Etiket arşivi: Gerçek Nur Talebeleri

Gerçek Müslüman Neden Ölümden Korkmaz?

Kur’ân ve Hadis, bizi sürekli olarak ölüm gerçeğiyle yüz yüze getirir. Birçok âyet-i kerime, dünya hayatına, kıyamet günüyle kıyaslandığında, günün bir saati veya en fazla bir gün kadar süre biçmiştir. Resulullahın (a.s.m.) hadis-i şerifleri de dünya hayatının kısalığına ve ölümün bize yakınlığına dair uyarılarla doludur.

Kur’ân’dan ve Hadisten süzülen Risale-i Nur ise her ikisinin bu özelliğini bir ayna gibi yansıtır.

Küçük Sözler’den itibaren Külliyatın hemen her tarafında, okuyucu kendisini ölüm gerçeği karşısında bulur. Hattâ, ölümden en uzak tevehhüm edilen gençlik yıllarını dahi Bediüzzaman ölüme uzak görmez ve göstermez; ziyaretine gelen gençlere hitaben yaptığı dersine “Sizdeki gençlik kat’iyyen gidecek” ikazıyla başlar.

***

Şu kadar var ki, Risale-i Nur’un insanı ölümle yüzleştirmesi demek, ölümle dehşete düşürmesi demek değildir. Bu bir gerçekle yüzleşmek, dünyaya geliş hikmetimizi keşfetmek ve seyahatimizin bundan sonraki kısmı için hazırlık yapmak demektir. Bu hazırlık ise, dünya hayatının tadını kaçıran bir hazırlık değildir; bilâkis, burada Yer ve Gökler Rabbinin aziz bir misafiri olarak bulunmanın ve her an Onun gözetimi altında yaşamanın şuuruna ermek demektir. Bu şuura eren insanlar için artık ölüm bir kavuşmadan ve daha güzel bir âleme geçişten başka birşey değildir.

Risale-i Nur ile tanışan bir kimsenin hayatına ilk olarak giren gerçeklerden birinin ölüm gerçeği olması işte bu sebepledir. Fakat ölüm gerçeğinin imanla beraber girdiği yerden ölüm korkusu çıkar, gider.

Kabir kapısına gülerek giriniz” der Risale-i Nur şakirtlerine.

Ve şakirtler gülerek girerler.

***

Risale-i Nur’un insanlara ne kadara güçlü bir tahkikî iman kazandırdığını gösteren en canlı şahit, şakirtlerinin ölüm karşısındaki tavırlarıdır.

Ondan dersini alan bir Nur talebesi, idam tehdidiyle yargılanırken bile kendini kurtarmak için savunma yapmak şöyle dursun, sehpaya “Allah Allah!” diyerek koşmaktan bahseder, kurşuna dizildiği takdirde akacak kanının “Risale-i Nur” yazmasını niyaz eder.

Ölümün hakikatini Risalelerden ders alan bir talebe, henüz gencecik yaşındayken ölümle karşılaşacak olsa, “Daha yaşanacak yıllarım vardı” diye hayıflanmaksızın geçiverir öbür tarafa – tıpkı bir odadan diğerine geçer gibi.

Risale-i Nur’un dersleriyle haşir neşir olan anne ve babalar, hayatının baharında toprağa verdikleri evlâdı için teselliye ihtiyaç bile duymazlar da kendilerini taziyeye gelenleri teselli ederler.

Daha geçen gün yaşamadık mı en son nümunesini bunların?

http://www.nurnet.org/gencecik-delikanli-namaz-diye-diye-vefat-etti/

***

Ölüm, Risale-i Nur’un verdiği en önemli bir ders olduğu gibi, Risale-i Nur derslerinin insanlar üzerindeki tesirine şahitlik eden en önemli bir göstergedir. Eğer bir eser insanları ölümle barıştırıyor ve hayatlarının her ânında ölüme hazır hale getirebiliyorsa, onun tesiri ve gücü hakkında tartışmak abes olur. Risale-i Nur’un hakkaniyetine ve şu zamanın yaraları için en tesirli devâ olduğuna dair başka hiçbir delil olmasaydı, sadece şu manzaraya bakmak ve onun insanları Rabbine kavuşmaya nasıl hazır ve hattâ müştak hale getirdiğini görmek yeterli olurdu.

Yine de zaman zaman bazı nâdânların çeşitli bahaneler üreterek Risale-i Nur’a sataşmaları yüzünden “Acaba bunların ithamlarında bir hakikat payı var mı?” diye vesveseye kapılanlar olursa, onlara yapılacak tavsiye de şundan ibarettir:

Satırlardaki iman hakikatlerinin Risale-i Nur dersleriyle nasıl yaşanan bir hayata dönüştüğünü görsünler ve muarızlarına şu soruyu sorsunlar:

Bu kadar çok insanı birkaç dersiyle birer iman kahramanı yapan başka bir eser biliyor musunuz?

www.yazarumitsimsek.com

Nur Talebesi Başkasının İmanını da Muhafaza Etmeye Mükelleftir

Eskişehir hapishanesinde cereyan eden bir hadiseyi nakleden Bediüzzaman Hazretleri imana hizmetin her şeye tercih edilmesinin hakikatini nazara verir

“Cazibedar bir Nakşi evliyasından bir zat, dört ay mütemadiyen Risale-i Nurun elli altmiş şakirtleri içinde celbkârane sohbet ettiği halde, yalınız bir tek şakirdi muvakkaten kendine celbetti. Mütebakisi o cazibekâr şeyhe karşı müstağni kaldılar. Risale-i Nurun yüksek , kıymettar hizmeti imaniyesi onlara kâfi olarak kanaat veriyordu.

