Etiket arşivi: haşir

Resulullah’ın (a.s.m) Sureti

O’NU ANLAT

Ünlü komutan Hâlid bin Velid (R.A.) ordusuyla bir sefere çıkmıştı. Uzun süren yolculuğun ardından bir aşiretin yakınında konakladılar. Aşîret reisi, Halid bin Velid’i (R.A.) ziyarete geldi. O Kâinatın Efendisi’ni (S.A.S.) yakından tanımak istiyordu:

– Efendim bize Hazreti Muhammed’i anlatır mısın?
– O’nun güzelliklerini anlatmaya gücüm yetmez!
– Bildiğin kadarıyla anlat.
– Gönderilen, Gönderen’in kıymetince olur.
(Gönderen âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ (C.C.) olunca, gönderilen Elçisi’nin kıymetini var sen hesap et!)

Münâvi, V, 92/6478; Kastalânî, Mevâhib-i Ledünniyye Tercümesi, İstanbul 1984, s. 417

O’NUN GİBİ

Ebu Kursâfe (R.A) saadet çağında yaşayan bir çocuktu. Annesi ve teyzesi ile birlikte Resulullah’ı (S.A.S.) ziyarete gittiler. Bir süre oturduktan sonra izin istediler. Eve doğru yola koyuldular. Peygamberimiz (S.A.S.) ile görüşmenin sevinci içindeydiler. Bu sırada annesi, teyzesine şunları söylüyordu:

– Ben O’nun kadar güzel, O’nun gibi temiz, O’nun kadar tatlı sohbet eden birisini görmedim… Konuşurken mübarek ağzından sanki nûr çıkıyordu…

Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, 1/119-120

GÜZELLER GÜZELİ

O’nun sevdalılarından El-Bera (R.A) dedi ki:
– Ben, Resûlullah’tan daha güzel hiçbir şey görmedim. O ay gibi parlardı.

Cabir Efendimiz’in (R.A) güzelliğini:
– Peygamber Efendimizi kırmızı bir elbise giymiş olarak gördüm. Bir ona bir de gökteki aya baktım. O, benim gözlerimde aydan daha güzeldi, sözleriyle anlattı.

Ümmü Ma’bed’in (R.A) tarifi ise şöyleydi:
– Uzaktan, insanların en tatlısı ve en güzeli, yakından da en açığı ve en güzeliydi.

Hanımı Hazreti Aişe (R.A) ise:
– Resûlullah insanların en güzel yüzlüsü ve rengi en parlak olanıydı. dedi.

Beyhakî, Delailü’n-Nübüvve, I/200; Buharî, Kitabü’l-Menakıb, bab: 23; İmam Ahmed, Müsned, IV/281, V/102,Tirmizî, Sünen, Kitâbü’l-edeb, nr: 2811; Beyhakî, age, 1/196, Ebu Nuaym, Delailü’n-Nübüvve, 283-287

İSİMLERİ

Peygamber Efendimiz (S.A.S.) buyurdu:

– Benim bir takım isimlerim vardır: Bir ismim “Muhammed“dir. Bir ismim de “Ahmed“dir. İsmimin biri de “Mâhî”dir ki, Allah benim vasıtamla küfrü mahveder. Diğer bir ismim de “Hâşir“dir. Yani kıyamet gününde ben herkesten önce dirileceğim diğer insanlar ise benden sonra dirilecektir. İsimlerimden birisi de “Âkıb“dır. Âkıb, artık kendisinden sonra bir daha peygamber gelmeyecek kimse demektir.

Peygamberimizin (S.A.S.) yirmi üç adı vardır. Bunlar: Muhammed, Ahmed, Mâhî, Haşir, Âkıb, Mukaffî, Nebiyyu’r-rahme, Nebiyyu’ t-tevbe, Nebiyyü’l-melâhim, Şâhid, Mübeşşir, Bedr, Dahûk, Kattal, Mütevekkil, Fâtih, Emîn, Hâtem, Mustafa, Rasûl, Nebî, Ummî, Kusem‘dir.

Mukaffî ve Âkıb: Peygamberlerin sonuncusu demektir.
Melâhim: Savaşlar manasına gelir.
Dahûk: Onun Tevrat’taki adıdır. Güzel latife yaptığı için böyle denilmiştir.
Kusem: Vermek manasına gelir. O insanların en cömerdiydi.

