Etiket arşivi: firavun

Dünyadan Nasibimiz

Dünyadan nasibini unutma.

Kasas Sûresi, 28:77

İBRETLİ bir kıssanın içinde yer alan bu söz, Karun’a verilen öğütler arasında geçiyor.

Karun, Ankebut Sûresinin 39. âyeti ile Mü’min Sûresinin 24. âyetinde verilen bilgiye göre, Firavun ve Hâmân ile birlikte, ülkede büyüklük taslayan ve halka zulmeden varlıklı bir yöneticiydi. Kasas Sûresinde ise, bu şahsın kıssası nakledilmekte, ona verilen öğütlerin etkisiz kalması ve sonunda Karun’un sarayıyla birlikte yerin dibine geçirilmesi anlatılmaktadır.

Âyetin bildirdiğine göre, Karun öylesine zengin biriydi ki, sadece hazinelerinin anahtarlarını taşımak bile güçlü bir topluluğa zor geliyordu. Kendisine “Şımarma” diyenlere verdiği cevap ise “Bütün bunlar bilgim sayesinde benim oldu” sözünden ibaretti. Bundan sonrasını, Kasas Sûresinin âyetleri şöyle anlatıyor:

Derken, bütün debdebesiyle kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını arzulayanlar, “Keşke Karun’a verilenin benzeri bize de verilseydi,” dediler. “Gerçekten onun çok büyük bir nasibi var.”

 

Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise, “Yazık size,” dediler. “İman eden ve güzel bir iş yapan kimse için Allah’ın vereceği ödül daha hayırlıdır. Ona da ancak sabredenler kavuşur.”

 

Sonra Biz onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik. Artık ne Allah’a karşı ona yardım eden bir topluluk vardı, ne de o kendisine yardım edecek haldeydi.

Akşam vakti onun yerinde olmak isteyenler ise, sabahladıklarında, “Demek ki,” diyorlardı, “Allah kullarından dilediğinin rızkını genişletir, dilediğininkini de daraltırmış. Allah bize lütfetmeseydi biz de yerin dibine geçecektik. Demek nankörler iflâh olmuyormuş!”[1]

Karun’un âkıbetini haber vermeden önce, Kur’ân, ona şu öğütlerin verildiğini de hatırlatıyor:

“Şımarma. Çünkü Allah şımarıkları sevmez. Allah’ın sana verdikleriyle âhiret yurdunu kazanmaya çalış; dünyadan nasibini unutma. Allah sana nasıl ihsanda bulunduysa sen de öylece insanlara iyilik yap. Memlekette bozgunculuk yapmaya da kalkma. Çünkü Allah bozguncuları sevmez.”

Bu özlü sözler, insana dünyada verilmiş olan nimetlerin aslı amacını, “âhiret yurdunu kazanmak” şeklinde belirliyor. Zira dünya malı ne kadar göz kamaştırırsa kamaştırsın, devam eden bir mülk değildir; çok geçmeden ya o insanın elinden çıkar, ya da insan bu dünyadan çıkar. Eğer insan elinde fırsat varken dünya nimetlerini âhirette kendisine kazanç sağlayacak bir şekilde kullanmazsa, nasipsiz bir şekilde âhiret yurduna ayak basar ki, Karun’a verilen öğütte bu tehlikeye işaret edilmiş ve “Dünyadan nasibini unutma” denmiştir.

Gerçi bu sözü “Dünya nimetlerinden nasiplenmeyi unutma” şeklinde anlayanlar da vardır; ama ağırlıklı olan görüş, “Dünyadan âhirete götüreceğin nasibini unutma” şeklindedir. Zira kimsenin, özellikle Karun gibi birisinin dünyalık nasibiyle ilgili nasihate ihtiyacı olmadığı gibi, Kur’ân da dünya ve içindekilerden söz ettiği zaman, nazarları, asıl yaşanacak yer olan âhirete çevirir. Üstelik, çoğu zaman, bunu âni bir şekilde, adeta bir şok verircesine yapar ve muhatabını hayatın en temel gerçeğiyle, yani dünyanın fâniliği ve âhiretin bâkiliğiyle yüz yüze getirir. Bir yerde, “Azıklanın,” dedikten sonra ilâve eder:

Fakat azığın en hayırlısı takvâdır.[2]

Bir başka yerde, “Çirkin yerlerinizi örtsün ve sizi süslesin diye Biz size elbise indirdik” der. Hemen arkasından da sözü asıl maksadına getirir:

Takvâ elbisesine gelince, işte bu en hayırlısıdır.[3]

Bu dünyaya Kur’ân’ın gösterdiği yerden bakan bir kimse de, elbette ki ondan nasiplenmeye çalışacak ve Allah’ın ona verdiği dünya nimetlerini, âhiret yurdu hesabına bir kazanca dönüştürmek isteyecektir. Bunun ötesinde dünyadan alınacak bir nasip ise, merhum Elmalılı’nın da işaret ettiği gibi, bir kefenden başka nedir ki?

Veya şöyle de sorabiliriz:

Dünyadan nasip olarak, sade bir kefen ile yerin dibine geçmiş bir saray arasında ne fark vardır?

Kur’ân ise, ibretli kıssaları ve uyarıcı âyetleriyle her zaman bize asıl büyük nasibin adresini veriyor:

Kendiniz için hayır olarak önceden ne gönderirseniz, Allah katında onu daha hayırlı ve sevabı daha da artmış olarak bulursunuz.[4]

[1] Kasas Sûresi, 28:79-82.

[2] Bakara Sûresi, 2:197.

[3] A’râf Sûresi, 7:26.

[4] Müzzemmil Sûresi, 73:20.

Ümit Şimşek

Kur’an’ın Anlatım Zenginliği; “Hz. Musa (a.s.), Firavun, Yahudi ve Yahudiler”

Allah  peygamberlerini bazen olayların içinde gösterir, bazen de  portrelerini çizerek tanıtır. Allah Musa ile Firavun arasındaki olayları anlatır. ”inanacak kimseler için  ibrettir”.  Musa ile Firavun’un  arasında geçen  olayların bir kısmını, gerçeğe tam uygun olarak anlatacağız. Allah bazen olay anında anlatır, bazen de özetlemeler yaparak tanıtır. “Gerçekten biz Musa’yı ayetlerimiz ve mucizelerimiz ve apaçık  bir yetki ile Firavun’a , Haman’a ve Karun’a  gönderdik de onlar “Bu yalancı  bir sihirbazdır “ dediler. Musa onlara bizim tarafımızdan gerçeği getirince “ Onun yanında olan bağlılarının  oğullarını öldürün, kızlarını ise hayatta bırakın “ dediler. Fakat kafirlerin hile ve tuzakları boşa çıkar.

Büyük peygamberleri anlatınca onların hayatlarını çok yönlü olarak anlatır ve gösterir Allah, Hz Musa’nın çocukluğundan başlar.

Musa, dünyaya gelince annesine şöyle ilham ettik.“ onu bir süre emzir, şayet onun başına bir şey geleceğinden endişe edersen, ırmağa bırak. Hiç endişe etme, hiç üzülme. Zira biz onu sana kavuşturacağız ve onu resüllerden yapacağız. Firavun ailesi onu ırmakta bulup yanlarına aldılar. Firavun’un hanımı onu sandıktan çıkarınca kocasına “Bana da sana da göz bebeği olacak  sevimli bir çocuk ! Öldürmeyin onu  olur ki bize fayda sağlar, bakarsın biz onu evlat da ediniriz” dedi.

Anlatımlarda çoklu perspektifler kullanılır, anlatımın içine anne de dahildir. Bediüzzaman Kur’an’ın anlatımlarına Lemaat’da müşahit anlatım” yani gözlemci anlatım. Yani olaylı güncelleştirmeyen  mazi sigasını kullanmayıp hikmeti ve seyri sanki şu an cereyan ediyormuş gibi anlatır. Musa’nın annesi çocuğunun  Firavun’un eline geçtiğini  öğrenince  aklı başından gitti.Onun dışındaki her şeyi unuttu.