O şakirdlerin gayet keskin kalb ve basireti, şöyle bir hakikati anlamış ki: Risale-i Nura hizmet ise, imanı kurtarıyor, tarikat ve şeyhlik ise velayet mertebesini kazandırıyor. Bir adamın imanını kurtarmak ise on mü’mini velayet derecesine çıkarmaktan daha mühim ve daha sevaplıdır. Çünkü iman saadet-i ebediyeyi kazandırdığı için bir mümine, küre-i arz kadar bir saltanatı bakiyeyi te’min eder. Velayet ise mü’minin cennetini genişlettirir, parlattırır. Bir adamı sultan yapmak on neferi paşa yapmaktan ne kadar yüksek ise, bir adamın imanını kurtarmak, on adamı veli yapmaktan daha sevaplı bir hizmettir.” (Kastamonu Lâhikası sh:83)

“Benim eskiden  beri tekrar ettiğim bir dâvâm-ki, Risale-i Nurun hakiki şakirtleri, hizmeti imaniyeyi her şeyin fevkinde görür, kurbiyet de verilse ihlas için hizmetkârlığı tercih eder.”

“Ben tahmin ediyorum ki, eğer Abdülkadir Geylani (r.a.) ve Şah-ı Nakşibendi (r.a.) ve imami Rabbani (r.a.) gibi zatlar bu zamanda olsaydılar, bütün kuvvetlerini hakaik-i imaniyenin ve akaidi islamiyenin takviyesine sarf edecektiler.  Çünkü saadeti ebediyenin medarı onlardır. Onlarda kusur edilse, şekavet-i ebediyeye sebebiyet verir. İmansız cennete gidilmez fakat, tasavvufsuz cennete giden pek çoktur. Ekmeksiz insan yaşayamaz, fakat meyvesiz yaşabilir. Tasavvuf meyvedir fakat hakaiki imaniye gıdadır. Eskiden kırk günden tut, tâ kırk seneye kadar bir seyri sülûk ile bazı hakaiki imeniyeye ancak çikılabilirdi. Şimdi ise Cenâb-ı Hakkın rahmeti ile, kırk dakikada o hakaika çıkılacak bir yol bulunsa, o yola karşı lâkayt kalmak elbette kârı akıl değildir. İşte otuz üç adat sözler, böyle Kur’ani bir yolu açtığını, dikkatlı okuyanlar hükmediyorlar.

Madem hakikat budur. Esrar-ı Kur’âniyeye ait yazılan Sözler şu zamanın yaralarına en münasip bir ilaç, bir merhem  ve zulumatın tehacumuna maruz heyet-i islamiyeye en nafi bir nur ve dalalet vâdilerinde hayrete düşenler içi en doğru bir rehber olduğu itikadındayım” (Mektübat sh:23)

“Her şakirdin vazifesi, yalnız kendi imanını kurtarmak değil, belki başkasının imanını da muhafaza etmeye  mükelleftir. O da hizmete ciddi  devamla olur.” ( Kastamonu Lâhikası sh: 202)

Zaman imanı kurtar zamanıdır çünkü:

“Bu zaman eski zaman gibi değildir. Eski zamanda imânı kurtaran on el varsa, şimdi bire inmiş. İmansızlığa sevk eden sebepler eskiden on idi ise, şimdi yüze çıkmış. İşte, böyle bir zamanda imâna hizmet için, dünyaya el atmadım, dünyayı terk ettim.” Sözler sh: 760)

“Sözler namında envar-ı Kur’âniye ise, en mühim ibadet olan ibadet-i tefekküriye nev’indendir. Şu zamanda en mühim vazife imana hizmettir. İman saadeti ebediyenin anahtarıdır.” (Barla Lâhikası sh:328)

Bu zaman imanı kurtarma zamanıdır. Seyri sülûk-ü kalbi ile tarikat mesleğinde bu bid’alar zamanında çok müşkülat bulunduğundan, Nur dairesi hakikat mesleğinde gidip, tarikatların faydasını te’min eder.” (Emirdağ Lâhikası-I sh:242)

“Hadisi şerifte vardır ki: Bir adam imana seninle gelmesi, sana sahra dolusu kırmızı koyundan daha hayırlıdır.” (1) “Bazan bir saat tefekkür bir sene ibadetten daha hayırlı olur.” (2) (Emirdağ Lâhikası-I sh 104)

İmanın rükünlerinden birisinde hâsıl olacak bir şüphe veya inkâr, dinin teferruatında yapılan lakaytlıktan pek çok defa daha felaketli ve zararlıdır. Bunun içindir ki: Şimdi en mühim iş taklidi imanı tahkiki imana çevirerek imânı kuvvetleştirmektir, imanı takviye etmektir, imanı kurtarmaktır. Her şeyden ziyade imanın esasatıyla  meşgul olmak kat’î bir zaruret ve mübrem bir ihtiyaç, hatta mecburiyet haline gelmiştir. Bu Türkiye’de böyle olduğu gibi, umum İslam dünyasında da böyledir.” (Sözler sh: 749)

