Etiket arşivi: HAMİT DERMAN

Hayata Güzel Bakabilmek

‘’Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır’’diyor Bediüzzaman Hazretleri. Evet hayattan zevk almak için bu vecizeyi kendime düstur etmişimdir. Şu kısacık fani ömürde ,insan dünyaya hep güzel bir bakışla bakmalıdır.

Bir çok insan yaşadığı hayattan memnun olmaz. “Allah beni niye zengin yaratmadı?.. Neden beni  daha güzel veya yakışıklı yaratmadı?..” gibi soruları kendine sorar. Bu soruları sorarken hep kendinden üstün gördüğü ve üstün  kabul ettiği insanlara bakarak sorar. Bu durum  insanın bakış açısının yanlışlığını gösterir. Eğer bir kişi kendinden daha kötü durumda olanları görseydi belki bu yanlış düşüncelere kapılmazdı.

İnsanın bakış açısı onun mutlu veya mutsuz olmasında en büyük etkendir.İnsan dünyaya pembe bir gözlükle baksa pembe görür, siyah bir gözlükle baksa siyah görür.

Kişinin kalp  gözü de öyledir.İnsanının kalp gözü dünyaya pembe gözle bakarsa insan her şeyden zevk alır. Ama siyah bir gözle bakarsa insan hiçbir şeyden zevk almaz.Her şeyi yanlış ve karanlık görür.

Bakış açısıyla ilgili  Fransa da yapılan bir araştırmayı aktarmak istiyorum. Fransa’da, ağır işçilerin işleri hakkında ne düşündüklerini incelemek üzere araştırmayı yürüten bir görevli, bir inşaat alanına gönderilir.

Görevli, ilk işçiye yaklaşır ve sorar :

“Ne yapıyorsun?”

“Nesin sen, kör mü?” diye öfkeyle bağırır işçi.

Bu parçalanması imkansız kayaları ilkel aletlerle kırıyor ve patronun emrettiği gibi bir araya yığıyorum. Cehennem sıcağında kan ter içinde kalıyorum.Bu çok ağır bir iş, ölümden beter.

Görevli hızla oradan uzaklaşır ve çekinerek ikinci işçiye yaklaşır. Aynı soruyu sorar:

”Ne yapıyorsun?”

İşçi cevap verir: “Kayaları mimari plana uygun şekilde yerleştirilebilmeleri için, kullanılabilir şekle getirmeye çalışıyorum.Bu ağır ve bazen de monoton bir iş, ama karım ve çocuklarım için para gerekli. Sonuçta bir işim var. Daha kötü de olabilirdi.

Biraz cesaretlenen görevli üçüncü işçiye doğru ilerler.

“ Ya sen ne yapıyorsun?” diye sorar.

Görmüyor musun?” der işçi kollarını gökyüzüne kaldırarak.“ Bir katedral yapıyorum.

Bu hikayenin enteresan tarafı her üç işçinin de aynı işi yapıyor olmalarıdır. Görmeyi seçtiğiniz yol sizin tutumunuza bağlıdır.Evet yukarıdaki hikayedeki gibi her üç işçi de aynı işi yapmaktadırlar. Fakat her üç işçinin yaptıkları iş hakkındaki  düşünceleri  çok farklıdır. Bunun da nedeni üçünün de farklı bakış açısıdır.

Hayatta misafir olan bizler her zaman her şeyin güzel tarafına bakmalıyız. Bir gözümüz yoksa iki gözü olmayanı görüp şükretmeliyiz.Kısacası bardağın boş tarafını değil dolu tarafına bakmalıyız. Eksiklerimizi değil sahip olduklarımıza bakmalıyız. Böylece şu kısacık fani ömürden zevk almayı öğreniriz. Vesselam…

Hamit Derman

www.NurNet.Org

 

Maddi ve Manevi Eğitimin Önemi

Güzel bir Çin atasözü vardır.“Bir yıllık varlık istersen buğday, on yıllık varlık istersen ağaç, yüz yıllık varlık istersen insan yetiştir”der. Evet bir toplumda eğitim toplumun en önemli varlık sebebidir. Eğitime önem veren toplumlar hem geçmişte hem de günümüzde hep güçlü olmuşlardır. Eğitim yönünden geri olan toplumlar hep güçsüz olmuşlardır. Avrupa ve Ortadoğu ülkelerini karşılaştırmak her halde yanlış olmaz.

Bir toplum için eğitim önemli olmakla birlikte, eğitimin mahiyeti de önemlidir. Eğitim insanı her yönden ihtiyaçlarına cevap verecek bir mahiyette olmalıdır. Yani eğitim insanın hem maddi hem de manevi yönüne seslenmelidir. Eğer eğitim insanın tek bir yönüne seslenen bir eğitim olursa eksik kalır. Çünkü insan yalnız bedenden oluşmuş bir varlık değildir. İnsanın beden dışında diğer  yönleri de vardır. Bu durumu Bediüzzaman hazretleri :

Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir.  Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder. (Risale-i Nur / Münazarat) sözleriyle çok güzel açıklar.

Nasılki midemizin gıdası ayrıdır. Gözümüzün ve kulağımızın gıdası ayrı ayrıdır. Gözün gıdası güzel manzaralar, kulağın ise seslerdir. Aynen öyle de aklımızın gıdası ile kalbimizin gıdası da farklıdır. Aklın gıdası bilim, mantık ve fenlerdir. Kalbin gıdası ise sahibini (yaratanı) bulmak onu tanımak ve ona tesbih, namaz, dua ve ibadettir. Biri eksik oldu mu, insan da eksik olur.

Sadece kalbini besleyenler, mutaassıp olurlar ve  bazıları gibi Avrupa’da yapılan bir cam bardağı bile gavur icadı diye reddederler; inançlarını taklitten kurtaramazlar. Zira tahkiki bir iman ilimden geçer. Sadece aklını doyuranlar ise ittikadi konularda şüpheden kurtulamazlar. Bunlar da tamamen dinden uzak, her şeye şüphe ile yaklaşan helal haram düşünmeyen, ahirete imanı olmadığı için bu dünyada ne yaparsam kardır düşüncesiyle hareket eden insanlar olarak, yaşadığı topluma yarar değil çoğunlukla zarar verirler.

Sonuç olarak, eğitim insanın bütün insani yönlerini karşılayacak şekilde olmalı, hem akla hem de kalbe yer vermelidir. Kalbin vazife görmemesi zulüm, aklın fen ilimlerinden geri kalması ise cehalet olarak tespit edilmiştir. Birisi iman hakikatlerinden mahrumiyet karanlığı, diğeri ise Allah’ın bir eseri olan bu kâinatı anlamama yahut yanlış değerlendirme cahilliğidir. Kalp aydınlanınca akla da ışık saçar, onu da aydınlatır; ona rehberlik eder.

Hamit Derman

www.NurNet.org