Etiket arşivi: günah

Deprem ve Diğer Afetler İnsanların Günahlarıyla Alakalı Mıdır?

Evvela; kainattaki küçük bir yaprağın kımıldaması bile bir ismin riyasetinde ve eşliğinde cereyan ediyor. Eşyanın hakikati Allah’ın isimlerinin tecellisinden ibarettir. Diğer bütün maddi kalıp ve formatlar o tecellilerin elbise ve ambalajları hükmündedir.

İkincisi, Allah’ın isimleri, hükümlerinin ve manalarının gereğini yapıp, fiiliyat aleminde görünmek ve tecelli etmek isterler. Nasıl ressamlığa kabiliyetli olan birisi resim kabiliyetini göstermek için önce resim yapar, sonra da o resimleri sergilemek için bir sergi salonu açıyorsa, -temsilde hata olmasın- Allah’ın her bir ismi de kendi hüküm ve manasını görmek ve göstermek ister. Hal böyle olunca Allah bütün isimlerinin mana ve hükümlerinin gereğini icra eder ve ediyor.

Mesela, Allah’ın Şafi ismi kendi mana ve hükmünü gösterip icra etmek için nasıl hastalığı iktiza ediyor ise, Rezzak ismi de açlığı ister. Muhyi ismi hayatı iktiza ederken, Mümit ismi ölümü ve ölüme aracı olan vesileleri ister. Trafik kazasının arkasında, sair isimlerle beraber Mümit ismi tecelli edip hükmünü gösteriyor.

Üçüncüsü, Risalelerde bu konu şöyle dile getiriliyor: 

“Her şeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakikî bir hüsün ciheti vardır. Evet, kâinattaki her şey, her hadise, ya bizzat güzeldir, ona hüsn-ü bizzat denilir; veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona hüsn-ü bilgayr denilir. Bir kısım hadiseler var ki, zahiri çirkin, müşevveştir. Fakat o zahirî perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var. Ezcümle:”

“Bahar mevsiminde fırtınalı yağmur, çamurlu toprak perdesi altında, nihayetsiz güzel çiçek ve muntazam nebâtâtın tebessümleri saklanmış. Ve güz mevsiminin haşin tahribatı, hazin firak perdeleri arkasında, tecelliyât-ı celâliye-i Sübhâniyenin mazharı olan kış hadiselerinin tazyikinden ve tâzibinden muhafaza etmek için, nazdar çiçeklerin dostları olan nazenin hayvancıkları vazife-i hayattan terhis etmekle beraber, o kış perdesi altında nazenin, taze, güzel bir bahara yer ihzar etmektir. Fırtına, zelzele, veba gibi hadiselerin perdeleri altında gizlenen pek çok mânevî çiçeklerin inkişafı vardır. Tohumlar gibi neşvünemasız kalan birçok istidat çekirdekleri, zahiri çirkin görünen hadiseler yüzünden sünbüllenip güzelleşir. Güya umum inkılâplar ve küllî tahavvüller birer mânevî yağmurdur.”

Dördüncüsü, bütün bela ve musibetler Allah’ın hem kainattaki tasarruf ve terbiyesini göstermektedir hem de insanların inkar ve gafletten gelen zulümlerini tokatlayan İlahi birer ikaz ve cezadırlar. Ama insanlar inkar ve gaflet gözlüğü ile olaylara baktıkları için, bu ihtar ve ceza manasını göremiyorlar. Bu da gafletin derin bir haletidir. Yalnız, bu musibetleri sadece insanların gaflet ve günahına hasretmek dar bir bakış açısı olur. Nitekim birinci ve ikinci maddelerde farklı nedenlere işaret edilmiştir.

Özetle; felaketleri ve güzellikleri sadece amele ve amelsizliğe indirgemek ve sadece ondan ibaret görmek doğru bir yaklaşım olmaz.. Hatta bazen ehli küfür gayet rahat yaşar ve öyle ölür. Bazen de ehli iman gayet sıkıntı çeker ve öyle vefat eder. Demek musibet ve sıkıntıların yegane sebep ve gerekçesi, amel ve amelsizlik değildir. Amel ve amelsizlik çok gerekçe ve hikmetlerinden birisidir, demek daha makul olur.

sorularlarisale.com

 

Günahkar Psikolojisi

“Çünkü nefis, daima kötülüğü emreder.” (Yusuf; 53)

“Günahın açığını da, gizlisini de bırakın.” (En’am 120)

Günah, cennet yurduna giden nurlu yolda, bizi yolumuzdan alıkoyabilecek en büyük engeldir. Bu engeli çıkaranların başında ise şüphesiz nefsimiz gelir. Nefsin çok çalışkan ve kurnaz olması ise,bu yoldaki ilerlememizi daha da zorlaştırır. Aslına bakılırsa nefsimizle her an bir mücadele içindeyiz. Burada asıl sorun şu: 

Günah işledikten sonraki psikolojik durumumuz, nefsimiz tarafından yönlendirilebilmektedir. Nitekim ’günahkar’ bir insan, nefsi tarafından yanıltılmaya çok uygundur.