“Biz, imanı kurtarmak ve Kur’âna hizmet için  Mekke’de de olsam buraya gelmek lazım. Çünkü en ziyade burada ihtiyaç var. Binler ruhum olsa, binler hastalıklara müptela olsam ve zahmetlere katlansam, yine bu milletin imanına ve saadetine yardım için burada kalmaya Kur’ân dan aldığım dersle karar verdim ve vermişiz.” (Emirdağ Lâhikası-I sh 195)

Risale-i Nur iman kurtarması ciheti cihetiyle o dar dairesi madem hayat-ı bâkiye ve ebediyeyi kurtarıyor. Bir milyon talebesi bir milyar hükmündedir. Yani bir milyon değil, belki bin insanın hayat-ı ebediyesini temine çalışmak, bir milyon insanın hayatı faniye-i dünyeviye ve medeniyetine çalışmaktan daha kıymettar ve mânen daha geniş olması, Eski Saidin o rüya-yı sâdıka gibi olan hissi kablelvuku ile o dar daireyi bütün Osmanlı memleketini ihata edeceğini gördüm.” (Emirdağ Lâhikası –II sh: 112)

Madem bin seneden beri iman ve Kurân aleyhine teraküm eden Avrupa feylesoflarının itirazları şüpheleri yol bulup ehli imana hücum ediyor. Ve bir saadet-i ebediyenin ve bir hayat-ı bakiyenin ve bir cennet-i daimenin anahtarı,  medarı, esası olan erkân-ı imaniyeyi sarsmak istiyorlar. Elbette biz her şeyden evvel imanımızı taklitten tahkike çevirip kuvvetlendirmeliyız.” (Emirdağ Lâhikası-I sh: 166)

“Bu zamanda en büyük bir ihsan, bir vazife, imanını kurtarmaktır, başkasının imanına kuvvet verecek bir surette çalışmaktır.”( Emirdağ Lâhikası-I sh:62)

“Biçare hocalar, Nurların kıymetini bilmiyorlar değil, belki derd-i maişet o heyet-i ulemadaki büyük hocalara itimad edip ve kendi tahsil ettiği ilm-i dini kendi imanını kurtaracak derecesindedir zanniyle lâkayt kalıp ruhsatla amel etmeye kendilerine fetva veriyorlar.” ( Emirdağ Lâhikası-I sh:214)

Beni nefsini kutarmayı düşünen hodgâm bir adam mı zan ediyorlar? Ben cemiyetin imanını kurtarmak yolunda, dünyamıda feda ettim ahretimi de… Risale-i Nur , hiç olmazsa birkaç yüz bin, yahut birkaç milyon kişinin—adedini bilmiyom ya, öyle diyorlar. Afyon savcısı beşyüz bin demişti. Belki daha ziyade—imanını kurtarmaya vesile oldu. Ölmekle yalnız kendimi kurtaracaktım. Fakat hayatta kalıp ta zahmet ve meşekkatlere tahammül ile bu kadar imanın kurtulmasına hizmet ettim Allaha bin kere hamd olsun.”(Tarihçe-i Hayat sh:629)

“Hususi vazifemiz de, Kur’ânın iman hakikatlerini tahkikî bir surette ehli imana bildirip, onları ve kendimizi idam-ı ebediden ve daimi berzahî haps-i münferitten kurtarmaktır.” (şualar sh:313)

“İmam-ı Rabbanî ve Müceddidi Elfi Sânî Ahmed-i Faruki (r.a.) demiş: Hakaiki imaniyeden  birtek mesenin inkişafı ve vuzuhu, benim indimde binler ezvak ve kêrâmata müreccahtır. Hem demiş ki: Bütün tarikatlerin gayesi ve neticesi, hakaiki imaniyenin vuzuhudur.”

Madem şöyle bir tarikat kahramanı böyle hükmediyor. Elbette hakaiki imaniyeyi kemal-i vuzuhla beyan eden ve esrar-ı Kur’aniyeden tereşşuh eden Sözler, velayetten matlup olan neticeleri verebilirler.” Mektübat sh: 355)

Abdülkadir Haktanır

www.NurNet.org

Gerçek Risale-i Nur Talebelerini Nasıl Anlarız?

Bir zamanlar “Nur cemaati” denince Risale-i Nur okuyan ve Risale-i Nur’un hizmet tarzını uygulayan homojen bir topluluk akla gelirdi. Şimdi ise, bu tabir, insanların hatırına birbirinden çok farklı grupları getiriyor. Çünkü adı Risale-i Nur ile beraber anılan cemaatlerin bu eserlerle olan ilişkileri birbirinden çok farklı şekil ve seviyelerde ortaya çıkıyor. Bu kargaşada ise kimin gerçekten Nur cemaati olduğu, kimin bu unvan altında başka tür faaliyetler icra ettiği konusu herkes tarafından kolayca anlaşılamıyor. Bununla beraber, bahsi geçen toplulukların Risale-i Nur’a yaklaşım tarzı ve ona hangi seviyede rol biçtikleri dikkate alındığında, bunlardan hangilerinin Nur cemaati olarak anlaşılabileceğini belirlemek hiç de zor olmayacaktır.

