısı, Kur’an okumaya başlamak ve hatmetmektir.” buyuruyor.

Fatma Turan / Zaman Gazetesi

Psikolojik açıdan Bediüzzaman

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin şahsiyeti ve eserleri ilk kez bir psikiyatrist gözüyle analiz edildi. Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın kaleminden çıkan ‘Çağın Vicdanı Bediüzzaman‘da (Nesil Yayınları) bambaşka bir Said Nursi ile karşılaşacaksınız.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi hakkında çok şey yazıldı, çok çalışma yapıldı bugüne kadar. Hayatı kaleme alındı, eserleri tahlil edildi, yaşamını anlatan filmler de çekildi. Ancak Üstad’ın şahsiyetine ve eserlerine psikiyatrist gözüyle hiç bakılmamıştı. Böyle bir çalışma yapılmak istense nasıl bir yol çizilirdi acaba? Hem onunla ilgili yazılmayanları aktarmak hem de psikolojik tahlillerde bulunabilmek… Prof. Dr. Nevzat Tarhan, işte tam da sözünü ettiğimiz gibi bir eser hazırladı: Çağın Vicdanı Bediüzzaman.

Tarhan, Üstad’ın hayatını ve eserlerini incelemeye başladığı ilk zamanlarda şaşkınlığa kapılır. Onu okudukça adeta keşfedilmemiş bir arazide bulur kendini. Bu yüzden onun kadar tarihte yanlış anlaşılmış bir şahsiyete az rastlandığını düşünüyor. Yine bu yüzden ki onun hakkında kalem oynatmayı mayınlı araziye girmeye benzetiyor.

Üstad’ı psikolojik açıdan yazmaya karar vermesinin gerekçesini de şöyle anlatıyor yazar: “Sahici bir insan, şefkatli bir üstad, yoksul ama kanaat zengini bir hoca, müthiş bir bellek, keskin bir zekâ, şaşırtıcı bir muhakeme gücü ile karşı karşıyaydım. Balık okyanusta doğar, büyür, yaşar ve ölür; fakat okyanusu bilemez. İnsanoğlu mucize içindeyken mucize bekler, mucizeyi bilemez. Bunun gibi, hakikatin kölesi olmuş hür adam Bediüzzaman’ı bilememişiz.

Prof. Tarhan, kitapta Üstad’ın karakterini, cümlelerini, hayata bakış açısını psikiyatrist gözüyle inceliyor. İşte Nevzat Tarhan’ın ‘Çağın Vicdanı Bediüzzaman’ isimli kitabından psikolojik analizler…

Neden sıra dışı olmaya çalıştı?

Bediüzzaman Said Nursi, 1907’de İstanbul’a geldiğinde Şekerci Han’daki odanın kapısına “Bütün sorulara cevap verilir, hiç soru sorulmaz.” diye bir yazı asar. Bu cümle halkta yankı uyandırır ve oldukça da eleştirilir. Tarhan, bu davranışın psikososyal analizinin iyi yapılması gerektiğini düşünüyor. Çünkü bu durum bazılarının anladığı gibi ‘her şeyi bilirim‘ durumu ya da ukalalıkla sınırı çizilecek kadar dar çerçevede düşünülmemeli. Üstad, doğudan yöresel kıyafetleriyle gelen bir âlim. Osmanlı ulemasının asırlardır yetiştiği ve ilmiye sınıfının bulunduğu İstanbul’da bu kişiyi kim dinlerdi? Osmanlı’da maliye, mülkiye, ilmiye gibi sınıflar vardı. Said Nursi’nin ilmiye sınıfında gördüğü yanlışlardan biri de taassuptu (bağnazlık). Bu taassup nedeniyle ezberi bozabilmek için sıra dışı bir şeylerin yapılması gerekiyordu. İlmiye sınıfının dikkatini ve ilgisini çekip yeni sorular sordurtmak, yeni yorumlar yaptırtmak, yeni düşünce kalıpları oluşturmak gerekirdi. Üstad da ilmi bilgisini sergilemek ve ilmiye sınıfı arasında merak ve hayret duygusunu uyandırmak istemişti ve bunu başardı.

Şiddete şiddetle cevap vermedi

Bediüzzaman, inandığı dava uğruna defalarca sürgüne gönderildi, şiddet uygulandı, on sekiz kez zehirlendi. Ancak o bütün bunlara karşı cevap vermek yerine, onların vicdanlarını harekete geçirecek, düşünmeye sevk edecek eserler yazdı. Yani onları yalnızlaştırma yöntemini seçerek saldırgan olanların taraflarını azalttı. Tarhan, bu durumu “çatışmalı iletişim” başlığı altında, kişisel savaş stratejilerini örnek vererek anlatıyor. Buradaki amacın bağıran kişinin beyninin öfkelenen kısmı değil, düşünen kısmını harekete geçirmek olduğunu söylüyor.

