Etiket arşivi: Halil İbrahim DEDE

Acaba Sen Cahil Misin?

Bir Müslümana “arkadaş, sen cahil misin?” diye sorarsanız, büyük ihtimalle alacağınız cevap; “Ben filan üniversitenin, filan bölümünden mezunum. Tabiî ki de cahil değilim.” Şeklinde olur. Cahillik bu asırda böyle anlaşılıyor maalesef. Peki asıl cehalet ne mi?

Eğer sen günde beş vakit namaz kılman gerektiğini bilmiyorsan yada bildiğin halde ezana kulak asmayıp, namazı umursamıyorsan evet sen CAHİLSİN.

Önümüz Ramazan. Ramazan’da oruç tutman gerektiğini bilmiyorsan yada bildiğin ve tutabileceğin halde orucu tutmuyorsan evet sen CAHİLSİN.

Üzerine zekat düşüyor ve Allah’ın sana verdiği maldan, fakirin hakkı olan zekatı bilmiyor yada bu zekatı fakirlere ulaştırmıyorsan evet sen CAHİLSİN.

Sarhoşluk veren içkilerin tümünün haram olduğunu bilmiyorsan yada bildiğin halde içiyorsan evet sen CAHİLSİN.

Sayısal Loto, İddia, Milli Piyango ve diğer şans oyunlarının kumar olduğunu ve kumarın da haram olduğunu bilmiyor yada bildiğin halde bu kumara giriyorsan evet sen CAHİLSİN.

Zinanın ne olduğunu, bu fiilin haram olduğunu bilmiyorsan yada bildiğin halde bu günaha giriyorsan, evet sen CAHİLSİN hem de en katmerlisinden.

Bir Müslüman olarak bunları bilmiyorsan yada bildiğin halde uygulamıyorsan; istiyorsan iki dalda profesör ol, Ordinaryüs ol; bilmem yurt dışındaki filan üniversitenin en zor bölümünü birincilikle bitir, istersen IQ 200 olsun, kusura bakma CAHİLSİN, CAHİLSİN, CAHİL.

Bu cehaletten, ancak bir Müslüman olarak bilmemiz gerekenleri bilip, hayatımıza tatbik ederek kurtulabiliriz..

Selam ve dua ile..

Halil İbrahim DEDE

26/06/2014-Çorlu

İstiyorsan (Şiir)

Firdevs cennetini istiyorsan Allah’tan,
Uzak durmalısın tüm haramlardan,

Kılmalısın beş vakit namazı vaktinde,
Tutmalısın orucu Ramazan geldiğinde,

Unutmayasın malındaki fakirin hakkını,
Vermelisin senede bir malından zekatını.

İnsanlıktan nasibini almış bir evlat isen eğer,
Verme ana ve babana bir damla sıkıntı ve keder,

Bir zerre merhamet varsa yüreğinde,
Zarar verme bir karıncaya bile yürüdüğünde.

Tertemiz bir eş istiyorsan Allah’tan,
Yüzünü, gözünü çevireceksin sokaktan,

Emin olarak bakmak istiyorsan ilerde helalinin gül cemaline,
Bakmamalısın o zaman sana haram olanların yüzüne, gözüne,

Helal dairesi geniştir, harama girmeye lüzum yok demiş Bediüzaman,
Ne diye yakarsın ebediyetini, dünyadakiler ahirete nispeten sap, saman.

Halil İbrahim DEDE
16/06/2014-Çorlu

www.NurNet.org

İslam Hizmetkârlarına Bir Teselliname

Bundan birkaç ay önce, amacı ve niyeti Allah’ın rızası ve İslam’a hizmet olan bir din kardeşimin, sosyal medyada ateistlerin saldırısına uğradığını duydum. Neler yazılmış diye bir baktım; akıllarına ve zekâlarına güvenen ateistlerin hiçbir fikri tartışmaya girmediklerini ve o kardeşime hakaretten başka hiçbir şey söylemediklerini gördüm ve üzüldüm. O günün akşamına kadar o üzüntü ve sıkıtı ile hep düşündüm ve bu düşünceler içerisinde uyudum. Sabah kalktığımda bütün bu olanların zihnimde değerlendirmesini yaptım. Eskileri düşündüm. Dine hizmet eden büyükleri düşündüm.

