Etiket arşivi: hayat

Tac ve Hil’ate Giden Yol

Biz unutsak da, bizi asla unutmayan iki hakikat var: Ahirete açılan yol ve yol üstündeki ölüm hakikati. Ne yoldan dönme ne de ölümle taçlanan dünya yolunda bu tacı giymemek söz konudur.

Bu yolda yürürken şu ikaza dikkat etmeliyiz: “Hazer et, dikkatle bas, batmaktan kork. Bir lokma, bir kelime, bir dane, bir lem’a, bir işarette, bir öpmekte batma! Dünyayı yutan büyük letaiflerini onda batırma. Çünki çok küçük şeyler var, çok büyükleri bir cihette yutar.”[1]

Her şeyimize dikkat etmeliyiz. Her şey içinde ve istikametinde hareket ederken ölüm tacını giymeye gafil yakalanmamalıyız. Çünkü gaflet ile ve fısk ile giyilen bu tac ve hil’at insana esefler, pişmanlıklar getirecektir.

Dünya hayatında tac ve hil’ata giden yol asla süt liman olmamıştır ve olamaz da. Maddi ve manevi sarsıntılar daima olmuştur. Çünkü nefs-i emaremiz her an devrededir ve teyakkuz halindedir. Biz gaflete dalarsak sarsıntıların yarıkları ve zelzelelerin yıkıntıları altında kalırız.

Haliyle, sarsıntıları durdurmanın ve mani olmanın imkânı yok. Adetullah şekli, nizamı, kaidesi böyle. Bazı tedbirler almak, dahası yaşanan ânî ve bilhassa kitlevî günah girdapları karşısında hazırlıklı olmak ve tedbir almak bizlerin elinde.

Evet, tedbir ve hazırlık noktasında, Rabbimiz tarafından insanın ihtiyar ve iradesine bir hisse, bir paye, bir mesuliyet verilmiştir. Hülasa, zararı azaltmak ve asgarî seviyeye indirgemek için azami derecede hassasiyet göstermemiz icap eder. Aksi halde, ceremesi de semeresi de büyük olacaktır.

Öte yandan, ölüme her an hazır olmak gibi, temel bir kulluk görevimiz var.

Asıl vazifesini ve mükellefiyetlerini unutan, yahut ihmal eden insan, dünyada manen huzursuzluklarla va ukbada da büyük hasarla karşı karşıya kalıyor.

Ölüm tacına hazırlıksız şekilde yakalanıp hil’atini gafletle giymek facirliktir.

Allah, bizlere iki cihanda da huzurlu, güvenli ve istikametli bir hayat nasib eylesin.

“Elbette en bahtiyar odur ki: Dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, malayani şeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir telakki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin, selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin.”[2]

“Madem her yer misafirhanedir; eğer misafirhane sahibinin rahmeti yâr ise, herkes yârdır, her yer yarar. Eğer yâr değilse, her yer kalbe bârdır ve herkes düşmandır.”[3]

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Lem’alar (136)
[2]Şualar (472)
[3] Mektubat (73)

Kaynak: RisaleHaber

Alakadarlık 

Alakadarlık 

 

İnsan fıtrat itibariyle a’dan z’ye her şeyle alakadardır. Gerek hayatında yer alsın gerekse almasın.. insan dimağının esaretinde hayatını idame ettirir. Bu esarette tercihleri insana ya  hüzün ya neşe getirir. Burada insana düşense, dimağına doğru şeyler yüklemelidir. Doğru şeyleri insan öğrenmesiyle bunun gerisinde kalan şeylerin yanlış olduğunun da farkında olmamız lazım. 

İnsan, efkar ve müyulatına yön çizmeyi tercihleriyle yapacaktır. İstidad ve kabiliyetlerini de insan israf etmemekle mükelleftir. İnsan için çok değerli olan ve belki de telafi edemeyeceği şeyler arasında his, heves ve meyiller de bulunmaktadır. Bu hususiyetin sadece insana mahsus olduğunun da insan farkında olduğu nisbette insanda teyakkuz hali olur. 

İslamiyet, insan fıtratına en uygun dindir. Çünkü İslamiyet insan hayatında boş bir nokta bırakmamıştır. Hayatın her safhasında kaidelerini ve hudutlarını çizerek damgasını vurmuştur. Fizyolojik ve psikolojik ihtiyaçların dest be dest ittifakı islamiyetle mümkündür. Tüm insanların din ihtiyacı fıtri bir ihtiyaçtır. Ve İslamiyet insanın fitri

 ihtiyaçlarını reddetmemekle beraber bunlarda ki hudutları çizmektedir. 

