Etiket arşivi: hac

Hac ve Kurbanın Birleştirici Gücü!

İnsan olarak eşitiz, imanda eşitiz, kul olarak eşitiz ve en güzeli Kâbe ile yüz yüze gelince tepeden tırnağa eşitiz. Dünyaya gelişte, dünyada var oluşta, dünyadan gidişte ve en tatlısı Kâbe’ye sarılışta sırılsıklam eşitiz.

İki ayağımız, iki elimiz, iki gözümüz, iki kulağımız var; yaratılışta eşitiz. Bu yönüyle bile Kâbe ile eşitiz. Nasıl mı? Kâbe’nin, bağrına bastığı Hacerü’l-Esved’in -hadiste anlatıldığı gibi- konuşan bir dili, gören iki gözü, işiten iki kulağı vardır. Ne dersiniz? Kâbe ile tâ yaratılıştan kardeşmişiz değil mi?

Hac Kâbe demek değil mi? Hac Kâbe ile başlar, Kâbe ile devam eder, Kâbe ile sonlanır (Veda Tavafı). Kur’an öyle diyor zaten: “Hac için bir yol bulabilenin Beyti (Kâbe’yi) ziyaret etmesi, Allah’ın insanlar üzerindeki hakkıdır.” (Âl-i İmrân, 3:97)

Hacca gideceksek, Kâbe’ye uğrayacağız. Bunun için mutlak bir eşitliğe girmek durumundayız. Bu eşitlik ihramla başlar. Hacca niyet eder etmez ihrama bürünürüz. İhrama bürününce de ne üst kalır bedenimizde, ne baş. Tek kıyafet, tek giysi; bembeyaz iki ihram bezi sararız üzerimize. Baş açık, ayak yalın, güneşin altında eşit şartlarda dolaşır dururuz, günlerce… İfrad ve kıran haccı yapacaksak, en az 10 gün kadar çıkaramayız üzerimizden ihramı…

Eşit mekânlarda, eşit zamanlarda ve eşit şartlarda eda ederiz haccı. Hangi kimlikte, hangi konumda ve hangi seviyede olursak olalım, ayrı baş çekemeyiz, farklı hareket edemeyiz, farklı olamayız. İliklerimize kadar tadarız eşit olmanın zevkini ve feyzini, eşit yaşamanın güzelliğini ve lezzetini hac boyunca…

Orucu tek başımıza tutarız, zekâtı tek başımıza götürüp veririz, namazı tek başımıza durup kılabiliriz, ama haccı tek başımıza gidip yapabilir miyiz?

Ayrılığın değil birliğin sembolü

Eşitlenmiş insanlarla, eşitliğin bütün türlerini, çeşitlerini, her yönüyle yaşayarak hacı olmaya, hacı olarak dönmeye ve en önemlisi hacı olarak kalmaya niyet ederiz.

Üzerimizde ve sırtımızda ne kadar imtiyaz ve farklılık taşıyorsak, ne kadar makam ve rütbe bulunduruyorsak, ne kadar dünyalık ve dünyevilik üstlenmişsek, tamamından sıyrılır ve soyunuruz, her halimizle somutluktan soyutlanırız.

İçimizde ve ruhumuzda, nefsimizin kenarında köşesinde; aklımızın yanında yöresinde ne kadar ön yargılarımız, alışkanlıklarımız, vazgeçemediklerimiz, tabularımız ve tapındıklarımız varsa, hepsini, ama hepsini bir daha dönüp bakmamak üzere ihramla birlikte kaldırıp atarız.

Dünyanın dört bir tarafından kopup gelmiş ve bu Kâbe yollarına düşen her bir mü’minle eşit bakışı yakalamaya çalışırız. “Herkes yahşi ben yaman; herkes buğday ben saman” diyerek en gariban, en fakir, en zayıf ve en geride duran birisiyle eşitlenme niyetini taşırız sürekli…

Ne kadar hırsımız varsa, ne kadar beklentilerimiz duruyorsa, ne kadar hesabımız kalmışsa ve zihnimizde daha ne kadar tortularımız, birikintilerimiz varsa bütününü tek kalemde öteleriz, aynı noktada eşitliği hedefleriz.

Tavafta dönerken, say’de koşarken, Arafat’ta vakfe yaparken, Müzdelife’de dururken ve Mina’da şeytanı taşlarken, kurbanlarımızı keserken; hacdaki bütün ibadet türlerini sırasıyla eş ve eşit olarak büyük bir heyecanla yaparız.

Eşitliği yaşama pratiği

Hele Arafat meydanında “Hacı oldunuz!” müjdesini alırken, haccu’l-ekber’in sahibi İki Cihan Serveri’nin Veda Hutbesi’ndeki eşitlik mesajına bütün bedenimizle/benliğimizle kulak kesiliriz, bütün varlığımızla kabul ederiz: “Ey insanlar!  Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah’tan korkmaktadır. Allah yanında  en kıymetli olanınız O’ndan en çok korkanınızdır. Azası kesik siyahî bir köle başınıza amir olarak tayin edilse, sizi Allah’ın kitabı ile idare ederse, onu dinleyiniz ve itaat ediniz. Kimse kendi suçundan başkası ile suçlanamaz. Baba, oğlunun suçu üzerine, oğlu da babasının suçu üzerine suçlanamaz.”

Her dönemde ve bütün zamanlarda sürekli gündemde kalan ve hiç eskimeyen Vedâ Hutbesi, Allah Resulü’nün (a.s.m.) dilinden insanlığın ortak özelliklerini ve değer yargılarını belirliyor.

Hac mevsiminde mukaddes topraklarda toplanan bütün hacılar bu “kutsal eşitliği” bütün yönleriyle yaşar. Hacdaki eşitlik manzaraları o kadar iç içe, o kadar yan yana, o kadar yoğun bir şekilde görülür ve seyredilir ki, çoğu kere farkına vararak, bazen de farkında olmadan kendinizi o fıtrî akışa kaptırırsınız ve onlardan bir parça olmuşsunuzdur.

Hac süresince yaşanan halleri, insanın diğer zamanlarda yakalaması pek mümkün olmaz. Dünyanın dört bir tarafından, nerdeyse bütün ülkelerden Mekke’ye koşup gelen insanlar vardır. Başka bir yerde o kadar değişik/çeşitli insanı bulamazsınız.

