Etiket arşivi: gençlik

Bediüzzaman’ın penceresinden “Gençlik çağı ve cazibedar fitne ”

Hayat ağacı gittikçe büyümeye devam ederek çocukluktan sonra gençlik çağına ulaşır. Gençlik üzerinde, herkes tarafından kabul edilen bir gençlik tanımı ve yaşı yoktur. Genel olarak 15- 30 veya 15-35 yaş aralığı kabul ediliyor.

2014 yılında 77 milyon 695 bin 904 kişi olarak belirlenen Türkiye nüfusunun 12 milyon 782 bin 381 kişisi,  15-24 yaş grubundaki gençlerden oluşmaktaydı. Bugün daha da artmış bulunuyor.

16-19 yaş dönemine ”keşif çağı”, 20-24 yaş dönemine “deneyim çağı” ve 25-35 yaş dönemine ise “altın çağ” diyenler de oluyor.25 yaş yetişkinliğe gelindiğini, 30 yaş ise birçokları için karakterin oturduğu yaştır. 40 yaş ise gençliğin tam olgunluk yaşıdır. Dünya nüfusunun üçte bir gençlerden meydana gelmiştir.

*Ve keza, o Zatın (a.s.m.) dört yaşından kırk yaşına kadar geçirmiş olduğu gençlik devresinde (İ.İCAZ)

*Nev-i insanın üçten birisini teşkil eden gençler, (11.ŞUA, 8.Mesele)

Bediüzzaman gençliği “zarif ve güzel bir gül çiçeğine” benzetir. Ergenlik dönemi de bu zaman aralığında yaşanır. İnsanlar, hayvanların aksine 15 yaşında ancak fayda ve zararı anlayabilecek yaşa gelirler. İslam dininde de bu yaş mükellefiyet yaşıdır. Bu yaşta bazı gençler hayata atılıp mücadeleye başlarken büyük çoğunluk da eğitim görmektedir. İster çalışan gençlik olsun isterse eğitim gören gençlik, ikisi de bu çağı dikkatli geçirmek zorundadır. Kötü arkadaşlar onları bekleyen en büyük tehlikedir.

“Evet, cesedin genç iken lâtif, zarif ve güzel gül çiçeğine benzerse de, ihtiyarlığında kuru ve uyuşmuş kış çiçeğine benzer ve tahavvül eder. (M. NURİYE)

İstanbul boğazını geçmek isteyen gemiler, fırtınalı havalarda kılavuz kaptan alarak yollarına kazasız belasız devam ederler. Peki, bu vücut gemisinin kaptanı olan gençlerin hayat yolculuğunda tehlikelere karşı, gemiye yara aldırmadan, onu batırmadan yoluna devam etmeleri için bir kılavuza ihtiyaçları yok mudur?

Bediüzzaman bu nedenle gençliği önemser, onlarla görüşerek konuşur ve onlara kılavuz olacak öğütlerini  “Gençlik Rehberi” isimli kitapta toplar. Ve bu olayı şu şekilde anlatır:

“Câzibedâr bir fitne içinde bulunan ve daha aklını kaybetmeyen bazı gençlerle bir muhâveredir. Bir kısım gençler tarafından şimdiki aldatıcı ve câzibedâr lehviyât ve hevesâtın hücumları karşısında, “Âhiretimizi ne sûretle kurtaracağız?” diye Risâle-i Nûr’dan meded istediler. Ben de Risâle-i Nûr’un şahs-ı ma‘nevîsi nâmına onlara dedim ki:”

Bir çocuğun yetiştirilmesinde anne babaları belki de en çok zorlayan, fiziksel özelliklerin belirginleştiği, beğenilmek duygusunun öne çıktığı bir dönemdir. Kişilik gelişmesindeki en önemli dönemeçler buradadır. Aile dışındaki çevrenin etkisinin daha çok olduğu bir süreç başlamıştır artık. Otoriteyle ya da ebeveynle inatlaşma, sürekli hayır deme, kendi fikrini belirtme adına sürekli karşı gelme durumuyla sıkça karşılaşılır.

Nefsi isteklerin, cinsellik duygusunun, heyecanlı ve atak oluşun tavan yaptığı bir dönemdir. Akıldan çok duyguların ve arkadaşların etkisinde kalınır. Ailenin çok dikkat etmesi gerekir, her türlü zevki tatmak uğruna sefahat, içki, kumar ve uyuşturucu gibi kötü alışkanlıkların ve çağımızın bir hastalığı olan sosyal medya ve internet bağımlılığının kazanıldığı bir yaştır. Bu asrın “cazibedar fitneleri” bunlardır. Anlayış, ilgi ve kendisine destek olan anne baba yardımıyla bu çağ kolay atlatılabilir. Evde sınırsız internet bağlantısı olması, tatil dönemlerindeki aşırı internet kullanımı, sosyal paylaşım ve eğlence amaçlı internet kullanımının bağımlılık riskini artırır.