Güvene dayalı iletişim

Bediüzzman’ın en önemli özelliklerinden biri de öğrencileriyle kurduğu iletişim. Onlarla güvene dayalı öyle bir ilişki kurduk ki, o bağ giderek kuvvetleniyor. Tarhan’a göre güvenin oluşması için karşı tarafın anlaşılması, dinlenmesi ve ona değer verildiği duygusunun oluşturulması gerekir. Bediüzzaman talebeleriyle arasında sınıfsal bir üstünlük düşündürtmeden eşitler ilişkisini başarıyla sürdürdü. Bir taraftan koskoca padişaha itirazını hiç çekinmeden dile getirirken, diğer taraftan eserlerini yazan köylülere çay ikram etti. Çelişki gibi görünen bu davranış onun ‘ego odaklı’ değil, ‘ego ideali odaklı’ yaşadığını gösteriyor.

Bilimsel metotları nasıl kullandı?

Bediüzzaman, din ilimlerine önem verdiği gibi fen ilimlerinin de muhakkak incelenmesi gerektiğini düşünüyordu. Bu sebeple dini ve bilimi bir arada açıklama iddiasındaydı. Tarhan, üstadın eserlerinde bilimsel metodolojiyi nasıl kullandığını da anlatıyor. Bütün mantık kurallarını ve akıl yürütme yöntemlerini uyguladığını, tümdengelim, tümevarım, mukayese, analoji gibi mantık kurallarını kitaplarında kullandığını söylüyor.

Egosunu ön plana çıkarmamayı beynine nasıl kodladı?

Günümüz insanının en temel problemlerinden biri ego. İşte, evde, yolda her yerde ego patlaması yaşıyor insanoğlu. Ego girdabının içindeyiz. Nevzat Tarhan Bediüzzaman’ın insanın egosunu besleyen durumlarla nasıl baş ettiğini, hatta beynine bunu nasıl kodladığını anlatıyor. Nasıl bir ‘ego ideali’ geliştirdiğini, ego savaşlarına izin vermediğini, sözlerini ve davranışlarını örnek göstererek anlatıyor. Mesela asla hediye ve ziyaretçi kabul etmemiş, hastalandığını söylemiştir. Çünkü gerçekten insanların iltifatlarıyla karşılaştığında hastalanmıştır. Bir insanın hayatında en çok çabaladığı, gayret ettiği, gücünü, enerjisini, bütün psikolojik yatırımını yönettiği alanı, idealleridir. Üstad, “Kimin himmeti millet ise, o kimse tek başıyla küçük bir milletir.” der. Ama eğer kişinin himmeti onun egosuna dönükse, o insan sadece egodur. Hz. Peygamber’in “En hayırlınız insanlara faydalı olanınızdır.” sözünden de hareket etmiştir. İslam dininde “En hayırlınız kendinize en faydalı olanınızdır.” denmez. Kur’an-ı Kerim öğretisinde egosunu tatmin eden insanlar yoktur, bilakis topluma ve çevresine en faydalı insanı yetiştirmek hedeflenir.

 Fatma Turan / Zaman Gazetesi

Kadınlar için cemaatle namaz kılmanın incelikleri!

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yürüttüğü projeler sayesinde kadınlar camilere artık daha çok gidiyor. Farz namazlara iştirak ediyor. Ancak kadınlar cemaatle namaz kılmaya alışkın olmadığı için cemaate uyma konusunda bazı sıkıntılar yaşanabiliyor. Peki, nelere dikkat edilmeli?

Diyanet İşleri Başkanlığı, geçtiğimiz yıl kadınların camilerdeki yerini artırmak amacıyla birtakım projelere imza attı. Kadınları cuma namazına davet etti, ibadetlerini daha rahat yerine getirmeleri için mekân düzenlemesine gitti. Bazı şadırvanlar yeniden inşa edildi. Kadınlar camiye davet edildi ancak bu durum başka soruları beraberinde getirdi. Öyle ya kadınlar cemaatle namaz kılmaya alışkın değil. Oysa cemaate uymanın adapları var. Mesela cemaatle kılınan bir namaza sonradan yetişilirse ne yapılmalı, namaz nasıl tamamlanmalı, saf tutarken nelere dikkat edilmeli, en önemlisi de cami adabına dair bilinmeyenler…

Sorularla cemaatle namaz kılmanın usulü

Camiye ya da mescide girdiğinizde cemaat, farz kılıyorsa ne yapılmalı?

Farz namazına iştirak edilmesi gerekiyor. Eğer öğle namazının farzı kılınıyorsa siz de katılmalısınız. Selam verdikten sonra öğlenin ilk ve son sünnetini kılabilirsiniz. Yatsı için de aynı durum geçerli. Sadece sabah ve ikindi namazlarında eğer sünnete yetişemediyseniz farzdan sonra sünnet kılınmıyor. Bu nedenle kaçırmamaya özen gösterilmeli.

Cemaate, ikinci, üçüncü ya da dördüncü rekatta dahil olduysanız namazınızı nasıl tamamlamanız gerekiyor?

