Etiket arşivi: HAMİT DERMAN

Bir Ümmetin Destanıdır Çanakkale

Yılar önce üniversite de okurken bir okul gezisinde Çanakkale’ye gitmiştim.Savaşın geçtiği yerleri görmek için çok sabırsızlanıyordum.Nihayet Çanakkale’ye vardık.Savaşın yaşandığı yerleri görünce  içimi büyük bir hüzün kapladı.O an kendimi savaşın yaşandığı anlarda hayal etmeye çalıştım. Çanakkale savaşı ölüm kalım savaşıydı.Bu savaş bir milletin değil bir ümmetin savaşıydı. Bu savaş kardeşliğin ve vefanın da en üst düzeyde yaşandığı bir destandı.

nmazEvet bu savaş bir kardeşlik destanıydı.Bu cephede Türk, Arab, Kürt, Boşnak, Arnavut omuz omuza savaştı.Bir çoğu şehit düştü.Bunu şehitliğe vardığımızda daha net bir şekilde görmüştük.

Şehitlikte Urfa, Edirne, Diyarbakır, Şam, Belgrat, Sancak, Yemen ve Osmanlı Devletinin o dönem hakimiyetinde olan bütün memleketlerden şehitler vardı. Bu durum bu savaşın ne kadar önemli bir savaş olduğunu bir milletin değil bir ümmetin savaşı olduğunu gösteriyordu.

Savaşın vahametini anlatan çok ilginç şeylerle karılaştık.Mesela beni en çok etkileyen bir şey vardı. O da müzede gördüğüm  iç içe girmiş kurşunlardı. Bu kurşunların havada birbirine girmesi demek savaşın ne kadar şiddetli olduğunu göstermesi açısından çok önemli bir örnektir.Başka bir örnekte kanlı sırt denen tepeydi. Kanlı sırt denen bu yerde kitabede yazdığına göre o kadar kan akmıştır ki bu tepe de yıllarca ot bitmemiş.Bu örneklere  benzer bir çok değişik örnekler vardı.

Bu savaşın acı bir yönü de  Osmanlı Devleti bu savaşta yetişmiş(eğitimli) insan gücünün büyük bir kısmını kaybetmesidir. Öğretmeni, üniversite hocası, müderrisi, tekke dervişi ve talebesi ile “İrfan Ordusu”nun seçkin temsilcileri Çanakkale’de savaşmış ve vatana olan borçlarını ziyadesiyle ödemişlerdir.

Bunlardan bir örnek olarak Tarihçi İsmail Çolak’ın “Okuldan Çanakkale’ye: Mahşerin İrfan Ordusu” kitabında yer alan “Vefa’lı” Öğretmen Ahmet Rıfkı’yı aktaracağım:

İstanbul Vefa Lisesi’nde, Fransızca Öğretmeni olan Ahmet Rıfkı 30 yaşlarındaydı ve aynı semtte annesiyle beraber oturuyordu. 1915 Mayısında Ahmet Rıfkı, çantası elinde mektepten içeri girdi; fakat koridorlarda ağır bir sessizlik vardı. İlk saat lise birinci sınıflara dersi vardı. Sınıfa girdiğinde öğrenciler kendisini ölü sessizliğiyle karşılamıştı. Çocuklar başlarını öne eğmiş, heykelleşmiş bir vaziyette oturuyorlar; ağızlarını bıçak açmıyordu. Ahmet Rıfkı selam verdiğinde ise ayağa kalkıp cevap bile vermemişlerdi.

Rıfkı Bey, fena halde sarsılmıştı; sebebini öğrenmek için sınıfa yöneldi ve “Rica ediyorum; lütfen biriniz konuşunuz!” dedi. Arka sıralardaki Ömer ayağa kalkıp cevap verdi: “Muallim Bey, mektebimizde eli ayağı tutan ağabeylerimiz Çanakkale’ye gönüllü gittiler. Siz ise, hâlâ buradasınız! Biz de gitmek isteriz ama, yaşımız tutmuyor!”