Başta Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (asm) geldi aklıma, Taif’e İslama davet için gittiği zaman taşlanması ve “onlar bilmiyorlar, bilselerdi yapmazlardı” deyişi geldi aklıma;

Sonra Hz. Zekeriya (as) geldi aklıma; Yahudilerden kaçarken içine sığındığı ağaçla beraber testere ile ikiye bölünmesi;

Sonra Hz. Meryem geldi aklıma, iffetli olduğu halde ona “sen iffetsizsin” denmesi ve edilen hakaretler sonrasında müthiş bir tevekkül ve muazzam bir sabırla “artık bana düşen, güzel bir sabır” demesi geldi aklıma;

Sonra sahabe efendilerimizden Hz. Ebu Bekir (ra) geldi aklıma. Peygamber Efendimiz Kâbe’yi ziyarete gittiğinde, Efendimize saldıran müşriklere karşı gelince bayılıncaya kadar dövülmesi ve kendine gelir gelmez Efendimiz Hz. Muhammed (asm)’ı sorması ve de “Vallahi Resulullahı görmeden hiçbir şey yemeyeceğim ve içmeyeceğim” demesi ve ayakta duramayacak kadar hasta olduğu halde Annesi ve Hz. Ömer’in kız kardeşi Ümmü Cemil’in yardımlarıyla Efendimizin yanına kadar gitmesi geldi aklıma;

Sonra türlü türlü eziyetlerle, işkencelerle dininden döndürülmeye çalışılan Hz. Bilal, Hz. Sümeyye .. Uhud’ta şehit edildikten sonra parça parça edilen Hz. Hamza geldi aklıma;

Sonra mezhep imamlarından İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri geldi aklıma. Dönemin Valisi tarafından kendisine razı olmadığı bir görev verildiği ve o bu görevi reddettiği için kırbaçlanıp zindana atılması ve bu eziyetlere sıkıntılara rağmen doğru bildiği davasından vazgeçmemesi geldi aklıma;

Sonra da Üstad Bediüzzaman Said NURSİ Hazretleri geldi aklıma. Müstebit, Yahudi uşağı bir kadronun, İslam dinini Anadolu’dan silmeye çalıştığı bir dönemde, Allah dediği için, İman hizmetinde bulunduğu için, insanlar cehennemde yanmasınlar diye uğraştığı için, tam on dokuz defa zehirlenmesi ve kasaba kasaba sürülmesi ve camları kırık zindanlarda, soğuklarda bırakılması, hakaretler ve türlü türlü eziyetler görmesine karşın; “Mademki nur-u hakikat, imana muhtaç gönüllerde tesirini yapıyor; bir Said değil, bin Said fedâ olsun. Yirmi sekiz sene çektiğim ezâ ve cefalar ve mâruz kaldığım işkenceler ve katlandığım musibetler hep helâl olsun. Bana zulmedenlere, beni kasaba kasaba dolaştıranlara, hakaret edenlere, türlü türlü ittihamlarla mahkûm etmek isteyenlere, zindanlarda bana yer hazırlayanlara, hepsine hakkımı helâl ettim.” Demesi geldi aklıma ve bütün bu aklıma gelenlerden ve Bakara Suresi 214. Ayetin bir kısmında geçen “Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler, sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?” ifadesine de dayanarak şu sonucu çıkardım.

Dine hizmet edenler sıkıntılar yaşadıklarına göre, bizlerin de ettiği hizmet eğer makbul ise bizlere de sıkıntı gelecek demektir.

Bu kardeşime edilen hakaretler, atılan iftiralar, söylenen çirkin sözler bunların hepsi yaptığı hizmetin makbuliyetine birer işaret ve günahlarına kefarettir, zira Hadis-i Şerifte “Allah yolundaki mümine isabet eden her yorgunluk, hastalık, sıkıntı, üzüntü, keder, hatta ayağına batan diken, günahlarına kefaret olur.” [Buhari] buyuruyor Efendimiz Hz. Muhammed (asm).

Ateistler tarafından susmasının istenmesi ise doğruları söylediğine ve kesinlikle susmaması gerektiğine, hatta daha çok çalışıp daha çok anlatması gerektiğine bir işarettir. Sizde biliyorsunuz ki hırsız içi dolu evin etrafında dolaşır ve yine biliyorsunuz ki meyve veren ağaç taşlanır.