Geçen yüzyılın başlarında bir hac rüyası

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, 1918’de gördüğü sâdır bir rüyada haccın ihmalini anlatır ve İslam âleminin başına gelen felaketlerin önemli bir sebebinin haccı ihmal olduğu tespitini yapar. Sünuhat’ta yer alan Üstadın bu tespitlerini kısaca şöyle özetleyebilir, anlatabiliriz:

Yüzyılın başlarında bir rüya gerçeği. Hakikatin rüyalaşmış hali. Bütün ihmallerin, terk edişlerin, toplu hataların, ortak suçların bir itirafıydı rüyada yer alan unsurlar. Milletçe namazı ihmal etmiştik, keffaretini beş yıl cephelerde sürünerek ödedik. Yılda bir ay orucu çok gördük yıllar süren açlık acısı yaşadık. Kırkta bir, onda bir zekâtı ayırtıp çıkarmadık servetimizden, bedelini kırkta otuz, onda sekiz ödedik.

Ama hac seferine gelince mesele, rüya burada sustu, silikleşti ve sönükleşti. Çünkü haccın değeri ve hikmeti unutulmuştu, ihmale uğratılmıştı bir kere. Ortaya çıkan bu manzara bu musibet değil, bir kahrın ve azabın davetçisi olarak karşımıza çıktı. Cezasını da çok pahalı ödedik ve hâla ödüyoruz. Bu ceza bir günah keffareti değil, bir günah kessâreti, bir günah artışıydı.

Çünkü dünyanın dört bir tarafında yaşayan mü’minler hac sayesinde bir araya geliyorlar, tanışma fırsatı buluyorlar, irfana ulaşarak ârif oluyorlardı. Fikir birliği ve gönül birliği temin ediliyor, kardeşlik ve muhabbet hasreti bu sayede telafi ediliyor, tazeleniyor, taze kalıyordu.

Kâbe etrafındaki birlikteliklerde eksiklikler, noksanlıklar tespit ediliyor, kimin neye ihtiyacı, kimin ne isteği, kimin ne derdi varsa gözden geçiriliyordu. Maddi desteğe mi muhtaç, ilmî takviyeye mi gerek duyuluyor, savunma ihtiyacı mı var, asayiş problemi mi yaşıyor, her ne varsa müzakere ediliyor ve yardımlaşma musluğu açılıyordu sırasıyla…

Bu görüşme ve buluşmalar sonucu iş birliği, güç birliği, ortaklıklar, ortak davranışlar hayata geçiriliyor, mü’minler sadece namaz saflarında değil, bütün saflarda buluşuyor, daha sık omuz omuza veriyorlar, daha çok yüz yüze, göz göze geliyorlardı. Böylece aşılmayan engel, kapatılmayan çukur kalmıyordu. Netice itibariyle yeni sıkıntılara, yeni uçurumlara, yeni çözümsüzlüklere meydan verilmiyordu.

Amma haccın ihmaliyle bütün bu müsbet çalışmalar işlemez hale geldi, İslâmın âli menfaatleri ve idari/siyasi yelpazesi yara aldı, dünya Müslümanlarını derleyip toparlayan o geniş ve kucaklayıcı iksir kayboldu. Sonunda neler oldu?

Neler olmadı ki?

Düşman, milyonlarca Müslümanı İslâmın aleyhinde çalıştırdı, Müslümanların aleyhine geçirdi, kardeş kardeşe düştü, baba oğlunu, oğlu babasını boğmaya cür’et etti.

Hindistan Müslümanları İngilizlerin sinsi oyununa gelerek babasını pederini öldürmüş, yani İslâmî değerleri ve İslâmın kendisini ortadan kaldırmış, başında oturmuş bağırıyor.

Kafkas ve Tatar Müslümanları ise  öldürülmesine yardım ettiği şahsın biçare validesi, annesi olduğunu, iş işiten geçtikten, her şey bittikten sonra  anlıyor. Ayak ucunda ağlıyor. Yani son Farkına varmadan son İslâm  devleti olan Osmanlının tarih mezarlığına gömülmesine yardı ediyor,

Araplar ise yanlışlıkla kahraman kardeşini öldürüp, hayretinden ağlamayı da bilmiyor. O da Osmanlının silinmesine, Türklerin ortadan kaldırılmasına çalışmış, işin farkına varmış ama, artık yapacak bir şey kalmamıştır.

Afrika, özellikle kuzey Afrika Müslümanları kendi din kardeşini tanımadan öldürdü, yine İngilizlerin hilesine kapılarak Osmanlı kardeşini öldürdü, sonra da vâveyla etmeye, dövünüp ağlamaya, feryat edip sızlanmaya başladı, ama artık her şey boşunaydı, hiçbir faydası yoktu dövünmenin

Koca İslâm dünyası ise bayraktarlığını yaptığı oğlunu, Osmanlı cihan devletini gafletle bilmeyerek öldürmesine yardım etti, bir ana gibi saçlarını çekip âh vâh etmeye başladı.

Mehmed Paksu

Moraldunyasi.com

 

Neticede, yüz milyonlarca Müslüman her yönüyle hayır ve ibadet olan hac seferini devam ettirme yerine, bütünüyle şer ve felaket olan düşman bayrağı altında dünyada uzun seyahatler etti.

Resûl’e (s.a.v) Selâm, Kâ’be’ye ihtiram!

Şüphesiz âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev Mekke’deki Kâbe’dir. Orada apaçık nişaneler (ayrıca) İbrahim’in makamı vardır. Oraya giren emniyette olur.

Yol bakımından gücü yetip gidebilenlerin o evi haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse bilmelidir ki Allah âlemlerden müstağnîdir.”(1)

İçinde bulunduğumuz atmosferde,Rabbimizin lütuf ve keremiyle çok mübarek ve önemli zaman dilimleri yaşanmaktadır. Şu günlerdekudsî bir  heyecanın yaşandığı Hac ibadeti ve şeâiri gibi…

İnşaallah cismen, ruhen, kalbenve fikren  havasını tenefefüs edeceğimiz  o mübarek beldelerde bulunmanın aşk ve heyecanı, insana tarifi imkânsız mânevî duygular aşılıyor.