Risale-i Nur ile ilgisi bulunan kişi ve toplulukları üç sınıfta toplayabiliriz:

  1. Risale-i Nur cemaatleri / Nur talebeleri / Nurcular: Bunlar, hizmet metodu olarak bütünüyle Nur Risalelerinde belirlenmiş esasları benimseyen kişi ve topluluklardır. Bunların hiyerarşisinde en üst noktayı — tabii ki Kur’ân ve Sünnetten sonra — Risale-i Nur işgal eder. Referanslar doğrudan doğruya Risale-i Nur’dan ve Üstad Bediüzzaman’ın tatbikatından alınır. Her ne kadar bu şemsiye altında muhtelif cemaatler faaliyet gösteriyor olsa da, bunların her biri Bediüzzaman’ın hizmetinde bulunarak Risale-i Nur hizmetini bizzat ondan ders almış kimselere dayanmaktadır.
  2. Risale-i Nur okuyan cemaatler: Kendilerine ait bir hizmet tarzına ve kendi hiyerarşisine sahip olan cemaatlerdir. Risale-i Nur’dan istifade etmekle birlikte, bu konuda bir iddiaları olmadığı için, Nur cemaatleriyle karıştırılmazlar ve onlarla herhangi bir ihtilâfları da bulunmaz.
  3. Risale-i Nur’u kullanan cemaatler / kişiler / topluluklar: Bunlar genellikle prim yaptığı zaman Risale-i Nur’a sahip çıkan, fatura istediği zaman da ondan uzak görünmeyi tercih eden kişi ve topluluklardır. Hiyerarşinin tepe noktasında her türlü kusurdan ve hatâdan münezzeh olduğu farz edilen kişiler bulunur; o kişilerin Risale-i Nur ile, hattâ zaman zaman Kur’ân ve Sünnetle açıkça çatışan söz ve eylemleri bile tereddütsüzce cemaat tarafından benimsenir ve diğer kaynaklar ona tâbi kılınacak şekilde tevil edilir. Gerçekte bunları Risale-i Nur cemaatlerinden ayırt etmek çok kolaydır: Kamuoyunda her ne kadar Risale-i Nur ile ilgili görünse de, bir cemaat eğer kendisine referans olarak bu eserleri değil de bir şahsı benimsemiş ve onu tartışılmaz bir değer olarak kabul etmişse, onun bir Risale-i Nur cemaati değil, Risale-i Nur’u daha başka hedefler doğrultusunda kullanan bir cemaat olduğunu söyleyebilirsiniz.

***

Bir başka ölçü:

Eğer bir topluluğun gerçek bir Nur cemaati olup olmadığını anlamak istiyorsanız, o topluluğun neyle uğraştığına, neyi dert ettiğine, neyin uğrunda savaştığına bakın. Bu son derece basit ve basitliği nisbetinde de şaşmayan ve şaşırtmayan bir ölçüdür.

Risale-i Nur talebeleri sadece iman hizmeti verirler. Onların bütün gayreti, ehl-i imanın imanlarını şüphe ve vesveselerden kurtarmak, insanlara ebedî hayatlarını kazandıracak bir imanı Risale-i Nur ile ders vermektir. Hayatının her ânı en amansız düşmanların tarassutu altında yaşanmış Bediüzzaman Hazretleri ile talebeleri bu konuda nice zorlu imtihanlardan geçmiş ve insanlara Allah rızası için iman hizmeti vermekten başka ne maddî, ne manevî, ne dünyevî, ne uhrevî hiçbir gaye peşinde olmadıklarını  bütün cihana karşı defalarca ispat etmişlerdir. Mektuplarındaki mükerrer ve şiddetli ikazları, Bediüzzaman’ın bu konudaki hassasiyetinin hiçbir şeyle kıyas edilemeyecek bir seviyede bulunduğunu açıkça göstermektedir.

Risale-i Nur vasıtasıyla Kur’ân’a hizmeti gaye edinmiş ve Bediüzzaman’ın mirasını hayatlarının en aziz varlığı olarak benimsemiş olan Risale-i Nur talebeleri, o gün bu gündür, Risale-i Nur hizmetini bu hassas ölçüler içinde devam ettirmişler, zamanın değişen şartlarına rağmen bu değişmez esaslara sadık kalmışlar ve ellerindeki bu kudsî emaneti maddî veya manevî hiçbir şeye âlet etmemişlerdir. Risale-i Nur’un bugün yurt içinde ve dışında milyonlarca okuyucu bulması ve bir o kadar insanın imanını kurtarması bu sayede mümkün olmuştur. Bediüzzaman’ın talebelerinden Abdullah Yeğin, Emirdağ Lâhikasındaki bir mektubunda, bu durumu baharın sessizce gelişine benzetir. Siz bu satırları okumaktayken yeryüzünün saymakla bitmeyecek kadar çok yerinde iman dersleri okunuyor; nice insan evlâdı bu eserlerle imanını kurtarıyor, dünyasını ve âhiretini aydınlatıyor. Bunların sayısını Allah’tan başka bilen yok, olması da gerekmez. Çünkü Nur talebeleri yaptıklarını sadece Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için yaparlar.

