Etiket arşivi: günahkar

Gafletten Uyan

Yeter artık! Pişmanlık günü gelmeden uyan,

Kendine güvenmekten kurtul, Rabbine dayan.

 

Bin küsur yıl bu hak dini yaşatmış bir millet,

Şanlı maziye hasret kalmak, hazin bir zillet.

 

Vatana  ciddi sahip çıkmak, bizim hakkımız,

Yoksa, acı çekeceğiz  biz ve öz  evladımız.

 

Yeter artık sona ersin bu kasavet bizde,

Nasıl oldu, kimdendir bu perde gözümüzde?

 

Dostla düşmanı fark etmeden, terakki olmaz,

Hiç kimse, kabalıkla aradığını bulmaz.

 

Müslüman bilmeli ki, feraset onun malı,

O haslet Müslüman’ın köküdür, değil dalı.

 

Eğer biz hala gelmeyecek sek kendimize,

O düşman huzurunda, düşebiliriz dize.

 

Yakın tarihte ne çektik, iç ve dış düşmandan,

Birleştiler, bizi mahrum etmek için imandan.

 

O sebepten, gençlerin bir çoğu dinden döndü,

Bütün bu haller, o dinsizlerin ürünüydü.

 

Bereket ki dinin temeli yerleşmiş burada,

Çünkü şehit kanı var, bu yurdun toprağında.

 

Bize ermeseydi velilerin istirhamları,

Cemaatlerin, kavli ve fili duaları.

 

Acaba ne olurdu bu ma’suminin hali,

Kavli fili duayla ittik bu izmihlali.

 

Aksine, İtikadı, bozulurdu milletin,

Bilhassa ma’sum olan kız ve erkeklerin.

 

O dua sayesinde  dönebildik helaketten,

Tasavvur edilmeyen çok büyük felaketten.

 

Başka yerde gibi, burada iç savaş olmadı,

Çok yanlış yol olan, kardeş kardeşi kırmadı.

 

Çekinmeden söyle bana, kimindir bu vatan?

Değilmi altında bin bu kadar şehit yatan?

 

Aman, ecdadın yolunu sen bırakma sakın,

Çünkü, bizim hesap verme günümüz çok yakın.

 

Ecdadın sağlam imanlı yolunu bıraksak

Vücudumuz, ebeden cehennemde yanacak.

 

Bu insan yaşarken gitse Allahın emrinde

Zorluk kalırmı onun hesap verme devrinde,

 

Günahkârlar için, ebedi azap çekmek var,

Âbidi hiç, görülmemiş bir mutluluk sarar.

 

Duamız, Rabbin sonsuz rahmetine kavuşmak,

Bize çok büyük  kâr, Allah’la mulaki olmak.

 

Abdülkadir HAKTANIR

www.NurNet.org

Öfke ‘Günah’a mı, ‘Günahkâr’a mı?

İNSAN KIRILGAN bir varlık. Sabit kadem olmak bir ömür boyu verilesi bir uğraşı onun için. Muvaffak olmak ise pek güç… Yaşamın med-cezirlerinde gün gün, an an farklı menzillere uğrar durur bu yüzden. Hata-sevap menzillerine… Geç kalır, utanır, umursamaz, kızar, küser, düşer, bir hayat belki de böyle geçer. İnsandır, nisyana müpteladır, unutuverir. Dün yediğini de, ne sözler yediğini de unutur. Hatta unuttuğunu bile unutur. En çokta Rabbiyle olan sözleşmeyi…