Tirmizî, Şemail, 50.bab, 1. hadis, Beyhakî, Delailü’n-Nübüvve (1/160)

MÜBAREK VÜCÛDU

Hazreti Hasan (R.A) küçükken, Gönüllerin Sultanı Efendimiz (S.A.S.) vefat etmişti. Yıllar geçtikçe O’nu (S.A.S.) daha çok özleyen Hasan (R.A), dayısı Hind’e (R.A) dedesini (S.A.S.) anlatmasını istedi. O’da (R.A.) söze şöyle başlamıştı:
– Resûlullah’ın bütün vücudu düzgündü. Ne şişman ne de zayıftı…

İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, 344

RESULULLAH’IN MÜBAREK BAŞI

Hazreti Ali’ye (R.A.) soruldu:
– Peygamberimizin başı nasıldı?
– O’nun başı büyüktü. dedi.

– O’nun alnı nasıldı? diye Hazreti Hind’e (R.A.) sorulunca:
– Resûlullah geniş alınlıydı, dedi.

Beyhakî, age, 1/216, Tirmizî, Şemail, 6

MÜBAREK YÜZÜ

Hind, (R.A) Efendimiz’in (S.A.S.) yüzünü şöyle tarif etti:
– Her türlü büyüklük Resûlullah’ta toplanmıştı. O’nun yüzü, ayın ondördü gibi parlardı. Yanakları da düz idi.

Hazreti Ali (R.A) ise:
– Resûlullah’ın yüzü yuvarlakçaydı. dedi.

Ümmü Ma’bed (R.A) O’nun (S.A.S.) hakkında:
– Güzelliği aşikâr ve parlak yüzlü bir zat idi. demiştir.

Beyhakî, age, I/214,125, Ibn Kesir, age, VI/20,21, İbn Sa’d, Tabakat, I/230; Tirmizî, Kıyâmet/42

EFENDİMİZ’İN BURUN ŞEKLİ

Hind bin Ebî Hâle (R.A) O’nun (S.A.S.) burnunu şöyle tarif etti:
– Resûlullah Efendimizin burun kemiğinin ortasında bir kavis.vardı. Burnunda, ona güzellik veren bir parlaklık vardı. Dikkat etmeyen kimse onun burun kemiğinin uzun olduğunu zannederdi.

Zebidi, Ithafü’s-Sadeti’l-Müttakîn, Beyhakî, age, I/286

AĞZI VE DİŞLERİ

Hazreti Cumey (R.A), Hind (R.A), Ebu Hureyre (R.A) ve İbni Abbas (R.A) Efendimizin (S.A.S.) mübarek ağzını şöyle tarif ettiler:
– Resulûllah güzel ve geniş ağızlıydı. Dişleri aralıklıydı. Gülümsediğinde dişleri dolu taneleri ve nur gibi görünürdü.

İbnü’l-Cevzi, age, 337; İbn Kesir, age, VI/37; Beyhakî, age, I/288; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, VIII/279

SAÇLARI VE SAKALI

Enes İbn Malik (R.A..):
– Resulullah’ın saçı, orta bir saçtı. Ne kıvırcık ne de düz idi, dedi.

Hind bin Hâle (R.A..) ise şöyle anlattı:
– Saçı, kendiliğinden ikiye ayrılır, yanlarına dökülürse, onları birleştirmezdi. Birleştikleri zaman ise onları ayırmazdı, oldukları gibi bırakırdı. Saçını uzattığında, kulaklarının memesini geçerdi.

Hazreti Ali (R.A..) şunu söyledi:
– Resûlullah’ın sakalı sıktı.

El-Berâ’nın (R.A.) tarifi:
Resûlullah’ın omuzlarına dökülen saçları vardı, şeklindeydi.

Buhârî, Kitabu’l-menâkıb, 23; Beyhakî, age, I/214,125,1/216, Nesâî, VII/183

KAŞI, GÖZLERİ VE KİRPİKLERİ

Hazreti Hind (R.A.) şöyle dedi:
– Kaşları uzun, uçları ince ve araları çok yakındı. Kirpikleri ise uzundu. Göz bebeklerinin siyahı çok siyahtı.

