Etiket arşivi: gençlik

GENÇLİĞİN KIYMETİNİ BİLMEK!..

Öncelikle Meyve Risalesi’nin nerede yazıldığına, kaç yılında yazıldığına ve ehemmiyetine değinelim.

“Denizli Medrese-i Yusufiyesinin bir ders-i a’zamı Meyve Risalesi olduğu”(1) nu belirtiyor, Üstad Bediüzzaman. Yani bu eser Denizli’de hapishanede yazılıyor.

Ve Bediüzzaman Hz. “Meyve Risalesi” için “Zındıka ve küfr-ü mutlaka karşı Risale-i Nur’un bir müdafaanamesidir.” demiştir. Bu eserin bir hâsiyeti de demek ki “müdafaaname” olmasıymış.

“Meyve Risalesi” için On Üçüncü Şuâ eserinde; “Meyve Risalesi çok ehemmiyetli ve kıymetlidir. Ümid ederim, bir zaman büyük fütuhat yapacak.”(3) şeklinde bir müjde verilmektedir.

Şuâlar eserinin sonundaki fihristte ise şu açıklamalar ile karşılaşmaktayız: “Bu risale (Meyve Risalesi), Denizli hapishanesinin bir meyvesi ve bir hatırası ve iki cuma gününün mahsulüdür.”(4) Bu cümleye bakarak da bu eserin “iki cuma günü”nde yazıldığını anlıyoruz. Denizli Hapsinin tarihi ise 1943-1944 tarihleridir. Eserin yazılma tarihi de bu tarihlere denk geliyor.

“Meyve Risalesi” hakkında yaptığımız kısa bir girizgâhtan sonra “Beşinci Mesele”yi ele almaya başlayalım.

“Beşinci Mesele”

“Gençlik Rehberi’nde izah edildiği gibi…”

Meseleye başlanır başlanmaz başka bir risaleye atıf yapılmıştır. Atıf yapılan eser “Gençlik Rehberi”dir. Bu eser için Bediüzzaman Hz. “…on beş sene evvel gençlerin istemeleriyle Gençlik Rehberi’ni onlar için…”(5) yazdığını dile getirir.

Ele aldığımız eser olan “Meyve Risalesi” ile atıf yapılan eser olan “Gençlik Rehberi” için; her ikisi ile ilgili şu ifadeler geçmektedir Risale-i Nur’larda:

“Bu asırda İslâm ve Türk gençleri, kahramanâne davranıp iki cihetten hücum eden bu tehlikeye karşı Risale-i Nur’un Meyve ve Gençlik Rehberi gibi keskin kılınçlarıyla mukabele etmeleri elzemdir.”(6)

“…gençlik hiç şüphe yok ki gidecek.”

Gençlik ile ilgili Risale-i Nur’da bir çok yer geçmektedir. Buraya konu ile münasebeti olan Mektubat’taki bir sorunun cevabını alabiliriz. Soruyu soran kişi (Mektubat eserinin yazılmasına, yazdığı mektuplar ile vesile olan Nur’un birinci talebesi İbrahim Hulusî Yahyagil Ağabey) duyduğu bir sözün hadîs olup olmadığını ve mânasını sormuştur. Ve bu soruya cevap aynen şöyledir:

“Hadîs olarak işitmişim. Murad da şudur ki: ‘En hayırlı genç odur ki ihtiyar gibi ölümü düşünüp âhiretine çalışarak, gençlik hevesatına esir olmayıp gaflette boğulmayandır. Ve ihtiyarlarınızın en kötüsü odur ki gaflette ve hevesatta gençlere benzemek ister, çocukçasına hevesat-ı nefsaniyeye tabi olur.’ “(7)

“Yaz güze ve kışa yer vermesi ve gündüz akşama ve geceye değişmesi kat’iyyetinde gençlik dahi ihtiyarlığa ve ölüme değişecek.”

Burada benzetmeler yapılmıştır. Ve tam yerinde bir kıyasta bulunulmuştur. Yaz gençliğe, güz ihtiyarlığa, kış ise ölüme benzetilmiştir. Nasıl yazdan sonra güz ve kış geliyor ise; gençlikten sonra ihtiyarlık ve ölüm de elbette gelecektir. Burada cümleye kesinlik anlamı katan “kat’iyyetinde” kelimesi delil ve bürhan ile ispatlı bir şekilde anlamına gelmektedir.

“Eğer o fâni ve geçici gençliğini iffetle hayrata -istikamet dairesinde- sarf etse onunla ebedî, bâki bir gençliği kazanacağını bütün semavî fermanlar müjde veriyorlar.” 

Yani buradan da anlaşılacağı üzere gençlik “fâni” ve “geçici”dir. Yani devamlı kalmaz, gelip geçer. Kısa bir vakti vardır. O vakitte iffetle hayrata, yani Allah’ın razı olacağı şeylere doğruluk yolunda harcasa, kullansa; sonsuz bir gençlik kazanacak. Ve bunu kazanacağını da bütün semavî fermanlar, yani vahiyle gelmiş olan emirler, buyruklar, tebliğler, kitaplar, suhuflar ve ilahi kaynaklar müjde veriyorlar.

Bu meseleyle ilgili Risale-i Nur’da şu ibareler geçmektedir:

“Hem namaz kılanın diğer mübah dünyevî amelleri, güzel bir niyet ile ibadet hükmünü alır. Bu sûrette bütün sermaye-i ömrünü âhirete mâl edebilir. Fâni ömrünü bir cihette ibka eder.”(8)

Buradan da anlaşılacağı üzere insanın beş vakit namaz kılmasına karşılık ömrünün dakikaları sevap oluyor, ibadet hükmüne geçiyor. Ve bütün ömür sermayesini de bâkileştirmiş, sonsuzlaştırmış oluyor.

