Etiket arşivi: haber7

Mehmet Kırkıncı Hoca vefat etti

Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin talebelerinden, büyük alim Mehmet Kırkıncı Hoceefendi vefat etti.
Alimin ölümü alemin ölümü gibidir. Hayatını iman ve Kur’an hizmetine adayan, pekçok talebeler yetiştiren Mehmed Kırkıncı hocaefendi Hakkın rahmetine kavuştu.Bir süredir hasta olan ve geçtiğimi gün hastaneye kaldırılarak yoğun bakıma alınan Kırkıncı Hocaefendi bu akşam saat 21 civarında ruhunu Rahmana teslim eyledi.
Cenaze Namazı, 26 Şubat 2016 Cuma Namazını müteakip Narmanlı camiinde kılınacaktır. 
Erzurum Kültür Eğitim Vakfı Mütevelli Heyeti.

Mehmed Kırkıncı Kimdir ?

1928 yılında Erzurum merkez köylerinden Güllüce’de dünyaya geldim. Babam koyun tüccarıydı. Bu yüzden Erzurum’a sık sık giderdi. Çocukluğumuzda babam bana daima:
“Erzurum’da Mustafa Efendi adında bir alim var. Kardeşin Musa ile seni Erzurum’a götüreceğim. Ta ki, Mustafa Efendi’den ilim tahsil edesiniz.”  derdi.
Bu sözleri duya duya içimizde ilim tahsiline bir iştiyak hasıl oldu. Zaten dedem de hoca olduğu için, okumaya hevesli idik.
1940’da Erzurum’a geldik. Babam Gürcü Kapı’da bir dükkan açtı. Evimiz İhmal mahallesindeydi. Evimizin karşısında İhmal Camiinin imamı Mehmet Efendi’nin evi vardı. Mehmet Efendi ile tanıştık. O zat cumaları vaaz ederdi. Vaazları çok tesirliydi. İbadet ve ahlaka dair konuları anlatırdı. Bu benim hoşuma gittiğinden cumaları onun vaazlarına devam ettim. Bu sayede bendeki ilme karşı olan kıvılcım alevlendi. Mehmet Efendi’nin de Ziyaeddin isminde 20-25 yaşlarında bir oğlu vardı. Erzurum’a gelmemizin sebebini  anlattığımızda, hem Mehmet Efendi hem de oğlu bize ve babama karşı bir muhabbet bağladılar.
Ziyaeddin Efendi, bir gün bize dedi ki:
“Bu mahallede  münzevi Rauf Efendi isminde evliyadan bir zat var. Bir gün gidelim elini öpelim ve onun duasını alalım. Çok değerli bir insandır.”
Rauf Efendi’nin yanına gittik. Arkasında kütüphanesi, seccadenin üzerinde, elinde tesbihi, önünde bir rahle üstünde birkaç kitap, yanında da semaver ve ufak bir sobası vardı. Öyle bir huzur buldum ki anlatamam. Çehresinde öyle bir nur tebellür ediyordu ki, bu nur sanki sakalının beyaz kıllarından akıyordu.
Rauf Efendi:
“Bu genç kimdir?” diye sordu. Bunun üzerine Ziyaeddin Efendi de beni takdim etti ve:
“Babası Celalettin Efendi, bu Mehmet Efendiyi ilim tahsil etmesi için köyden Erzurum’a getirdi.”
dedi. Buna binaen bana iltifat ederek şunları söyledi:
“İnd-i İlahide en makbul hicret, ilim için yapılan hicrettir. Selef-i salihin, ilimlerini hep gurbetten almışlardır. Kimisi gurbet illere ilim götürmüşler, kimisi de ilim tahsili için diğer ülkelere gitmişlerdir. Bu zamanda ise ilme olan ihtiyaç her zamandan fazladır. Erzurum’da çok az ilim adamı kaldı. Müderris olarak Sadık Efendi, Hacı Faruk Efendi, Hacı Mustafa Efendi, Sakıp Efendi’den başka müderris kalmadı. Bu yüzden şimdi ilim okumanın fazileti 100 yıl öncesine göre çok daha fazladır.”
Rauf Efendi bizi ilme teşvik için Peygamberimiz’den şöyle bir hadis de nakletti;
“Bir kimse ilim talebiyle yola düşerse Allah Teala cennet yollarından birini ona kolaylaştırır. Hatta melekler dahi kanatlarını onun önüne sererler.”
Sohbetin bir yerinde “Alimler peygamberlerin varisleridirler.” hadis-i şerifini nakletti. İki saat kadar süren sohbetten sonra elini öperek yanından ayrıldık.
Dışarıya çıktığımızda Ziyaeddin Efendi:
“Bu zatı nasıl buldun?” dedi. Ben de:
“Çok sevdim ve hayran oldum.” dedim.
Ziyaeddin Efendi de:
“Ehlullah’ın kalpleri aynadır, nazar edenler Cemal-i İlahiyeyi onda müşahede ederler. Rauf Efendi onlardan biridir.” dedi.
Daha sonra Rauf Efendiyi defalarca ziyaret ettik. Bir sohbetinde Rauf Efendi on iki ilimden söz etmişti ve ben “Bu işi yapabilir miyim?” diye düşünmeye başladım. Bu endişemi Ziyaeddin Efendiye söylediğimde:
“Muhammed Efendi, sen daha hayatının baharını yaşıyorsun. Okuyan için ilim sarayının kapıları her zaman açıktır. İlim, ucu bucağı görünmeyen zengin bir bağdır. Onun içine giren kimse boş çıkmaz.”  dedi.
