Etiket arşivi: hayat

Evlenilecek eşlerde aranan vasıflar nelerdir?

Erkeğin, evleneceği kızı seçmesi, kız velisinin de damat adayını seçmek için dikkatli davranması, kurulacak yuvanın selâmeti ve doğacak çocukların sıhhati ve terbiyesi açısından çok mühimdir. Gelin ve damat namzetlerinin tayininde dikkatli olunmasını tavsiye eden Sevgili Peygamberimiz, “İnsanlar iyilik ve kötülükte madenler gibidir“(1) buyurarak bizleri ihtiyata davet etmektedir. Hz. Ömer, kendisine çocuğun babası üzerindeki hakkını soran bir oğluna şu üç şeyi sayar: “Temiz ve iyi ahlâklı bir anne seç, güzel bir isim koy ve ona Kur’ân öğret.” (2)

Her şeyden önce, evlilikte esas maksat hayırlı bir neslin vücuda gelmesidir, insanın bazı muhtemel günahlara girmesine mani olması ve düzenli bir hayata kavuşması için de ayrıca ehemmiyeti vardır. Yoksa sırf nefsin arzusundan kaynaklanan ve sadece geçici bazı zevklerin tatmini düşüncesine dayanan bir teşebbüsün ilerisi için devamlı bir rahatsızlık unsuru olacağı şüphesizdir.

İmam-ı Gazali dinimizin bu husustaki prensiplerini sayarken ilk iki maddeye, “dindarlık ve güzel ahlâkı” koymuştur.(3)

Aile yuvasının ileride bozulmaması için eşler arasındaki denklik büyük ehemmiyet arz etmektedir. Dindar bir kız ile hevaî bir erkeğin denk olmayacağı muhakkaktır. Böyle bir evliliğin ileride bozulma ihtimali kuvvetlidir. Çünkü dünyaları ayrı iki insan arasında uyumun sağlanması çok defa mümkün olmamaktadır. Aynı şekilde, dindar bir erkeğin, dindar olmayan, davranış ve hareketlerini İlâhî emirlere göre tanzim etmeyen bir kadınla evlenmesi ve hayat arkadaşlığı kurması beraberinde pekçok problem getirdiği gibi, böyle bir yuvanın da devamı zor olur. İşte İslâmiyet, sonradan olabilecek hadiseleri önceden tedbir olarak engellemektedir. Böylece cemiyet nizamını sağlam esaslar üzerinde devam ettirmektedir.

Bu hususa dikkatimizi çeken Peygamberimiz (a.s.m.) mü’minlere şu tavsiyede bulunur:

Kadınlarla dört hasletleri için evlenilir: Malı için, asaleti için, güzelliği için ve dini için. Sen dindar olanı tercih et, mesut olursun.” (4)

Kadının diğer vasıfları yanında, bilhassa dinî cihetine ağırlık verilmesi bir Peygamber tavsiyesidir. Dolayısıyla, Müslümanın da göz önüne alması gereken en hayatî noktadır.

Peygamberimiz, Hz. Ömer’in “İhtiyacımızı gidermek için ne gibi mal elde edelim?” diye sorması üzerine şu tavsiyede bulunurlar: “Malın en faziletlisi zikreden bir dil, şükreden bir kalb ve âhireti ile ilgili [İslâmî] hizmetlerde ona yardım eden imanlı bir hanım.” (5)

Kocasına İslâmî hizmetlerde destek olan hanımı, Peygamberimiz, dünya servetinin en mühimlerinden birisi saymıştır.

Bu noktadan sık sık ikazlarda bulunan Peygamberimiz şu sözlerinde daha da dikkatli davranılmasını istemektedir: “Kadınları [sırf] güzellikleri için nikahlamayınız, Çünkü onların güzellikleri onları tehlikeye atabilir. [Sadece] malları için de nikahlamayınız. Çünkü mallan onları azdırabilir. Dindar olanını nikahlayın. Şüphesiz, burnunun bir kısmı kesik, kulağı delik ve teni siyah dindar bir cariye, dindar olmayan bir kadından efdaldir.

Evlenecek kadında dindar olma şartı arandığı gibi, kız velîsinin de erkekte öncelikle dinî tarafını araması bir vazifedir. Kızlarını verecekleri adamda sadece güzellik, zenginlik ve makam gibi üstünlükler arayıp, dinî cihetine itibar etmeyen kimseler bozgunculuğa ve fitneye meydan vermiş olurlar.