Ama Rabbi de kulunun bu durumunun farkındadır. Çünkü yaratan yarattığını bilir. Onun için en büyük yanlışları bile bir itirafla, yürekten bir “affet!” yakarışıyla aşılabilecek kadar ufaltır kulunun gözünde. Yeter ki kul fark etsin farksızlığını, farkındasızlığını… Yani büyük olmadığını, nice nimetlere karşı körlüğünü… Hemen affeder, hiç geciktirmez, affedeceğine dair sözünden dönmez… Sadikul Va’dül Emin olduğunu söylemeyi ihmal etmez, kulunun aklından geçebilecek “Ya affetmezse?” endişesini gidermek için. Sonra bu hakikati elçisinin diliyle de perçinler kim bilir kaç kez. Ne büyük günahların peçesine düşmüşlerin nasıl tevbe etmek şartıyla affedileceğini öylesine berrak anlatır ki, Örneğin Ebu Zerr hayretini gizleyemez de bu rahmet karşısında, defaatle sormadan edemez “Nasıl yani?” der gibi aynı soruyu üst üste… (*1)

Bu rahmet ahir zaman müminleri için ise bir kat daha artar sanki. Çünkü zaman dehşetlidir. İnsanın bütün zaaflarını tüm çıplaklığıyla harekete geçirecek türlü işler, ayak oyunları ve şeytanın hileleri cirit atmaktadır rahatça. Eskiden bir kez gelen şimdi bin kez çıkar karşısına insanın. Onun için dinin onda birini yapanın dahi kurtulacağını müjdeleyen hadisler dökülür Hz Peygamberin dilinden.

Ama gelin görün ki bataklığa düşen insanın elinden tutup çıkarmak gibi, günah batağına düşen insanların da çekilip çıkarılmasını söyleyen Hz. Peygamberin bu tavsiyesine rağmen maalesef bazı ehl-i iman bu dehşetli zamanda günah batağına batmışlara karşı aynı şefkati esirgiyor. Dikkat ediyorum da günah işleyenlere karşı tepkilerimiz öfke ve gadap merkezli. Sanki günah bize karşı işleniyor! Bir günahın günah olduğunu söyleyen de ona ceza verecek yahut affedecekte Allah’tır, bize n’oluyor Allah aşkına? Biz kendimize düşeni yapalım ve şefkatle, hikmetle o filli ortadan kaldırma yolunu seçelim. Bırakın günah çukuruna düşmüşlere aşağılayıcı “bunlardan ne hayır gelir?” edasıyla bakmayı. Çünkü mümin mümini sever, sevmeli. Fenalığı için ise “yalnız” acır. Şefkatle, hürmetle muhabbetle izalesine çalışır.Bir hatasından dolayı bir mümini kınayan, aynı hatayı işlemeden ölmez” nebevi ikazı duruyorken ortada neyimize güvenip hatalarından dolayı müminlere içimizden öfke nöbetleri geçiriyoruz? Ortada çirkin olan bir şey varsa o “günah” denilen eylemdir. Onun için günahkâra değil günaha karşı nefret duyulmalıdır. Sonra Allah Settar’dır, örter. Allahın Settar ismine mazhar olup kardeşimizin günahını örtmek varken, olmadık yerde Kahhar eli olma gayreti neden?? İlla bu isme mazhar olacaksanız, en müminane olanı yapıp, şeytanın kahrına vesile olun! Bu daha selametli bir yol…

Açıkça söylüyorum: bir müminin düştüğü bir haramdan dolayı o mümine kin ve düşmanlık besleniyorsa iki nedeni vardır, ya Allahın şefkat merkezli isimlerine mazhar olamamaktan gelen şeytani bir öfke yahut aynı fiili işleyememenin verdiği “sinir”den kaynaklanan bir hamlık. Bir şık daha var gerçi; “Ben, hataya düşen çocuğuna karşı şefkatten dolayı kızan anne gibi bir öfke duyuyorum” şıkkı. Öfkeniz yerini hemen şefkate bırakıyor ardından bir annenin evladına sarılması gibi o mümine o bataktan kurtulması için iki elinizle sarılıyorsanız ne mutlu!

 

*1. Ebu Zerr (Cündeb İbnu Cünâde el-Gıfârî) (radıyallahu anh) hazretleri anlatıyor:

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Bana Cebrail aleyhisselam gelerek “Ümmetinden kim Allah’a herhangi bir şeyi ortak kılmadan (şirk koşmadan) ölürse cennete girer” müjdesini verdi” dedi. Ben (hayretle) “Zina ve hırsızlık yapsa da mı?” diye sordum. “Hırsızlık da etse, zina da yapsa” cevabını verdi. Ben tekrar: “Yani hırsızlık ve zina yapsa da ha?” dedim. “Evet, dedi, hırsızlık da etse, zina da yapsa!” Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) dördüncü keresinde ilâve etti:

“Ebu Zerr patlasa da cennete girecektir.”