İman hizmetinin kâinatta hiçbir şeye âlet olmaması sebebiyledir ki, Risale-i Nur cemaatleri ne dünyevî, ne de uhrevî makamların peşinde koşmazlar, siyasete girmezler, maddî veya manevî menfaat peşinde koşmazlar, zehirli yılandan kaçar gibi şan ve şöhretten kaçarlar, kadrolaşmak ve birtakım mevkileri elde etmek gibi heveslere kapılmazlar, derslerine gelen kimseler arasında hiçbir ayırım yapmazlar, onlardan hiçbir şey istemez ve onlara hiçbir şey satmaya kalkmazlar. Bunlardan herhangi birinin işlendiği bir yerde Risale-i Nur hizmetinin en temel ilkesi ihlâl edilmiş ve bu hizmet başka gayelere hizmet eder bir hale dönüşmüş demektir.

Yine de bu konuda bir tereddüt taşıyan olursa, Bediüzzaman Hazretlerinin hayatta olan talebelerinden hangisine soracak olsa, alacağı cevap onun bütün tereddütlerini izale edecektir.

Ümit Şimşek / yazarumitsimsek.com

Aynı Konuyla İlgili Çok Önemli Meşveret Notları İçin Tıklayınız.

15 Kasım 2014 İstanbul Meşveret Metni

Aziz Kardeşlerimiz;

         Evvela yeni hicri yılınızı tebrik eder, bu yeni hicri yılda hizmetlerimizin intişar ve inkişafının ihlas ve istikametle devamını Cenab-ı Hak’tan niyaz eyleriz.

1-   Ehli hizmet kardeşlerimizin istişare neticesi aldıkları kararlar heyetimizce tasvip görmüş ve ekte sunulmuştur.

2-   Yurtdışı hizmetleriyle alakalı meşveret kararları keza uygun bulunmuş ve ekte ilave edilmiştir.

3-   Resmi vakıflarımızın federasyon ve konfederasyon çalışmaları son safhaya gelmiş olup, 2015 yılında faaliyete geçmesi inşaallah beklenmektedir. Kardeşlerimizi tebrik ediyor ve meşveret kararlarını ekte sunuyoruz.

4-   Uhuvvet ve tesanüdün tesis ve tekmili için kardeşlerimizin hatalı bulduğumuz söz ve hareketlerini sui-zan ve sui-tevile kapı açmadan tashih etmelerine firsat tanımamızda fayda vardır. Risale-i Nur’un nezih mesleği, kavl-i leyyini iktiza eder. Çünkü, nokta-i istinadımız, vahdet ve tesanüdümüzdür. Tesanüdümüzü muhafaza etmek, en esaslı düsturumuzdur.

5-   Risale-i Nur hizmetinin tarz ve üslubu, ölçü ve prensipleri “Hizmet Rehberi” ninde ve “Risale-i Nur Külliyatı” nde açık olarak beyan edilmiştir. Bu ölçüler hizmet hayatımızın değişmeyen kıstaslarıdır ve bizleri sahil-i selamete çıkartan pusulalar hükmündedir. Bu ölçülere sadık kalmak, Nur talebelerinin ta kıyamete kadar en ciddi görev ve sorumluluğudur. “Aziz ve sıddık, halis ve hakiki Nur talebesi” olmanın temel vasıfları bu düsturları hayatında fiilen yaşatmaktır ve bir ömür boyu “sadık bir Nur talebesi” olmaya çalışmaktır.

6-     Umum kardeşlerimize malum olduğu üzere, hükümet ile bir cemaat arasında yaşanan olaylar, ortaya çıkan sıkıntı ve sancılar nedeniyle, Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin “meslek ve meşrebi”nin çok açık bir biçimde zikredilip, efkar-ı ammede duyurulmasına çok ciddi bir zaruret vardır. Çünkü, bir kısım insanlar, Hz. Üstad’ın hayatından itibaren devam eden kadim Risale-i Nur hizmetini, hükümetle niza eden bir cemaatla iltibas etmekte, yalnışlara düşmektedirler. Ve bir kısım insanlar da kasıtlı olarak, Nur hizmetini söz konusu cemaatle aynı çizgide göstermeye çalışmaktadırlar. Bu sebeblerden dolayı Risale-i Nur hizmeti ile ilgili Hz. Üstad’ın belirlemiş olduğu mehenk taşı hükmündeki esas ve ölçülerin efkar-ı ammede bilinmesine ve duyurulmasına ihtiyaç vardır. Bu zarurete mebni, Risale-i Nur’da üzerinde hassasiyetle durulan bu ölçüleri şöyle özetleyebiliriz:

i. Risale-i Nur’un mesleğinin esası ihlastır. Risale-i Nur dünyevi, siyasi, maddi ve manevi işlere asla alet edilemez. Onlara tabi olmaz, onların yörüngesine girmez.

ii.   Risale-i Nur hizmetinin esası “Müsbet harekettir.” Nur talebelerinin vazifeleri, müsbet hareket etmektir, menfi hareket değildir. Rıza-yı İlahiye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlahiyeye karışmamaktır. Asayışi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde, her bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellef olduğumuzu bilmektir. Hz. Bediüzzaman’ın vefatından önce vermiş olduğu en son dersi budur. Bu hakikate binaen, Risale-i Nur, menfi hareketlerde istimal edilmez; anarşi, terör ve her türlü sokak hareketlerine tamamen karşıdır. Risale-i Nur, menfi hareketleri asla tasvib etmez ve menfi hareketlere katiyyen bulaşmaz. Kalb-i külli ve vicdan-ı umuminin sükunet ve itidalini, uhuvvet ve dayanışmasını esas alır. Nur talebeleri, cemiyetin sulh ve sükun içinde sürekli istikrarına fiilen kuvvet verir ve hasbi, liveclillah çalışırlar, hizmet ederler, hiçbir karşılık beklemezler.