“Eğer sefahete sarf etse nasıl ki bir dakika hiddet yüzünden bir katl, milyonlar dakika hapis cezasını çektirir.”

Ama eğer ömrünü sefahete yani zevk-eğlence vd yasak olan haram şeylerde sarf ederse; nasıl ki bir dakikada adam hiddetlenip bir adamı öldürüyor ve hapse giriyor. Aynen onun gibi de -Allah muhafaza- cehenneme cezasını çekmeye gidebilir. Diğer cümle de burayı biraz daha açıp, izah ediyor. Devam edelim.

“Öyle de gayr-ı meşrû dairedeki gençlik keyifleri ve lezzetleri, âhiret mesuliyetinden ve kabir azabından ve zevalinden gelen teessüflerden ve günahlardan ve dünyevî mücazatlarından başka, aynı lezzet içinde o lezzetten ziyade elemler olduğunu aklı başında her genç tecrübe ile tasdik eder.” 

Diğer cümleyi açıklamaya başlıyor. Orada nasıl bir adam bir dakika hiddete gelmesi yüzünden, milyonlar dakika hapis cezasını çekiyordu. Aynen onun gibi de Allah’ın rızasına uymayan durum ve davranışların mevcut olduğu dâiredeki gençlik keyifleri ve lezzetleri, kişinin yaptığı iş ve hareketlerden dolayı âhirette hesap vermeye mecbur olmasından ve kabir azabından ve ömrünün sona ermesinden gelen eseflenmeler, kederlenmeler ve günahlardan ve dünyevî mücazatlarından yani dünyaya ait cezalardan başka, aynı lezzet içinde o lezzetten daha fazla ağrılar, acılar, kederler getirdiğini aklı başında olan her genç deneyim ve sınamalarının sonucu olarak tasdik edip, kabul eder.

Allah’ın razı olmayacağı fiillerin tamamına gayr-ı meşrû deniliyor. Ve bu tür sevgilere de gayr-ı meşrû muhabbet deniliyor. Gayrimeşrû muhabbet ile ilgili Bediüzzaman Hz. şöyle demektedir:

“Gayr-ı meşrû bir muhabbetin neticesi merhametsiz azab çekmektir.”(9)

Ve “Zeval-i elem, lezzet olduğu gibi zeval-i lezzet dahi elemdir.”(10)

Bu konuya misal olarak harama karşı sakınmak kişiye biraz zorluk verir ama sonrası lezzettir. Aynı şekilde günahlarda da bir lezzet var ve daha sonrasında o günahların elemi ortaya çıkıyor.

“Mesela, haram sevmekte bir kıskançlık elemi ve firak elemi ve mukabele görmemek elemi gibi çok arızalar ile o cüz’î lezzet, zehirli bir bal hükmüne geçer.”

Bundan sonra da misal ile başa gelebilecek ârıza ve sıkıntıları belirtir, Müellif. Haram sevmekte öncelikle kıskançlık elemi vardır. Her iki tarafta da bu olur. Sonra ayrılık elemi olur. Ve en fazla kişiye elem veren durumlardan biri olan mukabele, yani karşılık görmemek elemi gibi çok noksanlıklar, eksiklikler ile o küçük lezzet, zehirli bir bal hükmüne geçer.

“Zehirli bir bal” tabiri çok güzel bir örnektir. Günahların tanımı bu örnek üzerinden yapıldığı gibi haram sevmekte aynı buna benzetilmiştir. Başta tat verir, ama daha sonradan karın ağrısı ortaya çıkar.

“Ve o gençliğin sû-i istimali ile gelen hastalıkla hastahanelere ve kalp ve ruhun gıdasızlık ve vazifesizliğinden neş’et eden sıkıntılarla meyhanelere, sefahethanelere veya mezaristana düşeceklerini bilmek istersen, git hastahanelerden ve hapishanelerden ve meyhanelerden ve kabristandan sor. Elbette ekseriyetle, gençlerin gençliğinin sû-i istimalinden ve taşkınlıklarından ve gayr-ı meşrû keyiflerin cezası olarak gelen tokatlardan eyvahlar ve ağlamalar ve esefler işiteceksin.”

Burada da gençliğini suistimalde, yani kötüye kullanmada başa gelebilecekler sayılıyor. Öncelikle gençliğini kötüye kullananlarda ortaya çıkanların hastalıkları nedeniyle hastanelere gideceği belirtiliyor. Taşkınlıklara neden olanların da hapishanelere gittiği bilinen bir durumdur. Kalp ve ruhun gıdasızlık ve vazifesizliğinden meydana gelen sıkıntılarla da ya meyhanelere, yani şarap ve içki içilen kötü yerlere gideceklerini ya da sefahethanelere, yani sonunu düşünmeden ahlâksız davranışların yapıldığı mâlum yerlere gittikleri de günümüzde görülmektedir mâlesef. Bunları saydıktan sonra son gidilecek yer de söylenir. Ölülerin gömüldüğü mezaristan. Bunlara inanmıyor iseniz bizzat gidin ve kendiniz tecrübe edin. Elbette çoğunlukla, gençlerin gençliğinin kötüye kullanılmasından ve taşkınlıklarından ve haram keyiflerinin cezası olarak gelen tokatlardan eyvahlar ve ağlamalar ve hüzünler, gamlar, pişmanlıklar işiteceksin.

“Eğer istikamet dairesinde gitse gençlik gençlik gayet şirin ve güzel bir nimet-i İlahiye ve tatlı ve kuvvetli bir vasıta-i hayrat olarak âhirette gayet parlak ve bâki bir gençlik netice vereceğini, başta Kur’ân olarak çok kat’î âyâtıyla bütün semavî kitaplar ve fermanlar haber verip müjde ediyorlar.”