 

16/09/2011

© 2010 karakalem.net, Osman Sertuğ Çalışkan

Risale-i Nur Işığında Günahkar Psikolojisi

Herbir günah içinde küfre gidecek bir yol vardır. (Bediüzzaman said Nursi)

Dahaki önceki bir yazımızda kendi gözlemlerimiz neticesindeki bilgilerden faydalanarak günahkar psikolojisini araştırmıştık. Bu yazımızda ise aynı konuyu farklı boyutlarıyla, Risale-i Nur ışığında inceleyeceğiz.

Günah ,Risale-i Nur Külliyatı’nın farklı bölümlerinde, farklı yönleriyle incelenmiş bir konudur. Bu bölümlerden birisi de 2. Lem’a’dır. Bu bölümde Bediüzzman, Hazreti Eyyüb’un başına gelen musibetlerden bahseder. Başından geçenleri kısaca anlattıktan sonra, bizler için bu kıssadan çıkarmamız gereken derslere şöyle ilginç bir giriş yapar:

Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâm’ın zâhirî yara hastalıklarının mukabili bizim bâtınî ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır. İç dışa, dış içe bir çevrilsek, Hazret-i Eyyub’dan daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceğiz.

Hazreti Eyyüb’un yıllarca yara bere içinde yaşadığını, hatta bu yaralar neticesinde ortaya çıkan kurtların kalbine ve diline ulaştığını düşündüğümüzde, durumumuzun daha iyi farkına varabiliriz, zira Bediüzzaman’a göre bizler daha yaralı durumdayız. Bunun sebebini ise bir sonraki cümlede açıklar:

Çünkü işlediğimiz herbir günah, kafamıza giren herbir şüphe, kalb ve ruhumuza yaralar açar. Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâm’ın yaraları, kısacık hayat-ı dünyeviyesini tehdid ediyordu. Bizim manevî yaralarımız, pek uzun olan hayat-ı ebediyemizi tehdid ediyor.

Evet, Eyyüp (a.s.m) yaraları neticesinde geçici olan dünya hayatı tehdit altındaydı. Bizlerin ise, sonsuz olan ahiret hayatı tehdit altındadır. İşlediğimiz herbir günahı bu boyutuyla düşünmemiz gerekir.

Üstad Hazretleri çok önemli bir konuya daha değinmektedir. İşlediğimiz günahların meydana getireceği en vahim sonuçtan bahsetmektedir:

(…)günahlardan gelen yaralar ve yaralardan hasıl olan vesveseler, şüpheler (neûzü billah) mahall-i iman olan bâtın-ı kalbe ilişip imanı zedeler ve imanın tercümanı olan lisanın zevk-i ruhanîsine ilişip zikirden nefretkârane uzaklaştırarak susturuyorlar. Evet günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra tâ nur-u imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Herbir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah istiğfar ile çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir manevî yılan olarak kalbi ısırıyor.”

İtiraf etmeli ki, ilk bakışta çok abartılı gelen bir cümledir bu. İşlediğimiz günahların, imanımıza bu derece zarar verebileceğini ve hatta (Allah korusun) imanımızı kaybetmemize sebep olabileceği düşüncesi akıldan uzak bir ihtimal gibi gözükmektedir.

Ama Risale-i Nur’un her yerinde olduğu gibi ,Bediüzzaman hazretleri, yaptığı tespitleri örnekleriyle birlikte ispatlamaktadır.