Aile, anne ve baba olarak çocuklarına zaman ayırmalı, akşam yemeklerini mutlaka birlikte yemelidir. Bilim insanları her akşam aynı masaya oturup birlikte yemek yemenin, o masanın etrafında toplanmanın kötü alışkanlıklara meyilli çocuklarda suçluluğu ve madde kullanımı isteğini azalttığını tespit etmişler. Bu konuya çok önem vermek gerekiyor, yoksa çocukların asrın cazibedar fitnelerine yakalanması çok kolay olacaktır.

Gelenek, görenek ve değerlerimizi, aile birliğini kaybetmemiz yüzünden çocuklarımız birtakım yalnızlıklara, sıkıntılara düşüyor. Okul öncesinden başlayarak önlem almak gerekiyor. Her şeyi öğretmene veya devlete bırakmak da doğru değil. Ailenin çocuklarına sahiplenmesi olmadan polisiye önlemlerle bu sorunu çözmek mümkün değildir.  

*Hem hevesât-ı nefsâniyenin heyecanlı zamanı ve hararet-i gariziyenin galeyanlı hengâmı ve ihtirâsât-ı dünyeviyenin feveranlı vakti olan gençlik ve şebabiyet ise, (MEKTUBAT, 23. Mektup)

*Evet, gençlik damarı akıldan ziyâde hissiyâtı dinler. His ve heves ise kördür, âkıbeti görmez; bir dirhem hazır lezzeti, ileride bir batman lezzete tercih eder; bir dakika intikam lezzeti ile katleder, seksen bin saat hapis elemlerini çeker; ve bir saat sefâhet keyfiyle, bir nâmus meselesinde, binler gün hem hapsin, hem düşmanın endişesinden sıkıntılarla ömrünün saadeti mahvolur.(SÖZLER, 13.Söz)

*gençler, hevesatları galeyanda, hissiyata mağlûp, cüretkâr akıllarını her vakit başına almayan o gençler, (11.ŞUA, 8.Mesele)

Çocuklar aslında ilk başta her şeyi ilgi görmek adına yaparlar. İlgi görmek için yaptıkları bazı davranışlar görmezden gelinirse bu defa ikinci aşamaya geçerler ve güç gösterisinde bulunurlar. O da görmezden gelindiği takdirde intikam alma duygusuyla yaklaşmaya başlarlar. Bu artık karşıt gelme bozukluğunun kaçınılmaz olduğunu gösterir. Bu dönem evebeynler tarafından çok iyi yönetilmelidir.

Bir insanın İslam dininin emir ve yasaklarına uyma yaşı 15 yaşta başlar ölünceye kadar da devam eder. Gençlik çağı bütün istek ve arzuların en hararetli zamanıdır. Bu devir çok tepkisel bir devirdir. Bu çağı İslam’ın emir ve yasaklarına göre yaşamak büyük bir azim ister.

*İnsan ise bir iki senede ancak ayağa kalkar, on beş senede ancak menfaat ve zararı farkeder.(MEKTUBAT, 26.Mektup)

*Sinn-i mükellefiyet on beş sene kabul ediliyor. (MEKTUBAT, 23. Mektup)

Bu dönem İslamiyet’in emir ve yasakları doğrultusunda yaşansa gençlik huzur ve mutluluk içinde geçer. Akıl ve kalp bu yolda kullanılsa, ibadet ve hayır işleriyle uğraşılsa ebedi hayatı kazanma yolunda çok önemli adımlar atılmış olur. İffet ve takva içinde istikametli ilerlenir, taşkınlıklardan uzak durulur. Hem dünya hayatı kurtulur hem de ahiret. Aksine bir yaşam sürülse hem dünya hayatı gam ve keder içinde geçecektir hem de ebedi hayatı. Artık tercih kendisinindir.

*gençlik, eğer ehl-i kalb, ehl-i huzur ve aklı başında ve kalbi yerinde bulunan mü’minlerde olsa, ibadete ve hayrâta ve ticaret-i uhreviyeye sarf edilse, en kuvvetli bir vesile-i ticaret ve güzel ve şirin bir vasıta-i hayrattır. Ve o gençlik, vazife-i diniyesini bilip sû-i istimal etmeyenlere, kıymettar, zevkli bir nimet-i İlâhiyedir. Eğer istikamet, iffet, takvâ beraber olmazsa, çok tehlikeleri var; taşkınlıklarıyla saadet-i ebediyesini ve hayat-ı uhreviyesini zedeler. Belki hayat-ı dünyeviyesini de berbat eder. Belki bir iki sene gençlik zevkine bedel, ihtiyarlıkta çok seneler gam ve keder çeker.(LEMALAR, 26.Lema)

*gençler, âhiret imanını kaybetseler ve Cehennem azabını tahattur etmezlerse, hayat-ı içtimaiyede, ehl-i namusun malı ve ırzı ve zayıf ve ihtiyarların rahatı ve haysiyeti tehlikede kalır. 