iii. Risale-i Nur hizmeti, şahıs eksenli, bir merkeze, bir şahsa ve bir beldeye münhasır bir hizmet değildir. Risale-i Nur hizmetinde “şahs-i manevi” esastır. Şahs-i manevinin müzahareti içinde hizmetler yürütülür. Hizmetlerde “meşveret” esastır.

iv. Risale-i Nur hizmetinde hizmetler, “emir-komut” zinciri içinde yukarıdan aşağıya inme tarzında yürütülmez. Risale-i Nur hizmetinde asla merciyet yoktur. Nur talebeleri bir şahsa bağlanmaz, şahısların arkasından gitmezler. Şahs-ı maneviyeyi esas alırlar. Bu nedenle, Risale-i Nur hizmetinde “şeyh-mürid”, manasında bir şahsiyetçilik, bir merciiyet ve bir makam yoktur. Matlub ve maksud, Allah rızası için dine, halisane ve istikametle hizmet etmektir. Bu sırra mebni, Nur talebeleri hizmetkarlığı makamata tercih eder, maddi ve manevi makamlara göz dikmezler, merciiyet makamında oturmazlar.

v.   Risale-i Nur hizmeti, “kitap eksenli” bir hizmettir. Okuyarak aklı ikna, kalbi işba etmeyi esas alır. Binlerce mekanda Risale-i Nur Külliyatı okunur, dinlenir, sohbetler yapılır. Kur’an hakikatleri, iman dersleri tahkiki bir biçimde açıklanır.

vi. Risale-i Nur talebeleri, siyasetle bizzat meşgul olmazlar. Nur Hizmeti, siyasi bir cemiyet değildir. Onların görevi, tebliğdir, iman hakikatlarını tamimdir. Onların görevleri, imanları kurtarmak, müslümanların imanlarına kuvvet vermek, insanları bu zulmetlı, dehşetli asırda, küfür ve dalaletin, fısk ve sefahatın ateşinden muhafazaya çalışmaktır.

vii. Risale-i Nur hizmetinde “kemiyetten” ziyade “keyfiyet” esastır. Hakiki ve hakikattar, halis ve hasbi Kur’an talebesi olmak matlub ve maksuddur.

viii. Risale-i Nur hizmetinde, ecir ve mükafat Allah’dan istenir. Nur talebeleri, hizmetlerinin karşılığında maddi, manevi, dünyevi, siyasi bir mülahazayı esas almazlar; hizmetlerini maddi makamlar, siyasi menfaatler üzerine inşa etmezler.

ix. Risale-i Nur hizmetinde takva esastır. Nur talebeleri, azimetle amel etmeye çalışır, hizmet perdesi altında çeşitli tevillerle takiyye yapmazlar. Hizmetteki istikamet çizgisini tevillere kurban etmez, hizmeti bulandırmazlar.

x.   Risale-i Nur talebelerinin – velev alleme ve müçtehit de olsalar- vazifeleri şerh ve izahtır. Nur talebeleri, Risale-i Nur’u sadeleştirme gibi yanlışın içine düşmezler, böyle azim bir hatada ısrar etmezler.

xi. Risale-i Nur hizmetinde iktisad ve istiğna esastır. Risale-i Nur talebeleri, maddeye dayalı ve maddi mülahazalar üzerine inşa edilmiş bir yapılanmaya gitmezler.

xii.   Risale-i Nur talebeleri, inhisar fikriyle “hak yalnız benim mesleğimdir.” tarzında bir anlayışla hareket etmezler. Kendileri dışındaki diğer islamî cematlari dışlama ve hizmet sahalarını daraltma gibi faaliyetlere girişmezler. Çünkü, Risale-i Nur, mal-i umumidir. Herkese kapısını açar, herkesi kuçaklar. Malum cemaat mensubları, taraftar toplama niyetiyle değil, istifade niyetiyle geldiklerinde onlara kucak açılır ve gelmeleri de arzu edilir.

   İşte yukarıda sıralanan bu ölçüler, Risale-i Nur hizmetinin temel değerleridir. Bu değerler ışığında Nur talebeleri hizmetlerini ifa etmektedirler. Bu ölçülerin dışında, farklı kulvarlarda, farklı şekillerde faaliyetler sergileyenler hakiki ve hakikatdar Nur talebeleri olarak vasfedilemezler. Bu hususların bilinmesine ve efkar-ı ammeye duyurulmasında zaruret vardır.

7-   Meşveret cemaatimizle birebir alakası olmayan ve sahsi gayretleriyle internet ve televizyon üzerinden faaliyet gösterenlerin cemaatimizi temsil etmediklerini kardeşlerimize hatırlatıyoruz.