Haftalar süren izlenimler neticesinde ortaya çıkan çalışmamızın bir kısmını bu yazıda neşrederek, günahkar insanların ortak psikolojisini ve farkedilmeden nefsimiz tarafından nasıl yönlendirilebileceğimizi ortaya çıkarmaya çalıştık.

Bu çalışmamızda günahkar psikolojisini dörde böldük. Bunlar:

1-Günahı farketmek. Temize çıkma, günahı mübahlaştırmak

2-Güvence altında olduğunu zannetmek

3-Başkalarıyla karşılaştırmak

4-Umutsuzluk evresi

 1-Günahı farketmek. Temize çıkma, günahı mübahlaştırma evresi:

Günah işledikten sonra yaptığının bir hata olduğunu kabullenmekle başlar bütün süreç. Artık bir yola girilmiştir. Nefsin aldatmasıyla yapılan tek şey, o yolda olmanın aslında doğru olabileceğine, bu durumda olmaya mecbur kalındığını veya göründüğü kadar kötü olmadığına inandırmaktır kendini.

Zaten diğer evrelerdeki düşünceler, bu evrenin mahsulü olarak karşımıza çıkar.

Her insan, hangi konuda olursa olsun kendini haklı görmek istediği için, artık içinde bulunduğu bataklığı çiçeklerle kaplamaya başlar.

Fakat bu günah bataklığının üstünü güzel çiçeklerle süslemek, altında kötü kokular saçan bir bataklık olduğu hakikatini değiştirmez.

Sonuç itibariyle nefis devreye girerek  bazı gönül rahatlatıcı sözler fısıldar. Genç insanlarda özellikle şu düşüncelerin hakim olduğunu gördük:

’Namaz kılmıyorum ama gönlüm temiz’

‘Bu zamanda günah olan şeylerden uzak durmak zaten imkansız’

‘Benim kız/erkek arkadaşım var ama böylelikle başka kızlara/erkeklere

bakmıyorum’

‘Biliyorum bu yaptığım günah ama ne yapayım işte…’

‘Gıybet gibi olmasın ama…’ (fakat konuştuğu gıybettir)

‘Beni bilen nasıl olsa biliyor’ (Allah beni kabul edecekse böyle kabul

etsin der gibi)

 2-Güvence altında olduğunu düşünme evresi:

Her çukura düşen insan elinden tutacak birisini bekler. Her yerde ve mekanda bir umut belirsin ister. Çoğu kez de bir umut vardır. Ama şu da bir gerçek ki, her umut olarak gördüğümüz şey, bizim için bir umut kaynağı değil, bilakis bir hüsran sebebi olabilir.

İşlenilen günahların ardından bir çok insanda bu psikoloji hakim olmaktadır. Yaptığı şeyin günah olduğunu bilen mümin, bu sefer kendisini güvende hissetme arzusu besler. Bu duygu neticesinde, işlemiş olduğu günahtan duyduğu azabı bastırmak ister. Yukarıda da belirttiğimiz gibi bir çok insan dinimizce bizlere bir dayanak noktası ve bir umut ışığı teşkil eden bazı şeyleri (Allah’ın Rahman ve Rahim olduğunu bilmemiz gibi mesela) kendi vicdan azaplarını gidermek için ‘sömürmesi’ , mümin insana yakışır bir hareket değildir.

Nefsimiz, bizlerin böyle bir lükse sahip olduğumuz inancına kaptırmaması için bu psikolojik evrede meydana gelen bazı yanlış düşünce ve fikirleri sayalım:

‘Yanar yanar çıkarız. Nasıl olsa müslüman değil miyiz. Eninde sonunda Cennete gireceğiz’

‘Bu günahı işledim ama öte yandan……. sevaplarım var’ (ameline güvenmek)

 3-Kendini diğer insanlarla karşılaştırma evresi:

İnsanoğlunun vazgeçemediği bir şey varsa o da kendisini başkalarıyla karşılaştırmaktır. Bundan büyük bir lezzet alır insan.