Bazı, bir dakika lezzeti için bir mes’ut hanenin saadetini mahveder ve bu gibi, hapiste dört beş sene azap çeker, canavar bir hayvan hükmüne geçer. (11.ŞUA, 8.Mesele)

*Eğer iman-ı âhiret onun imdadına gelse, çabuk aklını başına alır.Gerçi hükümet hafiyeleri beni görmüyorlar ve ben onlardan saklanabilirim. Fakat Cehennem gibi bir zindanı bulunan bir Padişah-ı Zülcelâlin melâikeleri beni görüyorlar ve fenalıklarımı kaydediyorlar. Ben başıboş değilim ve vazifedar bir yolcuyum. Ben de onlar gibi ihtiyar ve zayıf olacağım” diye, birden, zulmen tecavüz etmek istediği adamlara karşı bir şefkat, bir hürmet hissetmeye başlar. (11.ŞUA, 8.Mesele)

Bir hadis-i şerif şöyle der:

*Gençlerinizin hayırlısı ihtiyarlarınıza benzemeye çalışanlar; ihtiyarlarınızın kötüsü de gençlerinize benzemeye çalışanlardır. (MEKTUBAT, 23. Mektup)

*İşte ey hayat-ı dünyeviyenin zevkine mübtela ve endişe-i istikbal ile istikbalini ve hayatını temin için çabalayan bîçareler! Dünyanın lezzetini, zevkini, saadetini, rahatını isterseniz; meşrû dairedeki keyfe iktifa ediniz. O, keyfinize kâfidir. Haricinde ve gayr-ı meşrû dairedeki bir lezzetin içinde bin elem olduğunu sâbık beyanatta elbette anladınız. Eğer mazi, yani geçmiş zamanın hâdisatını, sinema ile halihazırda gösterdikleri gibi; istikbaldeki ahval dahi, meselâ elli sene sonraki halleri bir sinema ile gösterilse idi, ehl-i sefahet şimdiki güldüklerine yüzbinlerce nefrin ve nefret edip ağlayacaktılar. Dünya ve âhirette ebedî ve daimî süruru isteyen, îman dairesindeki terbiye-i Muhammediyeyi (A.S.M.) kendine rehber etmek gerektir. (SÖZLER, 13.Söz)

*Sizdeki gençlik katiyen gidecek. Eğer siz daire-i meşrûada kalmazsanız, o gençlik zâyi olup başınıza hem dünyada, hem kabirde, hem âhirette kendi lezzetinden çok ziyâde belâlar ve elemler getirecek. Eğer terbiye-i İslâmiye ile, o gençlik nimetine karşı bir şükür olarak, iffet ve nâmusluluk ve tâatte sarf etseniz, o gençlik mânen bâkî kalacak ve ebedî bir gençlik kazanmasına sebep olacak. (SÖZLER, 13.Söz)

*Elhâsıl: Gençlik gidecek. Sefâhette gitmiş ise, hem dünyada, hem âhirette binler belâ ve elemler netice verdiğini ve öyle gençler ekseriyetle sû-i istimâl ile, israfât ile gelen evhamlı hastalıkla hastahânelere ve taşkınlıklarıyla hapishânelere veya sefâlethânelere ve mânevî elemlerden gelen sıkıntılarla meyhânelere düşeceklerini anlamak isterseniz, hastahânelerden ve hapishânelerden ve kabristanlardan sorunuz. Elbette hastahânelerin ekseriyetle lisân-ı halinden, gençlik sâikasıyla israfât ve sû-i istimâlden gelen hastalıktan enînler, eyvahlar işittiğiniz gibi, hapishânelerden dahi, ekseriyetle gençliğin taşkınlık sâikasıyla gayr-i meşrû dairedeki harekâtın tokatlarını yiyen bedbaht gençlerin teessüflerini işiteceksiniz. Ve kabristanda ve mütemâdiyen oraya girenler için kapıları açılıp kapanan o âlem-i berzahta, ehl-i keşfe’l-kuburun müşâhedâtıyla ve bütün ehl-i hakikatin tasdikiyle ve şehâdetiyle, ekser azablar gençlik sû-i istimâlâtının neticesi olduğunu bileceksiniz. (SÖZLER, 13.Söz)

Selçuk Eskiçubuk

Gençliğimin Telaşeleri

Akşam oldu.. Gün yavaş yavaş çekildi pencerelerden.. Adettendir, şimdi kalkıp çekmeli perdeleri, “bir can var” niyetine ışık yakmalı..