Muallim Rıfkı, şimdiye kadar hiç düşünmediği bir söze muhatap olmuştu ve ağzından boğuk da olsa şu sözler dökülebilmişti: “Sevgili yavrularım, eğitim ve öğretime daha fazla muhtaç olduğunuz bu devirde sizlere millî ve medenî terbiyeyi veremiyor muyum?” Bunun üzerine ön sırada oturan Avni ayağa kalkıp, hocasını can evinden vuran şöyle bir soru sordu: “Muallim Bey, sevgili İstanbul elden giderse, sizin verdiğiniz eğitim ne işe yarar, söyler misiniz?”

Artık, Ahmet Rıfkı’nın konuşacak hali kalmamıştı; bu soru dermanını kesmişti. Talebelerinden duyduğu sözler, içinde büyük fırtınalar kopartmış; sağanak sağanak ağlatmıştı. Öğrencilerinin sözlerini, kutsal bir muska gibi katlayıp koynuna soktu. Sonunda, mektep idaresine dilekçesini verdi ve öğrencileriyle vedalaşıp okuldan ayrıldı. Evine geldi, annesine durumu anlattı; helâllik dileyip elini öptü ve doğru Harbiye Mektebi ihtiyat zabit namzetleri talimgâhına koştu. Burada aldığı kısa bir eğitimin ardından hemen Çanakkale yollarına düştü.

Düşman 19 Aralık günü, Arı burnu ve Anafartalar’ı gizlice terk etmişti. Ancak düşmanın döşediği mayınlar, bir hayli zayiat verdirmişti. İşte, bunlardan biri de Ahmet Rıfkı’ya isabet etmiş ve şehitlik mertebesine ulaşmıştı. O şimdi, Sarı Bayır’da vatan borcunu ifa etmenin rahatlığıyla huzur içinde yatıyor.

Buna benzer bir çok hikayeyi Çanakkale Savaşını anlatan kitaplarda okuyabiliriz.Çok sayıda eğitimli insanın şehit olması daha sonra yeni Türkiye Cumhuriyetinde yetişmiş insan sıkıntısı yaşanmasına sebep olacaktı.Bu savaşta 250 bin insanımızı  kaybettik.Birkaç misli de sakat kaldı.

Evet Çanakkale bir ümmetin kardeşlik destanıdır.Ümmetin Osmanlı Devletine vefa  borcunu ödemek için sınandığı son imtihanıdır. Ve bu savaşta iman tekniğe meydan okumuştur.Öldü denilen bir Millet küllerinden doğarak sömürgecilere dur demiştir.Dünyanın en güçlü orduları karşısında milletimiz imanın vermiş olduğu ”Ölürsem şehidim kalırsam gaziyim’düşüncesi ile karşı koymuş ve muzaffer olmuştur.

Eğitimde Cibilliyet Meselesi

Bir Eğitim-Öğretim dönemini daha yarılıyoruz.Bir dönemin nasıl geçtiğini sorarsanız herkes farklı duygular içinde size cevap verir.Kimisi olumlu Kimisi olumsuz cevap verir. Eskiler Eğitim – Öğretime Talim ve Terbiye derlerdi.Talim öğretimin karşılığı olarak gelirdi.Terbiye ise tam karşılamazsa bile eğitim anlamına geliyor.Özellikle atalarımız terbiyeye daha çok önem verirlerdi.

Eğitim beşikten mezara kadar süren bir serüvendir.Eğitimde bireyin bütün yaşantısında genel bir değişim esastır.Yani eğitimde bireyde olumlu bir davranış kazandırılması esastır.Eğer istenen olumlu davranış kazandırılmamışsa bu eğitim eksik sayılır. Yani ahlaki yönden bir değişiklik yoksa bu eğitim başarısız sayılır.Bu aktardığımız eğitimle ilgili tespitimizi bir hikayeyle destekleyelim.

Padişah vezire sormuş:

– Vezir!
– Eğitim mi önemli soy sop mu (Cibilliyet) ?

vezir düşünmeden cevap vermiş:
– Cibilliyet, padişahım.

… padişah memleketin her yerine tellallar çağırtmış.

– duyduk duymadık demeyin en iyi hayvan eğiticisine yüz kese altın en iyi hayvan eğiticisi padişahın huzuruna çıkarılmış. padişah hayvan eğiticisine sormuş:

-Bir kediye tepsiyle servis yapmayı ne kadar zamanda öğretebilirsin?