Diğerleriyle malını mülkünü karşılaştırıp, kendisinde daha fazla olduğunu görünce, insanlar bir haz duyamayacaksa, onca maddi varlığın ne kıymeti var değil mi?

Fakat bir çok insan sadece bununla da yetinmeyip, aynı düşünce tarzını manevi boyutlara da taşımaktalar. Böylelikle 2. maddede zikrettiğimiz, kendini güvence altında hissetme arzusu tatmin edilmiş bulunuyorlar.

Gariptir ki, kendisini karşılaştırdıkları insanlar, kendilerine nazaran daha günahkar olan, dini emirleri kendilerinden daha az yerine getiren insanlardır.

Elbette öyle olacak…

Nefis, kendimizi bir islam alimi veya sahabelerle karşılaştırmamıza izin verse işsiz kalırdı.

Onu da becersek, o sahabeydi, büyük bir evliyaydı, ona zaten yetişemezsin gibi sun’i fikirlerle aklımızı çelmeye çalışır, böyle bir karşılaştırmanın saçma olduğu kanısına varmamız için de elinden geleni yapardı ya neyse..

Çoğu kez de,okulda öğrendiği gibi, iki yanlış bir doğruyu götürür mantığı çerçevesinde yapılan karşılaştırmalar veya kendi eksiklerini diğer insanlarla karşılaştırarak rahatlamak da bu evrenin içine katılabilir.

Gözlemlerimiz neticesinde dikkatimizi çeken bazı örnekler:

‘Başkaları neler yapıyor, benin işlediğim günahtan ne çıkar ki?’ (günahı küçümsemek)

‘…. bile beceremiyor, ben nasıl bu günahtan uzak durabilirim ki?’

‘Evet … günahlarım var ama öte yandan …. sevaplarım, iyi yönelerim var’ (kendi fiilerini karşılaştırma/iki salih amel bir günahı götürür mantığı ismini verdiğimiz psikoloji)

 4-Umutsuzluk Evresi

 İşlediği günahların yükünü taşıyamayıp bu bataklıktan kurtulamadığı için, her şeyden umudunu kesip, daha çok günahların içinde boğulan insanları gördünüz mü?

Ben çok gördüm. Eğer bir insan işlediği günahlardan dolayı daha çok ümitsizliğe kapılıyor, direncini yitiriyorsa, bu nefsinin, onun üzerinde kurmuş olduğu hakimiyetinin en bariz göstergesidir.

Bu evre hem çok önemli olduğu, hem de diğer yazımızda bu konuya değineceğimiz için, ümitsizliğe düşmüş insanların sarfettiği bazı cümle ve düşünceleri örnek vererek yetiniyoruz:

‘Benden zaten adam olmaz’

‘O kadar günahım var, namaz kılsam ne olacak ki sanki?’

‘Zaten batacağım kadar günaha batmışım, işlediğim günahlara devam etsem de etmesem de benim için  bir’

Bu evrelerin her insanda meydana gelmesi veya saydığımız sıralamaya uygun olması gerekmez. Amacımız, bu düşüncelere kapıldığımızda, bunların nefsimizden geldiğini bilmemizi sağlamak ve günahkar insanların savaştıkları psikolojik durumlarını hatırlatmaktı. Elbette ki her madde için ayrı bir yazı neşretmek gerekir, fakat konumuz çok kapsamlı olduğu için bu kadarıyla yetindik.

Şunun tekrar altını çizmekte fayda var: Evrelerdeki zikrettiğimiz düşünceler, ancak işlediğinin günah olduğu bilincine sahip olan insanlarda meydana gelir. İşlediğinin günah olduğunu tam anlamıyla idrak etmemiş olan insanlar da meydana gelmesi çok az rastlanılan bir durumdur.

Bu yazımızda sadece problemlerden bahsettik. Müslümanların neden günah işlediğini ve bundan kurtulmak için ne gibi çözümlere başvurabileceğimizi diğer yazımızda konu edineceğiz.

Hiçbir kaynağa başvurmadan ortaya çıkan çalışmamızı neşrettiğimiz bu yazıda, elbette ki eksikler veya yanlışlar mevcut olabilir.