Akşam..

İçimde hala gençliğimin telaşeleri, kulaklarımda çocuk sesleri..

Nerden bilecektim oysa anne olunca bir kadın, gözlerinden telaşenin bir daha hiç eksilmeyeceğini..

Akşam..

Durgun su misali bekleyişlerim.. Bir kapı tıkırtısı, bir telefon çalışı, tahta merdivende bir ayak gıcırtısı, yanı başımda bir çocuk cıvıltısı..

Ama işte arka bahçedeki ayva çiçek açmış, balkona yuva yapan güvercin iki yumurta bırakmış, şu ayağı kırık kedi vardı ya, yavaş yavaş adımlıyor şimdi..

Bakalım bu sene bahar erken gelecek gibi..

Vakti geldi, Hüseyinimin toprağına bolca nergis ekmeli.. İyi ki o bari kaldı anacığının yanında.. Bir de can yoldaşım.. Rahmetli, “Haticem, aman fidelerin can suyunu besmeleyle vermeyi unutma” diye tembih ederdi..

Ayşemle Ahmedim de gurbet ellerde kayboldu gitti.. Ondan beri bilirim, takvimde yaz tatilinin nerede başlayıp nerede bittiğini..

Akşam oldu..

Ömrümün kıyısında ölümün sessizliği.. Gözlerimde sönmeye yüz tutan telaşelerim.. Toprağı özleyişim.. Keşke’lerim,

Kadifemsi tenleri, minicik elleri, reyhan kokuları, cennetlerim.. Ah bilsem bekler miydim böyle çarçabuk büyümelerini..

Ummu Reyhane

muslumananneler.net

Terör (PKK veya DAEŞ) Belasına Bulaşan Gençlere Çok Önemli Hatırlatma!

Sevgili gençler! Sizi tanıyorum.

Biliyorum. Sizinle benzeşen ortamlarda büyüdük. İyi niyetli, alın terine değer veren, mert, cesur, dindar, sevgi gösterene sevgi gösteren, vicdanlı, aileye, Rabbine, namusuna, camiye, Kuran’a, peygamberine, değer veren insanlar olduğunuzu biliyorum. Böyle olmanız gerekmiyor mu?

Küçükken; Kuran kursuna, camiye, medreseye gider. Kuran öğrenirdiniz. Ufak tefek günahlar dışında günahtan kaçınırdınız. Haram paraya tenezzül etmez, dostluğa, bir kahveye, bir selama çok değer verirdiniz.

Sizin için Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) ebedi önderdi, özlenecek insandı. Namaz için camiye giderdiniz. Tam olmasa da namazınızı kılardınız.

Tasavvufa ilgi duyardınız. Kuran’ı Kerim sizin için hayat iksiri idi. Şu anda da biliyorum böylesiniz. Büyük çoğunluğunuz böyle. Yoldan savrulmuşlar hariç.

Ama sonra ne oldu ki; birdenbire, dini değerler yerine size yabancı olan bazı düşüncelerin aranızda yayılması için ortam oluşturuldu.

Benim bildiğim, sizin için din; dilden, mezhepten, meşrepten, ekmekten, tuzdan önce geliyordu. Çoğunuz için hâlâ öyle.

Sizin; mühendis, mimar, vali, devlet başkanı, doktor, işadamı, bilim adamı, belediye başkanı, milletvekili, din alimi olmanızı isterdik. Kavgasız, kansız, gürültüsüz, kucaklaşarak, konuşarak dertlerinizi anlatmanızı isterdik.

Beraberce, birbirinize yumruk sıkmadan, ayrı-gayriye, farklılığa alışarak, vicdan besleyerek beraber yaşamanıza ne engeldir.

Gençler! Sizler ihanetten, gadirden, zulümden, zalimden, haksızdan yana olmazsınız. Olmamalısınız. Arkadan vurmazsınız. Kutsala düşman olmazsınız.

Din adına insan öldürmezsiniz.

Irk adına insan öldürmezsiniz. Dininizi terk etmezsiniz.

Gelin beraberce hassasiyetlerinize bakalım. Hatırlayalım beraberce.

1 – Siz Müslümansınız. Sizin bir dininiz var. Laf olsun diye değil, yaşansın diye bu dine girdiniz. Rabbiniz sizin sahibinizdir. Yaratıcınızdır. O ne istiyorsa onu yapmalısınız. Neden sakındırıyorsa sakınmalısınız. Dinin eveti evetiniz olmalı. Dinin hayırı hayırınız olmalı. İman bu. Allah’a inanacağım, ama kendime göre bir helal- haram kuracağım diyemezsiniz. Bu Allah’a din öğretmektir. Bu şirktir.