Eğer biz vadimize inananlardan olması iç in  kalbine  sabır kuvveti vermeseydik, neredeyse işi açığa vuracak, gidip çocuğa sahip çıkacaktı. Burada Musa’nın annesi ile mesafa sıfırlanmıştır, onun bütün ahvalini müşahit olarak anlatır. Müşahit anlatım yirminci yüzyılda büyük anlatım teorisyenleri tarafından kullanılmıştır. Ku’ran ise bunu daha yedinci yüzyılda uygulamıştır. Kur’an’ın Türkçe’ anlatımı dahi harika anlatım unsurları taşır.Anlatım tek boyutlu değil kendi gördüğü  değil Musa’nın kardeşi, annesi hepsi anlatıma dahildir.İşte bu  haldeyken Musa’nın kızkardeşine “ sen çaktırmadan onu izle “ dedik. O da kendini ele vermeksizin kardeşini uzaktan gözetledi.

Biz daha ilk günden itibaren  onun süt emziren  kadınların memelerinden  emmesini önlemiştik. Kız kardeşi bu durumu öğrenince onlara “Ona güzelce bakabilecek , onun iyiliğe olan her işi yapacak bir aile  tavsiye etmesini ister misin ?” dedi.Böylece onu annesine kavuşturduk ki gözü aydın olsun tasalanmasın ve Allah’ın  vaadinin  gerçek olduğunu  fakat insanların  çoğunun bunu anlamadıklarını öğrensin.Bütün uzlaşmaz olaylar bile onun elinde mantıklı ve hendesi olaylar şekline dönüşür.   “Yine Musa’yı tanıtır. Musa yiğitlik çağına erişip olgunlaşınca , Biz ona hikmet ve ilim verdik.  Biz iyilik edenleri işte böyle mükafatlandırırız.

Bazan mazi sigasını ve hal sigasını birlikte kullanır Burada mesafa uzaktır anlatımda .Musa bir gün halkın habersiz olduğu bir sırada  şehre girdi. İki adamı bir biri ile kavga eder vaziyette gördü, onlardan biri kendi kavminden , öbürü ise düşmanının kabilesindendi.  Hemşehrisi düşman olana karşı yardım istedi. Musa da bir yumruk atıp onu öldürdü. Arkasından Bazan  da  Musa’nın ağzından anlatır“ Bu dedi  şeytanın işindendir, kötü bir iştir. O gerçekten saptırıcı açık bir düşmandır. “ Ya Rabbi ben kendime yazık ettim, affeyle beni  “ dedi. Allah da onu bağışladı , çünkü o Gafurdur, Rahimdir.”Ya Rab dedi bana lütfettiğin bu nimetler hakkı için  artık suçlulara arka çıkmam. “

Sabaha kadar  endişe içinde  etrafı kontrol ederek geceyi geçindi. Sabahleyin bir de baktı ki  kendisinden yardım isteyen soydaşı, yine imdada çağırıyor. Musa ona  “ Belli ki sen azgının tekisin” dedi . Bununla beraber Musa , hem kendisinin hem de soydaşının hasmı olan adamı tutmak isterken  soydaşı; “Ne o  Musa dedi  dün bir adam öldürdüğün  gibi  bugün de beni mi öldürmek istiyorsun? Senin tek istediğin bu ülkede bir zorba olmaktır, asla ıslah etmek arabulmak istemiyorsun .”

Derken şehrin öte başından bir adam  koşarak geldi ve dedi ki “ Ne yapıyorsun Musa  yetkililer idam talebi ile senin hakkında karar vermek üzere toplantı halindeler. Beni dinlersen derhal şehri terket! Ben hakikaten senin iyiliğini isteyen biriyim.

Hemen oradan ayrılıp, hem etrafını kontrol  ederek endişe içinde şehirden çıktı ve “ Şu zalimler güruhunun  elinden beni halas eyle  ya Rabbi” diye yalvardı. Medyen tarafına yönelince “ umarım Rabbim beni doğru yola yöneltir “ dedi.  Medyen’in su kuyularına varınca orada davarlarını sulayan bir grup insan buldu. Onların gerisinde de kendi hayvanlarını  uzakta tutmaya çalışan iki kadın gördü. “Siz niçin bekliyorsunuz “ diye sordu. Onlarda “  çobanlar hayvanlarını suvarıp ayrılmadıkça  biz suvarmayız. Babamız da bir hayli yaşlı olduğu için iş bize kalıyor” dediler. Bunun üzerine onların davarlarını suvardı, sonra gölgeye çekilip “ ya Rabbi bana lütfedeceğin her türlü nimete muhtacım“ diye dua etti. Az sonra iki kızdan biri utangaç bir tavırla  yürüyerek çıka geldi  ve “ Bize sunduğun  suvarma hizmetinin  ücretini  vermek üzere  babam seni  davet ediyor “dedi. Musa onun yanına girip  başından  geçen olayları  anlatınca o zat” Endişe etme artık kurtuldun  o zalimlerin elinden “dedi.  Kızlardan biri “ Babacığım dedi bunu işçi olarak tut, zira senin  çalıştıracağın en iyi adam böyle kuvvetli  ve güvenli biri olmalıdır” . Babaları ona “ Kızlarımdan birini seninle evlendirmek istiyorum. Buna karşılık sen de sekiz yıl  yanımda çalışırsın, şayet süreyi on yıla çıkarırsan , o da senin ikramın olur. Ben seni zahmete sokmak istemem , inşallah benim dürüst bir insan olduğumu görürsün “ Musa, “Bu senine benim aramızdaki bir sözleşmedir. Bu iki müddetten hangisini yerine getirsem  buna itiraz edilemez. Yaptığımız bu sözleşmeye Allah şahid olsun “ dedi . Musa müddeti tamamlayıp ailesiyle Mısır tarafına  doğru yolda giderken , dağ tarafında bir ateş farketti.

Ailesine “ Durun demişti uzaktan bir ateş gördüm , oraya gideyim belki oradan yol hakkında bir bilgi alır , yahut hiç değilse bir ateş koru getirir de ısınmanızı sağlarım. Aynı şeyi başka kelimelerle de  anlatır   “ Musa, Medyen’de sekiz on yıl kaldıktan sonra ailesi ile Mısır’a dönüyordu. Oraya varır varmaz birden şöyle nida edildi “Ateş mahallinde  ve çevresinde  bulunan kimselere  feyiz ve bereket verildi. Alemlerin Rabbi olan Allah  yüceler yücesidir. Bütün noksanlardan da münezzehtir.

Bazan da Allah kendini tanıtır. “Dinle Musa ben herşeye kadir , mutlak galip , her işi hikmetle dolu olan  gerçek ilahım .

Şimdi  asanı yere bırak, Musa ,bıraktığında onun  çevikçe hareket eden bir yılana dönüştüğünü görünce derhal kaçtı.Bir kere olsun  dönüp arkasına bile bakmadı . “Korkma Musa “ diye buyurdu  Allah.  Benim huzurumda Resuller korkmazlar.Benden korkanlar zulüm edenler  ve günah işleyenlerdir. Fakat onlar da fenalıktan sonra güzel işler yaparlarsa , onlara karşı da ben çok affedici, geniş merhamet  ve ihsan sahibi olarak  muamele ederim. Haydi elini koynuna sok , şimdi çıkar. İşte kusursuz pırıl pırıl ışık saçıyor. Böylece Firavun’a  ve onun halkına  göstereceğin  dokuz mucizeye  bu da dahil  olsun. Hakikaten onlar  yoldan tam çıkmış bir güruh, azgın gruptur.