Mesela bir günahı işleyen insan, diğer insanların bu günahtan haberdar olmalarından rahatsız olur ve utanır. Kalbinde iman nuru bulunan her insan böylesi bir durumdan çekinir, çünkü yaptığının bir hata olduğunu bilmektedir. İnsanlardan, işlediği günahı gizleyebilir, ama sağında ve solunda amellerini yazmakta olan meleklerin varlığını bilir. Her ’inançlı günahkarın’ çekindiği bu durumda nefis devreye girer ve varlığı kişi için çok ağır bir yük olan meleklerin varlığını inkar ettirir .Zira işlenilen günahların yükünden tevbe haricinde başka bir kurtuluş yolu yoktur.

Başka bir örnek olarak, Cehennemi inkar etme fikrini verir Bediüzzaman. İşlediği günahın gerektirdiği cezayı düşünen bir kişi nasıl rahat edebilir?  Bütün hücrelerinde hissettiği bu sıkıntıdan kurtulmalıdır. Kurtuluşun tek çaresi olarak nefis, Cehennemi inkar fikrini sunar. Çok cazip bir teklif! Ceza çekilecek bir yer olmayınca, günah işledikten sonra içimiz rahat olacak!

Veya farz ibadetlerini yapmayan, kulluk vazifesini yerine getirmeyen her imanlı insanın kalbinde bir sıkıntı belirir. İçten içe ’keşke böyle bir vazife bulunmasaydı’ diye şikayet eder. Bu şikayetle birlikte kalbine farketmeden, ona bu kulluk vazifesini yükleyen Allah’a karşı düşmanlık tohumu ekmektedir. Bu tohum, kulluğunda gösterdiği her tembellikle sünbüllenir.

Eğer bu örneklerden sonra da bu söylenilenleri abartılı buluyorsanız, bilin ki bu da nefistendir. İç alemimizden meydana gelen bu düşünceler, belirli bir süreçten sonra bizleri tamamen gaflet uykusuna itebilir. Bunu şöyle bir örnekle daha iyi anlayabiliriz:

İmanlı kalpleri beyaz bir kağıda benzetecek olursak, günahlarımızı da siyah noktalara benzetebiliriz. Bu noktalar arttıkça mevcut beyazlık(iman) azalacaktır ki(Allah korusun), bu imanın kalpten tamamen çıkması anlamına gelir. Bir anda o noktalar kalbi karartmayacağı için, çoğu kez karardığının da farkına varamayabiliriz.

İşlenen her günah bu boyutlarıyla düşünmeli ve beraberinde getireceği vahim neticeler iyi bilinmeli. Günahların hafife alındığı bir zamanda, bilinçli olmalı ve işlediğimiz günahlara da acilen tevbe etmeliyiz. Tevbe konusunu diğer bir yazımızda inceleyeceğimiz için bu kadarla yetiniyor ve Bediüzzaman’ın aynı bölümde geçen şu sözleriyle bitiriyoruz:

O günah, istiğfarla çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir manevi yılan olarak kalbi ısırıyor.

Hüseyin Tuğrul
h.tugrul92@gmail.com
(İ.D.T.T)

www.NurNet.org

Günahkar Psikolojisi

“Çünkü nefis, daima kötülüğü emreder.” (Yusuf; 53)

“Günahın açığını da, gizlisini de bırakın.” (En’am 120)

Günah, cennet yurduna giden nurlu yolda, bizi yolumuzdan alıkoyabilecek en büyük engeldir. Bu engeli çıkaranların başında ise şüphesiz nefsimiz gelir. Nefsin çok çalışkan ve kurnaz olması ise,bu yoldaki ilerlememizi daha da zorlaştırır. Aslına bakılırsa nefsimizle her an bir mücadele içindeyiz. Burada asıl sorun şu: 

Günah işledikten sonraki psikolojik durumumuz, nefsimiz tarafından yönlendirilebilmektedir. Nitekim ’günahkar’ bir insan, nefsi tarafından yanıltılmaya çok uygundur.

Haftalar süren izlenimler neticesinde ortaya çıkan çalışmamızın bir kısmını bu yazıda neşrederek, günahkar insanların ortak psikolojisini ve farkedilmeden nefsimiz tarafından nasıl yönlendirilebileceğimizi ortaya çıkarmaya çalıştık.