8-   Risale-i Nur’ların basımı hakkında müsbet faaliyetler anlatıldı. Bu hizmetlerin sıhhatli yürümesi için, hukukçulardan müteşekkil bir heyet teşkil etmek üzere ÖNER ERGENC’e vazife verildi. Ve meşverete katılan muhterem Abdullah Yeğin Ağabeyimiz de, Hüsnü Bayram ve diğer ağabeylerle beraber neşrettikleri lahikayı okutarak, bu meselenin ehemmiyetini ve her yerde anlatarak menfi propogandalara mahal bırakılmamasını arzu ettiler.

Abdullah Yeğin Ağabey, Hüsnü Bayram ve diğer ağabeylerin imzaladığı Risale-i Nur’un basımıyla alakalı lahika mektubunun Abdullah Yeğin Abinin de rızasıyla, sadece bir maddesinde değişiklik yapılarak ekte sunulmasına karar verildi.

9-   Karma eğitimle alakalı meselenin tekraren gündeme alınması ve daima gündemde tutulması tavsiye edildi. Bununla alakalı şahıslar, sivil toplum kuruluşları ve çevremizdeki müsbet kişilerin harekete geçirilmesi,“Vakıflar Konfedarasyon” unun bir an önce kurularak, hayat-ı içtimaiyeyi ilgilendiren diğer konularla birlikte “Karma Eğitim” meselesi ile de ilgilenilmesi tavsiye edildi.

10-         Meşveret kararlarının sade, anlaşılır, açık ve net olması kardeşlerimizce ifade edildi. Buna istinaden 16.08.2014 tarihli ağabeyler mesveretinin 4. Maddesi (4- Daha önceki meşvret kararlarında ifade edildiği gibi, yeterli elemana sahip şehir ve beldelerde arzu eden kardeşlerimiz, asli hizmetlerinden taviz vermemek kaydı ile özel okul, etüd merkezi, kütüphane vb. müessesseleri açabilirler) ndeki ‘arzu eden kardeslerimiz’ ifadesinin ‘kendi namı hesabına’ manasında olduğu te’yid edildi.

11-         Meşveretlerde tekraren ifade edildiği halde, cemaatin himmeti ile inşa edilen bazı mülklerin hâlâ bazı şahıslar üzerinde olduğu, bunların en kısa zamanda kurulacak veya kurulmuş bulunan Resmi vakıflara devrinin yapılması tekraren hatırlatıldı.

12-         Suriyeli muhacirler için kışlık giyecek ve battaniye ihtiyacı olduğu, yardımların Suriye sınırındaki illerimizdeki hizmet merkezlerimiz vasıtasıyla yapılabileceği bildirildi.

13-         Belirli süre hizmette kalan ehli hizmet kardeşlerimize sigorta yapılması lüzumu tekraren hatırlatıldı. Maddi durumu müsait olmayan beldeler için, bölge vilayetlerinin desteği şeklindeki bir çözümün üretildiği Kuzeydoğu Anadolu Bölgesi’nin yapmış olduğu uygulamanın güzel bir numune olduğu ifade edildi.

Akademisyen kardeşlerimizin faaliyetlerini can-ı gönülden tebrik ediyoruz.

Kardeşlerimizin azami ihlas, azami sadakat, azami gayret ve azami fedekarlıkla hizmete devam etmelerini en derunî hissiyatımızla dua ve temenni ediyoruz.

Ağabeyler Meşvereti Notlarından

Word formatında indirmek için : 15.Kasim.2014.Mesveret.Notlari

www.NurNet.org

Risâle-i Nur Talebelerinin Şahs-ı Mânevisi!

Hem, “Risâle-i Nur mesleği tarîkat değil, hakikattır; sahabe mesleğinin bir cilvesidir. Bu zaman, tarîkat zamanı değil, imanı kurtarmak zamanıdır.” Risale-i Nur, bu hizmeti lillahilhamd en müşkil ve ağır zamanlarda yapmış ve yapıyor.

Risale-i Nur dairesi, Hazret-i Ali ve Hasan ve Hüseyn’in (R.A.) ve Gavs-ı A’zam’ın (K.S.) -ihbarat-ı gaybiyeleriyle- şakirdlerinin bu zamanda bir dairesidir… Zâten Üveysî bir surette doğrudan doğruya hakikat dersimi Gavs-ı A’zam’dan (K.S.) ve Zeynelâbidîn (R.A.) ve Hasan Hüseyin (R.A.) vasıtasıyla İmam-ı Ali’den (R.A.) almışım. Onun için, hizmet ettiğimiz daire onların dairesidir. [1]

شخص معنوي(Şahs-ı Manevi): Bir şahıs olmayıp kendisine bir şahıs gibi muamele yapılan şirket, cemaat, cemiyet gibi ortaklıklar. Belli bir kişi olmayıp bir cemaatten meydana gelen manevî şahıs. * Bir topluluğun taşıdığı manevî kuvvet ve meziyetler.  * manevi şahıs, manevi kişilik, kurum kuruluş veya şirketin manevi olarak bir vücud olarak düşünülmesi.   Olarak Lugatta ıstılahi manalarla beraber geçmektedir.               

Bu şahs-ı manevi meselesi insana huzur vermektedir. Manen bilmektedir ki bu şirketten kendisine her an gelir var. Nasıl ki insan bir şirketten hisse alıyor kendisine düşen vazifeleri yapmasıyla beraber kendi az ve cüz’i olan vazifesini yapmasıyla büyük olan işletmenin işini yapmasıyla o işletmenin gelirinden hissesini almaktadır.