-Altı ayda öğretirim padişahım.

altı ay dolmuş, huzura alınmış.

padişah:

-Öğrettin mi?

-Öğrettim padişahım.

saray erkanı toplanmış, kedi elinde tepsi servis yapmaya başlamış, tam vezirin önüne gelmiş; padişah yine vezire sormuş:

Vezir! demiş.

– Eğitim mi önemlidir cibilliyet mi?

vezir padişahın sorusuna cevap vermeden önce cebinde hazır tuttuğu fareyi yere bırakmış.

kedi tepsiyi attığı gibi farenin peşinde koşmaya başlamış. Tabi altı aylık eğitimde boşa gitmiş.

Vezir cevap vermiş.

– Cibilliyet padişahım…

Evet maalesef bizim eğitim sistemimiz bireye bir çok davranışı kazandırıyorsa da istenen olumlu davranışı kazandıramamaktadır. Yani hikayede anlatıldığı gibi önemli olan davranışını değil cibilliyetini değiştirecek bir eğitimin verilmesidir. Bu sözlerimize en iyi örnek son zamanlarda okullardaki madde bağımlılığından tutun bir çok kötü alışkanlığın fazlası ile yer bulmasıdır.

Sonuç olarak tatili hak eden bütün eğitimci arkadaşlara ve öğrencilere hayırlı tatiller diliyorum.

Hamit Derman

www.NurNet.Org

Yılbaşı Gecesi ve Müslümanların Tutumu

İnsan bir yolcudur. Sabavetten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder…diyor Bediüzzaman Hazretleri.

Evet bizler birer yolcuyuz. Bu öyle bir yolculuk ki ruhlar aleminden anne karnına, oradan dünyaya teşrif eden bir yolculuk. Sonra çocukluktan, gençlikten, ihtiyarlıktan, kabre giren bir yolcu. Sonra kabirden, berzahtan, haşirden, sırat köprüsünden, cennet veya cehenneme varacak olan bir yolcudur.

Bu kadar yollarda kendisine elbette bir çok hazırlık yapması gerekir. Varacağı ahirette rahat etmesi de bu yapacağı hazırlıklara bağlıdır. Zira, eken biçer. Dünya ahiretin tarlasıdır. Burada hazırlığını yapan ahirette karşılığını görecektir.Bizler acaba bu günlerde yılın sonuna geldiğimiz bir zamanda hazırlığımızı yapıyor muyuz ?.Acaba gelecek senenin sonuna yetişebilir miyiz ? diye düşünüp ahiret  alemine doğru giden bu yolculuğumuza hazırlık yapabiliyor muyuz.

İnsanlar, iptal-i his nevinden bazı duygularını iptal etmeye çalışıyor.Mesela hiçbir zaman yılın sonu demeyiz yılbaşı deriz.Halbuki daha gelecek gelmediğine göre bizler ”hayat zannettiğin halat  yalnız bulunduğun dakikadır” mantığıyla hazır zamanımızı düşünmeli ve ömrümüzden bir yıl geçtiğinin farkına varmalıyız.Kendimizi kandırmamalıyız .Nefsimizi muhasebeye çekmeliyiz.Yılbaşı değil de geçen  bir yılın sonu benim de sonum olabilirdi diye düşünmeliyiz.Arkamızdan bizi unutturmayacak insanlık namına ne bıraktık diye düşünmeliyiz.Ömrün ebedi olmadığını, her geçen senenin ömür ağacından düşen bir yaprak olduğunu düşünmeliyiz.Sevinmeli miyiz? üzülmeli miyiz? acaba !

Ölüme bir adım yaklaşmanın adını yılbaşı koyup eğleniyorlar.Fakat asılmaya giden bir insan dar ağacının süslenmesinden bir zevk alabilir mi ? Yılbaşlarında  eğlenenlerin durumu da bana göre asılmaya giden bir insanın dar ağacının süslenmesinden bir zevk almaya çalışmasıdır.Her geçen yıl bizi biraz daha ölüme yaklaştırıyor.Eğlenmek değil ağlamak gerekiyor.