Eğer insan doğruluk yolunda ilerlerse gençlik gayet şirin ve Cenâb-ı Hakk’ın bir lütfu ve ihsanı ve tatlı ve kuvvetli bir Allah’ın razı olacağı iyilikleri yapma aracı olarak âhirette gayet parlak ve sonsuz bir gençlik netice vereceğini, başta Kur’ân olarak çok kesin âyetleriyle Allah tarafından gönderilmiş vahiy olan bütün kitaplar, buyruklar, emirler ve fermanlar haber verip müjde ediyorlar.

Konuyla bağlantılı olarak Bediüzzaman Hz.nin Mesnevî-i Nuriye eserinde söyle bir tabiri geçmektedir:

“Âhirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fâni dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme.”(11)

Şimdi de Kur’ân-ı Kerîm’de geçen gençlik ve mükâfatlarıyla ilgili âyetlerden birkaç örnek verelim.

“Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlara bir kurtuluş, bahçeler, üzümler, kendileriyle bir yaşta göğüsleri çıkmış genç kızlar ve dolu dolu kadehler vardır.”(12)

Bu âyette verilecek mükâfatlardan bahsedilmiştir. Diğer bir âyet-i kerîmede ise;

“Çevrelerinde ölümsüzlüğe ulaşmış gençler dönüp, dolaşırlar.”(13) buyrulmuştur.

Ashab-ı Kehf’in kıssâ edildiği Kehf Sûresi’nde ise şöyle buyurulur:

“O gençler mağaraya sığındıkları zaman, demişlerdi ki: ‘Rabbimiz, katından bize bir rahmet ver ve işimizden bize doğruyu kolaylaştır.’ “(14)

Gençlikle ilgili diğer semavî kitaplarda da âyetler geçmektedir. Her ne kadar tahrif olunmuş olsalar da bazılarını misal olarak verelim:

“Ey delikanlı, gençliğinle sevin, bırak gençlik günlerinde yüreğin sevinç duysun!”(15)

“Genç erkeklere sağduyulu olmayı özendir.”(16)

“Genç insan yolunu nasıl temizler? Senin sözünü tutmakla.”(17)

“Kemiklerini dolduran gençlik ateşi, kendisiyle birlikte toprakta yatacak.”(18)

“Gençlik günahlarımı, isyanlarımı anımsa, sevgine göre anımsa beni, çünkü sen iyisin Ya Rabbi!”(19)

“Yiğidin elinde nasılsa oklar, öyledir gençlikte doğan çocuklar.”(20)

“Madem hakikat budur. Ve madem helal dairesi keyfe kâfidir. Ve madem haram dairesindeki bir saat lezzet, bazen bir sene ve on sene hapis cezasını çektirir. Elbette gençlik nimetine bir şükür olarak o tatlı nimeti iffette, istikamette sarf etmek lâzım ve elzemdir.”

Bu paragrafı üstteki paragraflarda gereği kadar izah ettik. Ama bu paragrafta geçen “şükür” ile ilgili birkaç noktaya değineceğiz.

Bediüzzaman Hz. şükür ile ilgili şöyle der:

“Şükrün envâı var. O nevilerin en câmii ve fihriste-i umumiyesi namazdır.”(21)

“Şükrün mikyası, kanaattir ve iktisattır ve rızadır ve memnuniyettir.”(22)

Bir başka yerde ise şükür şöyle tarif edilir:

“Kur’ân-ı Hakîm, nasıl ki şükrü netice-i hilkat gösteriyor; öyle de Kur’ân-ı Kebîr olan şu kâinat dahi gösteriyor ki, netice-i hilkat-ı âlemin en mühimmi şükürdür.”(23)

Şükür ile ilgili güzel bir lügât mânâsı da şudur:

 

 “(Şükür) Kalb ile dil ile sâir azâlarıyla (diğer uzuv ve organlarıyla) olur. Nimet verene muhabbet etmek ve itaat etmek de şükürdendir. Şükür eden her nimeti Allah’ın razı olduğu yere sarf eder. Şükür; Allah’ın kullarından iyi amellerine mükâfat veya mücâzat (karşılık) vermesidir.”24)

Dipnotlar:

(1) Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, s.363.
(2) Bediüzzaman Said Nursî, Şuâlar, s.190.
(3) age., s.325.
(4) age., s.647.
(5) Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, s.241.
(6) Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s.162.
(7) Bediüzzaman Said Nursî, Mektûbat, s.315.
(8) Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s.25.
(9) age., s.710.
(10) Bediüzzaman Said Nursî, s.58; Şuâlar, s.361.
(11) Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevî-i Nuriye, s.130.
(12) Kur’ân-ı Kerîm, Nebe’ Sûresi, 31. Âyet.
(13) Kur’ân-ı Kerîm, Vâkıa Sûresi, 17. Âyet.
(14) Kur’ân-ı Kerîm, Kehf Sûresi, 10. Âyet.
(15) İncil, Vaiz, 11.
(16) Tevrat, Titus, 2:6.
(17) Zebur, Mezmurlar, 119:9.
(18) İncil, Eyyüp:.20.
(19) Zebur, Mezmurlar, 25.
(20) Mezmurlar, 127.
(21) Bediüzzaman Said Nursî, Mektûbat, s.412.
(22) age., s.410.
(23) age., s.413.
(24) Lügât-ı Remzî, ilgili madde.

Abdulkadir ÇELEBİOĞLU

www.NurNet.org

Nasıl Bir Gençlik Lazım ?

Nasıl Bir Gençlik Lâzım ?

Bizler, Kur’ân’da Cenâb-ı Hakk’ın “Sizler, insanlar içindeki en hayırlı ümmetsiniz!..”(1) hitabına mazhar bir gençliğiz..

Bizler, Hz. Peygamber’in (A.S.M.) “Ey Âhirzaman Gençliği!..”(2) hitabına mâsadak bir gençliğiz..