Yukarıda zikrettiğimiz âyet-i kerîme ve diğer âyetlere göre hacc, tek bir ibâdet olmayıp, bir ibâdetler yumağıdır âdeta. Her biri bir takım fiil, davranış, hareket, terk ve yasaklardan oluşan ibâdetlerin bütünü hacc ibâdetini teşkil etmektedir.

Bediüzzaman’ın ifadesiyle, “Çünkü, hacc-ı şerif, bilasâle herkes için bir mertebe-i külliyede bir ubûdiyettir.” (2)

Bunların başlıcaları ihram, namaz, telbiye, çeşitli zikirler (Allah’ı çeşitli isim ve sıfatları ile anmak, Kur’ân, Cevşen, duâ, vird, zikir okumak gibi), Arafât ve Müzdelife vakfeleri, istiğfar, tavâf, güzel ahlâk, sabır, ihramlı iken yasaklara riâyet, yasakları çiğneme sebebiyle veya bazı mazeretlerden dolayı oruç, kurban, sadaka şeklinde yerine getirilen keffâret ve fidyeler, en hayırlısı takvâ ve amel-i salih olan mânevî azıklar edinmek, imanı tahkîk mertebesine çıkarma adına cehd ve gayret göstermek sûretiyle Rubûbiyet-i İlâhiyenin kemâlatını ilân, tevhidî sadâlara iştirak ile maddî ve mânevî kirlerden arınmaktır.

Bütün bu davranışlar doğrudan doğruya ibâdet olup Allah’a lâyık bir kul olma amacına yönelik olarak ve O’na yakınlık elde etmek için Allah tarafından vazedilmiştir.

Milyonlarca hacıların dilinden ve kalbinden yükselen Tekbir ve Telbiyeler, Arafat dili ve Kâbe kalbiyle Arş’a yükselmektedir.

Haccın “ferdî, ictimâî, iktisâdî, siyâsî…” sayısız faydaları oldukça fazladır.

Said Nursî, şu veciz ifadesiyle bu hususa vurgu yapmıştır:      “…o kudsî farîzayı ve din-i İslâmın kudsî ve semavî kongresi hükmünde olan bu hacc-ı ekberi büyük bir bayramın arefesi noktasında olarak bütün ruh u canımızla tebrik ediyoruz.” (3)

Ancak bu faydalar ibâdetlerin âcil (dünyadaki) mükâfatıdır; asl olan sırf Allah için, O’na kulluk borcunu îfa için yapılmış olmasıdır.

Hacc, yüzünü Cenâb-ı Hakk’a dönüşün bir göstergesidir. O, mutlak ezel ve ebedin sahibidir. O, sonsuzdur. O’nun sınırı, ucu bucağı yoktur. “O’na” dönüş, mutlak kemâl, mutlak iyilik, mutlak güzellik, mutlak güç, ilim, değer ve hakikate doğru hareket etmek; yani mutlak doğru hareket, mutlak kemâle doğru mutlak hareket ve sonsuzluğa doğru mutlak kanat açışın bir sembolü, ebedî hareket ruhunun mukaddes mekânlara yansımasıdır. Yani biz, bir “ebedî oluş”un yolcuları, bir “sonsuzluk hareketi”nin kafileleriyiz. Hacc, bu mahşerî kafilelerin tevhid semâsında ve merkezinde zirve yaptığı bir buluşmanın, tanışmanın, bilişmenin ve milyonlarca cismin tek bir ruh haline dönüşmesinin adı…

Bu seyrü sefer çizgisinin en son noktası rızâ-i İlâhîdir. Seferimiz, ebedî hicretimiz, öyle bir cadde, öyle bir yol üzerindedir ki onun son noktası yoktur. Haşir meydanlarında bile son bulmayacak olan bir ebediyettir, mutlak bir vuslattır.

Hac, bu mutlak vuslatın ince sırlarını içinde barındıran ebedîleşmenin bir provasıdır.

Hac süresince icrâ edilen bütün merasimler “ipuçları”dır, “işaret” ve “semboller”dir. Bir kişi secdenin anlamını kavramamışsa, sadece alnını yere koymuş olur! Hacc’ın özünü, ruhunu, hikmet ve önemini anlamayan kimse hediye dolu bir bavul ve boş bir zihinle ülkesine geri döner.

Hacc süresince; Tavafla, tevhid inancını bütün kâinata ilân edeceksin. Sa’y ile Hacer annemizin heyecanını yaşıyacaksın.

Hacer-i Esved ‘i, kulların ezelde Allah’a verdikleri kulluk sözünün bir mührü ve imzası olarak selâmlayacak, yeminini tazeleyecek ve O’na kul olma şerefini bir kez daha te’yîd edeceksin.

Tavâftan sonra Hacer-i Esved ile Kâbe’nin kapısı arasındaki duvara (Mültezeme) karın ve göğsü, elleri ve sağ yanağını bir müddet yapıştırarak bu şekilde bir vuslat neş’esini yaşayacak ve sonra Kâbe örtüsünden tutunarak duâ ve niyazda bulunacaksın, Kâbe’ye yapışan vücudun cehennemde yanmaması için niyazlarını Kâbenin Rabbi’ne arz edeceksin.

Böylece bir büyüğe karşı suç işlemiş olan kişinin, onun eteğine sarılarak affını istemesini temsil etmiş olacaksın. Kulun, bu şekilde mânen ve mecâzen eteğine sarılarak af dilediği, yakınlık ve lûtuf talep ettiği Yüce Zât’tan başka sığınacağı, dayanacağı, yalvaracağı, kulluğunu arz edeceği kimsenin olmadığını samimâne ve ısrarlı bir yakarışla ilân etmiş olacaksın. Çünkü duâda ısrar etmek Mevlâ’nın murâdıdır. İşte bu sarılış ve yakarış o ısrarın bir gereği olacaktır.

Kâbe’den Arafat’a gitmekle Âdem babamızın inişini göstereceksin. Arafat’tan Mina’ya gitmekle insanın yaratılış gayesini, şeytânî tuzaklara meydan okumanın çabasını ortaya koyacak, en sevdiklerini Rabbına kayıtsız ve şartsız kurban edebilmenin şuuruna ereceksin.

Birinci ve ikinci Akabe bey’atlarını Hz. Peygamber (asm) ile Medineliler arasındaki görüşmenin gerçekleştiği yer olarak hatırlayacaksın.