2 – Yarın herkes yok olduğunda, Rabbinizle baş başa kalacaksınız.

3 – Hz. Muhammed (s.a.v.) sizin yol göstericinizdir. Siz veya biz veya başkası Hz. Muhammed’in (s.a.v.) yerine başkasını koymaya çalışırsa ebediyen İslam’la ilişkisini keser.

Mürted olur. Yani dinden çıkar.

4 – Kur’an-ı Kerim sizin baş tacınızdır. Öyle olmalıdır. Dininiz İslam ise, bu böyle.

5 – Sevgiden, birlik ve beraberlikten, kardeşlikten yana olmalısınız.

6 – Selahaddin-i Eyyubi, Fatih Sultan Mehmet, Mevlana, Said Nursi ve benzer binlerce önderiniz var. Sizin hayalinizi bu insanlar süslemeli.

7 – Etrafınızda irtidat etmiş, dinden vazgeçmiş insanlar olabilir. Sizin onlarla ne işiniz olabilir.

8 – Kendinizi; ilminiz, çalışkanlığınız, bilginiz, başarınız ile ispat ediniz. Siz bunları becerecek haldesiniz.

9 – Bilin ki öldüğünüz gün; dünyadaki sloganlar, arzular, düşünceler, davalar, kahramanlıklar, dostlar, düşmanlar hepsi yok olacak. Siz orada ALLAH ile baş başa olacaksınız. Orada çetin hesaba çekileceksiniz. Derdiniz Allah ise kurtaracaksınız. Derdiniz başka bir şey ise kaybedeceksiniz. Ne ırkınız, ne diliniz, ne mezhebiniz, ne babanız, ne anneniz, ne alkışlar, ne övgüler, ne yergiler, hiçbirinin size faydasız olmayacak… Hiçbirinin. Mezarlar açılsaydı ve ölenler konuşabilseydi, bugün buraya ne yazdımsa, ölüleriniz de size aynen onu diyeceklerdi.

10 – Bu ülke azizdir. Babalarınız, dedeleriniz burada büyüdü. Yaşadı. Bu ülke, dünyadaki bütün mazlumların limanıdır. Bakın Suriyelilere, buraya sığındılar.

Iraklılar, Kürtler, Ezidiler, Yahudiler, Türkmenler… Hepsi baskıya uğradıklarında buraya sığındılar. Ve biz onlara; dillerine, dinlerine, ırklarına bakmadan gönlümüzü açtık. Bu ülke kaybederse hepiniz kaybedersiniz. Hepimiz kaybederiz.

Var olamazsınız. Var olsanız da payanda olursunuz.

11 – Suriye’yi, Irak’ı, Yemen’i, Afganistan’ı, üzüntü ve dehşetle görüyoruz. Gençler: Bu ülkelerin de sizin gibi gençleri vardı. İdealleri vardı.

Aileleri vardı… Endişeleri… Şimdi çoğu toprakta. Çoğunun mezarı bile yok. Kefeni bile!

Gençler; ülkemizin böyle olmasından ürkmüyor musunuz?

12 – Anneleri ağlatmayın. Öldürdüğünüzde de: öldüğünüzde de anneler ağlıyor. Ya sizin anneniz, veya başka anneler..

13 – Sosyal medyadaki bu düşmanlık, üslup, nefret, kin nedendir? Nefret ettiğinizin cesedi önünüze konsa, içiniz rahatlayacak mı? Diyelim ki rahatladı.

Siz dünyada ebedi mi kalacaksınız.

Kazık mı çakacaksınız dünyaya. Yarın da siz onun gittiği yere gideceksiniz.

14 – Hz. Yusuf gibi olmak varken, Nemrut gibi olmak niye?

15 – Kimden etkileniyorsunuz? Kim sizin akıl önderiniz. Sizin önderleriniz ahiretinizde sizden neyi sakındıracak. Hiç bu hesabı yapıyor musunuz?

Bırakın sizi, kendilerine faydaları olacak mı?

16 – Hiç mi Allah’ın hesabını yapmıyorsunuz?

17 – Yüce Allah, Hz. Peygamber, Kuran, ezan, bayrak, ülke, insan, özgürlük hepimizin, hepinizin ortak değerleri değil mi? Bunlardan hangisinden rahatsızsınız.

Şehit cenazeleri, annelerin feryatları, genç insanların ölümü kime yarıyor.

Bu ülkede artık doğu- batı, kuzeygüney var mı? Bütün diller, ırklar, meşrepler, aileler birbirleriyle sarmaş dolaş olmuş değiller mi?