Bizler, Bediüzzaman’ın “Mazi geçmiş.. Hâl mâlum.. Bize Nesl-i Cedid lâzım!..”(3) diye betimlediği “Nesl-i Cedid” yani yeni nesiliz..

Bizler, Mehmed Âkif’in “Asım’ın Nesli diyordum ya.. Nesilmiş gerçek.. İşte çiğnetmedi namusunu.. çiğnetmeyecek..”(4) dediği “Asım’ın Nesli”yiz..

Bizler, Necip Fazıl’ın “Bir Gençlik..  Bir Gençlik ki.. ‘Kim var?..’ denildiğinde, sağına ve soluna bakmadan ‘Ben varım!..’ diyebilen bir gençlik!..”(5) diye tavsîf ettiği, “Büyük Doğu” gençliğiyiz..

Bizler, Sezai Karakoç’un “Klişeci değil özcü, lafızcı değil anlamcı”(6) olarak değindiği ve “Dönüşsüz tövbenin eri” olan “Diriliş Gençliği”yiz..

Bizler, “Doğu’nun Yedinci Oğlu”(7) , “İslâm Âlemini Yüceltecek Taha”(8) olarak vasfedilen bir gençliğiz..

Bizler, “Nur tohumlarının çiçek açacağı”(9) , “cennet-âsâ bir bahar”ın hasret ve intizarı içinde bulunan bir gençliğiz..

Bizler, “Şahlanan bir îman dâvâsının erleri”(10) olmaya namzed bir gençliğiz..

Bizler, “Mahkemelerinde ‘Hâkimiyet Allah’ındır’ sözünün asılacağını bekleyen”(11) bir gençliğiz..

Bizler, “Hizmeti devam ettiren, faal, hareketli, kibir ve gururdan müstağni(*)”(12) olan “Genç Said”ler yetiştirecek bir neslin hasretinde olan bir gençliğiz..

Bizler, “Ey Şehid oğlu Şehid!.. İsteme benden makber.. Sana ağuşunu açmış duruyor, Peygamber..”(13) hitabına mazhar ve mâsadak bir gençliğiz..

Bizler, “Hulusi’ye(14) omuz omuza verecek belki geçecek”(15) olarak Bediüzzaman tarafından tavsif ve taltif edilen “Sarıklı Genç” olmaya namzed bir gençliğiz..

Bizler, “Ey bu vatan gençleri!. Frenkleri taklide çalışmayınız!..”(16) hitabının mazharı ve muhatabı olan bir “Vatan Gençliği”yiz..

Bizler, “Vatan Sevgisi Îmandandır..”(17) nidâ-i Peygamberî’ye muhatab ve teşvikkâr sözlere ittiba eden bir “Vatan Sevdalısı” gençliğiz..

Bizler, 300 yıldan ziyade(*) mağarada kalan “mağara arkadaşları” yani “Ashab-ı Kehf”(18)in, Âhirzaman’daki temsilcileri olmaya muntazır bir gençliğiz..

Bizler, Kur’ân’da “Allah onlardan razı, onlarda Allah’tan razı”(19) hitabının hakkını vermek için çaba gösteren “razı olunmuş” bir gençliğiz..

DİPNOTLAR

(1) Kur’ân-ı Kerîm’den

(2) Kütüb-ü Sitte’den

(3) Benzer ifadeler için bkz. Tarihçe-i Hayat

(4) Mehmed Âkif, Safahat

(5) Necip Fazıl, Gençliğe Hitab

(6) Sezai Karakoç, İnsanlığın Dirilişi

(7) Sezai Karakoç, Masal Şiiri

(8) Sezai Karakoç, Taha’nın Defteri

(9) Bediüzzaman, Mektubat

(10) Zübeyir Gündüzalp, Bir Dâvâ Adamının Notları

(11) Necip Fazıl Kısakürek

(12) Zübeyir Gündüzalp, Bir Dâvâ Adamının Notları

(*) müstağni: uzak duran, çekinen..

(13) Mehmed Âkif, Safahat

(14) Bediüzzaman’ın Muazzez ve Mualla talebelerinden ve ihlas örneği, Hacı İbrahim Hulusi Yahyagil Ağabey..

(15) Bediüzzaman, Mektubat

(16) Bediüzzaman, Lem’alar

(17) Hadis-i Şerif

(*) ziyade: fazla..

(18) Kur’ân-ı Kerîm, Kehf Sûresi

(19) Kur’ân-ı Kerîm

                              Abdülkadir ÇELEBİOĞLU

Gençlikte Hizmet Disiplini ve Adabı Almak

Gençlikte Hizmet Disiplini ve Adabı Almak

“insan, âdeta kâinatın bir misal-i musaggarı, şecere-i hilkatin bir semeresi ve şu âlemin bir çekirdeği gibi ki, enva’-ı âlemin ekser nümunelerini câmi’dir.” [1] bizler beşer olarak dünyaya geldik. Ve asıl vaziefemiz de imanımızı elden geldiği kadar muhkem tutmak ve salabetini sarsacak şeylerden uzak durmaktır. Bunun sebepleri Külliyat-ı Nuriyede uzun uzun zikredilmiştir müteferrik yerlerinde.

