Etiket arşivi: gezi

Gezi Olaylarının Arkasındaki Karanlık Güçler ve Koç Holding

akgündüzSon zamanlarda Gezi olayları yeniden konuşulmaya başlandı. Baştan söyleyeyim ki, 31 Mart olayını bilmeyeneler bu olayları tam değerlendiremezler. Mısır’ın en zengini olan Necip Saviris’in, Mursi’ye karşı darbeyi desteklediğini New York Times’a itiraf ettiğini kendi kurduğu Liberal Parti’ye ait ülke genelindeki tüm teşkilat ve tesisleri isyan için tahsis ettiğini aktarmıştır. Maalesef aldığımız duyumlar, iç ve dış mihrakların Koç Holdinge de aynı görevini verdiğini gösteriyor. Türkiye’deki darbe şerirleri muvaffak olamayınca, prim kaybetmeye başladılar ve kendilerini müdafaa mecburiyetinde kaldılar. Maalesef ehl-I imanın sesi olması gereken Zaman’ın başyazarı, bu dönen dolapları aktarmak yerine Mustafa Koç’u destekleyen yazılar yazmaya bile cüret edebiliyor. Hizmet adına ayıptır ve günahtır.

Şimdi geliniz, bize kadar ulaşan ve bu işin içinde Koç Grubunun aynen  Saviris gibi davrandığını gösteren; bunların hamisinin ise CHP’deki karanlık noktalar ve bir kısım marijinal örgütler olduğunu akl-I selim sahibi olanlara anlatacak bazı delil ve olaylara:

Birincisi; 4 Nisan 2013 tarihinde Gaziantep’te cereyan eden bir olaydır. Çok yakın tanıdığım bir iş adamı, çok yaşlı bir CHP’li işadamını ziyaret etmektedir. CHP’li işadamı sorar: Genç kardeşim bu yıl için yatırım hazırlıklarınız var mı? Evet cevabını alınca çok kesin bir şekilde şöyle der: Kesinlikle Türkiye’de yatırım yapma. Zira 1 Haziran’dan itibaren Türkiye’de sokak savaşları başlayacak. Bizim işadamı dehşetli duygularla ayrılır.

İkincisi; Koç Üniversitesinde yaşanan bir olaydır. Bu üniversitede önemli bir mevkide çalışan vatanperver bir arkadaş, 2013 Diyanet Kitap Fuarında OSAV standına kadar gelerek bana şu dehşetli olayı anlattı: Koç Üniversitesinde bizzat rektörün organizesiyle günler öncesinden psikolog ve pedagogların rehberliğinde, bütün talebelere, hocalara ve çalışanlara, Gezi olayları dersleri verildi. Artık bu hükümetin gidici olduğu, gaz maskelerine karşı nelerle ve nasıl korunulacağı ve saire ayrıntılı eğitimler sunuldu. Bu olayı duyup da dehşete kapılmamak mümkün mü?

Üçüncüsü: Osmanlı Araştırmaları Vakfında çalışan kardeşimizin beyanına göre, genelde Şarklıların oturduğu İstanbul’un bir semtindeki kahveye, kimliği belirsiz kişiler geliyor ve gençlere sesleniyor: Arkadaşlar! İşsiz olanlarınız Taksim’e gelsin. Üç öğün yemek, gece konaklama ve günde 50 TL bizden. Sadece orada kalabalık yapın yeter.

Bütün bu olayları nakledenlerin isim ve adresleri bizde mahfuz. Bütün bunları duyduktan sonra, Mustafa Koç’un günah çıkarmasına ve Ekrem Dumanlı’nın avukatlığına kim inanır?

Bütün bu olaylardan sonra Bediüzzaman’ı dinlemek gerekiyor:

Âyâ zanneder misin; bu milletin fakr-ı hali, dinden gelen bir zühd ve terk-i dünyadan gelen bir tenbellikten neş’et ediyor. Bu zanda hata ediyorsun. Acaba görmüyor musun ki, Çin ve Hind’deki Mecusi ve Berahime ve Afrika’daki zenciler gibi, Avrupa‘nın tasallutu altına giren milletler bizden daha fakirdirler. Hem görmüyor musun ki, zarurî kuttan ziyade müslümanların elinde bırakılmıyor. Ya Avrupa kâfir zalimleri veya Asya münafıkları, desiseleriyle ya çalar veya gasbediyor. (Lem’alar, 122 )

Bediüzzaman’ın “Avrupa zalimleri devlet-i İslâmiyenin nurunu söndürmek niyetiyle müdhiş bir sû’-i kasd plânı yaptıkları” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi ( 102 ) ifadesine de tam uyuyor.