Namaza imamla beraber başlayamayan, imama sonradan uyan kimseye mesbuk deniyor. Mesbuk, kılamadığı rekât veya rekâtları şu şekilde tamamlamalı: Cemaat sağa dönüp ilk selamı verirken, siz selam vermiyorsunuz, oturuşunuzu bozmadan beklemeli, cemaat ikinci selam için sola döndüğünde ‘Allahu Ekber’ deyip ayağa kalkıp kalan rekatlarınızı tamamlamalısınız. Tek başına namaz kılarken ilk rekatta neler okunuyorsa, imam selam verdikten sonra kılınacak rekâtlarda da ona göre okuma yapılmalı. Sübhaneke, ardından Fatiha ve zammı sure okunarak eksik rekatlar tamamlanır ve selam verilir.

Cemaatle namaz kılınırken, Fatiha ve diğer surelere biz de içimizden okumalı mıyız yoksa imamın okumasını mı beklemeliyiz?

Hanefilere göre okumaya gerek yok. Çünkü “Uydum imama” diye niyet ediliyor. Sadece Sübhaneke, Ettehiyyatü, Salli Barik ve Rabbena duaları okunur.

Kadınlar nasıl saf tutmalı?

Kadınlar, erkeklerle arada en az bir saf boşluk bulunacak şekilde arkada saf tutmalı. Bu mesafede başka kimse olmamalı.

Cemaate rükuda dahil olduysanız, o rekatı kılmış olur musunuz?

Cemaatle namaza sonradan yetişmede, herhangi bir rekât için rükû yapılıp yapılmaması esas alınıyor. İmama rükûdan kalkmadan önce yetiştiyseniz en az bir defa ‘sübhane rabbiyel azim‘ demek o rekatın edası için yeterli. Yani o rekâta yetişmiş oluyorsunuz. İmam rükûdan kalktıktan sonra cemaate yetiştiyseniz, o rekâtı ya da rekatları namaz bitiminde tamamlamalısınız.

Kadınlar cuma namazına katılmalı mı?

Kadınların cuma namazı kılması farz değil. Ama cuma saati İslam dinine göre önemli ve çok değerli bir vakit. Duaların kabul edildiği, bütün müminlerin bir arada el açtığı bir an. Böyle bir zaman dilimine kalben ve fiziken iştirak etmeli, feyzinden nasiplenilmeli.

Cuma namazını kılmak isteyenler için…

Cuma namazına şu şekilde katılabilirsiniz. Öğle ezanını duyduktan sonra ilk sünnet kılınır. Dört rekat sünnete, “Cuma namazının sünnetine” diyerek niyet edilir (Tıpkı öğle namazının sünneti gibi kılınır). Hutbe dinlenir. Bitince cemaatle birlikte cuma namazının farzı kılınır. Son olarak da dört rekat son sünnet kılınır. Yine aynı şekilde niyet edilerek cuma namazı tamamlanır.

Cuma namazında hutbe okunurken neden konuşulmaz?

Cuma namazında imam hutbeye çıktığı andan cuma namazının bitimine kadar konuşulmaz. Peygamberimiz (sas), “Hatîb konuşmaya başlayınca susulur. Hatîb konuşurken yanındakine ‘sus’ demek hatalıdır. Namazda haram olan hutbede de haramdır.” buyuruyor.

***

Camide mutlaka sükunet korunmalı

Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Orhan Çeker, cami adabında sükûneti muhafaza etmenin önemine dikkat çekiyor: “Camide yüksek sesle muhabbet etmek hem ibadet edenleri rahatsız ediyor hem de cami adabına uyulmuyor. Bu adaba sadece kadınlar değil, erkekler de dikkat etmeli.

Çeker, cemaat adaplarından birinin safları düz tutmak olduğunu söylüyor. “Saflarınızı düz tutunuz. Zira safların düz olması namazın tamam olmasını sağlayan hususlardan biridir.” hadisini hatırlatıyor. Saf tutarken de bulunan safın önemini hadis-i şerifle açıklıyor: “Erkeklerin en çok sevap kazanacağı saf ilk saftır. Kadınların en çok sevap kazanacağı saf ise arka saftır.” Çeker, sadece kadınlardan meydana gelen bir cemaatte ise kadınların ilk safta yer almak için gayret etmeleri gerektiğini söylüyor.

Cemaatle namaz kılmak neden önemli?

Cemaatle namaz kılmanın önemi bir hadis-i şerifte şöyle açıklanıyor: “Kişinin cemaatle kıldığı namaz, evinde kıldığı namazdan yirmi yedi derece daha faziletli. Bu fazilet şu şekilde gerçekleşir: Biriniz güzelce abdest alır, sırf namaz kılmak için camiye gelirse, camiye varıncaya kadar attığı her adım için bir sevap verilir, bir günahı silinir. Camiye girdiği zaman, namaz için beklediği sürece namaz kılıyormuş gibi sevap kazanır. Melekler bu kimseye dua eder. Kimseye eziyet etmediği ve abdesti bozulmadığı sürece ‘Allah’ım! Bu kulunu bağışla, ona merhamet et ve tövbesini kabul et’ diye dua ederler.

Fatma Turan / Zaman Gazetesi