Cabir Hazretleri (R.A.) de:
– Resûlullah’a baktığım zaman iki gözü sürmeli derdim. Oysa gözlerine sürme çekmiş değildi, dedi.

Beyhakî, age, I/214,125, İbn Kesir, el-Bidâye ve’n-Nihâye, VI/33, İmam Ahmed. Müsned, V/97,105, Suyuti, age, 1/117-118

MÜBAREK ELLERİ

Bir gün Avn’nın Babası (R.A.) Efendimiz’i (S.A.S.) ziyarete gitti. Onu selamladıktan sonra mübarek elini tuttu ve yüzüne sürdü… Efendiler Efendisi’nin (S.A.S.) eli, kardan daha soğuk, miskten daha hoş kokulu idi.

Enes b. Malik (R.A.) de şöyle dedi:
– O ‘nun avucunun yumuşaklığı ne atlasta ne de ipekte bulunur.

Hz. Ali (R.A.)
– Resûlullah’ın elleri iriydi, dedi.

Hind (R.A.) de:
– Avuçlarının içi geniş idi, dedi.

İbnü’l-Cevzi, age, 342; İmam Ahmed, Müsned, 111/107; Beyhakî, age, I/216; I/214

MÜBAREK OMUZLARI

El-Bera İbn Azib (R.A.) Efendiler Efendisi’nin (S.A.S.) mübârek omuzlarını şöyle tarif etti:
– Resûlullah Efendimiz’in omuzları genişti.

Buharî, Kitâbü’l-Menâkıb, 23

MÜBAREK AYAKLARI

Hazreti Resûlullah’a (S.A.S.) peygamberlik görevi verilmeden önceydi. Kureyşliler bir kâhine:
– Söyle bakalım! İbrahim makamındaki ayak izine içimizde en çok kimin ayağı benziyor?” dediler.

Kâhin:
– Şu yere bir yaygı serin, sonra sırayla hepiniz üzerinde yürüyün. Ben de sizlerin ayak izine bakarak cevap vereyim” dedi.
Onlar yere yaygı serip üzerinde yürüdüler. Kâhin sıra Peygamberimizin (S.A.S.) ayak izine gelince:
– İşte! İçinizde İbrahim’e en çok benzeyeniniz budur” dedi.

Hazreti Hasan’ın dayısı Hind (R.A.) Efendimiz’in (S.A.S.) ayaklarını bize şöyle tarif etti:
Resûlullah’ın ayaklarının altı düz değil, çukurdu. Ayakları hafif etliydi. Ayaklarının üzerine su döküldüğü zaman etrafa yayılırdı.

Suyuti, age, 1/131; Beyhakî, age, I/214, 125

GÜL RENGİ

Enes İbn Malik (R.A.):
– Resûlullah insanların en güzel renklisiydi, derken,

Ebu Hureyre (R.A.) şöyle söyledi:
– Resûlullah beyazdı. Sanki gümüştendi.

Hazreti Ali (R.A.) de:
– Resûlullah’ın rengi, kırmızı gül rengine yakın beyazdı dedi.

İbn Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye, VI/23. Tirmizî, Şemail, 12;Beyhakî, age, 1/212, 218

BOYU

Hind (R.A.) der ki:
Resûlullah normalden daha uzun, çok uzun olandan kısaydı, yani uzuna yakın orta boyluydu.

Hazreti Âişe (R.A.) O’nun (S.A.S.) boyundaki mucizeyi şöyle anlattı:
– Yanına uzun boylu biri gelse, kendisi ondan daha uzun görünürdü, iki uzun boylu kimseyle birlikte yürüdüğünde ise onlardan daha uzun görünürdü. Onlardan ayrılınca, kendisi normal boyuna döner, o iki kişi de uzun boylu hallerine dönerdi.

Zebîdî, age, VII/145, Tarihu İbn Asakir, I/333

NEFİS KOKUSU

Peygamberimiz’in hizmetkârı Enes (R.A.) der ki:
– Resulullah’ın yanında on yıl kaldım. Bütün kokuları kokladım. O’nun kokusundan daha güzel bir koku koklamadım. O’nun vücûdu misk ve amberden daha güzel kokardı. Peygamberimiz’in rengi gül rengi gibiydi. Atlas ve ipek O’nun vücudundan daha yumuşak değildi.