Peygamberlik dönemlerini anlatır. Mucize ve belgelerimiz bütün aydınlığıyla onlara geldiğinde  “bu besbelli bir büyü “ dediler. Vicdanları onların doğruluğuna şahitlik ettikleri halde  sırf kibir ve haksızlık nedeniyle onları inkar ettiler. İşte bak da , fesatçıların , bozguncuların  akıbetlerinin nasıl olduğunu gör. “ Allah zaman zaman göstererek anlatır bazan da özetleyerek. “Musa’yı   delillerimiz ve mucizelerimizle  Firavun’a  ve ilerigelen yetkililerine gönderdik. O da onlara “Ben Rabbülalemin’in  size elçisiyim “ dedi. Bunlar Hz Muhammed’e geliyor, Kureyş Musa’dan  Muhammed’e empati yapması gerekiyordu. Hz Musa’yı küçümsediler siz de Muhammed asm  küçümsüyorsunuz, sizin de akıbetinin onlar gibi olacak , gibi dersler çıkması için indiriliyordu.  

Hz Musa olayı tarihe takılmış değil her  devirde örnek olacak vakalar taşır. Peygamber her halü karda dua eder, Allah’a güvenir, bu yüzden menfi olaylar bile lehinde şekillenir. O delillerimizle onlara gidince  onlar alay edip gülmeye koyuldular. Onlara hep birbirinden  büyük mucizeler  gösterdik. Belki dönüş yaparlar diye azaplarla sarstık. “

Firavun  “Bırakın beni  şu Musa’yı öldüreyim. O da varsın Rabbine yalvarsın bakalım,o kendisini kurtaracak mı ?Zira bu gidişle onun sizin dininizi  değiştireceğinden  veya ülkede anarşi çıkaracağından  endişe ediyorum.” Musa da şöyle dedi. “Ben ahirete , hesap gününe inanmayan  her kibirli ve zorbadan Allah’a sığınırım” Firavun hanedanından  olup  o zamana kadar iman ettiğini saklayan  biri çıkıp şöyle hitap etti. “Ne o bir insan  Rabbim Allah’dır “ diye kalkıp  onu öldürecek misiniz ?Halbuki o Rabbiniz tarafından  açık belgeler ve mucizeler  de getirdi. Eğer yalan söylüyorsa yalanı zaten kendisinin aleyhinedir. Ama şayet doğru söylemişse  en azından onun sizi tehdid ettiği   şeylerin bir kısmı  başınıza gelecektir. Şu ise bir gerçektir ki Allah haddini aşan  yalancı kimseleri iflah etmez.

Anlatımda şahıs kadrosu geniştir. Anlatıcı Allah’tır olayların karakterine göre farklı anlatım paktları kullanır. Musa, Musa’nın annesi, kız kardeşi, firavun , inanmış adam, halk, sihirbazlar.Herkes olayın karakterine göre seyreder veya olaya katılır.

Ey benim sevgili halkım ,bugün hakimiyet sizindir, ülkede üstünlük sizdedir. Ama yarın Allah’ın azabı başımıza gelir çatarsa , söyler misiniz hangi kuvvet bizi  kurtarabilir? “

Buna karşılık Firavun  “ ben size sadece  kendimce uygun bulduğum  görüşü bildiriyor  ve size tutulması  gereken  doğru yolu gösteriyorum “ dedi.

Doğrusu Firavun  ülkesinde  zorbalık yaptı , büyüklük tasladı .  Halkını çeşitli  fırkalara ayırdı. Onlardan bir taifeyi erkek evlatlarını kesmek, kız evlatlarını ise  hayata atmak suretiyle özellikle zayıflatmak istiyordu. O bozguncunun teki idi .

Biz ise o ülkedeki  güçsüzlere ihsanda bulunmak , onları dünyada örnek şahsiyetler yapmak  ve ülkeye onları varis kılmak , onlara dünya hakimiyeti  vermek. Firavun’u Haman’ı,  onların orduları ise korktuklarına uğratmak istiyorduk.

Haman  eski Mısır dininde  tanrı Aman’a mensup  başrahibe verilen  Ha Amen ünvanının Arapçasıdır.

Firavun ‘a Allah ayetleriyle birlikte Musa’yı gönderir. Rabbi Musa’ya “ Haydi git o zulme batmış olan topluma, yani Firavun halkına  onlar  küfür   ve isyandan  hala mı sakınmayacaklar? Musa, “ Ya Rabbi korkarım ki beni yalancı sayarlar, benim de göğsüm daralır, dilim tutulur. Onun için Harun ‘a da risalet ver. Kardeşim Harun’un ifadesi benden daha düzgündür,  onu da benimle beraber  yardımcı olarak görevlendirki  beni tasdik etsin .  Doğrusu beni yalancı  saymalarından endişe ediyorum.  Hem sonra onların benim üstümde bir hakları da var, ben yanlışlıkla onlardan bir adam öldürdüm . Bundan ötürü beniöldürmelerinden endişe ediyorum.

“Seni kardeşinle destekleyeceğiz , size öyle bir kudret vereceğiz ki  ayetlerimiz sayesinde  onlar size el uzatamayacaklardır. Siz de size tabi olanlara da mutlaka galip geleceksiniz.Allah “ Biz Musa ile Harun’a da  nübüvvet vererek ihsanda bulunduk, onları da milletlerini de müthiş bir gaileden kurtardık. Hem onlara yardım ettik de galip gelenler onlar oldular. Kendilerine gerçekleri apaçık gösteren  o kitabı verdik. Doğru yola ilettik onları . Sonraki nesiller içinde  onlara da iyi bir nam bıraktık. Selam olsun Musa veHarun’a. İşte böyle ödüllendiririz iyileri. Gerçekten onlar bizim  tam inanmış  has kullarımızdandı.  

“Hayır“ buyurdu. Benim ayetlerimle gidin. Biz de sizinle beraberiz, olup bitenleri işitiriz.Gidin O Firavun’a biz Rabbülalemin tarafından sana gönderilen elçiyiz. Ondan sana mesaj getirdik. İsrailoğullarını serbest bırakacaksın , bizimle gelecekler. Musa ile Harun ‘un iki görevleri vardı. Firavun’u ve halkını  Allah’a kulluğa çağırmak, israiloğullarını Firavun’un esaretinden kurtarmak.

Firavun, Musa’yı görünce , Aa , sen şu bebekken alıp yanımızda  büyüttüğümüz çocuk değil misin ? Sonra da bizim sarayımızda  senelerce kalmış , ömrünün bir kısmını bizimle geçirmiştin.? Sonunda da bildiğin o işi yapmıştın. Sen doğrusu nankörün tekisin. ! Ben dedi yanlışlıkla

Sonunda ne olacağını bilmeksizin, şaşkın bir vaziyette o işi yapmıştım. Sizden korktuğum için de kaçmıştım. Ama Rabbim bana hüküm ve hikmet verdi ve beni peygamberler arasına dahil etti.O başıma kalktığın iyilik ise , israiloğullarını köleleştirmenin bir sonucu değil miydi?

Firavun, “ Şahi şu bahsettiğin Rabbülalemin’de ne dedi? Yani göklerin ve yerin Rabbi. Eğer işin gerçeğini bilmek isterseniz söyleyeyim. O göklerin ve yerin ve ikisi arasındaki  her şeyin Rabbidir.

Firavun alaycı bir şekilde çevresindekilere “Bu adamın dediklerini işittiniz değil mi ? Kendine kalsa cevap veriyor. Musa onu hiç duymamış gibisözüne devam ederek “ O sizin de sizden önceki babalarınızın da  Rabbidir. Firavun “ Dikkat edin  size gönderilen bu elçi  kesinlikle bir deli “ Musa , “ O doğunun da batının da , doğu ile batı arasındaki her şeyin de Rabbidir. Aklınız varsa bunu anlarsınız.

Firavun , Musa’ya cevaben “ Eğer benden başka tanrı kabul edersen  mutlaka seni zindanlı ederim “ dedi. “Ya dedi , sana doğruluğumu isbatlayan aşikar bir delil getirmiş olsam da mı ?”Haydi dedi doğru söylüyorsan  göster o belgeni de görelim.