Benim dava arkadaşıma hakaret eden o ateistler ve diğer tüm ateistler de şunu iyi bilsin ki; “meyve vermeyen, içi kurtlu ve hastalıklı ağaçlar, İman ilacı ile tedavi olmazlarsa ancak ateşte yanmaya yarayan bir odundan fazla bir şey olamayacaklar.”

Selam ve dua ile..

Halil İbrahim DEDE

www.NurNet

09/06/2014-Çorlu

Çay Bahçesindeki Yaşlı Adam

Çarşının içinden hızlı adımlara yetişmem gereken yere giderken yolun kenarındaki çay bahçesinden geçersem yolun daha da kısalacağını fark ettim ve hemen yolumu değiştirdim. Çay bahçesindeki masaların arasından geçerken, önünde masa bulunmayan, yalnız, sandalyeye yan oturmuş, üstü başı perişan, saçı sakalı bakımsız, gömleğinin cebinde bir paket sigara, çenesini sol elinin üzerine dayamış, gözleri yaşlı ve dudağının sol tarafını koparırcasına ısırarak uzaklara acı ve azap ile bakan yaşlı bir adam gördüm.

Saatinde yetişmem gereken bir işim olduğu için ve bende konuşmaya karşı bir intiba ve güven uyandırmadığı için konuşmadan sadece bakıp geçtim. Ama yol boyunca o adamın ne derdi var ve acaba ne olmuşta böyle azap çekiyor ve de neden bu halde diye düşündüm.

Geçmişte yaptığı bir hata yada hatalara pişman olmuşta “yapmasaydım” dediği için ve geri dönüp düzeltemediği için azap çekiyor diye düşündüm… Başka bir şey de olabilir…

Bu düşünceler içerisinde hızlı adımlarla gideceğim yere yürürken Üstad Bediüzzaman Said NURSİ hazretlerinin şu sözleri geldi aklıma:

“Ey insan, senin mazi ve müstakbelin akıl cihetiyle bir derece gaybîlikten çıkmasıyla, setr-i gaybdan hayvana gelen istirahatten tamamen mahrumsun. Geçmişten çıkan teessüfler, elîm firaklar ve gelecekten gelen korkular ve endişeler, senin cüz’î lezzetini hiçe indirir. Lezzet cihetinde yüz derece hayvandan aşağı düşürür. Madem hakikat budur. Ya aklını çıkar at, hayvan ol, kurtul. Veya aklını imanla başına al, Kur’ân’ı dinle, yüz derece hayvandan ziyade bu fâni dünyada dahi sâfi lezzetleri kazan.” 

Evet, insan akıllı bir varlıktır. Yaptığı çoğu iyilikleri unutur ama yaptığı kötülükleri ise unutmaz ve unutamaz. Unutmadığı içinde işte böyle azap içinde yaşar. Bu azaptan kurtulmak yada hatırlamamak için şeytanın kandırması ile alkole ve haram eğlencelerle bu azaptan kurtulmaya çalışır ama nafile. İşlediği cürüm her daim aklına gelir, vicdanını sızlatır, kabre yaklaştığını ve ölümün her an kapısını çalacağını bildiği için o günah ona dudağını kopartırcasına ısırttırır ve ağlattırır.

Bu azaptan kurtulmanın çaresi Şeytan’ın gösterdiği ile değil Kur’an’ın gösterdiği iledir: “Ey haddi aşarak nefislerine karşı israf etmiş olan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümid kesmeyin. Çünkü Allah, bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.” [Zümer 53]

Aslında yapılması gereken şey gayet açık; içten, samimi, halisane bir tövbe… Hadis-i Şerifte Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm “Tövbe eden, günah işlememiş gibi olur.” [İbni Mace] buyurmaktadır. Allah’ın Rahmeti çok büyük; yeter ki biz günahımızın farkına varalım, tövbe edelim ve tövbemizi tutup Allah’ın yasakladıklarından uzak durup, emrettiklerini de yapalım.

Selam ve dua ile..

Halil İbrahim DEDE

14.05.2014 – Çorlu

www.NurNet.org

Hatır Meselesi

Eski zamanlarda, uzak diyarlarda, bir ovanın ortasında kurulu bir handa beraber çalışan iki arkadaş varmış. Birinin adı Hasan diğerinin de Hüseyin’miş. Bu iki arkadaş birbirini Allah rızası için çok severlermiş. Hiç birbirlerinden ayrılmaz, her işlerini birlikte hallederlermiş.