Hülaseten birkaç mebhası zikretmekte fayda olduğu kanaatindeyim. “Çünkü iman, insanı Sâni’-i Zülcelal’ine nisbet ediyor; iman, bir intisabdır.”[2] “İman nasıl ki bir nurdur, insanı ışıklandırıyor, üstünde yazılan bütün mektubat-ı Samedaniyeyi okutturuyor.”[3]  

“Eğer insan maddî ve manevî herbir uzvunu Allah’ın emrettiği yere sarfetmekle hamdin şubelerinden olan şükr-ü örfîyi îfa ve şeriata imtisal ederse, insanın cevherinde vedîa bırakılan o örneklerin herbirisi, kendi âlemine bir pencere olur. İnsan o pencereden, o âleme bakar. Ve oâleme tecelli eden sıfatla, o âlemden tezahür eden isme bir mir’at ve bir âyine olur. O vakit insan ruhuyla, cismiyle âlem-i şehadet ve âlem-i gayba bir hülâsa olur. Ve he

 

r iki âleme tecelli eden, insana da tecelli eder. İşte bu cihetle insan, sıfât-ı kemaliye-i İlahiyeye hem mazhar olur, hem müzhir olur.”[4]

“Hem dünyada gençliğe muhabbet, yani ibadette gençlik kuvvetini sarfetmenin neticesi: Dâr-ı saadette ebedî bir gençliktir.”[5]

 “İman, insanı insan eder. Belki insanı sultan eder. Öyle ise, insanın vazife-i asliyesi, iman ve duadır. Küfür, insanı gayet âciz bir canavar hayvan eder.”[6]

“Ehl-i imandan bütün gelenler, maziye gidenlere mağfiret dualarıyla ve hasenatlarını onların ruhlarına bağışlamalarıyla..”[7] bu kutlu yolda manevi yardım ve irtibat kıyamete dek bu surette devam edecek biiznillah. Ve bu sistem ile umumun sevap defteri açık tutulmakta. Burada ehemmiyetini arz etmek istediğim bir şey daha var. O da şudur ki, bu hizmette yenilere göre daha evvel bağdaş kurup eline kitap alıp istifade etmiş ve etmekte olan kimselerin vazifesidir. “Kim olursa olsun, mes’uliyet dairesi olanlar, muhitini tenvir ile mükelleftir.”[8]

Dikkat edilirse burada nazara verilen şey muhitini tenvir etmek vazifesidir. Yani önceden nurun şarabını içen kimseler yeni gelenlerin de bu şarab-ı nuriyeden içmeleri için ve onların da istifede etmeleri için elden geleni yapmaktır. Çünkü “lezzet-i hizmet-i imaniye”[9]yi zevk etmenin bir vesilesi budur. Hizmetin esasatı ile meşgul olmak ve hakaik-i imaniyeyi neşretmek adeta bir projektörlüktür, bir mumdarlıktır.

Hem kendisini aydınlatıyor hem de çevresini.. Ciddi manada hizmet adabını alan kimseler yenilerle beraber olarak onların daha kısa sürede terakki etmelerine vesile olabilirler. Yeniler istifade ederken, eskiler de hizmet-i imaniyede aktif oldukları için lezzet-i hizmet-i imaniyenin yeni yeni meyvelerini yiyebilirler. Hizmetin lezzeti ve mükafatı hizmet içinde derc edilmiştir. Bir odun düşünelim şimdi. Odun nedir? “Duman, ısı, ışık, kül” ün bütünleşmiş halidir adeta. Odun alev aldığında bu dört şey zahir olmaktadır. Odun alev almazsa bin sene de geçse, odun odun olarak kalacaktır. Ama alev almasıyla içindekiler ortaya çıkacaktır. Bu misal gibi eskiler ellerindeki sermaye-i Nuriye ve ömrüyeyi yenilerin inşası için kullanırsa hem kendileri faaliyetin lezzetini almış olacaklar hem de yeniler daha çabuk terakki etmesiyle ders müzakeresinde yeni, genç muhataplar daha  kısa sürede yerlerini alacaktır. Yeniler, eskilerden bu muaveneti görmezde tek kalırlarsa ya terakki etmeleri daha uzun süreyi kapsayacaktır.

Bu süreçte çok tökezleyecekler, hata yapacaklar veya zamanın çarkları arasında öğütülüp derakap kaybolacaklardır. Bu uzun süreci kendi gayretleriyle tamamlasalar bile gayr-ı ciddi, lakayd bir hizmet anlayışıyla hizmet edecekler. Şu anda hizmette ki lakaydlık, zannederim ki hizmet adabı ve iç disiplinini kuramamaktan kaynaklanmaktadır. Yani ahengini ritmini yakalayamamış kimselerin yönlendirmeleri veya ekseriyeti teşkil etmeleridir. Zatım itibariyle bunun eksikliği sebebiyle hayıflanıyorum.

Ciddi, disiplinli bir hizmet adabı ve eğitimi almış olsa idim daha latif ve arzu ettiğim gibi hizmet edebilirdim. Kur’an-ı Kerim bahrinden bir katre olan ve ahir zamanda Kur’an nurunun maşrapası olan Risale-i Nurdan ne kadar istifade edebilirsem o kadar kardır.

Yalnız istifade etmenin bir ayağı da başkalarına da istifade ettirmek gayretidir. Çünkü başkaları için de çaba sarf ederken bir yeri müzakere ederken “Allah Allah burası böylemi?” diye çok defa kendim hayret etmişimdir. Dikkat, tefekkür ve devamlı olarak okumak da insanın ihya ve inşasının temel şartlarındandır.