Prof. Dr. Ahmed Akgündüz

www.NurNet.org

Bir Gezinin Ardından

Zaman ve mekânın sahibi Allah’ın sevk ve idaresine teslim olmakla istihdam edilmek…İster yolculukta, ister ikamet halinde, fark etmiyor.

Gönülleri evirip çeviren Mukallibül kulûba iltica etmekle aslî mecrasında yürüyen insana, ne zaman ve nerede lütuf ve ikramlarda bulunulacağı hiç belli olmuyor.

Zamanın dehşet ve vahşetinden Rabbine sığınmaktan, Sefîne-i Muhammediyye (asm)’a dahil olmaktan başka çare ve kurtuluşun olmadığı bu felâket ve helâket asrında, yangının muhtelif derecelerde etki alanına giren hanelerin, evlerin, nefislerin, hayatların yürek parçalayan hallerini ve nefsimizi çepeçevre kuşatan insî ve cinnî şeytanların tuzaklarını görmemezlikten gelmek hiç mümkün olabilir mi? Seyirci kalanlar, seyre duçar olurlar.

Dünya imtihanıyla baş başa kalan insanoğlunun, her ortam ve fırsatta, nefsini ıslahla birlikte, gönüllere hitap etme, ma’rûfu gösterme gibi sorumlulukları göz ardı edilemez.

Geçtiğimiz hafta; bir düğün münasebetiyle Bursa canibine yaptığımız seyahatin güzel meyvelerinden öncelikle kendim istifade ettim.

Dost, kardeş ve akrabalarla hasret gidermek, paylaşmak, sohbet ve müzakere ortamını teneffüs etmek, sosyal hayatın en verimli neticelerinden olsa gerek.

Düğün salonu oldukça kalabalıktı. Misafirlerle sohbetin tadına varmanın hazzı bir başkaydı. Kardeşin arkadaş ve dost çevresiyle bir araya gelmenin, tanışmanın mânevî keyfine diyecek yoktu.

Öteden beri; düğünlerde sohbet etmenin, günün anlam ve önemine dair konuşma yapmanın gedikli ve tecrübeli bir hatibi olarak, her seferinde; çocukların ortalıkta cıvıl cıvıl dolaştığı, ellerinde balonlarla koşuşturduğu bir ortamda konuşmak, hatta ve hatta Kur’ân okunurken bile bir kısım büyüklerin dahi huşû’ ile dinlemedikleri bir atmosferin sükûnetini sağlamak oldukça zordu.

Her bir sohbette değişik konularla dikkatleri çekmenin gayretini gösterirken, bu sefer de “Bu zamanda Yusuf olabilmek çok zor!” ana fikriyle dikkatleri çekmeye azami gayret sarf ettim. Kısa ve öz cümlelerle; sanal dünyanın her bir köşe başını tutmuş olan Züleyhaların etekleri çekmek için fırsat kolladıklarından, ahir zamanın en büyük nefis imtihanıyla baş başa kalan gençlerimizden bahisle salonu susturmayı başarabilmiştim Elhamdülillah…

Her ne ise…İki gencin daha mutluluğunu paylaşmak gibi bir insanlık ve akrabalık görevimi yerine getirmenin rahatlığını hissetmiştim âlemimde.

Bursa’nın güzide semtlerinden Beşevler’de yeni açılan Akşemseddin Camiinin muhterem İmam-Hatibi ve Dernek yöneticilerinin davetleri üzerine, ertesi gün, yani Cuma günü, çok seçkin ve şuurlu cami cemaatine kürsüden hitap etmenin tarifsiz mutluluğunu ve zevkini yaşadım. Bu duyguları bizlere yaşatan Kerîm Rabbimize zerreler sayısınca hamd ve şükürler olsun. Tüm ünite ve fonksiyonlarıyla mükemmel hizmet veren bu muhteşem Mâbedin kubbelerinden duvarlarına, minber ve mihrabına kadar Fatih’in, Akşemseddin’in ruh ve idrak yüceliğinin sindiğini, geçmişin mâna ikliminin soluklandığını iliklerime kadar hissettim.

İhlaslı ve gönül ehli mü’minler topluluğunun da samimî bakışlarında ve ruh dünyalarında bütünleşen ve sema katmanlarına yükselen dua ve yakarışlarında kalbî samimiyetlerini yaşadım. Yaklaşık 45-50 dakikalık tefekkür ufkunda; cami, cemaat, Cuma üçlüsünün her açıdan nasıl bir açılım sağladığı, ne derece feyiz, bereket ve rahmete vesile olduğu açıkça görünüyordu.

Namaz sonrası, mütebessim çehrelerle yapılan tebrikleşmeler, dualar, temenniler zaman ve mekânın sahibine ulaşıyor, gönül ve rıza sofrasında saf tutan mü’minler, Kur’ânın ifade ettiği gibi yer yüzüne dağılıyorlardı.

İsmail Aksoy