En iyisini Rabbim bilir

Hüseyin Tuğrul

www.NurNet.org

Hata Yapanların Hayırlısı

İNSANIN bir sağı bir de solu vardır. Yaratılışta insan bu iki yanın ortasında dimdik durur. Bu duruş, insanın yaratılıştaki dengeli duruşudur. Bir yana meylederse dengesini bozmuş, normalini değiştirmiş demektir. Doğru bir yürüyüş beklenemez böyle dengesini bozmuş insandan… Onun için insanda esas olan duruş, hep ortadaki dimdik duruştur. Ancak dengeli durmayı esas alan insanın bazen ayağı kayabilir, dengesini bozabilir, hatta sürçüp düşebilir de… Böyle düşüşlerde mühim olan, “Ben düştüm, artık ayağa kalkamam” demeyip hemen toparlanıp ayağa kalkmak, dengesini yine kurup yoluna devam etmektir… Bu takdirde düşmenin sonucunda fazla tehlike de yoktur. Kalkıp yoluna devam etmek söz konusudur çünkü…

Tehlike nerede? Tehlike şuradadır: “Eyvah, ben dengemi kaybedip düştüm, ayağa kalkmam imkânsız, hatta benden istikametli adam olmaz artık..” diye vesveseye kapılarak hedefine doğru yürüme azmini kaybetmek!.. İşte tehlike burada…

Maalesef, günah sürçmelerinden sonra kapıldığı vesvesenin etkisinde kalarak dengesini bozup yoluna devam etme azim ve aşkını kaybedenler vardır. Halbuki Allah Resulü Efendimiz (SAV), sürçerek günah çukuruna düşenlerin tekrar dengelerini bulup yollarına devam etmelerini temin için şöyle buyurmuştur:

“İnsanlar mutlaka hata yaparlar. Ancak hata yapanların hepsi de şerli insan değildir! Hata yapanların da hayırlısı vardır…”

“Kimdir hata yapanların hayırlısı ya Resulallah?” diye soranlara ise:

“Hatalarından sonra tövbe ederek aynı azim ve aşkla yollarına devam edenler!..” buyurmuştur Allah’ın Resulü.

Demek ki insan bazen bilmeden, bazen de nefsine uyarak hata yapabilir, bu her şeyin mahvolması mânâsına gelmez, ümidin kesilmesini gerektirmez. Çünkü hatasından dolayı pişmanlık duyup da dinî hayat ve İslâmî hizmetlerine yine devam edenler, Efendimiz (SAV)’in ifadesiyle, hata yapanların hayırlısıdırlar. Yeter ki, hatadan sonra ciddi şekilde üzüntü duyup pişmanlık hissetsin. Düştüğü yerde, benden adam olmaz artık, demeden kalkıp İslâmî hayatına ve hizmetine aynı azim ve aşkla devam etsin.

Bir adam, Hazreti Ali efendimize gelir:

“Ben yaptığım hatalarla mahvoldum, ne olacak halim?” diye ümitsiz şekilde sızlanır.

İmam-ı Ali efendimiz de:

“Mahvolacak zamana daha gelmedik, tövbe kapısı henüz kapanmamıştır, tövbe et, yoluna devam et,” der.

O ümitsiz adam:

“Benim günahım öylesine büyük ki, tövbe ile filan affa uğrayacak gibi değildir” der.

İmam-ı Ali efendimiz de:

“Hiç düşündün mü, senin günahın mı büyük, yoksa Rabb’imizin affı mı?” diye sorar.

Adam duraklar, düşünür,

“Elbette Rabb’imin rahmeti…” der.

Hazreti Ali efendimiz:

“Öyle ise..” der. “Rahmeti senin günahından büyük olan Rabb’imizin affından ümidini kesme de tövbe edip kıble istikametli yoluna devam et.”

Adam yine sorar: “Ne zamana kadar tövbe?..”

Cevap tek cümledir:

“Tövbe ettiğin günahı terk edinceye kadar!..”

Demek ki, bazen sürçüp düşmek insanlığımızın icabıdır. Ancak düştüğü yerde ümitsizliğe kapılıp kalmak insanlığın icabı değil, şeytana tabi olmanın gereğidir. Çünkü şeytan da sürçüp düştüğü çukurda kalmayı tercih etti, “Rabb’imin rahmeti benim günahımdan büyüktür” demedi, öylece çukurda kaldı.. Ama Âdem babamız Rabb’imin rahmeti kulun yanlışından büyüktür, deyip ümidini kesmeden yoluna devam etti, Peygamberlik makamına layık görüldü.. Bütün bunlardan, şimdi sorabilir miyiz? “Nasılsınız, sürçme ve düşmelerden sonra hemen kalkıp kıble istikametli yolunuza devam etme azim ve aşkınız tamam mı? Yoksa vesvese hâlâ devam mı ediyor?” Unutmayın, vesvesede hayır olsaydı şeytanı kurtarırdı.

Ahmet Şahin / Zaman