İslamiyet, insanın his ve istidatlarına neşvünema sahası sağlamaktadır. Ne aklı ne hissi hiçbirini baskılamaz inkâr etmez. Binaenaleyh meşru olan hiçbir şeyin İslamiyetçe reddedilmesi düşünülemez. Meşru olan bu ihtiyaçların temini hususunda İslamiyet bu çabaları ibadet olarak kabul etmektedir. 

“Hem namaz kılanın diğer mubah dünyevî amelleri, güzel bir niyet ile ibadet hükmünü alır. Bu surette bütün sermaye-i ömrünü, âhirete mal edebilir. Fâni ömrünü, bir cihette ibka eder.”[1] 

İnsanın bu ihtiyaçlarını tatmini fıtri bir şey olduğu için asla reddedilemez ve durdurulamaz.  

Dünyada yaşanan hemen her hadisede  “..hem ruh, hem akıl, hem vicdan, hem insaniyetin mahiyetindeki latifeleri müteessir ve alâkadar olur..”[2]insanın.  

İnsanın bu hadiseleri doğru okuması da ancak ve ancak İslamiyetin vermiş olduğu iman nuru ve şuuru ile mümkündür.  

Fakat, bu şuur meselesi başka, yani sadece iman insana istenen mana da tam bir şuur vermiyor. İnsanın özel çabasına da büyük iş düşüyor. 

Selam ve dua ile 

Muhammed Numan ÖZEL   

  



[1]Sözler ( 21 )

[2]Hutbe-i Şamiye ( 78 ) 

Hafakanlar

Hafakanlar[1]

 

“Şu zamanda, Kur’anın nuruyla gördüm ki, o yol bir bataklığa girdi. Mülevves ve ufûnetli bir çamur içinde kafile-i beşer düşe kalka gidiyor.

Bir kısmı, selâmetli bir yolda gider.

Bir kısmı, mümkün olduğu kadar çamurdan, bataklıktan kurtulmak için bazı vasıtaları bulmuş.

Bir kısm-ı ekseri o ufûnetli, pis, çamurlu bataklık içinde karanlıkta gidiyor.

Yüzde yirmisi sarhoşluk sebebiyle, o pis çamuru misk ü anber zannederek yüzüne gözüne bulaştırıyor.. düşerek kalkarak gider, tâ boğulur. Yüzde sekseni ise, bataklığı anlar, ufûnetli, pis olduğunu hisseder.. fakat mütehayyirdirler, selâmetli yolu göremiyorlar.”[2]

 

Kaht u rical zamanı olan helaket ve felâket asrında yaşamaktayız. Yani öyle bir zamandayız ki, dünya nüfusu artıyor ama insanlık erimekte değerlerinden vaz geçerek yozlaşmakta, insan sayısı artmasına rağmen. İnsanlığı adeta bir sarmala alan ve kapana kıstıran saran ve sardıran maddi manevî tahribatlar, komiteler ve onları kullandığı materyallerle yıkımı, ümitsizliği intaç edip ayyuka çıkartıyor. Bu maddi ve manevi tahribata karşı ilk ve en birinci şey tahribatı tamir için kolları sıvamaktır. Belki bu yazıyı okuyana dek bunun farkıda olmamış olabilirsiniz; ama artık bu yazıyı bir milad yapıp bana da dua ederek aşk u şevkle vira bismillah diyelim.

Hayatın ağırlığını insan hissedince önceden kendini dünya şampiyonu zannederken artık bir tüy sıklet olduğunun farkına varmaya başlar ve neticesinde büyük bir karamsarlık, çöküş ve inkisar-ı hayalle burun buruna kalmaktadır. Adeta adem alemleri insanın üzerine abanmış ve insan nihayetsiz vuhuşa, kimsesizliğe ve yalnızlığa düşmüş gibi hissetmektedir artık. Bir nevi karabasanlar, hafakanlar insanın kalb ve dimağına çöreklenmiştir.

İnsanlığın yozlaşması sebebiyle seküler bir anlayış insanın hafakanlarını çağırmaya devam etmekte. Ne din ne millet ne örf ne anane kabul etmediği için. Bu durum ister istemez insanlık için cinnet havası estirmektedir. Çünkü insanın alemi dünyaya dönerse kalb ve dimağı da dumura uğrar.[3] Bulduğu/bulunduğu çamur batak içinde sürüklenmekte. Halbuki bu batak deniz suyu gibi içtikçe içiren ama ihtiyacını gidermeyen bir batak. Debelendikçe batıran..