Şu gelecek olan cümle de bu meselenin hülasası niteliğindedir. “Şimdi en esaslı vazifemiz; bataklıktan kurtulmak isteyen ehl-i dinin, karanlıktan usanmış, gıdasız kalmış kalblerin yardımına koşmak, kendimizden başlayarak Nur’un dellâllığını yapmaktır.” [10] Kur’an Şakirdleri olan Nur Talebelerinin bu manevi hizmetleri ise manen çok müessirdir. Buna dair Hanımlar Rehberine atıfla bir mektupta diyor ki,“Madem Cenab-ı Hakk’ın güzel bir nimeti cihetinde sevmişsin; elbette onu ibadette sarfedersin, sefahette boğdurup öldürmezsin. Öyle ise o gençlikte kazandığın ibadetler, o fâni gençliğin bâki meyveleridir. Sen ihtiyarlandıkça, gençliğin iyilikleri olan bâki meyvelerini elde ettiğin halde, gençliğin zararlarından, taşkınlıklarından kurtulursun. Hem ihtiyarlıkta daha ziyade ibadete muvaffakıyet ve merhamet-i İlahiyeye daha ziyade liyakat kazandığını düşünürsün. Ehl-i gaflet gibi beş-on senelik bir gençlik lezzetine mukabil, elli senede “Eyvah gençliğim gitti” diye teessüf edip, gençliğe ağlamayacaksın.”[11]

“Evlerimizin birer Medrese-i Nuriye olduğunu şu mektubumuzla bildirmek vesilesi ile siz Hazret-i Üstadımıza diyoruz ki: Siz, müşriklerin ellerinden bizleri kurtardınız. Ellerimize birer nişane-i necat olarak iman vesikalarını verdiniz. Sizin hizmetinizle bizler, şu gençlik hevesatımızdan feragat edip Nurlara sarıldık. Değil topraklarımızda, bütün dünyada Nurlarımızla beraber zaferlerden zaferlere gideceğimize inanıyoruz. Bu zafer, Allah’a giden nurların zaferidir. Bu zafer, Asr-ı Saadet’te Peygamberimizin açtığı nurlu yolu takib edenlerin zaferidir. Bu zafer, imanlıların zaferidir. Galebe İslâmındır. Mağlubiyet ise, dünkü ve bugünkü dinsiz güruhlarındır. İmanlı gönülleri hiçbir kuvvet mağlub edemiyeceğine, bütün dünya şahid olmaktadır. Risale-i Nur’un iman hizmetindeki zaferi bunu bir kerre daha gösteriyor.”[12]

Gençlikte hizmet disiplini ve adabı almanın ehemmiyetine dair şurası çok ehemmiyetlidir. “Bir çocuk küçüklüğünde kuvvetli bir ders-i imanî alamazsa, sonra pek zor ve müşkil bir tarzda İslâmiyet ve imanın erkânlarını ruhuna alabilir.Âdeta gayr-ı müslim birisinin İslâmiyeti kabul etmek derecesinde zor oluyor, yabani düşer. Bilhâssa peder ve vâlidesini dindar görmezse ve yalnız dünyevî fenlerle zihni terbiye olsa, daha ziyade yabanilik verir.”[13]  Burayı meselemize tatbik edecek olursak karşımıza şöyle bir mülahaza çıkacaktır. Bir insan hizmet ile tanıştığı zaman kuvvetli bir ders-i iman ve adab almazsa, sonra pek zor ve müşkil bir tarzda hizmet-i nuriyeyi kalb ve ruhuna alıp bu davanın şuurlu ve basiretli bir neferi olabilir. Adeta bu davaya yabani düşer nemelazım diyebilir. Bilhassa kendisinden evvelkiler de lakayd ve disiplinsiz ise bütün bütün zarar eder ve bu hizmete de bilmeden zarar verecek hareketlere girer. Rabbim hizmet adabı ve disiplini kazanmayı hepimize nasip etsin ve bu yolu meşakkatli değil kolay eylesin.

Ramazan bayramınızı tebrikle beraber dua eder dua beklerim.

Muhammed Numan ÖZEL

Mehazler:

[1] Sözler ( 295 ) [2] Sözler ( 311 ) [3] Sözler ( 312 ) [4] İşarat-ül İ’caz ( 17 ) [5] Hanımlar Rehberi ( 104 ) / Sözler (648) [6] Sözler ( 315 ) [7] Şualar ( 376 ) [8] Tarihçe-i Hayat ( 29 ) [9] Barla Lahikası ( 261 ) [10] Tarihçe-i Hayat ( 623 ) [11] Hanımlar Rehberi ( 98 ) [12] Hanımlar Rehberi ( 148 – 149 ) [13] Emirdağ Lahikası-1 ( 41 )

Kaynak Linki: NurdanHaber

 

www.NurNet.Org

Gençlik ve İdeolojiler

Bir arkadaşım, kendi sınıfında satanistliğe merak salmış ve ne yazık ki belli bir süre etkisinde kalmış bir çocuk ile bir hocanın diyoloğunu anlatmıştı. Hocası çocuğa alay etme amaçlı “Siz şimdi gidip kedi filan mı kesiyorsunuz ne saçma” gibi bir söz söylemiş. Çocuğun da tam cevabı şöyle olmuş “Ne var yani sizde koyun, inek kesiyorsunuz.” Tabi mesele sadece bir şey kesmeye indirgendiğinde herkes bir şey kesiyor,

Günümüzde ibadetlerin altını dolduramıyoruz. Namaz ve oruç gibi ibadetler aslında kişiyi hayatta daha iyi birey yapması gerekirken ne yazık ki bu gerçekleşmiyor. Bir kişi yaptığı güzel bir ibadeti hayatının öbür alanlarına da yansıtmadığı zaman toplum nezdinde savunduğu değere bir darbe vuruyor.

Sonuçta namaz kılıyor fakat çok cimri, namaz kılıyor fakat çok asabi, oruç tutuyor fakat yalan söylüyor gibi yargılar oluşuyor toplumda. Bu da o kişinin çocukları veya tanıdıkları tarafından görüldüğünde demek ki savunduğu değerler önemli değil öyle olsa idi bunları yapamazdı gibi bir yargı oluşturuyor.

Gençler özellikle ailesinde bu tutumu gördüğü zaman İslami değerleri benimsemiyor. Ebeveynleri tarafından ibadetler sadece yüzeysel bir şekilde yapılmaya ve bir rutine dönüştürüldüğü takdirde gençler bunu benimsemiyor. Yapılan işlerde tekdüzelik sezen ve hayatın başka alanlarına yansımayan bu durumları gören gençler kendilerini başka düşünce ve topluluklara ait hissediyor.