Müslim.Kilabu l-Fedâil, 8. Buhârî, Menâkıb/23, Müslim, Fezâil, 82

PEYGAMBERLİK MÜHRÜ

Selman Fârisî’nin (R.A.) Resûlullah’ı (S.A.S.) müslüman olmadan önceki üçüncü ziyaretiydi. Efendimiz (S.A.S.) ashabıyla birlikte oturmaktaydı. Selman (R.A.) bu kez daha önce bir rahibin söylediği peygamberlik mührünü görmeyi istiyordu. Selam verdikten ve belki görürüm diye, Efendimiz’in (S.A.S.) etrafında dolaşmaya başladı. Peygamberimiz (S.A.S.) Selman’ın (R.A.) ne istediğini anladı. Elbisesini omuzundan biraz sarkıtıp:
– Sana söylenen mührü görmek istersen bak, dedi.

Selman (R.A.) şaşırmıştı… Kendisine, bir rahibin ne anlattığını Efendimiz (S.A.S.) bilmekteydi. Evet bu bir mucizeydi. Dikkatle Resûlullah’ın (S.A.S.) mübârek sırtına baktı. İki omuzu arasındaki mührü gördü. Üzerindeki şekil, “Muhammedün Resûlullah” yazısına çok benziyordu.
Sonunda Selman (R.A.) aradığını bulmuştu. Sevinç gözyaşlarıyla dudaklarından şu cümleler döküldü:
– Allah’tan başka ilah yoktur. Muhammed O’nun kulu ve elçisidir.

Ahmed b. Hanbel, V, 442-443

Kaynak: hazretieyupsultan.com

Haşir Meydanına Yolculuk Nasıl Olacak?

Haşir ile ilgili bazı suallere verilen manidar cevaplar:

Evvela haşir nedir?

Öldükten sonra dirilip, kabirlerinden kalkan insanların toplanıp bir araya gelmelerine haşir, mahşer ise, bunların toplandığı yerdir. Haşir esnasında yeryüzü düz bir arazi haline getirilecektir. Bu konuda bazı ayetler şöyledir:

“O gün yeryüzü bir başka yere, gökler, başka göklere dönüşecek ve bütün mahlûkat bir ve gücüne karşı konulmaz olan Allah’ın huzuruna toplanacaklardır.” (İbrahim, 48).

Başka bir ayet-i kerimede:

“Sizi (aslınızı) ondan (topraktan) yarattık. Sizi (ölümünüzden sonra)Yine ona döndüreceğiz. Tekrar dirilmek zamanında sizi bir kere daha Ondan çıkaracağız.(Taha,55)

Bediüzzaman hazretlerine haşir ile ilgili sorulan beş altı sual ve manidar cevapları sırayla aşağıya yazılmıştır.

“Beş altı suali tazammun eden birinci sualinizde,

“Meydan-ı haşre cem’ ve keyfiyet nasıl; ve üryan mı olacak?

Ve dostlarla görüşmek için ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmı şefaat için nasıl bulacağız?

Hadsiz insanlarla bir tek zat nasıl görüşecek?

Ehl-i Cennet ve Cehennemin libasları nasıl olacak?

Ve bize kim yol gösterecek?” diyorsunuz.

Bu paragrafta beş altı soru Üstad Hazretlerine sorulup cevabı isteniyor. Üstad de bu beş altı soruya şöyle açıklık getiriyor:

“Meydan-ı haşir, Küre-i Arz’ın medar-ı senevîsinde olduğunu ve Küre-i Arz, şimdiden manevi mahsulâtını o meydanın elvahlarına gönderdiği gibi; senevi hareketiyle, bir daire-i vücudun temessül ve o daire-i vücudun mahsülatiyle, bir meydan-ı haşrin teşekkülüne bir mebde olduğu ve Küre-i Arz denilen şu sefine-i Rabbaniyenin merkezindeki cehennem-i suğrâyı, cehennem-i Kübrâya boşalttığı gibi; sekenesini de, meydan-ı haşre boşaltacağı beyan edilmiştir.”1

Rüstem Garzanlı

www.NurNet.org

devamı gelecek…

Dirilişi anlamak

Nur Külliyatından Haşir Risalesinde öldükten sonra dirilmenin kavranabilmesi konusunda şu anahtar cümle geçer:

“Haşre akıl ile gidilmemesinin bir sırrı şudur ki: Haşr-i Âzam, İsm-i Âzam’ın tecellisiyle olduğundan, Cenâb-ı Hakk’ın İsm-i Âzam’ının ve her ismin azamî mertebesindeki tecellisiyle zahir olan ef’al-i azîmeyi görmek ve göstermekle, haşr-i âzam bahar gibi kolay ispat ve kat’î iz’an ve tahkikî iman edilir.”