Bataktan kurtulmaksa ancak Kur’an ve sünnet dairesinde hareket etmekle mümkün olabilmektedir. Çünkü bu daire insana önce doğruları öğretir. İnsan doğrularla kendini mücehhez edip donatırsa bunun dışında kalanlar zaten batıl olacaktır. Ama bu dairenin haricinde insan deneme yanılma usulüyle hareket ettiği için önüne gelen her şeyi tecrübe edip deneyerek doğru veya yanlış diyecektir. Tabi bu ayırma işi çok mu çok meşakkatli olacak çünkü ne doğru ne yanlış bunu ayırt edecek bir mikyası ölçüsü bulunmamaktadır insanın elinde. Doğru da karar verse elinde bir sabite olmadığı için gene de şüpheli olacaktır.

İnsan yanlış bir yerde kendini bulmuşsa onu benimser doğru da bulmuşsa onu da.. fakat yanlışın doğruluğuna kendini o kadar inandırmıştır ki artık bu yanlışlar onun için doğru ve hayatın bizzat kendisi olduğunu düşünmektedir. Yanlışlar hayat sabitesi olmuştur. Aksi mana da da doğrular..

Bu sabiteler şayet yanlışsa insanın da eğer ömrü kifayet ederse bu yanlışları görecektir; ama kafasını çok çarptığı için ya kendine gelemeyecek bulunduğu çamuru misk u amber zannedip devam edecektir veya bir çok pişmanlıkla kendini huzur-u ilahiyeye verecektir.

Doğru sabiteleri olanlarsa, nefs-i emare taşıdığı, hayatın getirdiği şeyler sebebiyle, gaflet ve dalalete her an düşmekle karşı karşıya olacaktır.

Unurulmamalıdır ki, dünya hafakanlardan kurtulmak söz konusu değildir. Çünkü burası dünya hayatı. Ebedi alemde Cennete gidenler ancak hafakansız bir hayat geçirecektir.

“Mevlâ, bizleri de o bahtiyarlar zümresine ilhak eylesin, âmîn.”[4]

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

Kaynak: RisaleHaber

[1] Hafakan: yürek çarpıntısı, çarpıntı, sıkıntı, boğuntu, buhran.

[2] Mektubat ( 48 )

[3] Bkz. Kastamonu L. 265

[4] Tarihçe-i Hayat ( 11 )

 

ÂMİL KUVVELERİNİ EĞİTMELİSİN 

ÂMİL KUVVELERİNİ EĞİTMELİSİN 

“..zîşuurun en câmii insandır.. ve bütün kâinat ise, hayata müsahhardır ve onun için çalışıyor..”[1] 

 “..kâinat sultanının ism-i a’zamına mazhar ve bütün esmasına en câmi’ bir âyinesi ve hitabat-ı Sübhaniyesine ve konuşmalarına en anlayışlı bir muhatab-ı hâssı..”[2] 

 

         Fakat insan, bu halleri kendi dünyasında yaşamadan, kelimeler de, duygu ve hislerine tercüman olamıyor. Mânevi âlemlerde kalbin keşfiyâtına lisan daima tercüman olamıyor. Çünkü kalb, hem mânevi âlemlerin merkezi hem de fiziki hayatın temelini teşkil ediyor. Lisan da istidadına göre bunları telaffuz ediyor. İnsan kalbi mülk ve meleküte bakan zarf ve mazruf şeklinde farklı manaları ifade etmektedir. Nasıl ki, kalbimiz maddi hayatımızın merkeziyse aynı şekilde maneviyatın yani on sekiz bin âlemin de merkezidir.  

“Kalbden maksad; sanevberî (çam kozalağı gibi) bir et parçası değildir. Ancak bir latife-i Rabbaniyedir ki, mazhar-ı hissiyatı, vicdan; ma’kes-i efkârı, dimağdır.” [3] 

            Bu sebeple insan maddi ve manevi hayatının istikamet ve istirahati için kalb sağlığına azami derecede ihtimam göstermesi elzemdir. Sadece maddi veya manevi tarafına meyledip diğer tarafını ihmal etmek de abes bir tutumdur. Nasıl ki kelime-i şahadetin iki kelamı biri birisiz mükemmel olmuyorsa(*) maddi ve manevi hayatın sıhhat u istikameti de dengede olmazsa insana zarar verebilecektir.  