Kızının talipleri olan bir adam Hasan-ı Basrî’ye gelerek “Kızımı nasıl bir kimseye vereyim?“diye fikrini sorar. Hasan-ı Basrî de, “Allah’tan korkan bir adama ver. Çünkü böyle bir kimse kızını severse ona iyilikte bulunur, şayet ondan nefret duyacak olsa zulmetmez” buyururlar.(6)

Şer’an, koca karıya küfüv olmalı, yani birbirine münasip olmalı” diyen Bediüzzaman Hazretleri de devamında, “Bu küfüv ve denk olmak, en mühimmi diyanet noktasındadır. Ne mutlu o kocaya ki, kadınının diyanetine bakıp taklit eder, refikasını hayat-ı ebediyede kaybetmemek için mütedeyyin olur. Bahtiyardır o kadın ki, kocasının diyanetine bakıp ‘Ebedî arkadaşımı kaybetmeyeyim’ diye takvaya girer” demektedir.(7)

Her iki taraf dindarlık cihetini nazara aldıktan sonra,tabiî olarak, diğer yönlere de ehemmiyetine göre yer verir. Kadında aranan başka bir vasıf da iyi huylu ve temiz ahlâklı olmasıdır. Zaten dinî hayatına dikkat eden kadınların ekserisi, İslâm ahlâkını yaşamaya çalışacaktır.

Kadının erkek hakkında fikir ve tercihi de unutulmamalı, ihmal edilmemelidir. Çünkü ömür boyu sürecek ve sonsuz hayatta da devam edecek bir beraberlik olacaktır.

Dikkate alınması gereken diğer bir husus da kadının mehrinin az olmasıdır. Yani fazla masrafa yol açmayan bir çevreden alınmasıdır. Bugün hâlâ bazı bölgelerimizde bir cahiliye âdeti olan başlık parası nikâh yolunun kapanmasına sebep olmaktadır.

İslâm âlimleri, hayırlı ve faziletli bir namzetin fakirliğinin karı-koca arasındaki denklige mâni ve nikâha zarar veren bir durum olmadığını açıklamaktadırlar.” O halde, eşler arasında karşılıklı rıza olduktan sonra zenginlik ve fakirlik noktasındaki bir dengesizlik evliliğe ciddî bir engel teşkil etmez.

Bunun yanında, dindarlığı ve ahlâkı istenen vasıfta olduktan sonra, kadının zengin bir aileden olması, malî cihetten yeterli bulunması da ayrı bir tercih sebebi olabilir. Hadiste de bu şık ayrı bir hususiyet olarak zikredilmiştir.

1. Müsned, 2: 539.
2. Terbiyetü’l-Evlâd, 1: 38.
3. ihya, 2: 38.
4. İbni Mâce, Nikâh: 6.
5. Tirmizî, Tefsirü’l-Kur’ân.- 48, IbnİMâce, Nikâh: 5.
6. İhya, 2: 43.
7. Lem’alar, s. 186.

Kaynak : Mehmet Paksu, Kadın, Aile, Hayat, Nesil Yayınları

Farkında Mıyız? (Şiir)

Geçti ömür bitti hayat
Yaşamak çok zor zanaat
Yolun sonu geldi heyhat
Bilmem ki farkında mıyız?

Uzun bir ömür yaşadık
Hiç bitmeyecekmiş sandık
Oyalandık, hep aldandık
Bilmem ki farkında mıyız?

Geçtik zaman tünelinden
Ne çektik hayat elinden
Dünyanın zor emelinden
Bilmem ki farkında mıyız?

Biz uyuduk el çalıştı
Fikirlerimiz çatıştı
Helal harama karıştı
Bilmem ki farkında mıyız?

Dünyadaki ehli sefa
Sonrasında çeker cefa
İnsanlar oldu bivefa
Bilmem ki farkında mıyız?

Tanyeri der ki: Üzgünüm
Zor geçti dünüm, bu günüm
Acaba nasıldır önüm?
Bilmem ki farkında mıyız?

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

www.NurNet.org

Ölüm Gerçeği

Cenabı Allah(c.c.) Kuran- Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “Muhakkak Sen de öleceksin, onlar da ölecekler.” (Zümer:39/30) Bu ayet müşriklerin, Peygamber Efendimizin ölümünü temenni etmeleri üzerine nazil olmuş ve bununla da hiç kimseye ayrıcalık yapmayacağını vurgulamıştır.

Her insan, daha doğrusu her canlı, eceli geldiği zaman, nerede olursa olsun mutlaka ölecektir. Çünkü Cenab-ı Allah(c.c.)’tan başka her şey ölümlüdür. Eğer sonsuza kadar dünyada yaşamak mukadder olsaydı, Cenab-ı Allah(c.c.) en başta bunu Eşref-i Mahlûkat olan Peygamberimiz Hz. Muhammed(S.A.V.)’e verecekti. Hâlbuki Peygamber Efendimiz(S.A.V.), Âlemlere Rahmet olarak gönderildiği halde, hem de 63 yaşında bu dünyadan göçerek ahiret âlemine intikal etmiştir.