Ve Musa  Firavun’a “ Ben alemlerin Rabbi tarafından sana gönderilen bir resulüm, görevim Allah hakkında doğrudan başka bir şey söylememektir. Ve beni teyid eden doğrulayan Allah’ın benimle birlikte gönderdiği delildir.

Firavun halkına duyuru yapıp dedi ki “ Ey benim halkım , Mısır’ın yönetimi benim elimde değil mi ? Ayaklarımın altından çıkan  şu nehirler, kanallar benim değil mi ? Görmüyor muşunuz ? Yoksa ben şu aşağılık meramını bile neredeyse  anlatamayan adamdan  daha üstün değil miyim? Eğer o dediği gibi ise  üstüne  gökten altın bilezikler atılmalı ,yahut beraberinde  melekler gelmeli değil  miydi? O halkını küçümsedi onlar da   ona itaat ettiler . Doğrusu onlar yoldan çıkmış bir toplum idi.  Bizi  gazaba  davet edince  , biz de onların  hepsini  suda boğarak  onlardan  müminlerin intikamını aldık. Onları sonraki nesillere  geçmiş  bir ibret ve misal yaptık.  

İsrail oğullarını benimle birlikte olmaya çağır.aholayların can alıcı noktalarında bir sahne gibidir anlatım. Hz Musa gözlemci ve anlatıcı Allah, Firavun , Sihirbazlar, Halk eşya ve nesneler, sihir araçları , Musa’nın asası. Çok yönlü çok özneli anlatım.

Firavun ” Eğer gerçekten getirdiğin bir delil  varsa , ve sen doğru söyleyen biri isen , onu ortaya koy da görelim.” Dedi .

Musa asasını yere bıraktı , bir  de ne görsün o koskoca bir ejderha kesiliverdi. Eli ni sıyırıp çıkardı  ,birde ne görsün bakan kimseler için  parlak mı parlak , ışık saçan bir el haline geliverdi.Olayı seyreden firavunun yetkilileri “anlaşıldı bu usta bir saf  uydurma bir sihir “ dediler.Böylesi bir iddianın  peygamberlik davasının, veya sihrin  önce yaşamış atalarımız zamanında  bulunduğunu da işitmemiştik. Musa  da “ kimin kendi tarafından hidayet getirdiğini  ve bu dünya hayatının sonunda  hayırlı akibetin kime nasıl nasib olacağını Rabbim pek iyi biliyor. Şu bir  gerçektir ki  zalimler iflah olmazlar , Allah’ın cezasından kurtulamazlar.

Firavun da dedi ki “ Ey benim danışmanlarım  ve devlet adamlarım , ben sizin benden başka bir ilahınız olduğunu bilmiyorum.”

Haman “ haydi benim için bir tuğla ocağını  tutuştur, balçığı pişir, fazlaca tuğla imal ettirip benim için öyle bir kule  yap ki belki onun vasıtasi ile  yükselip Musa’nın  varlığını iddia ettiği tanrısını  görürüm, aslında ben onun bir yalancı olduğu görüşündeyim, ya neyse.”

İşte böylece  Firavun’un kötü gidişatı  kendisine cazip göründü  ve yoldan çıkarıldı. Hilesi  ve düzeni boşa çıktı.

İman eden zat şöyle devam etti. “ Ey benim halkım   gelin bana uyun ki size   doğru yolu göstereyim . Ey benim halkım , bu dünya hayatı geçici bir eğlenceden ibarettir, ahiret ise işte asıl yerleşecek yer orasıdır.kim bir kötülük  işlerse , sadece o kadar  cezalandırılır. Ama mümin olarak  ister erkek ister kadın  kim makbul ve güzel bir iş yaparsa ,işte onlar  cennete girer ve  orada hesapsız nimetlere nail olurlar.

Ey benim sevgili halkım nedir bu başıma gelen  ben sizi kurtuluşa davet ederken , siz tutup beni ateşe çağırıyorsunuz.Çünkü benim Allah’ı inkar etmemi  ve onun ortağı olduğuna dair hiçbir bilgim  olmayan şeyleri  kendisine şerik yapmamı teklif ediyorsunuz. Bense sizi o üstün kudret sahibi  ve mağfireti pek çok bol olan  ve O Aziz ü Gaffar’ın  yoluna davet ediyorum. Hiç şüphe yok ki sizin beni tapmaya davet  ettiğiniz putların  ne dünyada ne de ahirette  asla kendilerine ibadete davet yetkileri yoktur. Şu kesin ki hepimizin dönüp varacağı yer  Allah’ın huzurudur ve haddini aşanlar  cehennemi boylayacaklardır.Size söylediğim bu sözleri yakında  hatırlayacaksınız. Artık ben işimi Allah’a bırakıyorum. Çünkü Allah kullarını pek iyi görmektedir, Allah onu o kafirlerin  tuzaklarının şerrinden  korudu. Firavun hanedanı da kötü azap kuşatıverdi.

Aynı olayı başka ayetlerde  farklı şekilde anlatır.  Firavun adamlarına “ Bu adam sizi yerinizden , yurdunuzdan  etmek peşinde . Bu konuda fikrinizi açıklayın. Onun danışmanları, uzmanları, yetkilileri “ Onu ve kardeşini alıkoy , bütün şehirlere de görevliler yolla , mahir sihirbazların hepsini alıp buraya getirsinler. ”Belirlenen günde bütün  usta sihirbazlar toplandı, geldiler. Halka da ,” haydi ne duruyorsunuz siz de toplansanıza ! Umarız büyücüler galip gelirler de

Biz  de onların dinlerine tabi oluruz “denildi. Bu büyücüler  Amon kültürünün  resmi rahipleriydiler. Onların Hazreti Musaya galip gelmeleri devletin dininin halkın gözünde önemini pekiştirecekti.

Firavundan başarılı olurlarsa mükafat alıp alamayacaklarını sordular, o da “Elbette , üstelik siz benim sayılır adamlarımdan, gözdelerimden  olacaksınız” Büyücüler Musa’ya hitaben “ önce sen mi hünerini ortaya koyacaksın , yoksa biz  mi gösterelim? . Musa “ siz koyun “ Büyücülerin ortaya koydukları asaları ve ipleri  yılana dönüştüler,ortalığa  dehşet  saçtılar.

Büyük bir sihir gösterisi yaptılar. Allah’a Hz Musa’ya “ Asanı yere bırak “ diye vahyetti. Sahnedekiler bir de ne baksınlar onların ortaya koyduğu bütün yılanları ve sihirleri Musa’nın asası yutuverdi.  Kimin güçlü olduğu ortaya çıktı , onların yaptıkları göz boyama ve fiyoskoydu. Firavun ve takımı olanları görünce perişan  oldular ve küçüldüler.

Böylece o ve orduları  haksız yere ülkede  büyüklük tasladılar ve huzurumuza  dönüp hesap vermeyeceklerinin zannettiler. Biz de kendisini de orduları da  yakalarından tuttuğumuz gibi  denize fırlatıverdik.işte bak zalimlerin sonunun ne olduğunu gör. Onları insanları ateşe çağıran  önderler yaptık. Bu dünyada halkı çalıştırıp destek sağlasalar da  kıyamet günü  en ufak bir yardım bile  görmeyeceklerdir.Bu dünyada arkalarına bir lanet taktık, kendilerine lanet yağdırılıyor. Kıyamette o büyük duruşma gününde ise  en çok  nefret edilenlerden olacaklardır.

Biz daha önceki  bazı nesilleri imha ettikten  sonra insanların  vicdanlarını  aydınlatacak  basiretlerini açacak  delil , bir hidayet rehberi  ve bir rahmet tezahürü  olmak üzere  Musa’ya Tevrat’ı verdik ki düşünüp ibret alsınlar. Ama bunu yapmadılar.