            Manevi kalbimizse vesvese ve günahlarla yıpranıp işlevselliğini kaybetmektedir.

işlediğimiz herbir günah, kafamıza giren herbir şübhe, kalb ve ruhumuza yaralar açar… Bizim manevî yaralarımız, pek uzun olan hayat-ı ebediyemizi tehdid ediyor.. günahlardan gelen yaralar ve yaralardan hasıl olan vesveseler, şübheler (neûzü billah) mahall-i iman olan bâtın-ı kalbe ilişip imanı zedeler ve imanın tercümanı olan lisanın zevk-i ruhanîsine ilişip zikirden nefretkârane uzaklaştırarak susturuyorlar. 

         Evet, günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra tâ nur-u imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Herbir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah istiğfar ile çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir manevî yılan olarak kalbi ısırıyor.”[4] 

            İçtimaiyat-ı beşeriyenin getirdiği hâller de insan hayatının tuzu biberi oluyor. Her ne kadar bu hallerin imtihan olup geçeceğini ve hikmetin iktiza ettiğini bilse de hayata geçirebilmek, hiç de kolay olmuyor. Çünkü insan ne sadece kalpten ne de akıldan ibaret basit bir şey değildir. Bilgilerin, okunan ve tecrübe edilen şeylerin tatbiki için sadece bilmek yeterli değildir. Dimağda meratib-i ilim muhtelifedir, mültebise”[5] iltibas edilmiş yani karıştırılmış olan bu sistemi öncelikle tekrar işlevsel hale getirmemiz ve sistemin sistematiğini kullanmamız lazımdır. Dimağ/zihne atılan bilgilerin tasnif edilmesi tatbikata kolaylık sağlayacaktır. İz’anda olan bir bilgi ile iltizamda olan aynı bilginin tatbiki ve kabul edilip ehemmiyet verilmesi aynı seviyede değildir. İtikada olanın hiç değildir. 

            Sadece dimağdaki bilgiyle insan tatmin olamaz bazen de tatmin olması için hissin tatmini gerekmektedir. His tatmin edilmezse insanın da tatmini söz konusu olamaz.  

       Hülasa, insan kendinde amil olan saika ve şahikalarını tanımak, bilmek ve eğitmek mecburiyetindedir. 

     Bu noktada ilim, iman kuvveti ile birlikte Risale-i Nur cemaatinin de manevi desteğiyle hareket etmek bu mezkur bahse kavi bir destek olacaktır. Aynı zamanda hadiselere de nasıl bakmak gerektiğini öğretmekle, hayatın dağdağasında rehberimiz ve mizanımız olan Sünnet-i seniyyeden de manevi istimdad ve nur almaya vesile olacaktır. 

   Adeta Risale-i Nur’u okumaya, anlamaya, dinlemeye başladığımızda, onun şahs-ı manevisine dahil oluyor, kardeşlerimizle, iki ceset, bir ruh hükmüne geçiyoruz. Birbirimize sahabe/sohbet arkadaşı oluyoruz. 

     Ölüm geldiğinde, diğer ruhlar bir anda duâ zinciri başlatıyor, Fatihalar sağnak sağnak kabirde Nur olmaya başlıyor. Hem de günahsız diller adedince. Fakat bu nurlardan istifade etmek, sırr-ı ihlâs,sırr-ı uhuvvet ile tesanüt ve sırr-ı İttihad ile teşrikü’l-mesai ile mümkün. 

   Rabbimin nihayetsiz rahmet ve merhametini umarak, bizleri Risale-i Nur’un şahs-ı manevisinden ayırmamasını, istikamet üzere kalmayı niyaz ediyoruz.  

  Risale-i Nur’un yazılan ve kıyamete kadar okunacak

harfleri adedince ölmüşlerimize rahmet etmesini diliyorum.

Amin… 

Selam ve dua ile.. 

Muhammed Numan ÖZEL 

 

[1] Şualar (54) 

[2] Şualar (218) 

[3] İşarat-ül İ’caz (77) 

(*) Bkz. Sözler (702), Mektubat (740-34-336), i. İ’caz (86) 

[4] Lem’alar ( 8 ) 

[5] Sözler (706) 

 

Kaynak: RisaleHaber

 

www.NurNet.org

Ahlaksızlık Pandemisi

Ahlaksızlık Pandemisi

“Sedd-i Zülkarneyn’in tahribiyle, Ye’cüc ve Me’cüclerin dünyayı fesada vermesi gibi; şeriat-ı Muhammediye (A.S.M.) olan sedd-i Kur’anın tezelzülüyle Ye’cüc ve Me’cüc’den daha müdhiş olan ahlâkta ve hayatta zulmetli bir anarşilik ve zulümlü bir dinsizlik fesada ve ifsada başlıyor.”[1] 

Ahlak; hulk, huy, tabiat. İnsanın davranış tarzı, tutum ve tavrı, bir cemiyette makbul ve iyi sayılan davranış kuralları anlamına gelmektedir. Bu değerler birden fazla şeylerin ortak neticesi olarak toplum tarafından kabul edilmektedir.  