Hz. İbrahim’in sahasına gireceksin Mina’da… O’nun gibi davranmak üzeresin. O, oğlu İsmail’i kurban etmek üzere getirmişti. Şimdi düşünmelisin, senin İsmail’in kim veya hangisi? Servetin mi, makam ve mansıbın mı, sarayların/villaların mı, evin mi, çiftliğin mi, araban mı, şan ve şerefin mi, sosyal statün mü, güzelliğin mi, gençliğin mi? Hangisi? İşte o kimse ve neyse, buraya kurban etmek için getirmelisin.

Seni hizmetten, mânevî cihaddan alıkoyan, sorumluluğu kabule yanaşmayan, nefse firavuniyet veren, fedakârlıktan alıkoyan, ebrârın dâvet çağrılarına kulak tıkatan, rahatın için bahaneler uyduran, seni kör ve sağır eden her neyse… İşte onu çekinmeden kurban etmelisin.

Bu fırsat bir daha eline geçmeyebilir!

O gül kokulu Medine’nin gül Peygamberine salât ve selâmlarımızı iletirken, yıllar önce makbuliyeti tasdik olmuş bir hizmetin hâdimi olduğunu unutma!

“…Medîne-i Münevverede dahi o derece makbul olmuş ki; Ravza-i Mutahharanın Makber-i Saadeti üstünde konulmuş. Hacı Seyyid, kendi gözüyle Asâ-yı Mûsâ mecmuasını, kabr-i Peygamberî (asm) üzerinde görmüş. Demek makbul-ü Nebevî olmuş ve rızâ-i Muhammedî (asm) dairesine girmiş.” (4)

Böylesine ulvî ve lâhûtî duyguları yaşayan hacı kardeşlerimize, yol arkadaşlarımıza  ne mutlu.

Arzı ve semayı içindekilerle birlikte dualarına sığdırarak, Kâbe’yi ihlaslı sinelerine yerleştiren Allah’ın misafirlerine selâm olsun.

Selam olsun, Ravza-i Mutahharanın Nur sakini Nur Peygambere ve muvahhid ziyaretçilerine…

Selam olsun dualarını esirgemeyen mü’min kardeşlere…

Dualarımız sizinle ve şirket-i mâneviye ile beraber olacak inşallah…

Haklarınızı helal ediniz lütfen…

İsmail AKSOY / www.NurNet.Org

Dipnotlar:

1-Âl-i İmrân: 3/96-97

2-Said Nursî, Sözler, 16. Söz, 4. Şuâ

3-a.g.y, Emirdağ Lâhikası

4-a.g.y, Şuâlar

Üç aylarda Umre yolcularına önemli notlar

Üç aylara girmiş bulunuyoruz. Hepimiz hakkında hayırlı ve mübarek olsun. Yüce Allah Recep ve Şaban’ı hakkımızda bereketli eylesin ve hepimizi Ramazan ayına kavuştursun.

Üç ayların birincisi olan Recep ayı, aynı zamanda haram ayların yani saygınlığından dolayı içinde savaşın yapılmadığı dört ayın da birincisidir. Diğer haram ayların üçü de Zilkade, Zilhicce ve Muharrem’dir. Bu aylar hac aylarıdır. Recep ayı ise umre ayıdır.

Bu aylar, haricî düşmanla değil, dahili düşmanla yani nefs-i emmare ile savaş ayıdır. Bu savaşı kazanan bütün savaşları kazanır, bu savaşta kaybeden bütün savaşlarda ve sınavlarda kaybeder.Üç aylar hakkındaki detaylı bilgiyi ÜÇ AYLARLA TOPLUM EĞİTİMİ adlı kitabımıza havale edip umre yolcularına ve nefsime seslenmek istiyorum. Çünkü o yolculardan biri de benim.

Ey umre yolcuları! Hem mübarek zamanlara, hem de mübarek mekânlara kavuştunuz, kavuşacaksınız. Birkaç notu bu fakirden dinlemenizi rica ve istirham ediyorum:

1-Birkaç sevinci bir arada yaşattığından dolayı Cenab-ı Hakk’a sonsuz ve sınırsız şükürle görevlendirilmiş bulunmaktayız.

2-Mübarek aylara ve mübarek mekânlara kavuşmak bir nimettir. Bu kavuşmanın bir nimet olduğunu görmekayrı bir nimettir, nimete şükreden adam olmak bir başka nimettir, Kâbe-i Muazzama’nın ve Ravza-i Mutahhara’nınziyareti için gelen davet ise bambaşka bir nimettir. Bu nimetler küllî hamd ve küllî şükür ister.

3-Öyleyse Mekke ve medine’yi ziyaret, Avrupa turistlerinin Antalya’yı ziyaretleri biçiminde olmamalı, Hz. Peygamber ve ashabının tevazu ve teslimiyeti, aşk ve iştiyakı biçiminde olmalıdır. Küllî niyetle, yani kâinat çapında bir şükrü ve hamdi sunmak, isteyip te gidemeyenlerin şükürlerini de takdim etmek niyetiyle yola çıkılmalıdır.

Hac ve umre yolcuları o mukaddes beldelere Allah ve Rasul sevdası ve günah kamburundan kurtulma niyeti ile gitmelidirler. Bu sevda, bu samimi tevbeve bu niyet, onların ayisberg gibi de olsa günahlarını eritmeye yetecektir.Efendimiz (s.a.v) buna işaretle şöyle buyurmuşlardır: “Umre, daha sonraki umreye kadar, ikisi arasında işlenen günahlar için kefarettir. Allah katında makbul haccın karşılığı ise, ancak cennettir.”(Buhari, Umre, 1; Müslim, Hac, 437). “Hac ve Umreyi peşpeşe yapınız. Çünkü bunlar, körüğün demir, altın ve gümüşteki kiri, pası gidermesi gibi yoksulluğu ve günahları giderir. Kabul edilmiş bir haccın karşılığı ancak cennettir.” (Tirmizi, Hac, 2; Nesai, Hac, 6)

İnsanın niyeti bozuk olursa, Kâbe’nin içinde de yatsa-kalksa yine iflah olamaz. Ebucehil ve Ebuleheb Kâbe’nin duvarının dibinde büyüdülerama, cehenneme gitmekten kurtulamadılar.