Bir eğitimci olarak; acaba ben bu geçen senede eğitim namına ne yaptım.Öğrencilerimin ilim ve irfanına geçen yıla göre ne gibi artı değer kattım? deyip düşünmelidir.Bir baba olarak; ben çocuklarıma babalık namına ne yaptım.Onlara örnek bir baba olabildim mi ? diye düşünmelidir.Bir Müslüman olarak; bu  senede  ”iki günü bir olan zarardadır.” hadisine masaddak olmamak için ne yaptık .Geçen yılın sevap hanesini birkaç defa katlayabildik mi? diye düşünmeliyiz.

Bu dünyada yolcu olan bizler sanki yolculuğumuz bitmeyecek gibi düşünüp yaşıyoruz.Emellerimiz(arzularımız) sınırsız fakat bu emellerimizi gerçekleştire bilir miyiz?

Peygamberimizin(S.A.V) İbnu Mes’ud(radıyallahu anh)  tan  mervi çok düşündürücü bir hadisi var. İbnu Mes’ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bir gün yere çubukla, kare biçiminde bir şekil çizdi. Sonra, bunun ortasına bir hat çekti, onun dışında da bir hat çizdi. Sonra bu hattın ortasından itibaren bu ortadaki hat’ta istinad eden bir kısım küçük çizgiler attı. 
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu çizdiklerini şöyle açıkladı: bu çizgi insandır. şu onu saran kare çizgisi de eceldir. şu dışarı uzanan çizgi de onun emelidir. (Bu emel çizgisini kesen) şu küçük çizgiler de musibetlerdir. Bu musibet oku yolunu şaşırarak insana değemese bile, diğer biri değer. Bu da değmezse ecel oku değer.Böylece insan emeline ulaşmadan ölüm onu bulur.

Evet bizlerde emellerimize ulaşmadan ecel okunun bize değeceğini düşünerek  yaşamalıyız. Bu düşünceyle hayatımıza yön vermeliyiz.Her yılbaşını da eğlenme bahanesi değil de; bir yılın bitişi mantığı ile yaklaşıp nefsimizi muhasebeye çekmeliyiz.  Vessalam…

Hamit Derman

www.NurNet.org

Peygamberlik Mesleği Öğretmenlik

Klasik tanımı ile Öğretmen, Eğitim ve öğretim sürecine önderlik ve rehberlik eden, öğretimin gerçekleşmesi için çalışan kişiye denir. Ancak bana göre öğretmenlik insanlara doğruyu ve yanlışı gösteren ve insanlara doğruyu tavsiye eden peygamberlik mesleğidir. İnsanları topluma yararlı bir insan mertebesine getiren öğretmenlerdir.

Peygamberimiz örnek yaşantısı ile en büyük öğretmen, Kuran-ı kerim en büyük ders kitabıdır. Kuran-ı kerimi diğer kitaplardan ayıran en önemli özelliği de 23 yıl gibi bir sürede tedricen(derece derece) inmesidir. Kuran-ı kerim bir ders kitabi, Hz. Muhammed (S.A.V) bir Öğretmen, Kuranın süreleri bir ünite, ayetler ders konusu olarak 23 yıl gibi bir sürede cahiliye dönemindeki Arap toplumuna eğitim verdi.

Bu eğitim ile tarihte eşi benzeri olmayan Asrı saadet toplumu meydana geldi. Yani Hz. Muhammed (S.A.V) toplumda kökleşmiş ve o dönemde ortadan kaldırılması hayal bile edilemeyen cahiliye adetlerini (Kan davası, içki, faiz, kız çocuklarını diri diri toprağa gömme vb.) o dönemin insanlarının damarlarına dokunmadan, kendisine has eğitim yöntemi ile söküp atılmasını sağladı.

Evet, biz öğretmenler olarak, peygamberimizin eğitim metodunu örnek alabilirsek toplumda yer bulmuş bir çok yanlışın ortadan kalkmasına ve ülkemizin dünyada önder bir ülke olmasını sağlayabiliriz. Bir milletin milli, ahlâki ve kültürel yönden güçlü ve medeniyet bakımından kalkınmış olması öğretmenlerinin üstün çalışmalarına bağlıdır. Öğretmen gelecek nesillerin mimarıdır. Mimar ne kadar iyi olursa kurulacak binada o kadar sağlam olur.