Ama neticede  Biz onları  bahçelerinden  ve pınarlarından , hazinelerinden , servetlerinden  ve kendilerince  çok değerli  makam ve mevkilerinden çıkardık

Türk edebiyatına batılı düşünceyi roman   ve tiyatroyu getirenler on dokuzuncu yüzyılda batılı örnekleri anlata  anlata bitiremezler. Halbuki Kur’an onların 19 yüzyılda teessüfle seçtiği  anlatım ve dramatik yapının daha daha gelişmişini  ta yedinci yüzyılda uygulamış. Kur’an Firavun’un çevresindeki şahısları tepkileri ve tepki tavırları ile birlikte anlatır, anlatım o kadar   canlı.Fon şahıslar yani anlatıyı hayatla bağlayan kişiler ne kadar canlı tesbit edilmiş. Firavun , adamları , şehirlere gönderilen şahıslar vs , Sadece Nazmı celilin yaprağına bakmışız.  Bir edebiyat harikası olan mukaddes kitabı üç beş namaz suresinin dışına taşmayan bir dünyaya hapsetmişiz, namazda okunan surelerin bile anlamını cemaatin yüzde doksanı bilmez. Kabe’de Araplar okur okur Kur’an’ı başına koyar yatar, yastık makamında mukaddes kitap, kusur olduğunu söylemiyorum. Bizim Kur’an’lailişkimiz işte öyle . Bediüzzaman “ Beş yüz senedir yattığınız yeter” diyor. Sondaki yeter bir kızgınlık ifadesi , hani yeter artık deriz ya , Üstad tenbelliğimizi eleştirir.Namık Kemal romana ata olarak Telemak’ı seçmiş, Mithat Efendi Aleksandre Duma ve oğlunu, yanı başımızdaki mukaddes kitabın anlatım sanatındaki mucizeliğini görememişiz. Hilmi Yavuz , Kur’an ve Roman diye iki yazı yazmış, ne romanla ne de Kur’an ‘la alakasını göremedim olabilir ya.Belki Kur’an’a bu gözle bakmaya fırsat bulamamıştır.

Musa’nın asası büyücülerin yılanlarını yutunca onlar secdeye kapandılar.İnandık , iman ettik  , O Rabbülalemine , Musa ve Harun’un Allah’ına . “ Firavun firavunlaştı “  Demek siz benden izin almadan ona iman ettiniz ha.Anlaşıldı size büyüyü öğretmiş olan ustanız oymuş.

 Şüphe yok ki bu yerli olan Kıbti ahaliyi yurtlarından  sürmek için sizin şehirde  beraberce  planladığınız gizli bir oyundur. Ama yakında bileceksiniz başınıza gelenleri . Evet ellerinizi ve ayaklarınızı  değişik taraflarından keseceğim , sonra da sizi asacağım. “

Onlar , müminler , “Hiç önemi yok  dediler, biz zaten  elbette Rabbimize  döneceğiz .İman edenlerin öncüleri olduğumuzdan ötürü umarız ki  Rabbimiz  günahlarımızı   affeder.  Senin bize kızman da sırf Rabbimizin bize gelen ayetlerine iman etmemizden dolayıdır.Biz de ona dayanarak ve yönelerek deriz ki “Ey bizim büyük Rabbimiz , sabır kuvveti ile doldur kalbimizi , yağmur gibi sabır yağdır üzerimize  ve sana teslimiyette  sebat eden kulların olarak  can  emanetimizi teslim al. “

Allah , Musa’ya “mümin kullarımı geceden yola çıkar, zira siz mutlaka takip edileceksiniz” dedi.

Firavun halkının ileri gelenleri ona “ne yapıyorsun , Musa ile kavmini , seni ve senin tanrılarını  terketsinler , ülkede bozgunculuk yapsınlar diye kendi hallerine mi bırakacaksın?”Firavun ise onları takip etmek gayesiyle  bütün şehirlere asker toplamak  üzere görevliler çıkardı. “Esasen,  bunlar dedi , çok küçük bir sefil gruptur. Fakat bize karşı kızgın olup diş bilemektedirler. Biz de elbette uyanık , tedbirli bir topluluğuz “ diyordu.

Firavun , “Hayır onların erkek evlatlarını öldürüp  kız çocuklarını sağ bırakacağız. Biz elbette onların üzerinde  tam bir hakimiyet sahibiyiz “ dedi.   

Güneş doğup ortalık aydınlanırken  Firavun’un ordusu   onları takibe koyuldu.

İki topluluk birbirini  görecek kadar yaklaşınca  Musa’nın arkadaşları “ Eyvah yetiştiler bize dediler” gerilim yükseldi.  Musa,hayır asla Rabbim benimledir ve O muhakkak ki bana kurtuluş yolu gösterecektir.”

Biz Musa’ya “ Asanı denize  vur diye vahyettik . Vurur vurmaz deniz yarıldı  öyle ki birer koridor gibi  açılan her yolun  iki yanında sular büyük   dağlar gibi yükseldi.

Firavun ordusunu da oraya yaklaştırdık, Musa’yı ve beraberinde olan herkesi kurtardık , öbürlerini  ise suda boğduk.Firavun boğulurken  “İsrail oğullarının inandığından başka tanrı olmadığına inandım, ben de Müslümanlardanım, dedi.”Firavunun cesedi ibret olsun diye karaya atıldı. Allah’a tevekkül eden Firavun ‘un karısı idi.O örnek gösterildi.

Elbette bunda alınacak ibret vardır, fakat onların ekserisi  ibret alıp da iman etmezler. Ama senin Rabbin Aziz ve Hakimdir, mutlak galibdir, gene merhamet sahibidir.

Bundan önceki Firavun da  Musa’nın dünyaya  geleceği sırada  israiloğullarının çoğalmamaları için böylesi bir uygulamayı yapmıştı, Hz Musa’ya  tabi olanlara uygulanan bu ikinci işkence  döneminin Minnettah  adlı firavunun  yönetimine rastladığı rivayetleri vardır.

Musa, kavmine yöneldi ve dedi “Allah’tan yardım dileyin  ve sabredin . Muhakkak ki dünya Allah’ın mülküdür, kullarından dilediğini oraya varis kılar. Güzel sonuçlar, akıbet, imanla gitmek  Müttakilerin, Allah’tan korkanlarındır.  İsrailoğulları , Musa’ya “ Hem sen gelmeden, hem peygamber olarak bize geldikten sonra  işkenceye maruz kaldık” diye yakındılar.

Musa ise onlara “  Hele biraz daha sabredin  umulur ki Rabbiniz  düşmanlarınızı imha eder de onların yerine  sizi hakim kılıp nasıl  hareket edeceğinize bakar”

Biz Firavun hanedanı düşünüp ibret alsınlar diye senelerce onları kuraklık , kıtlık ve ürün azlığı ile cezalandırdık.Onlara iyilik bolluk geldiğinde “Ha işte bu bizim hakkımız kendi gayretimizle , çalışmamızla  bunları elde ettik,” derlerdi.Eğer kendilerine bir kötülük gelirse , Musa ile beraberindeki müminlerin uğursuzluklarına verirlerdi. Dikkat edin, iyiliği olduğu gibi  kötülüğü de yaratmak ancak Allah’ın kudretiyledir fakat onların çoğu bilmezler.

Ve şöyle derlerdi”Bizi büyülemek için sen hangi mucizeyi getirirsen getir, imkanı yok sana inanacak değiliz, “

Biz de (Allah) kudretimizin ayrı ayrı delilleri olarak  onların üzerine tufan gönderdik, çekirgeler gönderdik, haşarat gönderdik, kurbağalar gönderdik, kan gönderdik. Yine de inad edip büyüklük tasladılar ve suçlu bir topluluk oldular. Azap üzerlerine  çökünce dediler ki “Musa Rabbinle arandaki ahid uyarınca bizim için ona yalvar. Eğer bu azabı üzerimizden kaldırırsan , mutlaka sana inanacak veisrailoğullarını  seninle göndereceğiz”Onlardan azap kaldırılınca yeminlerinden döndüler. Biz de ayetlerimizi  yalan sayıp umursamadıkları için onlardan intikam alarak denizde boğduk .