4-Hac ve umreye gidenler, tevazu ve mahviyet içerisinde o topraklara girmelidirler. Bu şekilde giriş, Hz. Peygamber ve ashabının sünneti ve ahlakıdır. Kibirden, gururdan, hava atmaktan ve şımarıklıktan hiçbir eser, hiçbir kimsenin üzerinde olmamalıdır.

5-Herkes sabırlı olmalıdır, Allah’ın sabredenlerle beraber olduğunu bilmelidir. Kimse kusur aramamalıdır.Herkes hep kendi kusurlarını görme gayreti içinde olmalıdır.

6-Mübarek zamanlara ve mübarek mekânlara kul haklarından arınmış bir şekilde girilmeli ve gidilmelidir. Değil hac ve umreye gitmek, şehid olmak bile insanı kul hakkından kurtarmaz.

7-İncitip gücendirilen kimselerden helallık alınmalı.

8-Hac ve umreye gidenlerin rızıkları helal ve temiz olmalı.

9-Bilen, bildiği ile amel eden insanlarla yolculuğa çıkılmalı. Önce refik, sonra tarik, demişler.

10-Kavgadan, gürültüden, günah işlemekten, ihramlı iken eşiyle cinsel yaklaşımdan uzak durulmalıdır.

11-Hac ve umreye gidenden dua istenmelidir. Umreye giden Hz. Ömer’e (r.a) Peygamberimiz: “Kardeşim bizi duadan unutma!” buyurmuştur.

12-Evden ayrılmadan iki rekât namaz kılınmalı. “Bismillahıtevekkeltüalallahi” demeli, ayetülkürsi, Felak ve Nas sureleri, bir de yolculuk duaları okunmalıdır.

13-Mikat mahalleriihramsız geçilmemeli. İhram yasakları çiğnenmemeli. (Biraz sonra ihram yasaklarını arz edeceğiz.) İhram giyen, bunun Mekke’ye saygı olduğunu bilmenin yanında bu ihram ona aynı zamanda dünyadan ayrılacağı zamanı da düşündürmeli, kefene sarılacağı anı hatırlatmalı, Allah’ın huzurunda durup amellerinin hesabını vereceği safhaları gözünün önüne getirmeli,kalbini, Allah’tan başkasından arıtmalı, nefsanî duygulardan uzak tutmalıdır.

14-İhrama girmeden önce tırnaklar kesilmeli, boy abdesti alınmalı, vücut bakım ve temizliği yapılmalı, koltuk altı ve benzeri mahaller traş edilmelidir. Lohusa ve adetli hanımlar için de boy abdesti sünnettir.

15-Vücuda güzel koku sürülmeli ama ihrama değil.

16-Ayağı örtmeyecek terlikler giyilmeli. Bunlar bedenî hazırlıklar. Bir de ruhî hazırlık var:

17-Cismimiz ve maddemizle Kâbey-i muazzama’ya, kalbimiz ve ruhumuzla da Kâbe’nin ve alemlerin Rabbi olan Allah’a yönelmeli ve bağlanmalıyız.

18-İki rekât ihram namazı kılınmalı, birinci rekâtta Fatiha’dan sonra Kâfirun, ikinci rekâtta da yine Fatiha’dan sonra İhlas suresi ve selamdan sonra da şu dua okunmalıdır:

Allahım, şüphesiz ki ben umre yapmak istiyorum. Onu bana kolaylaştır ve benden kabul buyur. Şüphesiz ki sen her şeyi işiten ve her şeyi bilensin.

Bu dualardan sonra ihramdan çıkıncaya kadar her fırsatta bol bol telbiye okunmalıdır.

İHRAMLILARA YASAK OLANLAR:

a-Zevcesiyle cinsî yaklaşım, hatta şehevî hisler ve konuşmalar,

b-İsyan ve münakaşa,

c-Avlanmak, avcıya avı göstermek,

d-Dikişli ve yapıştırmalı elbise giymek,

e-Sarık sarmak, yüzünü-başını örtmek, çorap veya mest giymek,

f-Tıraş olmak, tırnak kesmek, koku sürünmek.

İHRAMLILARA YASAK OLMAYANLAR:

a-Yıkanmak,

b-Gölgelenmek,

c-Şemsiye ve

d-Para kemeri kullanmak,

e-Yanında çanta taşımak,

f-Yüzük ve saat takmak,

g-Kan aldırmak. Şayet kan aldırmak için saç kesilirse bir koyun veya keçi kurban etmek gerekir.

Mekke’ye girmeden önce iç ve dış temizlik tekrar gözden geçirilmeli, eşyalar emin bir yere konduktan sonra Harem-i Şerif’e yönelmeli, mümkünse “Babüsselam denilen kapıdan içeriye girilmeli, salat ve selam okunmalı, “Allahım! Günahlarımı bağışla ve bana rahmetinin kapılarını aç.” diye dua edilmeli.

KÂBE’Yİ GÖRÜR GÖRMEZ YAPILMASI GEREKENLER

1-Kâbe-i Muazzama görülünce tezellül, tevazu ve huşu artırılmalı ve şu dua okunmalıdır:

Allahım bu evin şerefini, saygınlığını, heybetini artır. Onu ziyaret edenlerin şerefini, saygınlığını da artır. Allahım! Sen selamsın. Sendendir selam. Bizi selamla, barış ve esenlikle yaşat ey bizim Rabbimiz!”

2-İnsan, yıllardır özlemini çektiği sevgilisini bulmuş gibi doya doya Kâbe’ye bakmalı, sevincinden etrafında büyük bir aşkla pervane gibi dönmeli, yani tavaf etmeli, uzun uzun dualar yapmalı, duaya doymamalıdır.

3-Tavaf da namaz gibi bir ibadettir. Namazda cep telefonu nasıl açık tutulmuyor, cep telefonu ile meşgul olunmuyorsa, tavafta da öyle yapmalı, insan Rabbi ile kendi arasına kimsenin girmesine izin vermemelidir. Çünkü tavaf da bir çeşit Allah’la buluşma ve görüşme anıdır. Eşref saatidir. O saat hiçbir şeye feda edilmemelidir.

4-Kadınlarla aynı safta namaza durulmaz. Ama bu hükme hac ve umrede bazen yoğun kalabalıklardan dolayı tam riayet edilemiyor. Böyle durumlarda vaziyeti olduğu gibi kabullenmeli ve herkes kendisine dikkat etmeli, Allah’ın huzurunda olma bilinci, başka şeyleri düşünmeye fırsat vermez, vermemelidir.

