Etiket arşivi: gayp

Burçlarla Uğraşmak İmana Zarar Verir mi?

Fal ve Burçlar insanları tarih boyu meşgul etmiştir. Gazeteler, Dergiler, Televizyonlar ve Sinemalarda burçların insanları nasıl etkilediği anlatılır. Acaba gerçekten böylemidir? İslam’ın bakışı nasıldır?

”Burçlara nasıl bakmalıyız? Örneğin evleneceğimiz bir kişi hakkında, önceden doğum tarihini öğrendiğimizde o aya tekabül eden burca bakmak sakıncalı mıdır? Eğer kendi burcumuzda yazılan özelliklerin birçoğunu taşıyorsak nasıl yorumlamalıyız? (Abdullah Tuğlu)”

Konunun iyice anlaşılması için sorunuzun cevabına şöyle bir açıklama getirmek mümkün.

Kur’ân, kâinatın muhteşem düzenine, Güneş, Ay ve yıldızlara sürekli olarak dikkatleri çeker. Buradan Allah’ın varlık ve birliğine kapılar açar.

Yeryüzündeki bütün varlıklar Allah’ın emriyle hareket eder. Hiçbir varlığın yaratıcı, etkileyici ve yönlendirici bir gücü yoktur.

İslâm’ın özü olan tevhid inancı, Allah’tan başka hiç kimsenin gaybı bilemeyeceğini ders verir.

Bu açıdan İslam, insanın kendi geleceği konusunda yıldız ve burç falına itibar etmeyi, onlara bir anlam ve ümit yüklemeyi kabul etmez.

Toplumumuzda bu tür uğraşıların ilgi görmesi ise dini eğitim ve yaşantıdaki boşluklardan kaynaklanıyor.

Bundan dolayı burçların insan üzerindeki etkisine inanmak, İslam’ın, Allah’ın yüce iradesine verdiği mutlak hâkimiyet prensibine aykırı düşer.

Bunun için İslam âlimlerinin çoğunluğu, Güneş, Ay ve yıldızların hareketlerine bakarak bunlardan dünyadaki olayların ve insanların geleceğine ilişkin sonuç çıkarmanın aldatmaca olduğunu, dini bilgi ve inançla çeliştiğini belirtirler.

Dolayısıyla insanın geleceğini, onu Yaratan Yüce Allah belirler, bunları yıldızlar ve burçlar dahil hiçbir varlığa havale etmez. (DİB İslam Ansiklopedisi)

Kur’ân-ı Kerimde “burçlar” anlamına gelen bir sûre ile birlikte, bazı âyetlerde burçlar hakkında bilgi verilir.

Gökte burçları var eden, onların içinde bir kandil (güneş) ve nurlu bir ay barındıran Allah, yüceler yücesidir.” (Furkan, 25:61)

And olsun biz, gökte birtakım burçlar yarattık ve bakanlar için onu süsledik.” (Hicr, 15:16)

Âyetlerde anlatılan burçlar, yıldız topluluklarıyla gökyüzünün süslenmesidir ve İlâhi kudretin bir haşmet gösterisidir.

Yoksa burada sözü edilen burçların astroloji burçlarıyla, hele o burçlara izafe edilen esrarengiz güçlerle bir ilgisi yoktur.

Bu âyetlerden sonra gelen âyetlere bakınca anlaşılacağı gibi, Kur’ân, kâhinlik, medyumluk, falcılık türünden şeyleri bütünüyle bir şeytan işi olarak kabul eder.

Bu açıdan insanların karakterleri veya geleceği üzerinde burçların birtakım etkilerinin olabileceği şeklinde yapılan yorumlar bütünüyle bir aldatmaca, insanların gelecekle alakalı meraklarını istismar etmekten başka bir şey değildir.

Yüce Kudret bütün insanların parmak uçlarına ayrı ayrı imza basarak müthiş bir farklılık ve zenginlik ortaya koymuşken, aynı burçtan olan veya belli tarihlerde dünyaya gelmiş insanların psikolojik yapılarının ortaya bir karbon kağıdı konulmuş gibi hep aynı özelliklerde olmasına neden müsaade etsin.

Milyarlarca insanın yapısını ve karakterini, kaderini ve geleceğini on ikiyle burçla sınırlamak ne bilimsel olarak, ne mantık açısından, ne de dini bakımdan bir değer taşımıyor.

Bunun için doğum tarihlerine bakarak burç belirlemek ve o burçta yazılan özelliklere bakarak bir kanaate varmak ve hüküm vermek ciddiyetten uzak bir bakış açısı olarak değerlendirilmelidir.

Kaldı ki, zaman içinde aldığı eğitimle insanın ahlaki değerleri ve karakteri değişebiliyor, farklı bir yere gelebiliyor.