Haşir denilince, insanların yeniden yaratılmasıyla başlayan yeni ve ebedî bir hayat hatıra geliyor..

Bilindiği gibi, İsm-i Âzam bütün esmâyı içine alıyor ve mahşer meydanında bütün İlâhî isimlerin tecellisini görmek mümkün değil. O halde bu ifadeyi “ba’s (diriliş), haşir, mizan, sırat, cennet ve cehennemin” bütünü olarak anlamamız gerekiyor.

Kışın ölen bitkiler âleminin bahar mevsiminde yeniden yaratılmaları, haşirde bütün insanları birden diriltmesi yanında bir gölge gibi kalır.

Bu tecelliyi mahşerin dehşeti takip eder. Peygamberlerin bile nefislerini kurtarma derdine düştükleri bir “celâl tablosu” sergilenir. Dünyanın bütün korkutucu hadiseleri o dehşet yanında gölge gibi kalır.

Onu müteakiben, beşerin bu kadar karışık hesaplarının bir anda görülmesiyle Allah’ın Serü’l-Hisap olduğu sergilenir. Dünyadaki her türlü sorgu ve muhakeme onun yanında yine gölge kadar zayıf kalırlar.

Bu dünyada bitkilerin yarı canlı, hayvanların ve insanların canlı oluşları, “taşıyla, toprağıyla hayattar olan cennetteki hayat” yanında yine gölge gibi kalırlar.

Bu dünyada, “topraktan belli bir zaman sonra çıkan rızıklar, o rızıkların yine kademeli olarak hazmedilmeleri, acıkma için belli bir sürenin geçmesi” cennetteki rızıklanma yanında yine gölge gibi kalırlar.

Dünyanın nehirleri cennet nehirleri yanında, dünyanın köşkleri cennet köşkleri yanında, dünya bahçeleri cennet bahçeleri yanında gölge gibi zayıf düşerler.

Örnekleri artırabiliriz.

Öte yandan, dünyadaki ıstıraplar cehennem azabı yanında gölge gibi kalırken, dünyadaki ateşler de cehennem ateşine nispetle yine gölge kadar hafiftirler.

Biz bu dünyada “gölgeler âleminde” yaşıyoruz. O “asıllar âleminin” kalbimizde kemaliyle yerleşmesi için, “Tevhid ve vahdette cemal-i İlâhî ve kemal-i Rabbanî tezahür eder,” (Şualar) gerçeğinden hareketle, önce bu dünyada tecelli eden isimleri küllî manada düşünmemiz, daha sonra bunların ahirette azamî derecede tecelli edeceklerine nazar etmemiz gerekiyor. Ancak böylece, “bu âlemde bu kadar harika icraatlar gösteren İlâhî isimlerin, ahiretteki tecellilerinin akıl almaz derecede ileri olacaklarını” anlar ve haşrin ve ahiretin o tecellilerle çok kolayca yaratılacağını rahatlıkla kabul ederiz. Ahiret âlemini ve onun başlangıcı olan haşir hadisesini sadece kendi aklımızın muhakemesine bırakmaz, bu dünyadaki cemal ve celâl tecellilerinden o âlemdeki azamî tecellilere kolayca intikal ederiz.

“Cüzi tecellilerde bu kadar harika eserler sergilenirse, elbette azamî tecelliler haşirde ve ötesinde öyle harikalar göstereceklerdir ki, Allah Resulünün ifadesiyle ‘Ne gözler görmüş, ne kulaklar işitmiş ne de beşerin kalbine, hatırına gelmiştir’” deriz.

Yoksa, insan, buradaki tecellileri bile küllî manada düşünmeden, sadece bazı numunelere bakılıp, ahiretin nasıl yaratılacağını anlamaya kalkışırsa aklı o azamet karşısında bocalar, kalbi de inanmakta zorlanabilir.

Prof. Dr. Alaaddin Başar / Zafer Dergisi