5-Karşılaşılan olumsuzluklar, zahmet ve meşakkatler sabır ve sevda ile aşılmalı, Sevgililer Sevgilisi’nin hatırı için başka hatırlar kırılmamalı, dövene elsiz, sövene dilsiz ve de gönülsüz olunmalı.

6-Her ilden, her dilden, her mezhebden insanın toplandığı bir yerde bizim bildiklerimize ters düşen durumlarla karşılaştığımızda hemen itiraz edilmemeli, galiba benim bilmediğim bir şey var” denmeli, geçip gitmelidir.

7- Namaz kılanın önünden geçilmez. Ama bazen harem-i şerifte izdihamdan buna çok dikkat edilemiyor. “Namaz kılanın secde edeceği yerin biraz uzağından geçilebilir.” fetvası bilinir ve gereği yapılırsa bu da kafaya takılan bir mesele olmaktan çıkar.

8-Hacerü’l-Esved’i (es’adi) öpeceğim diye başkaları incitilmemeli. Fırsat varsa öpülmeli, yoksa, istilamla, iki eli ona doğru kaldırarak selamla yetinmelidir. Bu da onu öpmek yerine geçer inşallah.

Hacerü’l-Esved’i uzaktan öpmek şöyle olmalıdır: Uzaktan avuçların içi Kâbe’ye çevrilir. Eller kulaklar hizasına kadar kaldırılıp “Bismillahi Allahuekber” denilerek karşıdan işaretle selamlanır ve sağ elin içi öpülür. Bu işlem yapılırken durulup beklenmez, yürümeye devam edilir.

9-Tavaf esnasında, her şavta tahsis edilmiş bir dua vardır. Bunları bilmeyenler, bildikleri duaları okuyabilirler. Me’sur (Kur’an ve sünnet kaynaklı) dualarla dua etmenin daha efdal olduğu da unutulmamalıdır. Grup halinde duaların hoş olmadığı, başkalarının konsantrasyonunu bozduğu, grupdakilerin de konsantre olamadıkları söyleniyor.

10-Tavaf: Dua, tefekkür, mülakat, teveddüd, mürakebe, istiğfar, zikir, tesbih, tahmid, tehlil, tekbir makamıdır. Maç sohbetleri ve muhabbetleri yapma makamı değildir.

11-Ardından sa’y yapılacak tavafların ilk üç şavt(tur)ında erkeklerin REMELyapılır. Remel, tavafta kısa adımlarla koşarak ve omuzları silkerek çalımlı ve çabuk yürümektir. Remel, sadece sonunda sa’y yapılacak tavaflarda yapılır. Kadınlar remel yapmazlar. Remel yapılması gereken tavaflarda erkekler IZTIBA yapar. IZTIBA, ihramın vücudun belden yukarısını örten parçasının bir ucunu sağ kolun altından geçirip, sol omuz üzerine atarak sağ kolu ve omuzu ihramın dışında bırakmaktır. Tavaf bitince omuz örtülür. Tavaf namazı omuz örtülmüş olarak kılınır.

11-Tavaf tamamlandıktan sonra, Makam-ı İbrahimde iki rekât namaz kılınmalı, burası müsait değilse,bu makamın hizasında arka taraflarda da kılmak caizdir. Zaten bu hikmete binaen önceleri Kâbe’ye bitişik olan bu makamı Hz. Ömer (r.a.), gerilere çekmiş, tavafın hızının kesilmesini engellemiştir.

12-Safa ile Merve tepeciklerinde Kâbe’ye yönelip onu selamlama sa’yin sünnetlerindendir. Bu tepeciklerde de Hacerü’l-Esved ve Makam-ı İbrahim’de olduğu gibi eziyet vermemek esastır. İlla da Kâbe’yi görüp, selamlayıp sonra sa’yime devam edeceğim israrı güdülmemelidir.

13-İmkânlar nisbetinde sık sık banyo yapılmalı, duş alınmalı, beden ve elbise temizliğine çok dikkat edilmelidir.

14-Başkalarına ait eşyalar kullanılmamalı.

15-Hacıların ve umrecilerin önünde bilgili, tecrübeli, ideal rehberler olmalı. Çok gelip gitmeleri onların aşk ve sevdasına gölge düşürmemeli, samimiyet ve ihlaslarına halel vermemelidir.

16-Bayan rehberler de olmalı ve bunların da sayıları artırılmalıdır.

MEDİNE-İ MÜNEVVERE’DE

17-Medine’de beş vakit namaz Mescid-i Nebi’de kılınmalı, namaz vaktinde asla alış-verişte, yemekte vs. herhangi bir yerde bulunmamalıdır.

18-Allah Rasulü Efendimiz beş vakit namazda, mihrabda imamlık yapıyor gibi telakki edilmelidir.

19-Peygamberimiz: “Evimle mihrabım arası, cennet bahçelerinden bir bahçedir.” buyurduğundan herkes orada bulunmak, orada dua etmek, namaz kılmak istiyor. İşi biten derhal oradan ayrılmalı, başkalarına da yer açmalıdır.

20-Ziyaretgâhlar ihmal edilmemeli, İslam’ın insanlığa mal olması için verilen mücadeleler, çekilen çileler hatırlanmalı, bu mücadelede yer alanlara şükran, Fatiha ve hayırlı hizmetler, hürmetler ve muhabbetler sunulmalıdır. Ayneyn tepesinden avuç avuç toprak alarak o tepenin küçülmesine ve yok olmasına meydan verilmemelidir.

21-Alış-verişlerde ifrat edilmemelidir. Hacca giden baba kızına sorar:

-Kızım oradan sana hediye olarak ne getireyim? Şuurlu kızın cevabı Muhammed İkbal’in sözüdür:

-Ey hacılar ve umreciler! Hacdan ve umreden gelirken bize hediye olarak takke, tesbih, yüzük, ve benzeri şeyler getirmeyin. Oradan gelirken bize hediye olarak Hz. Ebubekir’in doğruluk ve teslimiyetini, Hz. Ömer’in adalet ve hakperestliğini, Hz. Osman’ın Kur’an aşkını ve hayasını, Hz. Ali’nin ilmini ve kahramanlığını getirin.

Bu sözden hediyeleşmeyin anlamını çıkarmamak lazım. Hediyelerinizin arasına bunları da katın, demektir. Vesselam.