Öğretmenlikle ilgili yıllar önce okuduğum güzel ve ayrıca bizim için çok büyük dersler içeren bir hikayeyi aktarmak istiyorum.

Öğretmenin adı bayan Thompson du ve 5.sınıf öğrencilerinin önünde ayakta durduğu ilk gün onlara bir yalan söyledi. Çoğu öğretmen gibi, onlara baktı ve hepsini aynı derecede sevdiğini söyledi. Bu mümkün değildi, çünkü orada en önde, sırasına adeta çökmüş gibi oturan küçük bir öğrenci vardı.  Adı Teddy Stoddard. Bir önceki yıl, bayan Thompson,Teddy i gözlemiş, onun diğer çocuklarla oynayamadığını; giysilerinin kirli ve kendinin de hep banyo yapması gereken bir halde olduğunu görmüştü ve Teddy mutsuz da olabilirdi.

Çalıştığı okulda bayan Thompson, her öğrencinin geçmişteki kayıtlarını incelemekle de görevlendirilmişti ve Teddy nin bilgilerini en sona bırakmıştı. Onun dosyasını incelediğinde şaşırdı. Çünkü; birinci sınıf öğretmeni: Teddy zeki bir çocuk ve her an gülmeye hazır.

Ödevlerini düzenli olarak yapıyor ve çok iyi huylu…

Ve arkadaşları onunla olmaktan mutlu… diye yazmıştı.

İkinci sınıf öğretmeni: Mükemmel bir öğrenci, arkadaşları tarafından sevilen, fakat evde annesinin amansız hastalığı onu üzüyor ve  sanırım evdeki yaşamı çok zor.. diyordu.

Üçüncü sınıf öğretmeni: Annesinin ölümü onun için çok zor oldu. Babası ona yeterince ilgi gösteremiyor ve eğer birşeyler yapılmazsa evdeki olumsuz yaşam onu etkileyecek.“ diye yazmıştı.

Dördüncü sınıf öğretmenine gelince: Teddy içine kapanık ve okula hiç ilgi göstermiyor, hiç arkadaşı yok ve bazen sınıfta uyuyor. demişti. Şimdi bayan Thompson sorunu çözmüştü ve kendinden utanıyordu. Öğrenciler ona güzel kağıtlara sarılmış süslü kurdelerele paketlenmiş yeni yıl hediyeleri getirdiğinde kendini daha da kötü hissetti. Çünkü Teddy nin armağanı kaba kahverengi bir kese kağıdına beceriksizce sarılmıştı. Bunu diğer öğrencilerin önünde açmak ona çok acı verdi. Bazıları, paketten çıkan sahte taşlardan yapılmış,  birkaç taşı düşmüş bileziği ve üçte biri dolu parfüm şişesini görünce gülmeye başladılar, fakat öğretmen, bileziğin ne kadar zarif olduğunu söyleyerek ve parfümden de birkaç damlayı bileğine damlatarak onların bu gülmelerini bastırdı. O gün okuldan sonra Teddy öğretmenin yanına gelerek; Bayan Thompson, bugün hep annem gibi koktunuz dedi.

Çocuklar gittikten sonra öğretmen yaklaşık bir saat kadar ağladı. O günden sonra da çocuklara okuma, yazma, matematik öğretmekten vaz geçerek onları eğitmeye başladı. Teddy ye özel bir ilgi gösterdi.

Onunla çalışırken zekasının tekrar canlandığını hissetti. Ona cesaret verdikçe çocuk gelişiyordu. Yılın sonuna dek, Teddy sınıfın en çalışkan öğrencilerinden biri olmuştu. Öğretmenin, hepinizi aynı derecede seviyorum yalanına karşın Teddy, onun en sevdiği öğrenci olmuştu.

Bir yıl sonra, kapısının altında bir not buldu, Teddy dendi. Tüm yaşantısındaki en iyi öğretmenin kendisi olduğunu yazıyordu. Ondan yeni bir not alana kadar 6 yıl geçti. Notunda liseyi bitirdiğini ve sınıfındaki üçüncü en iyi öğrenci olduğunu ve bayan Thompson un halâ hayatında gördüğü en iyi öğretmen olduğunu yazıyordu.