Bunun yanında günümüzde gençler arasında yanlışta olsa farklı olsun algısı mevcut ne yazık ki. Bu algı sonucu yeni şeyler, başkalarının duymadığı ve farklı olan şeyler onlara güzel geliyor. Çevrelerinde %98 Müslüman olan bir ülkede bu genç bir satanist, bir komünist, bir feminist denmesi yada bu çocuk ne acayip giyiniyor denmesi hoşlarına gidiyor.

Okulda, parkta, dışarıda parmakla gösterilen bireyler oluyorlar. Kendi başlarına oturduklarında herkesten farklı düşünüyoruz, eşimiz benzerimiz yok fikri onları mutlu hissettiriyor. Kendilerini başkalarının düşünmediği gibi düşünen kişiler olduğunu bilmek onların hoşlarına gidiyor. Bir şeyin farklı olması onu orijinal, işlevsel veya doğru kılmıyor. İşte bunu anlayamıyorlar.

Bunun sonucu gençler kendilerini farklı ideolojilerin kapanlarında buluyor. Herhâlde bu farklı ideolojilere kapılan gençleri üçe ayırmak mümkün:

İlk grup gençler katıldığı ideolojinin ne olduğundan habersiz olanlar. Geçen senelerde her hafta doğuda ki bir ilçeden bir servise biniyordum. Giderken duvardaki pek çok aşk nağmelerinin yanında şöyle bir yazı yazıyordu. “Lanet olsun faşistim”. Muhtemelen gencin faşistliği bilmediğini varsayıyorum. Daha kötüsü genç Türkçe yazım kurallarını da bilmiyormuş ki “lanet olsun faşizm” yerine “lanet olsun faşistim” gibi bir ifade kullanmış.

İşte bu tür gençler kimi ideolojileri kabul ederken çok fazla düşünmüyorlar. Genel kabulleri ne ise ona göre hareket ediyorlar. Varsaydıkları düşünceyi doğru kabul ederek, karşı tarafı ise o düşüncenin basit deyimleri ile eleştirmeye kalkıyorlar. Kırk âlimi bir delille yenebilenler, bu tür cahil harekette bulunan gençleri kırk delille yenemiyor. Üstüne birde gençlik ateşi ile içleri korlandıkça korlanıyor. Yalnız yaşlanmaya başladıkça o ateş zamanla sönüyor ve yerini gerçekler alıyor. Bu kesim ancak o zaman ideolojilerinin pasif bir savunucusu olarak kalıyor ya da ailesinden gördüğü düzene geri dönüyor

İkinci grup ise keyfine geldiği için o topluluğa katılanlar. Bu gruptaki kişiler benimsediği ideolojiyi keyiflerini sürdürebilecekleri sürece kabul eden bireyler çünkü kabul ettikleri ideoloji onların zihniyetine ve yaşam tarzına göre en kolayı olan oluyor.

Bir genç olarak kendinizi tasavvur edin. En sevdiğiniz arkadaşlarınızın, abilerinizin veya ablalarınızın olduğu bir ortam, sohbetleri hoşunuza gidiyor. Her akşam toplandığınız güzel bir yere sahipsiniz. Kendinizi sevdiğiniz konuları tartışırken buluyorsunuz. Dünya için, insanlar için güzel şeyler yaptığınızı düşünüyorsunuz. Yalnız bir problem var. Takip ettiğiniz ideoloji yanlış. İçten içe bunu da hissediyorsunuz. Yalnız o güzel sohbetler, o güzel bildiğiniz sohbet arkadaşları, o güzel ortam. Hepsini terk etmeniz gerek. İşte bu kimse için kolay değil.

Keyfimize göre ideoloji takip etmek her zaman insanoğlunun meyillerinden biridir. Şöyle düşünelim. Oy verdiğiniz bir partiyi refah zamanı savunmak kolaydır. Peki, o partinin doğru bildiği bir politika için ailenizden biri ölse hala aynısını düşünür müsünüz? Mesela partiniz bir başka bir devlete haklı bir sebeple savaş açtı fakat bütün aileniz bu savaşta öldü. Hala partinizi savunur muydunuz? Ya da bu savaş kaybedilse? Belki beklenmeliydi diye düşünürdünüz. Her şeyi doğru yapmasına rağmen kişilerin yanlışları olduğunu savunurdunuz belki de. İşte aklımıza burada şu soru gelmeli. Yaptığımız şey keyif aldığımız için mi doğru yoksa yapmaktan nefret etsek bile yaptığımız şey doğru olabilir mi?

Son grupta ise ideolojilerinin bir mantığı olduğunu hissettiği için o akıma üye olanlar var.Bu tür kişiler genellikle savundukları ideolojinin en katı savunucularıdır. Zor günde kolay günde her zaman ideolojilerini savunur. İdeolojileri hakkında yüzlerce kitap okur. Konferanslar düzenlerler. Teşkilatlarının önemli pozisyonlarında da bu kişiler vardır. Bu kişiler ideolojilerini haklı görürler. İdeolojileri toplum eşitliği getirecek, mutluluğu ve düzeni sağlayacaktır.

Hiçbir akım dünyayı yıkmak amaçlı ortaya çıkmamıştır. Hitler Nazizm düşüncesini hayata geçirirken ve milyonları katlederken eminim kafasında kötü bir şey yaptığını düşünmüyordu. Hatta kendisini bir kahraman gibi görüyordu. Onu takip eden milyonlarca Alman da. Dünyayı düzelteceklerdi. Amerika hala attığı atom bombası için özür dilemiyor. Sorulduğu zaman yüz binlerce sivili öldürdüğü için hala haklı sebepleri olduğunu söylerler. Hiçbir düşünce onu gerçekleştirenler gözünde kötü olarak gözükmez.