Bu çalışmamızda günahkar psikolojisini dörde böldük. Bunlar:

1-Günahı farketmek. Temize çıkma, günahı mübahlaştırmak

2-Güvence altında olduğunu zannetmek

3-Başkalarıyla karşılaştırmak

4-Umutsuzluk evresi

 1-Günahı farketmek. Temize çıkma, günahı mübahlaştırma evresi:

Günah işledikten sonra yaptığının bir hata olduğunu kabullenmekle başlar bütün süreç. Artık bir yola girilmiştir. Nefsin aldatmasıyla yapılan tek şey, o yolda olmanın aslında doğru olabileceğine, bu durumda olmaya mecbur kalındığını veya göründüğü kadar kötü olmadığına inandırmaktır kendini.

Zaten diğer evrelerdeki düşünceler, bu evrenin mahsulü olarak karşımıza çıkar.

Her insan, hangi konuda olursa olsun kendini haklı görmek istediği için, artık içinde bulunduğu bataklığı çiçeklerle kaplamaya başlar.

Fakat bu günah bataklığının üstünü güzel çiçeklerle süslemek, altında kötü kokular saçan bir bataklık olduğu hakikatini değiştirmez.

Sonuç itibariyle nefis devreye girerek  bazı gönül rahatlatıcı sözler fısıldar. Genç insanlarda özellikle şu düşüncelerin hakim olduğunu gördük:

’Namaz kılmıyorum ama gönlüm temiz’

‘Bu zamanda günah olan şeylerden uzak durmak zaten imkansız’

‘Benim kız/erkek arkadaşım var ama böylelikle başka kızlara/erkeklere

bakmıyorum’

‘Biliyorum bu yaptığım günah ama ne yapayım işte…’

‘Gıybet gibi olmasın ama…’ (fakat konuştuğu gıybettir)

‘Beni bilen nasıl olsa biliyor’ (Allah beni kabul edecekse böyle kabul

etsin der gibi)

 2-Güvence altında olduğunu düşünme evresi:

Her çukura düşen insan elinden tutacak birisini bekler. Her yerde ve mekanda bir umut belirsin ister. Çoğu kez de bir umut vardır. Ama şu da bir gerçek ki, her umut olarak gördüğümüz şey, bizim için bir umut kaynağı değil, bilakis bir hüsran sebebi olabilir.

İşlenilen günahların ardından bir çok insanda bu psikoloji hakim olmaktadır. Yaptığı şeyin günah olduğunu bilen mümin, bu sefer kendisini güvende hissetme arzusu besler. Bu duygu neticesinde, işlemiş olduğu günahtan duyduğu azabı bastırmak ister. Yukarıda da belirttiğimiz gibi bir çok insan dinimizce bizlere bir dayanak noktası ve bir umut ışığı teşkil eden bazı şeyleri (Allah’ın Rahman ve Rahim olduğunu bilmemiz gibi mesela) kendi vicdan azaplarını gidermek için ‘sömürmesi’ , mümin insana yakışır bir hareket değildir.

Nefsimiz, bizlerin böyle bir lükse sahip olduğumuz inancına kaptırmaması için bu psikolojik evrede meydana gelen bazı yanlış düşünce ve fikirleri sayalım:

‘Yanar yanar çıkarız. Nasıl olsa müslüman değil miyiz. Eninde sonunda Cennete gireceğiz’

‘Bu günahı işledim ama öte yandan……. sevaplarım var’ (ameline güvenmek)

 3-Kendini diğer insanlarla karşılaştırma evresi:

İnsanoğlunun vazgeçemediği bir şey varsa o da kendisini başkalarıyla karşılaştırmaktır. Bundan büyük bir lezzet alır insan.

Diğerleriyle malını mülkünü karşılaştırıp, kendisinde daha fazla olduğunu görünce, insanlar bir haz duyamayacaksa, onca maddi varlığın ne kıymeti var değil mi?