Dört yıl sonra, bir mektup daha aldı Teddy den. O arada zamanın onun için zor olduğunu çünkü üniversitede okuduğunu ve çok iyi dereceyle mezun olmak için çok çaba sarfetmesi gerektiğini yazıyordu. Ve bayan Thompson halâ onun hayatında tanıdığı en iyi öğretmendi. Daha sonra dört yıl daha geçti ve bir mektup daha geldi. Çok iyi bir dereceyle üniversiteden mezun olduğunu ama daha ileriye gitmek istediğini yazıyordu. Ve halâ bayan Thompson onun tanıdığı ve en çok sevdiği öğretmendi.

Bu kez mektubun altındaki imza biraz daha uzundu. Theodore F.Stoddard Tıp Doktoru. Bu hikaye burda bitmedi.

İlkbaharda bir mektup daha aldı bayan Thompson. Teddy hayatının kızıyla tanıştığını  ve evleneceğini yazmıştı. Babasının birkaç yıl önce öldüğünü, bayan Thompson un düğünde damadın anne ve babası için ayrılan yere oturup oturamayacağını soruyordu. Tabii ki oturabilirdi. Tahmin edin ne oldu?

Bayan Thompson törene giderken özenle sakladığı birkaç taşı düşmüş olan o bileziği taktı, Teddy nin ona verdiği ve annesi gibi koktuğunu  söylediği parfümden sürmeyi de ihmal etmedi. Birbirlerini sevgiyle kucaklarlarken, Teddy, onun kulağına Bana inandığınız için çok teşekkürler bayan Thompson, kendimi önemli hissetmemi sağladığınız için ve beni böyle değiştirdiğiniz için de… diye fısıldadı.

Bayan Thompson gözünde yaşlarla ona karşılık verdi: Yanılıyorsun Teddy… Ben değil, sen bana öğrettin. Seninle karşılaşıncaya kadar  ben öğretmenliği bilmiyormuşum..!

Evet bütün Öğretmen arkadaşların Öğretmenler Gününü kutluyorum.

Hamit Derman

www.NurNet.org

Öğretmen Olmak! (Öğretmenler Gününüzü Tebrik Ederiz!)

Her nedense öğretmenler günü geldiğinde öğretmenler hatırlanır.Son zamanlarda  öğretmenler, özellikle eğitim üzerinden süren tartışmalarda günah keçisi konumundadır.Ne kadar kendileri bu tür meseleleri  düşünmek istemese de yine de düşünmek zorunda bırakılmaktadırlar.

Birileri bu mesleğin değerini olduğundan daha düşük göstermeye çalışsa da öğretmenlik dünyanın en kutsal mesleğidir.Peygamberlik mesleğidir.Herkes hakkıyla bu mesleği kaldıramaz.Bu meslek çok ağır bir meslektir.Çünkü bu meslek;” Her kişinin değil Er kişinin” işidir.

Öğretmen, yeri geldiğinde annedir, babadır.

Yeri geldiğinde kardeştir, bacıdır.

Yeri geldiğinde, acıyı bal eyler. Çocuklara hissettirmez.

Öğretmen, toplumun geleceğini gören gözdür.

Öğretmen, hakikati söyleyen sözdür.

Öğretmen, irfan bahçesinin bahçıvanıdır.

Öğretmen, Doktor Mehmet’i, Öğretmen Ayşe’yi ,Kaymakam Mustafa’yı yetiştirendir.

Öğretmen çağ açıp kapatan Fatihi, Avrupa’yı titreten Kanuni’ye irfan verendir.

Öğretmen, ruhlara şekil veren, hakkı öğretendir.

Öğretmen, Firavunlar kucağında Musalar yetiştirendir.

Öğretmen, medeniyet yürüyüşünde en önde gidendir.

Öğretmen, özgürlük fikrini ruhlara ekendir.

Kısacası  öğretmen; sevgiyi, şefkati, fedakarlığı yaşayan, yaşatan ve gelecek nesillere aktaran sevgi bahçesinin bahçıvanıdır.

 Hamit Derman

www.NurNet.Org

NOT: Bütün öğretmen arkadaşların  öğretmenler gününü kutlar. Hayırlara vesile olmasını dilerim.