Anarşizm ele alalım örneğin. Bizim için anarşizm yıkım, yok oluş her türlü düzene karşı bir başkaldırış olarak gözükür. Peki,anarşistler için böyle mi? Anarşizm düşüncesi ortaya çıkışı şu şekil gelişmiştir. Anarşistler doğaya baktıkları zaman ekosistemi görmüşler. Ekosistemde yaşayan canlıları gözlemlemişlerdir. Hiçbir kural olmamasına rağmen bütün canlıların uyum içinde yaşadığını ve ortada hiçbir problem olmadığını fark etmişler. Bunun sonucu insanlar içinde kurallar olmaması gerektiğini savunurlar. Aslında insanlar otorite olmadan serbest bırakılırsa hayvanlar gibi toplumsal düzenlerini sağlayabilir. Ne kadar mantıklı değil mi? Tabi eğer bir ilaha inanmıyorsanız.

Biz Müslümanlar açısında düşündüğümüzde Rabbimizin her şeyi düzenlediğini ve bütün canlılar âlemine bir amaç verdiğini, kimi kurallar çerçevesinde doğayı düzenlediğine iman ediyoruz. Biz insanların kurallarının da kutsal kitaplar ve peygamberler tarafından iletildiğine inanıyoruz. İşte böyle bir çıkış noktamız olduğu için anarşistlerin ulaştığı sonuçla bizim ulaştığımız sonuç çok farklı oluyor. Onlarda genelin iyiliğini savunmasına rağmen uygulamaya geldiğinde anarşizm bir kaos ortaya çıkarıyor.

Sonuç olarak Müslümanlar eylemlerini hayatlarına bir ahlak numunesi olarak her alanda yaymadıkları ve İslamı her anlamda derinlemesine gençlere anlatmadığı sürece gençler kendilerine mantıklı buldukları fakat hayatta sıkıntılı sonuçlara sebep veren ideolojiler peşinde yanlış bir ömür harcayacaklar. Bu noktada biz dinimizi ihlas ile ve her türlü yönüyle anlatıp doğru bir şekilde yaşamadığımız sürece ortada bir boşluk bırakacağız. Bu boşluğu da her türlü yanlış ideoloji ve akım doldurmaya devam edecek.

Ziyaeddin Halid İpek – cocukaile.net

Yalnızlık Öyle Bir Dert ki…

Bir Adem Diyor ki…

Yalnızlık öyle bir dert ki kendinizi boş hayallere bağlanırken buluyorsunuz. Hiç gerçekleşmeyeceğine inandığınız şeyler, belki hiç gerçekleşmeyecek şeyler. Değersiz şeyler üzerine büyük anlamlar yüklüyorsunuz.

Hiçbir şey zevk vermiyor. Yemek yiyorsunuz ama sanki doymuyorsunuz. Su içiyorsunuz ama sanki susuzluğunuz dinmiyor. Uyuyorsunuz ama dinlenmiş hissetmiyorsunuz. 80 yaşındaki insanları 20 yaşında anlamak. İşte yalnızlık böyle bir şey.

Hiçbir şey düzelmeyecek. Hiçbir şey yoluna girmeyecek gibi düşünüyorsunuz. Kendinizi değersizleştiriyor, başkalarını kutsuyorsunuz. Başkalarının yaptıkları hep güzel geliyor size. Özeniyorsunuz. Sizin yaptıklarınız ise hep kötü geliyor. Sanki hiçbir şeyi becerememiş gibi hissediyorsunuz.

En kötü yalnızlık biçimi kitleler arasında yalnızlık. Belki dağda yalnız biri iç dinamiklerini anlayabilir. Kendini düşüncelere verebilir. Kendini tanıyabilir ama kalabalıklar içinde yalnızlık buna da imkan vermiyor. Ne yardan ne serden. Konuştuğunuz ve sizi anlamayan her insan sanki deniz suyu etkisi yapıyor. Konuştukça daha çok konuşma isteğiniz ortaya çıkıyor. Sanki kalbinizde hiç dolmayan bir kap.

İnsan gençken yalnız kalınca, anlıyor ki aslında ne para, ne makam, ne başka bir şey. Hiç biri hayırlı ve mutlu bir yuvanın yerini tutmuyor. Kişinin de aradığı aslında bu değil mi? Yanında huzurlu hissedebileceği birisi. Sarılabileceğiniz, kavuşmayı beklediğiniz birisi. Kim zengin ve ömrü boyunca yalnız olmak ister ki?

Bunları uzun süre yalnız kalan biri olarak yazıyorum. Kısa süreli yalnızlıklar insanın kendini sorgulayıp hatalarını düzeltmesine vesile olurken çok uzun süreli yalnızlıklar zamanla gelen uyuşma, hiçbir şey yapmama isteği ve derin sıkıntılara sebep verebiliyor.

Eğer bu yazıyı okuyan ve dini hassasiyeti olan gençler varsa şunu 30-35 yaşında anlayacağına şimdi anlasın: İyi bir iş, iyi bir kariyer, iyi bir yerden mezun olmak için annenizi ve babanızı bir tarafa atmayın ve sakın evliliği geciktirmeyin. Çok iyi bir arabanız, çok güzel bir eviniz olduktan sonra şunu anlarsınız ki bunlar sizin hayatınızdaki boşlukları dolduracak şeyler değil. Bunlar size iyi bir evlilik sunacak ve sizi evlilikte mutlu edecek şeyler de değil. Aynı zamanda zannetmeyin ki kırdığınız veya ihmal ettiğiniz anne ve babanızın kalbi alacağınız hediyelerle veya gecikmiş ilginiz ile düzelsin. Lütfen kendinizi yalnızlaştırmayın!

Ademler & Havvalar

cocukaile.net