Her insanın takdir edilmiş belli bir süresi vardır. Bu konuda da Cenab-ı Allah(c.c.) Kuran-ı Kerim’de: “Her milletin belli bir eceli vardır. Onların eceli geldi mi, ne bir an geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler.” (A’raf:7/34)

Demek ki her doğan mutlaka ölecektir. Çünkü her doğan kişi, ölüme namzet olarak doğmaktadır. Hz. Azrail (a.s.) her kesin kapısını mutlaka çalacak ve Allah(c.c.)’nün emriyle ruhunu kabzedecektir. Kısacası ölümden kaçmak mümkün değildir.

Hiç kimsenin “Benim daha yapacak çok işim var yahut ben gencim, ne olur daha sonra gel” demeye ne yetkisi ve ne de etkisi vardır. Emir kesindir, hiçbir şekilde geciktirilemez. Yukarıda belirtilen ayette de bu belirtilmiştir.

Onun için her an hazırlıklı olunmalıdır. Çünkü yaşlıya- gence, fakire-zengine, rütbeliye-rütbesize bakılmaz. Ölüm, umulmadık bir zamanda aniden kapımıza gelir. Zira yaşamak ve ölmek insanın elinde değildir. Her şey olduğu gibi, ölüm de Cenab-ı Allah(c.c.)’ın izniyle gerçekleşmektedir.

Hz. Enes bin Malik (r.a.)’ten rivayet edilmiştir: “Bir gün Peygamber (s.a.v.) bir takım çizgiler çizerek şöyle buyurdu: İşte bu çizgi insanın umduğu emeldir, bu çizgi de ecelidir. İnsan uzaktaki emelini beklerken, kendisine en yakın olan ecel ansızın geliverir.” Buyurmuştur. (Buhari, Rikak 4; VII, 171)

Cenab-ı Allah (c.c.) bir ayet-i kerimede: “Allah kullarının üstünde mutlak hakimiyet sahibidir. Üzerinize de koruyucu melekler gönderir. Nihayet birinize ölüm geldiği vakit (görevli) elçilerimiz onun canını alır ve onlar görevlerinde asla kusur etmezler.” Buyurmaktadır. (En’am, 6/61)

Yalnız, kesinlikle bilinmelidir ki ölüm yok olmak değil, belki fena âleminden beka âlemine bir intikaldir, bir terhistir.

Dönüşü olmayan bu yolculuğa çıkan kimsenin bazı perde ötesi hallerini Peygamber Efendimiz (S.A.V.) şöyle açıklıyor: “Cenaze tabuta konulup erkekler omuzlarına yüklendiklerinde, o cenaze İyi bir kişi ise: Beni acele olarak gideceğim yere ulaştırınız, der. Eğer o cenaze kötü bir kişi ise: Eyvah! Bu cenazeyi nereye götürüyorsunuz, diye feryat eder. Cenazenin bu feryadını insandan başka her şey işitir. Eğer insan bu feryadı duysaydı, dayanamayarak bayılırdı.” (Buhari, Cenaiz 91, II, 103)

İşte görüldüğü gibi insan bu dünyada iken hiç ölmeyecekmiş gibi mal, mülk ve dünyevi makamlar peşinde koşturarak ömrünü tüketiyor. Allah ve Peygamber(S.A.V.)’i unutuyor. Şuna sövüyor, bunu dövüyor, insanların kalbini kırıyor, dedikodu, yalan, dolan v.b. işler yapıyor. Ancak bir gün kefen bezine bürünerek tabut denilen o daracık sandık içine konulup o daracık çukura gireceğini hiç aklına getirmek bile istemiyor.

Bu duruma ibretle bakıldığında, insan neler düşünmez ki: “Şu anda benimle onun arasında ne fark var? O tabutun içinde, ben ise dışındayım. Daha düne kadar beraberdik, bu gün ise o gidiyor, demek ki yarın ben de gideceğim. Aradaki tek fark, şu anda hayatta olmam. Bu da benim için büyük bir şans. O zaman uyanmalıyım, amel defteri kapanmadan tövbe edip Allah(c.c.)’tan mağfiret dilemeliyim.” deyip ibret almalıdır.

Zira Cenab-ı Hak Kuran-ı Kerimde: “Öyle ise ey basiret sahipleri, ibret alın!” (haşir, 59/2) diye emretmekte, Peygamber Efendimiz(S.A.V.) de: “Akıllı kimse, bu dünyada kendini sorgulayan ve ölüm sonrası için çalışandır.” buyurmaktadır. (Tirmizi, Kıyame, 26, IV, 638)

Bu nedenle, sonsuz yolculuğa çıkacağını kesin bildiği halde, inanan bir kişinin bu yolculuk için hazırlık yapmaması akıl kârı değildir. İnsanı aldatan, sonsuz emellerden ve ölçüsüz dünya sevgisinden kurtulmanın yegâne yolu, ölümü hatırdan çıkarmamaktır. Çünkü Peygamber Efendimiz(S.A.V.): “Ağız tadını bozan ölümü çok hatırlayınız.” Buyurmaktadır.(Tirmizi, Zühd, 4, IV, 553)

Başka bir Hadis-i Şerifte de: “Dünya ahretin tarlasıdır.” Buyurmuştur. Yani bu dünyada ne ekersen, ahirette de onu biçersin. Dünya hayatında her ne yaparsan, ahiret hayatında da o karşına gelecek ve onu göreceksin. Kesinlikle, miskali zerre kadar eksik-fazla olmaz.