Düşünelim ki bir mecliste oturmuş sohbet-i ihvan, tilavet-i Kur’an, Münacat-ı Rahman ile meşgul olurken bir kişinin tilavet ettiği Kur’an’ı dinlerken o ses bitamamiha hepimizin kulak kapısından girip dimağına yerleşmektedir. Meclisteki esir maddelerinin iletkenliğiyle bize iletilen bu sesin esirler arasındaki cezb ve celb kanunu vesilesiyle bize iletilmesibir kanundur. Sesin tamamı bize gelmesi ve herkesin işitmesi şahs-ı maneviye numunedir.

Bu tilaveti dinlerken ortamı ışıldatan lambadan herkes istifade etmektedir. Yeterki o mekanda mecliste bulunsun. İstifadesine mani olacak bir şey yoktur. İşte bu lamba misali şirket-i maneviyeye numunedir. O lambaya herkes elinde ayna tutsa ve aynasında herkesin bir lamba görünecek ve aynada görünen suret ise yansıtma aksetme hususiyeti aynanın kalitesi ve ebatına göre değişmektedir.

Burada ortak olan: lamba ve lambadan akseden ışıktır.

Farklı olan şey: Lambanın kalitesi ve ebatıdır.

O halde bizlerin şu anda bağı olmuş olduğu müceddidiyetin son halkası olan Risale-i Nurun meslek-i esası ve asıl sahibi Hz. İmam-ı Ali (r.a) kadar gitmekte ve silsile yoluyla bu Nur Dairesi Hz. Alinin yoludur.

            Bizlerin okumaları, şevkimiz, gayretimiz, cehdimiz ve Daire-i Nuriyedeki istihtamiyetimize göre şirket-i maneviyeden hissemiz artmaktadır.

İbn-i Sina, Farabî, İbn-i Rüşd bu mes’elelerde bütün mevcudatı delil olarak gösterdikleri halde, Risale-i Nur o hakikatları bir zerre ve bir çekirdek lisanıyla isbat ediyor. Eğer Risale-i Nur’un ilmî kudretini şimdi onlara göstermek mümkün olsa idi, onlar hemen diz çöküp Risale-i Nur’dan ders alacaklar idi. [2]

“Eğer Şeyh Abdülkadir-i Geylanî (R.A.) ve Şah-ı Nakşibend (R.A.) ve İmam-ı Rabbanî (R.A.) gibi zâtlar bu zamanda olsaydılar, bütün himmetlerini, hakaik-i imaniyenin ve akaid-i İslâmiyenin takviyesine sarfedeceklerdi.[3]”

O halde Bir Risale-i Nur Külliyatının Okurları için dairemiz içerisinde sevk u gayretle istihtam olmak için dua etmeliyiz. Zübeyr GÜNDÜZALP ve Tahiri MUTLU Ağabeylerimizle 20 seneye karib hizmet etmiş olan Rüştü TAFRAL Ağabeyimizin naklettiği bir hatırayı burada alakası olması hasebiyle naklediyorum:

Tahiri Ağabey Üstad’ın en yakın talebelerinden ve Üstad “Tahiri evliya bir zattır ama Allah kendisine bunu bildirmesin” demiş öyle mi?

Rüştü Tafral Ağabey: Evet, Üstad bizzat böyle söylemiş. Gerçekten de evliya bir zattı fakat kendisi bilmiyordu. Hatta Üstad kendisine:Tahiri, keramet mi istersin istihdam mı” demiş.

– “Üstadım istihdam isterim” demiş.

Allah onu yönlendiriyor manevi cihetten. İşte Üstad o zaman demiş Tahiri Ağabeyin evliya olduğunu. Hakikaten onunla beraber vefatına kadar geçen 10 seneyi aşkın bir beraberlik sırasında onun gerçekten bir Veli olduğu kanaatine vardım. Tevazu ve ihlası, o kadar üstün derecede yani, bizzat gördük hatta zaman zaman onun o tevazuundan dolayı ağladığımda oldu.

Netice itibariyle şu ilanata kulak verelim: “Gelin, hepimiz bu hevaî ve nefsî arzulardan vazgeçelim; hakaik-i Kur’aniyenin önünde diz çökelim ve bu asrın rehber-i saadeti olan Nur medresesine koşalım; aylarca ve yıllarca alkışlayıp durduğumuz o yalancı sefillerden ve onların hakikat diye gösterdikleri yalanlardan vazgeçip Bedîüzzaman Said Nursî’nin derslerine gönül bağlayıp onu üstad edinelim, zulmetten Nura dönelim. [4]

Ey Rabb-i Rahimim ve Ey Halık-ı Kerimim bizleri daire-i nuriyede istihtam eyle ve Risale-i Nurun en yüksek makam olan sadakat  makamında ahir dem’e dek kaim eyle. Ve sadakat makamına sühuletle vasıl eyle! Amin.. Amin.. Amin.. (Haşiye)

Selam ve Dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

www.NurNet.org

(Haşiye): Makaleyi okuduktan sonra kanaat belirtmenizi istirham ederim.

[1] Emirdağ Lahikası-1 ( 67 )

[2] Asa-yı Musa ( 247 )

[3] Mektubat ( 23 )

[4] Şualar ( 558 )