Günün birinde hanın aşçısı mutfak için ormandan odun toplanmasını istemiş Hüseyin’den. Hüseyin’de ilk defa yalnız başına ormana odun toplamak için çıkmış. Ormanda kurumuş odunları yanında getirdiği eşeğe yüklerken yanına dışı gül-bal içi yılan-çıyan biri gelmiş ve ona yemesi için iştah uyandıran çok güzel bir dondurma vermiş ve “hadi ye” demiş. Bu kötü adama aldana Hüseyin dondurmayı yemeye niyet etmiş ve tam dondurmayı yemeye başlayacakken Hasan çıkagelmiş ve Hüseyin’e “sakın o dondurmayı yeme” demiş. Hasan’ın bu uyarısı ile elindeki dondurmayı yemeyi çok istemesine rağmen indirmiş. Hasan şöyle diyerek devam etmiş; kardeşim, bak senin elindeki bu dondurmayı benim hatırım için yeme, hem yersen o kötü adam içine zehir koymuş başta lezzetli gelse de midene indiği zaman müthiş sancılar ve azaplar içerisinde kalırsın. Hem o kötü adamın haram malı ile sana verdiği zehirli dondurma yerine bak birkaç liraya bu dondurmadan daha güzelini helal paramızla alır, öyle yeriz. Demiş ve Hüseyin de Hasanın bu nasihatlerine ve araya koyduğu hatırı için “hatırım için yeme” dediği için elindeki dondurmayı başka biri yada bir hayvan yiyip zarar görmesin diye yere bir çukur açıp üstünü toprak iler örtmüşler. Topladıkları odunlarla beraber hana doğru gitmişler. Yolda giderken de bir dondurmacıya uğrayıp helal paraları ile helal bir dondurma almış ve gönül rahatlığı ile yemişler…

Evet, hikâye burada bitti. Hikâyede iki mesaj var. 

Birincisi: Hikâyedeki Hüseyin’in hayatını tehlikeye sokan o aldatıcı, dışı güzel, içi kötü insanın sunduğu o zehirli dondurmayı, bizlere de Şeytan ve Şeytandan ders alan insi şeytanlar; “gel zina et, hadi kumar oyna…” diyerek birçok günahı bizlere şirin göstererek, iştihamızı celp ederek, nefsimizden de destek alıp, bizlerin ebedi hayatını tehlikeye sokacak, fiillerde bulunmamızı istiyor. Yaşam boyu işlediğimiz o günahı hatırladıkça azap duyacağımız ve ahrette de bu günahın karşılığında azap çekeceğimiz bir günah işletmeye çalışıyor. Günahları işlete işlete bizlerin imanını çalmaya ve de ebedi cehenneme girmemizi istiyor. Şeytanları bu tuzağına karşılık Bediüzzaman Said NURSİ Hazretlerinin şu iki vecizesini dinleyip uyarak kurtulabiliriz.

“Âkıbeti görmiyen kör hissiyatın hükmiyle, hâzır bir dirhem zehirli lezzeti, ileride bir batman sâfi lezzete tercih etmek bu zamanın dehşetli bir marazı, bir musibetidir.”

Helâl dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur.” 

İkincisi: Hasan Hüseyin’e dondurmanın zehirli olduğunu söylemeden önce araya hatırını koymuş. Aralarındaki muhabbeti nazara vermiş en başta. “hatırım için o dondurmayı yeme demiş” Hüseyin’de Hasan’ın hatırı için o dondurmayı yememiş.

Çok sevdiğimiz ve değer verdiğimiz bir dostumuzun hatırı için, onun istemediği bir şeyi yapmayız da;

Bizi o arkadaşımızdan daha çok seven, daha çok düşünen, yoktan var eden Allah’ın (c.c.) hatırını neden hiç düşünmeyiz?

Herkesin “NEFSİM NEFSİM” dediği o dehşetli mahşer meydanında “ÜMMETİM ÜMMETİM” diyen Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın hatırını neden hiç hatırlamayız?

Allah’ın ve Peygamber Efendimizin bizde hiç mi hatırı yok?

Allah’ın ve Peygamber Efendimizin hatırını daima kendi içinde canlı tutup rızasına göre amel eden kullarından olmamız için çaba harcamalı ve dua etmeliyiz.

Selam ve dua ile..

Halil İbrahim DEDE

09/05/2014 – Çorlu

www.NurNet.org