Dünya kan gölü halinde. Ülkeler yıkılıyor. Haritalar değişiyor. Bütün bunları görmüyor musunuz gençler!

Sizin ellerinize kalem, dosya, defter, cetvel , steteskop yakışır. Silah, tetik, el bombası değil.

Gençler! Gelin. Allah’la yar olun.

Hz. Muhammed (s.a.v.) ile yoldaş olun. İslam’a, sevgiye, kardeşliğe çağıran birer dil olun. Gözyaşını silen birer el olun. Bu yolun dışındaki bütün yollar hüsrandır.

Sevgi, dostluk, barış, kardeşlik, tevazu, merhamet kasırgası estirmek zorundayız. Bu günlerdeyiz. Zor günlerdeyiz .Birbirimize muhtaç olduğumuz günlerdeyiz. Sizi birbirinize düşman edenler, bilin ki sizin de ecdadınızın da, geleceğinizin de düşmanlarıdır.

Gençler. Lütfen; Bu yazdıklarımı, politikadan, siyasetten, önyargılardan, düşmanlıklardan, kinden ve nefretten uzak durarak değerlendirin. Birer insan olarak, vicdan sahibi olarak, ülkeyi sevenler olarak, geleceğinizi sevenler olarak değerlendirin. (Bu yazıyı pazartesi günü tasarlayıp yazdım. Bir yıldan beridir bu noktaya dikkat çekiyorum. Geçen haftaki yazımda da gençlere dikkat çektim.

Gençlere eğilmek zorundayız. Gençleri yanlış ellere teslim ediyoruz. Onlara yönelmeli ve onların vicdan ile hassasiyetlerini çalanlara fırsat vermemeliyiz.

Yazımın dün medyada yer alan, gençlerle ilgili hassasiyetlerle aynı tarihe rast gelmesi de ayrı bir tevafuk oldu.

Çarşamba günü hayatını kaybeden 8 asker şehidimize de rabbimden ebedi rahmet dilerim.)

***

Müslüman o kimsedir ki…

Güzel huyludur… Kıyamet günü sevaplar tartılırken, müminin terazisinde olan şey, güzel ahlaktır.

İnsanı cennete götürecek iki şey vardır.

Allah’a karşı gelmekten sakınmak.

Güzel huy. Namazınız, orucunuz, haccınız olmasına rağmen size fayda sağlamamıştır demektir.

Yumuşak huyludur… Yüce Allah sevdiği kuluna yumuşak huy nasip eder. “İnsanlara sert davranan kişide hayır yoktur” diyor Hz. Peygamber (s.a.v.).
İnsanlara iyi davranın, yumuşak muamele edin. İnsanlara merhameti öğrenin. Sert, katı, vicdansız olmayın. Düşene vurmayın. Mert davranın.

İnsanlarla iyi geçinin… Hz.Peygamber (s.a.v.) insanların hatasını yüzüne vurmazdı. Utandırmazdı. Sevmeseniz bile birini, yüzüne gülümseyebilirsiniz.

İnsanlarla çekişmeyin… Yüce Rabbimiz insanlarla çekişmeyi yasakladı. (Enfal, 46) Didişmeyin. Alay etmeyin. Kavga etmek için fırsat kollamayın.

Nihat Hatipoğlu

Tohumların Hesabı

Dolmuştayım. Genç bir bayanı inerken şoför görmemiş olmalı ki arabayı hareket ettirdi. Bunun üzerine, “Bari inseydim de öyle hareket etseydiniz” şeklindeki sitemkâr ifadesi, kalan bir kaç yolcunun kısa ama dertli sohbetine sebep oldu.

Kibarlaştırarak aldığım sitemli cümle yolcularda dertleşmeyi sağlayan ortak nokta “Ah bu gençler” ızdıraplı cümlesi ile özetleniyordu. Herkesin kendine göre haklı gerekçeleri vardı.

Arkadan orta yaşlı, güneş gözlüklerini başının üstüne kaldırmış ve son ana kadar hepimizin rahat duyabileceği şekilde telefon görüşmesi yapan bayan başladı:

-Ah bu gençler, ne kadar da saygısız oldular(!)

Arka taraftan kırk yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim bir beyefendi devam etti:

-Çok haklısınız. 1994 den sonra bir haller oldu bunlara.

Bu yolcu bir şeyler bildiğinin şifresini vermişti. Konuşmaya istekli olduğu anlaşılıyordu. Lâkin fırsat bulamadı, zira lâfı bu sefer şoför kaptı:

-Elli yıldır bu yollarda şoförlüğüm var. Otuz yıl otobüs, yirmi yıl dolmuşta insanlara hizmetim oldu. Ama şimdiki nesil gibisini hiç görmedim.