Rauf Efendi’yi ara sıra ziyaret ediyordum. Bir defasında da Erzurum’un manevi sultanlarından Topçuların Ağa Efendi ve Alvar İmamı Muhammed Lütfü Efendi’den çok sitayişle bahsetti. O sohbetten öğrendiğime göre; Efe Hazretleri Bitlis’teki Küfrevizade Muhammed Efendi’nin halifelerinden biriymiş. İrşad faaliyetlerine Hasankale’nin Alvar köyünde imam iken başlamış ve birçok insanın hidayetine vesile olmuş. Kardeşi Vehbi Efe de maneviyat aleminin sultanlarından biriymiş. Onun hizmeti, köyleri gezerek vaaz u nasihat etmek, ayrıca fakir fukaraya yardımda bulunmak, köylere yol ve su gelmesine yardımcı olmak tarzında gerçekleşmiş. Bu iki kardeşin büyük himmetleriyle birçok insan içki ve benzeri haramlardan uzaklaşmışlar ve ibadet ehli olmuşlar.
Ziyaeddin Efendi ile Mustafa Efendi’nin kardeşi Hüsnü Efendi’nin ziyaretine gittik. Ziyaettin Efendi benim Mustafa Efendi’den ilim tahsil etmek için geldiğimi söyledi. Hüsnü Efendi de:
“Hoca Efendi (Mustafa Efendi) şimdi İstanbul’da Elmalılı Hamdi Efendi’nin rahle-i tedrisine devam ediyor. O gelinceye kadar biz hem hüsn-i hat çalışırız, hem de sohbet ederiz.” dedi.
Çarşamba günü gittiğimde benim için kamış kalem, defter ve mürekkep aldığını gördüm. Bana ilk defa “Rabbiyessir ve la tüassir” duasını ders olarak verdi. Sayfanın başına yazdığı bu yazıyı defalarca yazıyordum. Her seferinde ilim ve ibadetin ehemmiyetinden, dünyanın fani olduğundan, ahiret hayatından bahseden hikmetli cümleleri bana ders veriyordu.
Hüsnü Efendi, ara sıra beni hocaların vaazlarına da götürürdü. Müftü Solakzade Efendi’nin vaazlarından çok istifade ederdim.
Hüsnü Efendi bir pazar sabahının erken saatlerinde bizim eve geldi. Beni Kavakkapısı’ndaki  kabristana götürdü. Kabristan o sırada sökülüyordu. Beni tuğladan yapılma, sökülmüş bir kabrin yanına götürdü. İskelet halindeki bir cesedi göstererek bana:
“Bu ölünün ruhuna bir Fatiha okuyalım.” dedi. Ben Fatiha’yı okuduktan sonra elini benim kafama vurarak:
“Bir gün bu kafa da onun gibi olacak. Her şeyi unut, bunu unutma.” dedi. Meğer beni oraya kadar yalnız o cesedi göstermek için götürmüş.
Hüsnü Efendi bir gün bana:
“Babadereli Ahmet Efendi (Abdulğafur Efendinin babası) Erzurum’a gelmiş. Murat Paşa Camii imamı Mihrali Efendi’nin evinde misafirmiş. Gidip onun da elini öpüp, duasını alalım.” dedi. Yatsı namazını kılıp ziyaretine gittik.
Hüsnü Efendi onu anlatırken:
“Kendisi seyyittir. Bütün ömrü İslam’ın hizmetinde geçmiştir. Hem müderris, hem büyük bir velidir. Hatta Erzurum’un meşhur müftüsü Solakzade Sadık Efendi, Şafii mezhebine ait fıkhi meselelerde halkı ona gönderirdi.” diyordu. Böylece onu görmeye iştiyakım arttı.
Mihrali Efendi’nin evine gittiğimizde Erzurum eşrafından bir cemaatin evde toplandığını gördük. Ahmet Efendi bir kenara oturmuş, kendisine mahsus tatlı bir şive ile va’z-u nasihat ediyordu. Sohbetlerinin temelini İslam birliği, müminler arasındaki muhabbet ve kardeşlik oluşturuyordu. Ayet ve hadislerle süslediği sözlerini, cemaat şevkle dinliyordu.
Hayatının sonuna kadar Erzurum’a her gelişinde ziyaretine gider, sohbetinde bulunurdum.
Ahmet Efendi’nin vefatından iki sene önce (1976 yılında) Osman Demirci Hoca yine İstanbul’dan Erzurum’a gelmişti. Ahmet Efendi’nin köyde hasta olduğunu, belki bu hastalıktan kurtulamayacağını söyledi. Bunun üzerine son bir defa ziyaretine gitmeye karar verdik. Mevsim bahardı. Bulduğumuz bir arabayla çamurlu yollardan geçerek güçlükle köye vardık. Kapıdan içeri girdiğimizde kendisinin yatakta, oğullarının ise etrafında olduğunu gördük. Bizi görünce:
“Kaldırın beni!..” dedi. Arkasına yastıklar koyarak oturttular. Bizde elini öpüp duasını aldık. Çay getirdiler. Çayımızı yudumlarken memleket meselelerinden sordu. Bu hasta haliyle memleketin dertleriyle meşgul olması beni gerçekten hayrete düşürdü. Öğle namazını eda ettikten sonra yemek getirdiler. Yemek esnasında içimden:
“Bu zat, bu yataktan zor kalkar.” diye geçti ve kalben çok rahatsız oldum. Ben tam böyle düşünürken Ahmet Efendi:
“Ben ölmeyeceğim, iki sene daha yaşayacağım.”
dedi. İki sene sonra güzel bir bahar günü 1978 yılının aynı ayında vefat etti. Cenazesinde bulunduk.