Ama neticede  Biz onları  bahçelerinden  ve pınarlarından , hazinelerinden , servetlerinden  ve kendilerince  çok değerli  makam ve mevkilerinden çıkardık. 

Horlanan ezilen milleti de , bereketlerle donattığımız o ülkenin her tarafına varis kıldık. Böylece sabretmelerine mükafat olarak İsrail evlatlarına senin Rabbinin yaptığı güzel vaad tamamen  gerçekleşti. Firavun ile kavminin yaptığı  binaları , yetiştirdikleri bahçeleri de imha ettik.Bu olay böylece tamamlandı. Bahsedilen bütün o nimetlere israiloğullarını mirasçı yaptık

İsrail evlatlarını denizden geçirdik, derken yolları, kendilerine mahsus birtakım putlara tapan  bir topluluğa uğradı.Musa dediler, bunların tanrıları olduğu gibi  bize de tanrılar yapıver” o ise : Siz dedi gerçekten cahil bir milletsiniz, çü’nkü şu imrendiğiniz kimselerin  dini yıkılmıştır  ve yaptıkları bütün ameller  de boşunadır. Hem Allah size bunca lütufta bulunup  öteki insanlara üstün kılmış olduğu halde hiç ben sizin için ondan başka  Tanrı  arar mıyım?”

Hem düşünün ki sizi Firavun hanedanından kurtarmıştık, onlar ki size pek acı işkence uyguluyor , oğullarınızı hep öldürüyor , kızlarınızı ise kendilerine hizmetçilik etmeleri için sağ bırakıyorlardı. Bunda Rabbiniz tarafından bize büyük bir imtihan vardı.

Otuz geceyi ibadetle geçirmesi ve Tevrat’ı  almaya hazırlanması için Musa ile  sözleşip huzurumuza kabul ettik. Sonra on gece daha ilave ettik . Böylece Rabbinin belirlidiği  müddet tam kırk gece oldu. Musa kardeşi Harun’a “Kavmim içinde benim vekilim ol, onları güzelce yönet ve sakın karıştırıcıların , ifsad edicilerin yoluna uyma “ dedi.

Musa tayin ettiğimiz vakitte  gelip de Rabbi ona hitap edince “ Ya Rabbi dedi , göster bana zatını bakayım sana “Allahü Taala şöyle cevap verdi . “ Sen beni göremezsin , ama şimdi şu dağa bak , eğer yerinde durursa  sen de beni görürsün!”Derken Rabbi dağa tecelli eder etmez dağı un ufak ediverdi. Musa  da düşüp bayıldı.Kendisine gelince dedi ki “ Subhansın Ya Rabbi  , her noksanlıktan münezzeh olduğun gibi dünyada seni görmemizden de münezzehsin. Bu talebimden ötürü  tevbe ettim. Ben ümmetim içinde Seni görmeden iman edenlerden ilkiyim”

Buyurdu ki “Musa ben seni risaletlerim  mesajlarımla  ve hitabıma  mazhar etmemle öbür insanlar arasından seçip mümtaz kıldım. Şimdi şu sana verdiğim nübüvveti al ve bu nimetime şükreden kullarımdan ol.”

Ona verdiğimiz levhalarda insanlara öğüt   olmak üzere  her  tafsilatlı olarak  buyurduk. Sen bunlara kuvvetle sarıl  ve ümmetine de o hükümlerin daha sevaplı olanlarına sarılmalarını emret. İtaat dışına çıkanların  diyarlarını ise nasıl tarümar ettiğimi yakında size göstereceğim. “Böyle olmayıp ne olacaktı ya? Onlar yaptıklarından başkasıyla mı karşılık göreceklerdi.?

Rabbinin huzuruna  çıkmak için  Musa Tur’a gitti. Ümmeti zinet takımlarından  böğürür gibi ses çıkaran bir buzağı heykeli yapıp  tanrı edindiler. Görmemişler miydi ki  o heykeli onlara  hitap edemiyordu. Kendilerine yol gösteremiyordu. Fakat buna rağmen  onu tanrı edindiler ve zalimlerden odular. Ne vakit yaptıklarının saçmalık olduğunu anlayıp  son derece  pişman oldular  ve saptıklarını gördüler. “ Yemin olsun ki dediler. Eğer Rabbimiz bize merhamet etmez  ve bizi affetmezse  muhakkak herşeyimizi kaybedenlerden oluruz.”

Musa pek  öfkeli ve üzgün olarak  halkına dönünce ;”Benden sonra arkamdan  ne kötü işler yapmışsınız! Rabbinizin emrini çarçabuk  terk mi ettiniz” dedi ve levhaları yere bırakıverdi.

Kardeşler başından tuttu , kendisine doğru çekiyordu. Harun ise ona  “ anamın oğlu “ dedi  inan ki bu millet beni fena halde hırpaladı, neredeyse beni linç edip öldüreceklerdi.Ne olur düşmanlarımı  üstüme güldürme beni bu zalim milletle bir tutma !”

Musa , Ya Rabbi   beni ve kardeşimi  affet. Rahmetine bizi de dahil et çünkü merhamet edenlerin  en merhametlisi Sensin Sen”

Buzağıya  tanrı diye tapanlar var ya . işte onlara Rableri tarafından  dünya hayatında bir gazap  ve bir zillet gelecektir. İşte iftiracıları böyle cezalandırırız biz.

Günahları işledikten sonra  arkasından tevbe edip iman edenler için ise  Rabbin elbette  Gafur ve Rahimdir. Affedici ve merhametlidir. Affı ve merhameti boldur. Musa ‘nın öfkesi yatışınca  levhaları   yerden aldı. Onlardaki  yazıda Rablerinden çekinenler için hidayet ve rahmet vardı.

Hz Musa mikatta iken  Samiri’nin  aldatmasıyla altından yaptığı buzağıyı putlaştırma fitnesi Hz Musa’nın dönmesinden sonra  yaptığı uyarılarla  telafi edildi.  Onlar pişman olunca  Allah içlerinden  yetmiş temsilci seçerek  dağdaki mikat yerinde  tevbe etmelerini istedi.

Gelenlerin kabul şerefi ile yetinmeyip Allah’ı açıkça  görmek istemeleri  üzerine  onları şiddetli bir deprem yakaladı. Musa “ Ya Rabbi dedi dileseydin , beni de bunları da daha önce imha ederdin . Şimdi bizi aramızdaki  beyinsizlerin yaptıklarından dolayı helak mi edeceksin? Bu sırf senin imtihanından ibarettir. Dilediğini  bu imtihanda istediği için şaşırtır, dilediğine o istediği için yol gösterirsin. Sensin bizim Mevlamız   affet bizi , merhamet eyle , sen mağfiret edenlerin en hayırlısısın”

Bize bu dünyada da  ahirette de iyilik nasip et . Biz sana yöneldik . Senin yolunu tuttuk. Allah şöyle buyurdu” Ben dilediğim  kimseyi, o istediği için cezalandırırım.Rahmetim ise herşeyi kaplar. O rahmetimi de Allah’a karşı gelmekten korunan  zekat  veren  ve özellikle bizim  ayetlerimize iman edenlere nasip edeceğim. “   

Hz Musa, kötü adam Firavun , Haman, sihirbazlar, Musa’nın annesi , kızkardeşi, Musa’nın kayınpederi, ailesi , farklı coğrafi mekanlar, olaylar, insanlar,  mucizeler, şaşırtıcı olaylar ile Allah bir sepete bırakılıp nehre  atılan garip o an   kimliksiz bir çocuğu  olayları ilahi tasarım gücü ile yöneterek bir peygamberle ve dünyanın en ceberut insanına galip getirir. Her anında hikmet ve uluhiyyet dersi verir, ve insanlığa modası geçmeyen bir daimi ders olarak verir.