Değer yargılarının toplumlar arasında farklılık göstermesinin sebebi kültür olarak da ifade edilen ahlaki değer farklılıkları sebebiyledir. 

Toplumları kendi hedefleri için kendi kültürlerinden kopartarak melez bir toplum haline getirmek isteyen komitelerin olduğu aşikardır.  

Toplumlarda kültürel ve ahlaki değerler takriben elli senede değişime uğramaktadır. Bunu bilen komiteler toplumsal değerleri değiştirmek ve kendi emellerine müsait bir hale getirmek için kullanabileceği her şeyi kullanmaktadır. Toplumsal ahlak ve kültürü baltalayarak bir sonraki toplumsal kültürün temelleri ve şekli atılmaya başlıyor.  

Bu o kadar etkili bir silahtır ki, gelen kültürle önceki kültür tamamen zıtlıklar içerebilir. Şimdi Sosyal medya, önceleri radyo, tv, boyalı basın, sinema ile dünyada bir derece melez bir kültür haline getirilmek veya gayrinizami harp olarak kullanıldı, kullanılıyor ve kullanılacaktır. 

Herkesin bildiği malum sosyal mecralarda ahlaki ve kültürel dezenformasyon yaşanmaktadır. İlköğretim çağı çocukları geleceğin toplumsal dinamikleri olarak gören ve keşfeden sistem, sosyal medya silahıyla çocuklara önceki kültür ve ahlakın aktarılmasına mani oluyor. Neticede kuşak çatışması dediğimiz değer yargıları farklı olan kuşakları görüyoruz. Teknolojik emzik dediğim cihazlarla toplumun tüm kuşakları tehdit ve teşkil ediliyor, şekillendiriliyor. İlk kuşaklara bazı olumsuz değerler kabul etmese de kanıksatılıyor, sonraki kuşakta biraz daha tavizkar olarak ve son kuşakta ilk kuşakla tamamen farklı değerler tezahür ediyor.  

Dünya genelinde yaşanan Covid-19 pandemisi gibi ülkemizde ve İslam coğrafyasında da ahlak pandemisi yaşanmaktadır. Bu pandemi dünya genelinde toplumları tehdit ederek en kolay yayılma mecraları da sosyal medya mecraları olarak tablo görünüyor. Bu sebeple teknolojik emziklerin kullanımında hem kendimizi hem de neslimizin murakabesini yapmamız gerekiyor. 

Birisi ailemize laf etse, kan çıkarken aile efradımızın çeşitli fotoğrafları sosyal mecralara akarken buna sessiz kalmamız da bir garabet tablosudur. Gerçi ileride dijital sorunlara sebep olacaktır ama şimdilik fazla bir sorunu görünmüyor. 

Biz Müslümanlar milli ve manevi kültürümüzü, ahlakımızı yeni nesle aktarabilmek için mevcut sistemleri ve mecraları en randımanlı şekilde kullanmamız gerekmektedir. 

Aksi taktirde milli ve manevi değerlerimizde kuşak çatışması yaşanacaktır. 

“Hem bir müslüman, başka milletler gibi değil. Eğer dinini bıraksa anarşist olur, hiçbir kayıd altında kalamaz; istibdad-ı mutlaktan, rüşvet-i mutlakadan başka hiçbir terbiye ve tedbirle idare edilmez.”[2] 

“Kemalâta medar hiçbir halet kalmaz. Vicdanı tefessüh eder, hayat-ı içtimaiyeye bir zehir olur.”[3] 

“Bu millet ve vatan, hayat-ı içtimaiyesi ve siyasiyesi anarşilikten kurtulmak ve büyük tehlikelerden halas olmak için, beş esas lâzım ve zarurîdir: Birincisi; merhamet.. ikincisi, hürmet.. üçüncüsü, emniyet.. dördüncüsü, haram ve helâlı bilip haramdan çekilmek.. beşincisi, serseriliği bırakıp itaat etmektir.”[4] 

Selam ve dua ile 

Muhammed Numan ÖZEL

[1] Tarihçe-i Hayat (304) 
[2] Tarihçe-i Hayat (507) 
[3] Emirdağ Lahikası-2 (244) 
[4] Kastamonu Lahikası (241)

Kaynak: RisaleHaber