Mehmet PAKSU

Rızkın Belirsizliği ve Rızk/Risk İkilemi

Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilmez” der Kur’ân. Beş bilinmeyenlerden birisi de bu.

Diğer dördü de kıyametin kopma vakti, yağmurun ne zaman yağacağı, ana rahmindeki çocuğun durumu, bir de kişinin nerede öleceği

Bu dördünü ilk anda anlamak mümkün de yarınki kazancımızı bilmemek ne anlama geliyor?

Kazanç deyince iyi kötü, hayır şer, sevap günah gibi şeyler söz konusu olsa da daha çok “kâr, kazanç” getiren maddi gelirler, para pul gibi şeyler düşünülür.

Bunun da dinî ve Kur’ân’ı ifadesi “rızk“tır. Batılı dillerde “risk.” Endülüs Müslümanlarından sonra İspanyolca’ya, oradan da bütün dillere “rızk/rızık” “risk”e dönüşerek geçmiş.

(Biz “rızk”la Allah’ı düşünürken, Avrupalı rızk/risk ikilisinde kalmış.)

Hiç kimse rızkını kolay kazanmıyor. Her istediğinde rızkını temin edemiyor. Gönlünde yatan, hayalini kurduğu rızka her zaman ulaşamıyor.

O kadar istemesine rağmen zengin olamıyor, zengin olsa bile bütün isteklerine kavuşamıyor. Ulaşamama, kaybetme ve koruyamama riskini sürekli taşıyor.

***

Allah Rezzak’tır, bütün rızıklar Allah’tan geliyor, gerçek rızık sahibi O’dur. Âyetin anlatımıyla “Gökler ve yerin mülkü Allah’a aittir.”

Kur’ân bize Allah’ı Ganî/zengin, Cevad/cömert, Kerim/ikram eden olarak anlatıyor. Öyleyse Allah kullarının bütün isteklerini, istediklerini niçin ve her zaman bolca vermiyor, kısarak veriyor?

Birinci hikmeti şu: Beş gayb bilgisinde yer aldığı gibi, rızık, ecelle ile birlikte sıralanmış. Hiç kimse ecelini/ne zaman öleceğini bilemediği gibi, eline geçecek rızkı/nimeti bilemiyor.

İtikadi söylemiyle rızık perde-i gaybda ve müphem ve gayrimuayyen ve zahiren tesadüfe bağlı gibi görünüyor. (Şuâlar, 15. Şua)

Şöyle açalım cümleyi: Rızık gayb perdesinde saklı, kapalı/gizlenmiş durumda, çok açık ve belli değil görünüşte tesadüfe bağlı gibi…

Rızık niçin açık ve ortada değil herkes her zaman her istediğine ulaşamıyor? Çoğuna, çok kere ulaşmaya ulaşıyor da -yoksa zaten rızıksızlık olurdu- rızık şükrün ve hamdin/hamdetmenin membaı, kaynağı, duanın ve ibadetin madeni, temeli ve vesilesidir de onun için…

***

Kendisini bize Rezzak olarak tanıtan kerem ve ihsan sahibi Yüce Allah rızık isteme kapısı olan duayı, yalvarıp yakarmayı açık bırakmış ki bizler sürekli o kapıda duralım, ayrılmayalım. Muhtaç oldukça dilimizle, fiilimizle dua edelim, nimetler geldikçe şükrümüzü artıralım, kul olmanın verdiği zevkten mahrum kalmayalım.

Yoksa herkesin rızkı belli olsaydı, ne yiyip içeceği bilinseydi, eline neyin, ne kadar geçeceği bir plana göre işleseydi, o zaman minnet ve şükür kapıları kapanacak, dua ve niyaz yolları tıkanacak, kulluk ve ibadet vesileleri ortadan kalkacaktı.

İkinci hikmeti de Kur’ân’ın verdiği şöyle bir bilgiyle anlatır:

Allah kullarına rızkı bol bol verseydi, yeryüzünde taşkınlık ederlerdi. Onun için, Allah rızkı kendi dilediği bir ölçüde indirir. Şüphesiz ki O kullarından haberdardır ve onların her halini görmektedir.” (Şûrâ, 42:27)

Öyle değil mi?

(1) Çoğu aşırı zenginler ellerinin altında bulunan nimetleri ve imkânları Allah’tan bilmemekle manevi bir taşkınlık yapıyor.

(2) Onları muhtaç olanlarla paylaşmamakla ikinci bir taşkınlığa giriyor.

(3) Bir başka taşkınlığı da israfa girerek, gurura kapılarak, nefsini şımartarak, haramı helali gözetmeyerek o nimetleri aleyhine geçiriyor.

Dünyada sınırsız bir keyif ve aşırı bir zevk içinde yaşarken ebedi hayatını kaybetme riskine giriyor.

Mehmet Paksu / Bugün