Prof. Dr. Himmet Uç

www.NurNet.Org

Asrın Zalim Kurtları (Şiir)

Asrin.Zalim.KurtlariNerede kaldı insanlık, hani nerede Müslüman

Vicdanlar satılmış, Allah korkusu yok, gözleri bürümüş kan

 

Kin, öfke, nefret ve zulüm

Katliam, gözyaşı, kan ve ölüm

 

İnsanlık ölmüş, merhamet yok, kan kusuyor zalimler

Diğer yandan kıs kıs gülüyor Emperyalistler

 

Bu zulme seyircidir bazı İslam ülkeleri

Hatta yardımcı olmuş daha da gitmişler ileri

 

Çıldırmış asrımızın Firavunları, Karunları, Ebu Cehilleri

Mazlum Müslümanlara uzanıyor kanlı elleri

 

Kana doymayan bu zalimlerin topu ve tüfeği var

Atomları, kimyasalları ve nükleer silahları var

 

Kaskatı kalpleri, hain işbirlikçileri ve katliamları var

Hain medyaları var, yalanları var,  iftiraları var

 

Bizim de gafletimiz, ihtilaflarımız, nemelazımcılığımız var

Kilitlenmiş dillerimiz, kirletilmiş zihinlerimiz var

 

Kör edilmiş gözlerimiz, kapatılmış kulaklarımız var

Vurdumduymazlığımız, uyutulmuş halklarımız var

 

Nerede bizim insaf, vicdan, şuur ve imanımız

Uhuvvet, merhamet, yardımlaşma ve ihsanımız

 

Hâlbuki duyarlı olmalıydık, uyanık ve canlı olmalıydık

Kardeş olmalıydık, birlik olmalıydık, şuurlu olmalıydık

 

Tek vücut olmalıydık, insaflı olmalıydık, imanlı olmalıydık

Birimiz hepimiz için, hepimiz birimiz için olmalıydık

 

Rabbim bize şuur versin, ihlâs versin, ihsan versin

Bize uhuvvet versin, birlik, dirlik ve iman versin

 

Bu karanlık gecelerin sabahı yakındır inşa Allah

Allah’ın vaat ettiği zafer Hakk’ındır inşa Allah

 

Diğer Diktatörler gibi sonları olur rezil ve perişan

İnşallah pek yakında gösterir Allah-ü Azimüşşan

 

Yaşasın İslam Kardeşliği

Yaşasın Mazlum Mü’minlerin direnişi

Yaşasın Demokrasi Yanlıları ve Masum Destekçiler

 

Kahrolsun Asrın Zalim Kurtları

Kahrolsun Firavunlar, Karunlar, Nemrutlar

Kahrolsun eli kanlı Diktatörler

Kahrolsun Zalimler ve İşbirlikçileri

Kahrolsun Emperyalist güçler ve yandaşları

 

Selam olsun imanlı Mücahitlere

Selam olsun Şehit ve Gazilere

Selam olsun semaya kalkan ellere

Selam olsun Rabbine niyaz eden dillere

Ve selam olsun “İSLAM KARDEŞLİĞİ”ne

 

Ahmet TANYERİ – DİYARBAKIR

www.NurNet.org

Firavun, Bir Konsorsiyumdur

Kur’an kıssaları içerisinde, en fazla sûrede en geniş ayrıntıyla anlatılan kıssadır Musa aleyhisselamın ve dolayısıyla Firavun’un kıssası. Öyle ki, Âdem aleyhisselamın ve İblis’in kıssası bile, ona göre ikinci sırada kalır.

Elbette, çok hikmetleri vardır bunun. Ve belki en önemli hikmetlerinden biri, Âdem’in torunları ile İblis’in torunları arasındaki mücadelenin ete kemiğe bürünmüş insanların dünyasında nasıl gerçekleştiğini, en iyi, Musa-Firavun kıssasının göstermesidir.

Sûreler içinde yol alırken tekrar tekrar karşımıza çıkan bu kıssada, Firavun tek bir kişi olarak çıkmaz karşımıza. Görürüz ki, Firavun’u Firavun yapan, tek başına kendisi değildir. Zira, hakikat-ı halde, Firavun’un senin gibi, benim gibi, ‘herhangi bir’ insandır. Asla insanüstü değildir. Başka insanlara ârız olan ihtiyaçların hepsi onun için de geçerlidir. Aç kalsa, ölür. Susuz hayatta kalamaz. Nefes almadan yaşayamaz. Uykusuz helâk olur. Boyu da, kilosu da bellidir; gücünün ve düşüncesinin sınırları da.

Firavun’u Firavun yapan, kendisi değil; ait olduğu ve merkezinde durduğu ‘konsorsiyum’dur. Firavun, gerçekte, bir konsorsiyumdan ibarettir. Ancak bu konsorsiyumun kendisi dışındaki unsurları sayesindedir ki, Firavun Firavun olabilmiştir.

Nitekim, Kur’ân, kendisini ‘en yüksek rab’ olarak ilan eden bu rezil adamı, bu süreçteki ‘suç ortaklarıyla’ birlikte anlatır.

En başta, kavmiyle…

Firavun, kavmini toplayıp “Ben sizin en yüksek rabbiniz değil miyim?” diye sorduğunda, kendileriyle aynı sınırlar, aynı acziyet ve aynı ihtiyaçlar içindeki bu insana koca kavmin içinden tek bir fert çıkıp “Hadi ordan?” diyememiştir.

Bilakis, hepsi birden, “Evet, sen bizim en yüksek rabbimizsin” demişlerdir. Böylece, âyetin haberiyle, “Firavun onları aşağılamış, onlar da ona itaat etmişlerdir.” Demeleri gereken şey ise, “Ne sen rabsin, ne de biz senin kulunuz. Hepimiz âlemler Rabbinin yaratılmışlık noktasında ve yaratıcılıktan uzaklık noktasında eşit kullarıyız” hakikatinden ibarettir.

Kur’ân, ama menfaat umudu, ama can korkusuyla ve her hâlükârda bir ontolojik körlükle kula kulluk etmeye razı olacak kadar insanlık onurunu yitirmiş ‘kavm-i Fir’avn’ kadar, başka isimleri de bize gösterir bu konsorsiyumda.

Meselâ veziri Hâmân, bir yönüyle ‘bürokrasi’nin, bir yönüyle ‘akademya’nın simgesidir.

Meselâ Kârûn, bu konsorsiyumun ‘ekonomi’ kanadının simgesi ve sözcüsü niteliğindedir. (O Kârûn ki, kendisi Firavun’un köleleştirdiği Benî İsrail’den olmasına karşılık, Musa aleyhisselam gibi Firavun’un karşısına çıkıp “Benî İsrail’i serbest bırak, özgürlüklerini iade et, âlemlerin Rabbine kul ol!” diyecek yerde, bu ‘konsorsiyum’un hem ekonomik destekçisi olmayı ve bu şekilde kendi zenginliğini daha da arttırmayı tercih etmiştir.)

Dahası, yine Kârûn gibi Benî İsrail’den olup, aklını ve kalbini bu konsorsiyuma kaptırmış başkaları vardır. Aklı doğruyu bilse de dünyalık uğruna dili yanlışın sözcüsü olan Bel’am b. Baura gibiler de vardır bu konsorsiyumda.

Hatta, çok az istisna hariç, Benî İsrail dahi vardır. Zira, Firavun’un zulmüne karşı âdeta köleliği içselleştirmiş; istikballerini Firavun düzeni içinde arar ve görür hale gelmişlerdir. Firavun’un zulmünden, hem de büyük bir mucizenin akabinde kurtulduktan sonra, güçlü gördükleri bir şehir ahalisine karşı cihaddan çekinip “Ey Musa, git, sen ve Rabbin savaşın” demeleri; Musa aleyhisselamın Tur dağına çıkmak üzere aralarından ayrıldığı günleri fırsat bilip içlerinden Sâmirî’nin yaptığı böğüren buzağıyla hemencecik tapar hale gelmeleri, köleliği içselleştirmenin yol açtığı fikrî, kalbî, hissî, fiilî ve itikadî arızaların iki büyük alâmetidir.