Birkaç dakika öncesinden filan yerde inecek var mı diye dördüncü tekrarının ardından, bir yolcunun arkaya tekrarlanan anonsu aktarmasından sonra nihayet ince ve sessiz bir ses “var” diye cevap verdi. Bu son anda ortaya çıkıştan dolayı yan yola sapmak durumunda kalan şoför cevapsız bırakmadı, “ah be kardeşim zamanında cevap verseydin ya”.

Şoförün sabır torbası dolu idi. Yetmiş beş yaşında olduğunu bunca yılın neticesi olarak insanları çok iyi tanığını pekiştirdi.

Benden önceki son yolcunun inmesi, anlatılanları yalnız olarak dinleme ve muhatap olma sorumluluğunu da bana yükledi. Sabırla dinledim bu yetmiş beşlik çınarı. Sohbet, yolculuğun ve zamanın hızlı geçmesini sağlar. Son durağa yaklaşırken benden cevap istercesine baktı, bekletmedim:

– Bu tohumu eken biziz, dedim. Bunlar bizim evlâtlarımız. Bizdeki terbiyenin evlâtlarımızda olmadığının sebep ve sorumluğunu zamana, çevreye vermenin yanında kendimizi unutmamamız lazım. Bir yerde arızamız var ki nesillerimizde de böyle arızalar ortaya çıkıyor.

Vedalaşarak ayrıldık, o kendi iş dünyasına dalarken ben de iç dünyama. Benim iç dünyam bu sefer muhasebe ile meşguldü. Başkasının değil sadece ve yalnızca kendi hesabımdan sorumluyum, bunu bir kere daha teyit ettim. Sorumluluğum irademin yettiği yere kadardır. Başkasının hareketlerinden dolaylı sorumluluğum olmakla beraber esas sorumluluk alanımı bir kere daha idrak ettim.

Evlâtlar elimizin altında iken, verilmesi gereken terbiyenin verilmesi, atılması gereken tohumun tavında atılması gerektiğini idrak ettim. Kalbime doğan bu düşünceler geminin uzaklaşması ile biraz önce yakınımda olan denizin benden uzaklaştığını, ama uzaklaştıkça da büyüdüğünü gördüm, içim acıdı. Uzattığım elimin kısa kaldığını, ıslak gözlerimle müşahede ettim.

Evet, evlat deyice gözleri yaşarmayan baba arıyorum. Bulsam, onunla dertleşeceğim. Bu dertleşmemizin evlâda yönelik bir faydasının olup olmadığını soruyorsanız, geçin onu. Tohum sekiz yaşına kadar atılmalıdır. diyen ilim adamlarına havale edeyim sorunuzu. Bizimkisi dertleşmektir ki şimdikiler ona galiba deşarj diyorlar. Hiç yoktan bu iş iyidir, dedikodu ve gıybete varmadan faydalıdır.

Bu saatten sonra yapacağımız bir şeyimiz olmalı bu vakitten önce yaptığımıza da derman olmalı, diye düşündüm. Dua evvel ahir yapmamız ve yapacağımız vazifedir. Sözlü duayı her zaman yaparken, fiili dua ise, yeri ve zamanı geldiğinde olmalı.

Unutmayın, ‘Babanın evlâdına duası, peygamberin ümmetine duası gibidir.” O halde duaya devam etmeliyiz.

Mehmet Çetin

www.mehmetcetin.de

İnsan Yaratıcısına İtaat Etmeli

genc merdivenEvet insan için, kendini yoktan var edip, yaratana boyun eğip itaat etmesi kadar normal ne olabilir? Onunla beraber, asırlarca dünyayı İslamiyet’le şereflendiren Türkiye’deki insanlar bugün, Avrupadan gelen “materyalist” ve “natüralist” felsefenin  tesiri altında kalarak, maneviyattan nasibini alamadıkları için yaradılışı, kör, sağır ve şuursuz tabiata verebiliyorlar.

Bu sebepten ötürüdür ki, bugün şehit dedelerin torunları olan bu anne babaların birçoğu,  evladının yalınız maddi geleceğini garantiye almayı düşündüğü için, onların nazarını yalınız bu geçici dünya hayatına çevirip, biricik yavrusunu, maneviyattan uzak yetiştiriyor. İşte bu kuru maddecilik fikrini taşımak sebebiyle, Allah’ın anne babaya verdiği en güzel hediyesi olan evlatlarına, onların yaratıcısı olan Allah’ı tanıtmadılar.