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu, Mehmet Kırkıncı’yı geçtiğimiz aylarda ziyaret etmişti.

Eserleri arasında ‘Kader Nedir’ adlı eseri Kader mefhumuna getirdiği güçlü ve muteber açıklama ile ilim çevrelerince takdir toplamış ve okurları büyük teveccüh göstermiştir.

Eserleri:

Cihad Sahasında Bediüzzaman
İrşad Sahasında Bediüzzaman
Nasıl Bir Maarif
Kader Nedir?
Ruh Nedir?
Gönül Damalaları
İslamda Birlik
Hayatım Hatıralarım
Nükteler
Hikmet Pırıltıları
İnsan, Millet ve Devlet
Bediüzzaman ve Tasavvuf
Bediüzzamanı Nasıl Tanıdım?
Alevilik nedir?
Dar’ül Harb Nedir?

Risale Ajans
Haber7

Mutluluğun Sırrı 30 Ayette

Nisa 58: Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.

Buruc 11: İnanan ve iyi amel yapanlar için de altından ırmaklar akan cennetler vardır. İşte büyük kurtuluş odur.

İnsan 31: Kuşkusuz takva sahipleri için bir kurtuluş var.

Tegabun 9: Toplanma günü için sizi topladığı zaman var ya, işte o gün, kimin aldandığının açığa çıkacağı aldanma günüdür. Kim Allah’a inanır ve yararlı iş yaparsa, Allah onun kötülüklerini örter ve onu, içinde ebedi kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar. İşte büyük kurtuluş budur.

Saff 12: (Eğer böyle yaparsanız Allah) sizin günahlarınızı bağışlar ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerinde hoş yerlere koyar. İşte büyük kurtuluş budur.

Asr 20: Cehennem ehli ile cennet ehli bir olmaz. Cennet ehli kurtularak isteklerine erişenlerdir.

Hadid 12: O gün inanan erkekleri ve inanan kadınları görürsün ki nurları, önlerinde ve sağlarında koşuyor. (Kendilerine): “Bugün müjdeniz altlarından ırmaklar akan, içlerinde ebedi kalacağınız cennetlerdir.” (denilir) İşte büyük kurtuluş budur!

Tur 18: Rablerinin kendilerine verdiği ile zevk ü sefâ sürerler. Rableri onları, cehennem azabından korumuştur.

Fetih 5: Mümin erkeklerle mümin kadınları, içinde ebedi kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyması, onların günahlarını örtmesi içindir. İşte bu, Allah katında büyük bir kurtuluştur.