Fakat bir çok insan sadece bununla da yetinmeyip, aynı düşünce tarzını manevi boyutlara da taşımaktalar. Böylelikle 2. maddede zikrettiğimiz, kendini güvence altında hissetme arzusu tatmin edilmiş bulunuyorlar.

Gariptir ki, kendisini karşılaştırdıkları insanlar, kendilerine nazaran daha günahkar olan, dini emirleri kendilerinden daha az yerine getiren insanlardır.

Elbette öyle olacak…

Nefis, kendimizi bir islam alimi veya sahabelerle karşılaştırmamıza izin verse işsiz kalırdı.

Onu da becersek, o sahabeydi, büyük bir evliyaydı, ona zaten yetişemezsin gibi sun’i fikirlerle aklımızı çelmeye çalışır, böyle bir karşılaştırmanın saçma olduğu kanısına varmamız için de elinden geleni yapardı ya neyse..

Çoğu kez de,okulda öğrendiği gibi, iki yanlış bir doğruyu götürür mantığı çerçevesinde yapılan karşılaştırmalar veya kendi eksiklerini diğer insanlarla karşılaştırarak rahatlamak da bu evrenin içine katılabilir.

Gözlemlerimiz neticesinde dikkatimizi çeken bazı örnekler:

‘Başkaları neler yapıyor, benin işlediğim günahtan ne çıkar ki?’ (günahı küçümsemek)

‘…. bile beceremiyor, ben nasıl bu günahtan uzak durabilirim ki?’

‘Evet … günahlarım var ama öte yandan …. sevaplarım, iyi yönelerim var’ (kendi fiilerini karşılaştırma/iki salih amel bir günahı götürür mantığı ismini verdiğimiz psikoloji)

 4-Umutsuzluk Evresi

 İşlediği günahların yükünü taşıyamayıp bu bataklıktan kurtulamadığı için, her şeyden umudunu kesip, daha çok günahların içinde boğulan insanları gördünüz mü?

Ben çok gördüm. Eğer bir insan işlediği günahlardan dolayı daha çok ümitsizliğe kapılıyor, direncini yitiriyorsa, bu nefsinin, onun üzerinde kurmuş olduğu hakimiyetinin en bariz göstergesidir.

Bu evre hem çok önemli olduğu, hem de diğer yazımızda bu konuya değineceğimiz için, ümitsizliğe düşmüş insanların sarfettiği bazı cümle ve düşünceleri örnek vererek yetiniyoruz:

‘Benden zaten adam olmaz’

‘O kadar günahım var, namaz kılsam ne olacak ki sanki?’

‘Zaten batacağım kadar günaha batmışım, işlediğim günahlara devam etsem de etmesem de benim için  bir’

Bu evrelerin her insanda meydana gelmesi veya saydığımız sıralamaya uygun olması gerekmez. Amacımız, bu düşüncelere kapıldığımızda, bunların nefsimizden geldiğini bilmemizi sağlamak ve günahkar insanların savaştıkları psikolojik durumlarını hatırlatmaktı. Elbette ki her madde için ayrı bir yazı neşretmek gerekir, fakat konumuz çok kapsamlı olduğu için bu kadarıyla yetindik.

Şunun tekrar altını çizmekte fayda var: Evrelerdeki zikrettiğimiz düşünceler, ancak işlediğinin günah olduğu bilincine sahip olan insanlarda meydana gelir. İşlediğinin günah olduğunu tam anlamıyla idrak etmemiş olan insanlar da meydana gelmesi çok az rastlanılan bir durumdur.

Bu yazımızda sadece problemlerden bahsettik. Müslümanların neden günah işlediğini ve bundan kurtulmak için ne gibi çözümlere başvurabileceğimizi diğer yazımızda konu edineceğiz.

Hiçbir kaynağa başvurmadan ortaya çıkan çalışmamızı neşrettiğimiz bu yazıda, elbette ki eksikler veya yanlışlar mevcut olabilir.

En iyisini Rabbim bilir

Hüseyin Tuğrul

www.NurNet.org