Musa aleyhisselam kıssası paralelinde Kur’ân’ın bize gösterdiği Firavun gerçeği, bütün bu unsurların buluştuğu bir ‘konsorsiyum’u çıkarıyor karşımıza.

Firavun’ların durduk yerde Firavun olup Firavun’luklarını devam ettirmedikleri gerçeğini de…

Kıssadaki bu ipuçları ışığında dünyanın son yüzyıllarına bakın isterseniz.

Ne çıkıyor karşınıza?

Yahut, son altmış günde dünyada, özellikle de İslâm dünyasında olup bitenlere bakın.

Ne çıkıyor?

Bir konsorsiyum ki, küfre ve zulme sessizce rıza gösteren yığınlar; bu küfür ve zulüm yapısını değişmez sabite olarak görüp köleliği içselleştirmiş surette istikbal kurguları oluşturanlar; akıl verenler; verilen akla göre uygulama geliştirenler, finansman sağlayanlar…

Hâmân’lar, Kârun’lar, Bel’am’lar, Sâmirî’ler ve diğerleri…

Son altmış gün bu dünyada ne gördün deseniz, bugünün ‘Firavun konsorsiyumu’nu ilk kez bu kadar berrak bir surette gördüm derim.

Ama, bu konsorsiyumun muhakkak çökeceğine dair ümidimi de zerre miskal geriletmeden…

Onların ‘konsorsiyumu’ varsa, hakikatin nereye vurulursa vurulsun hayat suyu bulup çıkartan ve nerede bir firavunî sihir görse çözen ve yutan bir asâsı var çünkü…

Her Musa’nın karşısına bir Firavun çıkıyor, doğru…

Ama tersi de doğru: Her Firavun’un karşısına, Musa’yı da çıkarıyor âlemler Rabbi.

Ve bu mücadele, bugün de devam ediyor…

Metin Karabaşoğlu / Risale Haber

Her Musa’nın Bir Firavun’u Vardır!

Hazreti Âdem aleyhısselam ile dünyada insanın serüveni başlamış, Kabil ve Habil çocuklarının nesli için yaşama şekli onlara öğretmiş, oğlu Kabil büyüyünce babasının kurduğu düzene karşı çıkmış, kardeşinin malına kıskanarak onu öldürmek istemiş. Habil Allah’tan korktuğu için Kabil’e zarar vermek istemedi; ona dedi ki: “Ben istiyorum ki, sen hem benim günahımı hem de kendi günahını yüklenip ateşe atılacaklardan olasın; zalimlerin cezası işte budur.”1

Kabil niyetini icra etmeye kararlıydı, çünkü o nefsine mağlup düşmüş, kardeşinin malını ve izzetini gasp edecekti; nihayet,”nefsi onu, kardeşini öldürmeye itti ve onu öldürdü: bu yüzden de kaybedenlerden oldu.”2,

Bu cinayetle Kabil ilk cani, ilk diktatör, ilk zalim ve ilk sömürücülerden oldu. Peygamber efendimizin (asm) bir hadis-i şeriflerinde “kötülüğe sebep olan onu yapan kadar gibidir” buyurmuştur. Kabil’de öldürme hadisenin ilk sebeplerindendir.

“Her Musa’nın bir Firavun’u vardır.” Demişler. İyi ile kötü, zalim ile mazlum, hak ile batıl her zaman aynı alanda görünmüş,aynı  meydanda mücadele etmişler, bu mücadelenin ilk başlangıcı Hazreti Âdem ile İblis’ti, zamanla Hazreti Nuh ile Sâm, Hazreti Davut ile Câlut, Hazreti İbrahim ile Nemrut, Hazreti Musa ile Firavun, asr-ı saadette Hazreti Muhammed (asm) ile Ebucehil, ahir zamanda Hazreti Mehdi ile deccal ve süfyan’a kadar devam ede gelmiş, Habil tarafı ehl-i iman; Kabil tarafı ehl-i küfür, yani ”hak ile batıl” bu iki kutup kıyamete kadar birbiriyle mücadele edecek, elmas ruhlu Ebubekir’ler cennete;  kömür ruhlu Ebucehil’ler de cehenneme gidecekler…

İki akıl hastasından ibretli bir mesaj! 

İstiklal savaşından sonra, 1925 yılında Elazığ’da “Emrazı Akliye ve Asabiye Hastanesi” kurulur. Halen devam etmekte olan“akıl hastanesi” ismiyle maruf  bu hastanede iki deli kavga eder, kavgaya müdahale eden bir misafir araya girer ve kavganın nedenini merak eder,

“Neden kavga ediyorsunuz?” der, onlardan biri şu cevabı verir:

 “Serseri adama bak”  “ben firavun’um” diyor.

”O Firavun’sa, bende Musa’yım. Firavun, Musasız olur mu?” demiş,

 “her Musa’nın bir Firavun’u vardır.” darbı mesel olan bu veciz söz her şeyi ifade etmektedir.

Bediüzzaman,”hak ve batıl’ı” iki nazar olarak öne vermektedir. Biri “dalalet nazarı, diğeri “iman nazarı” şeklinde ifade buyurmaktadır.

Dalâlet nazarı: Talep etiklerini elde etmekten aciz olan insan kendini himayesiz anlar, dolayısıyla hüzün, keder ve dalaletinden dolayı kendini yetimler gibi zanneder. Kimsesiz, güçsüz ve zayıf görür. Dolayısıyla Allahtan alakasını kesen adam, âlemin tümünü düşman ve korkulu görür. İman ve İslamiyet’ten ayrılan biri daha kimseyle kardeşlik bağını kurmaz ve alakayı keser. Menfaat üzerine küçük irtibatları olsa da bir değer taşımaz.

Hele ölüm hadisesini yokluk ve idam, yaşadığı hayatı ise manasız, karmaşık bir muamma olarak görür. Onun için ölümü tahattur etmek bile istemez. Bu sefer beyhude bir yaşantı ile birkaç günlük yaşam için dünyada oyalamaya başlar. Oysa imansız bir kalp ne kadar servet ve variyet sahibi de olsa, kalbi ve ruhu sıkıntılı, manen bir cehennem içinde olur.

“Sırat-ı müstakimi kaybeden çok belalı,  zararlı ve müşkülatlı yollara düşer.” Ne kadar güzel ve veciz ifade etmiştir, Hazreti Bediüzzaman….

İman nazarı: “Ağlar yetimler gibi değil,” belki sorumlu ve yükümlü bir memur veya vazifeli bir kul olarak kendini görür. Dolayısıyla Allah’ın varlığı bütün nimetlerin üstünde olduğunu anlar. “Sırat-ı müstakim” yolunda hareket eder.

İman ehli, kadere ve hadisatlara, Kur’an’ın ve Peygamberin terbiye ve talimiyle bakar. Mesela: İnsanı bu dar-ı dünyadan ayrılan ölüm vakıası belki zahiren acı da görünse, iman ehli der ki ölüm ve kabir ebedi bir hayatın başlangıcıdır. Dünyanın cüz’i meseleleri için fazla sıkıntıya girmem, “Allah var, gam yok” der, bir istinat noktayı bulur ve rahatlar.

Sonuç olarak dalalet ve iman kanadının mukayese edilmeyecek kadar birbirlerin- den uzaktır. İman nurunu kaybeden bir insan dünya serveti hep onun olsa beş para etmez.

Bediüzzamanın bir sözü ile noktalamak istiyorum.”Ey insan! Senin nokta-i istinadın ancak ve ancak Allah’a olan imandır. Ruhuna, vicdanına nokta-i istimdat ise ahirete olan imandır. Binaenaleyh, bu her iki noktadan haberi olmayan bir insan kalbi, ruhu tavahuş eder, vicdani daima muazzep olur.” 3

Rüstem Garzanlı / DİYARBAKIR

Kamu Yöneticisi

 

KAYNAKLAR

1-Maide/29

2-maide/30                                                                                                             

3-29.Şua,3.nokta