Not: Bir mani çıkmazsa inşallah 31 Mayıs 2012 tarihinde bir kısım dost ve arkadaş grubuyla umreye hareket etmiş olacağız. Umre yolcusu arkadaşlarıma Cenab-ı Hak’tan hayırlı yolculuklar diliyorum. Gidemeyen dost ve kardeşlerime de en yakın zamanda yine beraber gitmeyi nasip etmesini Yüce Allah’tan niyaz ediyorum.

Vehbi Karakaş / Risale Haber

İlk hacı kafilesi İstanbul’a döndü

İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, hacıların ettikleri duaların Türkiye’ye huzur getirmesini dileyerek, ”Mübarek beldeyi ziyaret etmek kadar bu hayatın farklı bir güzelliği yoktur” dedi.

Hac ibadetini gerçekleştirmek üzere Suudi Arabistan’a giden hacı kafilelerinden ilki İstanbul’a döndü. Suudi Arabistan Havayollarına ait uçakla Cidde’den gelen hacı kafilesini, Atatürk Havalimanı’nda aileleri ve yakınları sevinçle karşıladı.

Akrabaları da hac ibadetinden dönen İstanbul Valisi Mutlu, gazetecilere yaptığı açıklamada, hac yolculuğunun en kutsal yolculuk olduğunu belirterek, ”Eniştelerim hac görevi için gitmişlerdi. Onları karşılamak için geldim. Mübarek beldeyi ziyaret etmek kadar bu hayatın farklı bir güzelliği yoktur” dedi.

Mutlu, hac niyetinde olan herkesin bu ibadeti yerine getirmesi için dua ettiğini kaydederek, ”Hacılarımızla burada buluştuk. İnşallah geride kalan hacılarımız da sağlıklı bir şekilde yurda, ailelerine dönerler. Tüm hacılarımızın hacılıkları mübarek olsun. Herkesten milletimiz, devletimiz, kardeşliğimiz, birliğimiz, ülkemizin huzuru ve tüm insanlığın barışı için dua etmelerini istemiştik. Bol bol dualar edildi. İnşallah bu güzel duaların hürmetine, ülkemize ve tüm dünyaya barış dolu uzun yıllar nasip olur” şeklinde konuştu.

Hac ibadetinden dönenlerden Mustafa Altınışık da tüm arkadaşları ve akrabaları için Kabe’de dualar ettiğini belirterek, rahatsızlığından dolayı ibadet sırasında çok yorulduğunu, ibadetin gençken yapılmasının daha keyifli olacağını kaydetti.

Havalimanında kızları ve damatları tarafından karşılanan Atike Taşkent de inanan herkesin hac ibadetini yerine getirmesi gerektiğini ifade ederek, ”Orada aldığım huzuru kimseye anlatamam. Bu duygu anlatılacak gibi değil. Orası huzurların ne güzelinin yaşandığı bir yer” dedi.

Rahatsızlığına rağmen hac ibadetini yerine getirdiğini söyleyen Berrin Güler ise yakınları ve tüm Türkiye için dua ettiğini kaydetti.

Zaman / 11.11.2011

Haccınız makbul ve mübârek olsun

Şüphesiz âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev Mekke’deki Kâbe’dir. Orada apaçık nişaneler (ayrıca) İbrahim’in makamı vardır. Oraya giren emniyette olur.

Yol bakımından gücü yetip gidebilenlerin o evi haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse bilmelidir ki Allah âlemlerden müstağnîdir.”(1)

İçinde bulunduğumuz atmosferde,Rabbimizin lütuf ve keremiyle çok mübarek ve önemli zaman dilimleri yaşanmaktadır. Şu günlerde yaşanılan Hac ibadeti ve şeâiri gibi…

Cismen olamasak da, ruhen ve fikren o mübarek beldelerde oranın havasını uzaktan uzağa teneffüs etmenin hazzı ve sevinci bile insanı heyecanlandırıyor.

Hac’la ilgili hissiyâtımızı engelleyemedik ve hakkımızda mânevî bir duâ olması dileğiyle tuşlara besmele ile dokunmaya başladık.

Yukarıda zikrettiğimiz âyet-i kerîme ve diğer âyetlere göre hacc, tek bir ibâdet olmayıp, bir ibâdetler yumağıdır âdeta. Her biri bir takım fiil, davranış, hareket, terk ve yasaklardan oluşan ibâdetlerin bütünü hacc ibâdetini teşkil etmektedir.

Bediüzzaman’ın ifadesiyle, Çünkü, hacc-ı şerif, bilasâle herkes için bir mertebe-i külliyede bir ubûdiyettir. (2)

Bunların başlıcaları ihram, namaz, telbiye, çeşitli zikirler (Allah’ı çeşitli isim ve sıfatları ile anmak, Kur’ân, Cevşen, duâ, vird, zikir okumak gibi), Arafât ve Müzdelife vakfeleri, istiğfar, tavâf, güzel ahlâk, sabır, ihramlı iken yasaklara riâyet, yasakları çiğneme sebebiyle veya bazı mazeretlerden dolayı oruç, kurban, sadaka şeklinde yerine getirilen keffâret ve fidyeler, en hayırlısı takvâ ve amel-i salih olan mânevî azıklar edinmek, imanı tahkîk mertebesine çıkarma adına cehd ve gayret göstermek sûretiyle Rubûbiyet-i İlâhiyenin kemâlatını ilân, tevhidî sadâlara iştirak ile maddî ve mânevî kirlerden arınmaktır.

Bütün bu davranışlar doğrudan doğruya ibâdet olup Allah’a lâyık bir kul olma amacına yönelik olarak ve O’na yakınlık elde etmek için Allah tarafından vazedilmiştir.

Milyonlarca hacıların dilinden ve kalbinden yükselen Tekbir ve Telbiyeler, Arafat dili ve Kâbe kalbiyle Arş’a yükselmektedir.

Haccın “ferdî, ictimâî, iktisâdî, siyâsî…” sayısız faydaları oldukça fazladır.