Casiye 30: İman edip iyi işler yapanlara gelince; Rableri onları rahmeti içine koyacaktır. İşte apaçık kurtuluş budur.

Duhan 57: (Bunların hepsi) Rabbinden bir lütuf olarak (verilmiştir.) İşte büyük kurtuluş budur.

Mumin 9: “Onları fenalıklardan koru. Sen her kimi fenalıklardan korursan, o gün muhakkak onu rahmetinle yarğılamışsındır. İşte asıl büyük kurtuluş da budur.”

Yasin 55: Gerçekten cennetlik olanlar bugün bir meşguliyet içinde zevk etmektedirler.

Nur 52: Her kim Allah’a ve Resulüne itaat eder, Allah’a saygı duyar ve O’ndan sakınırsa, işte asıl bunlar bedbahtlıktan kurtulanlardır.

Muminun 111: Bugün ben onlara, sabrettiklerinin karşılığını verdim; onlar, hakikaten muradlarına erenlerdir.

Rad 29: Onlar ki, iman etmişler ve salih ameller işlemişlerdir, ne mutlu onlara, varacakları yer de ne güzeldir!

Rad 26: Allah, dilediği kimseye rızkı genişletir de, daraltır da. Onlar ise dünya hayatı ile ferahlanmaktalar. Oysa dünya hayatı ahiret hayatının yanında bir yol azığından ibarettir.

Hud 108: Mutlu olanlar ise cennettedirler. Orada gökler ve yer durdukça duracaklar, ancak Rabbinin diledikleri başka. (Bu) ardı arası kesilmeyen bir ihsan olacak.

Hud 105: O gün gelince Allah’ın izni olmadan hiç kimse konuşamaz. Onların kimi bedbaht, kimi de mutludur.

Yunus 64: Onlara dünya hayatında da, ahiret hayatında da müjdeler vardır. Allah’ın sözlerinde değişiklik yoktur. İşte bu en büyük kurtuluştur.

Tevbe 11: Allah, müminlerden, canlarını ve mallarını, kendilerine cennet vermek üzere satın almıştır: Allah yolunda çarpışacaklar da öldürecekler ve öldürülecekler. Bu, Tevrat’ta da, İncil’de de Kur’ân’da da Allah’ın kendi üzerine yüklendiği bir ahittir. Allah’dan ziyade ahdine riayet edecek kim vardır? O halde yaptığınız alış-veriş ahdinden dolayı size müjdeler olsun! Ve işte o büyük kurtuluş budur.

Tevbe 40: En zor zamanda bile kesinlikle ümitsizliğe kapılma.

Tevbe 100: Muhacir ve Ensar’dan İslâm’a ilk önce girenlerin başta gelenleri ve iyi amellerle onların ardınca gidenler var ya, işte Allah onlardan razı oldu, onlar da Allah’dan razı oldular ve onlara, altlarında ırmaklar akan cennetler hazırladı ki, içlerinde ebedi kalacaklar. İşte büyük ve muhteşem kurtuluş budur.

Tevbe 69: Allah onlara, altından ırmaklar akan cennetler hazırladı. İçlerinde ebedi kalacaklar. İşte o büyük kurtuluş budur.

Tevbe 72: Allah mümin erkeklere ve mümin kadınlara, altlarından ırmaklar akan cennetler vaad buyurdu. Orada ebedi kalacaklardır. Hem de Adn cennetlerinde hoş meskenler vaad etmiştir. Allah’ın rızası ise hepsinden büyüktür. İşte asıl büyük kurtuluş da budur.

Tevbe 20: İman edip de hicret edip, mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad edenler, Allah katında en büyük dereceye sahiptirler. İşte bunlar murada ermiş olan mutlu kullardır.

Enam 16: O gün kimden azab giderilirse, kuşkusuz Allah ona rahmet etmiştir. İşte apaçık kurtuluş budur.

Maide 19: Allah buyurdu ki: “Bu, sadıklara doğruluklarının fayda sağladığı gündür. Onlar için altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler vardır”. Allah onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte büyük kurtuluş budur.

Nisa 73: Ve eğer Allah’tan size bir lütuf ve zafer erişecek olsa, sizinle kendisi arasında hiç sevgi yokmuş gibi, bu sefer de hiç şüphesiz şöyle diyecek: “Ah ne olurdu, onlarla beraber olaydım da büyük murada ereydim.”

Nisa 13: – İşte bütün bu hükümler, Allah’ın koyduğu hükümler ve çizdiği sınırlardır. Kim Allah’a ve Peygamberine itâat ederse Allah onu altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar. Onlar, orada ebedî olarak kalacaklardır. İşte büyük kurtuluş budur.

Kaynak: Haber7.com