Halbuki, Hiçbir şeyi olmayan bir miskine, hayırseverin biri  dayalı düşeli bir daire verip, ihtiyaçlarını karşılamak için günde iki üç defa hal hatırını sorsa, o miskin adamın  nasıl o hayırsevere karşı minnettarlık hissedeceğini düşünebilirsiniz. Verdiğim bu örnekten, biz Allah’ımıza karşı nasıl bir teşekkürle borçlu olduğumuzu anlamamız lazım. Çünkü O Yüce Yaratıcı  insanı hiçlikten çıkarıp, en üst bir makama çıkarmak için, bütün mahlukatı basamak yaparak çeşit çeşit nimetleri önüne sermekle insanı en yüce bir makama yüceltmiştir. Hatta Allahın emirlerine tam uyan bir Müslüman’ın makamı meleklerden de üstündür.

Bu kadar nimetler önüne serilen bu âile reisi gözünü yalınız maddeye diktiği için evlatları herhangi yerde çalışıp eve düzgün maaş getirseler babalarını güldürürken, o babanın oğlu veya kızı sabah namazına kalkmadıkları zaman baba pek rahatsız olmaz. Hatta bazısı kılını bile kıpırdamadan hayatını devam ettirebiliyor.  Dinden imandan nasibini almayan bu baba, Müslümanlığa gelince, kendisine kuru gayret vermek için, ben Müslüman değil miyim diyebilmektedir.

Bugünkü annelerin çoğu da, gerekli din terbiyesini alamadığı için, Allah tarafından ona ihsan edilen evlatlarına karşı  vazifesini yapamıyor. Allah’ın anneye verdiği şefkat kahramanlığını yerinde kullanmıyor. Yani âhireti veresiye kabul ederek, dünyevi yatırımları  peşin para görüp “Aman oğlum öğretmen olsun, paşa olsun ” kızım müdire veya hemşire olsun!” diyor. Evlatlarını Kur’an kursuna göndermiyor musun denilince, atlatmak için, amân sende! Herkes evladını tahsilli yapmaya çalışırken, sen bana neden bahsediyorsun, der geçer. Bu hanımın bu sözleri o pişmanlık gününde, ona pek pahalıya patlayacağını hiç düşünmeden,  bu boş lafları çekinmeden konuşabiliyor.

Şimdi öz derdim gibi, derdim olan bu gafil anne ve babaların  evlatlarını böyle ahlaktan uzak görünce, üzülüyorum! O masum kardeşleri kötü yollarda da görsem, onlara asla küsemiyorum, maneviyattan boş olan bu çocuklara çok acıyorum. Çünkü onların bu hale düşmelerinin ana sebebi, onların anne ile babalarıdır.

İnsana imandan gelen şefkat sayesinde, kendi kendine sorası geliyor: Acaba bu yavrulara bugüne kadar hiçbir şey verilmediği için onlar Allaha karşı mes’ul olmayacaklar mı? Evet olacaklardır. Çünkü buluğ çağına girdikten sonra herkes yaptığından Allah’ına karşı mes’ul olacaktır. Peki bu vaziyete düşen bu genç kardeşlerin yapacakları nedir? Onlar Allah’ı bulmak için kafalarını ciddi çalıştırarak, ilk önce kendi vücutlarına bakmalı. Çünkü vücutlarında mevcut olan o mucize azaların hiçbirini ne annesi ne de babası yapmadı. Onları yapanı bulmalı ki cehennem gibi acı bir azaptan kurtulsunlar. Kurtulmaları için de, hemen eski hayatlarını terk etmeleri icap ettiğini anlasınlar. Bilsinler ki eski alışkanlıklarını bırakmadan onlar kurtuluş çaresine eremezler. Yukarıda bahsedilen yalnız cehennem gibi acı azaptan kurtulma kârı ile de kalmayacaklar! Belki Cennet gibi sonu olmayan güzel ve mutlu bir hayatı kazanmak kârını da elde edeceklerdir. Allah onların yardımcıları olsun.

Bundan sonra onlara düşen Allah’a itaat etme yoluna girmektir. Eğer girerseler,  o zavallı anne ile babalarını de azaptan kurtarma ihtimalini elde etmiş olacaklar. Çünkü o anneler ve babalar, evlatlarını dindar yetiştirmedikleri için cehennem ateşinde yanmayı hak etmiştiler. Bu sefer bu evlatlar yolunu bulmakla hem kendilerini, hem de anne ile babalarını mes’uliyetten kurtarıp, cehennem gibi bir azaptan kurtarma ümidini elde etmiş olacaklar. Bununla beraber her iki hayatlarında rahat olma gibi isabetli bir şansı elde etmiş olacaklar.  Bu görev buluğ çağına ermiş, şuurlu evlat ve torunlara düşüyor. Allah onların yardımcıları olsun.

Abdülkadir HAKTANIR

www.NurNet.org