Said Nursî, şu veciz ifadesiyle bu hususa vurgu yapmıştır:      “…o kudsî farîzayı ve din-i İslâmın kudsî ve semavî kongresi hükmünde olan bu hacc-ı ekberi büyük bir bayramın arefesi noktasında olarak bütün ruh u canımızla tebrik ediyoruz. (3)

Ancak bu faydalar ibâdetlerin âcil (dünyadaki) mükâfatıdır; asl olan sırf Allah için, O’na kulluk borcunu îfa için yapılmış olmasıdır.

Hacc, yüzünü Cenâb-ı Hakk’a dönüşün bir göstergedir. O, mutlak ezel ve ebedin sahibidir. O, sonsuzdur. O’nun sınırı, ucu bucağı yoktur. “O’na” dönüş, mutlak kemâl, mutlak iyilik, mutlak güzellik, mutlak güç, ilim, değer ve hakikate doğru hareket etmek; yani mutlak doğru hareket, mutlak kemâle doğru mutlak hareket ve sonsuzluğa doğru mutlak kanat açışın bir sembolü, ebedî hareket ruhunun mukaddes mekânlara yansımadır. Yani biz, bir “ebedî oluş”un yolcuları, bir “sonsuzluk hareketi”nin kafileleriyiz. Hacc, bu mahşerî kafilelerin tevhid semâsında ve merkezinde zirve yaptığı bir buluşmanın, tanışmanın, bilişmenin ve milyonlarca cismin tek bir ruh haline dönüşmesinin adı…

Bu seyrü sefer çizgisinin en son noktası rızâ-i İlâhîdir. Seferimiz, ebedî hicretimiz, öyle bir cadde, öyle bir yol üzerindedir ki onun son noktası yoktur. Haşir meydanlarında bile son bulmayacak olan bir ebediyettir, mutlak bir vuslattır.

Hac, bu mutlak vuslatın ince sırlarını içinde barındıran ebedîleşmenin bir provasıdır.

Hac süresince icrâ edilen bütün merasimler “ipuçları”dır, “işaret” ve “semboller”dir. Bir kişi secdenin anlamını kavramamışsa, sadece alnını yere koymuş olur! Hacc’ın özünü, ruhunu, hikmet ve önemini anlamayan kimse hediye dolu bir bavul ve boş bir zihinle ülkesine geri döner.

Hacc süresince; Tavafla, tevhid inancını bütün kâinata ilân edeceksin. Sa’y ile Hacer annemizin heyecanını yaşıyacaksın.

Hacer-i Esved ‘i, kulların ezelde Allah’a verdikleri kulluk sözünün bir mührü ve imzası olarak selâmlayacak, yeminini tazeleyecek ve O’na kul olma şerefini bir kez daha te’yîd edeceksin.

Tavâftan sonra Hacer-i Esved ile Kâbe’nin kapısı arasındaki duvara (Mültezeme) karın ve göğsü, elleri ve sağ yanağını bir müddet yapıştırarak bu şekilde bir vuslat neş’esini yaşayacak ve sonra Kâbe örtüsünden tutunarak duâ ve niyazda bulunacaksın, Kâbe’ye yapışan vücudun cehennemde yanmaması için niyazlarını Kâbenin Rabbi’ne arz edeceksin.

Böylece bir büyüğe karşı suç işlemiş olan kişinin, onun eteğine sarılarak affını istemesini temsil etmiş olacaksın. Kulun, bu şekilde mânen ve mecâzen eteğine sarılarak af dilediği, yakınlık ve lûtuf talep ettiği Yüce Zât’tan başka sığınacağı, dayanacağı, yalvaracağı, kulluğunu arz edeceği kimsenin olmadığını samimâne ve ısrarlı bir yakarışla ilân etmiş olacaksın. Çünkü duâda ısrar etmek Mevlâ’nın murâdıdır. İşte bu sarılış ve yakarış o ısrarın bir gereği olacaktır.

Kâbe’den Arafat’a gitmekle Âdem babamızın inişini göstereceksin. Arafat’tan Mina’ya gitmekle insanın yaratılış gayesini, şeytânî tuzaklara meydan okumanın çabasını ortaya koyacak, en sevdiklerini Rabbına kayıtsız ve şartsız kurban edebilmenin şuuruna ereceksin.

Birinci ve ikinci Akabe bey’atlarını Hz. Peygamber (asm) ile Medineliler arasındaki görüşmenin gerçekleştiği yer olarak hatırlayacaksın.

Hz. İbrahim’in sahasına gireceksin Mina’da… O’nun gibi davranmak üzeresin. O, oğlu İsmail’i kurban etmek üzere getirmişti. Şimdi düşünmelisin, senin İsmail’in kim veya hangisi? Servetin mi, makam ve mansıbın mı, sarayların/villaların mı, evin mi, çiftliğin mi, araban mı, şan ve şerefin mi, sosyal statün mü, güzelliğin mi, gençliğin mi? Hangisi? İşte o kimse ve neyse, buraya kurban etmek için getirmelisin.

Seni hizmetten, mânevî cihaddan alıkoyan, sorumluluğu kabule yanaşmayan, nefse firavuniyet veren, fedakârlıktan alıkoyan, ebrârın dâvet çağrılarına kulak tıkatan, rahatın için bahaneler uyduran, seni kör ve sağır eden her neyse… İşte onu çekinmeden kurban etmelisin.

Bu fırsat bir daha eline geçmeyebilir!

O gül kokulu Medine’nin gül Peygamberine salât ve selâmlarımızı iletirken, yıllar önce makbuliyeti tasdik olmuş bir hizmetin hâdimi olduğunu unutma!

“…Medîne-i Münevverede dahi o derece makbul olmuş ki; Ravza-i Mutahharanın Makber-i Saadeti üstünde konulmuş. Hacı Seyyid, kendi gözüyle Asâ-yı Mûsâ mecmuasını, kabr-i Peygamberî (asm) üzerinde görmüş. Demek makbul-ü Nebevî olmuş ve rızâ-i Muhammedî (asm) dairesine girmiş. (4)

Böylesine ulvî ve lâhûtî duyguları yaşayan hacı kardeşlerimize ne mutlu.

Annelerinden doğmuş gibi pâk ve arınmış olarak dönmeleri ve bizleri de duâlarına dahil etmeleri niyazıyla…

İsmail Aksoy

Dipnotlar:

  1. Âl-i İmrân: 3/96-97
  2. Said Nursî, Sözler, 16. Söz, 4. Şuâ
  3. a.g.y, Emirdağ Lâhikası
  4. a.g.y, Şuâlar