  • Madem dünya ahiretin tarlasıdır.
  • Madem ömür su gibi akıp gitmektedir.
  • Madem ölüm yok olup gitmek değildir.
  • Madem ölümden kaçmak mümkün değildir.
  • Madem dünya hayatı geçici ve imtihan yeridir.
  • Madem ecel bir gün bizim de kapımızı çalacak.
  • Madem ölüm ahiret yolculuğunun bir başlangıcıdır.
  • Madem her canlı gibi insan da sınırlı bir ömre sahiptir.
  • Madem ölüm fena âleminden beka âlemine bir intikaldir.
  • Madem insan her an yavaş yavaş ölüme yaklaşmaktadır.
  • Madem herkes mutlaka bir gün sonsuz yolculuğa çıkacaktır.
  • Madem ahiret hazırlığı için tanınan süre geçip tükenmektedir.
  • Madem ömür salih amel işlemek için bir imtihan ve bir fırsattır.
  • Madem bir imtihan yaşıyoruz ve varlığımızın hikmetini de bu imtihan oluşturuyor.
  • Madem Allah(c.c.)’tan başka bütün yaratılmışlar fanidir ve hepsinin ömrünün bir sonu vardır.

O halde ölüm gelmeden önce ölüm için hazırlıklı olmalı, fırsatı ganimet bilmeli, ebedi hayatının sermayesini kazanacağı yer olan dünyada yaşadığı zamanı çok iyi değerlendirmelidir. Unutulmamalıdır ki, şu kısacık dünya hayatını, ebedi olan ahiret hayatının kazanıldığı yer olarak değerlendirebilmesi ancak müslümanca bir hayat yaşantısı ile mümkün olacaktır.

Bu konuda Üstad Bediüzzaman Hz.leri de şöyle buyurmaktadır:

  • Dünya madem fânidir.
  • Hem madem ömür kısadır.
  • Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur.
  • Hem madem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır.
  • Hem madem dünya sahipsiz değil.
  • Hem madem şu misafirhane-i dünyanın gayet Hakîm ve Kerîm bir müdebbiri var.
  • Hem madem ne iyilik ve ne fenalık cezasız kalmayacaktır.
  • Hem madem “Allâh kimseye gücünden fazlasını yüklemez.” (Bakara Sûresi, 2:286.) sırrınca teklif-i mâlâyutak yoktur.
  • Hem madem zararsız yol, zararlı yola müreccahtır.
  • Hem madem dünyevî dostlar ve rütbeler kabir kapısına kadardır

Elbette, en bahtiyar odur ki, dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, mâlâyâni şeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir telâkki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin, selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin.

Cenab-ı Allah (c.c.) cümlemizi; daha ecel kapımızı çalmadan ve sonsuz yolculuğa çıkmadan, yaşadığımız zamanı ganimet bilip ahiret hayatı için sermaye biriktiren, ahiretteki imtihanını başarıyla geçen, Allah(c.c.) ve Resulü’nün (S.A.V.) hoşnutluğunu kazanan mümin kullarından eylesin.

Ahmet Tanyeri – DİYARBAKIR

www.NurNet.org

Günlük Hayatta Uygulayabileceğimiz Sünnetler

1. Hayırlı işlerde sağı kullanmak.

2. Yemekten önce ve sonra elleri yıkamak.

3. Yemeğe besmele ile başlamak, Allah’ın sonsuz ikram ve nimetlerini tefekkür ederek yemek, sonunda da hamd etmek.

4. Yemekte tabağın kendi önümüze gelen tarafından yemek.

5. Yemeğe sofradakiler ile beraber başlamak.

6. Acıkmadıkça yememek, tam doymadan yemeği bırakmak.

7. Tabağa az yemek koydurtup artık bırakmamak.

8. Selâmı yaymak. Eve girince ilk söz olarak ev halkına selâm vermek.

9. Selâmla birlikte samimiyetle, tebessüm ederek musafahada bulunmak.

10. Hediyeleşmek ve gelen hediyeye aynıyla veya daha güzeliyle karşılık vermek.

11. Az gülmek, gülünce kahkaha ile değil, tebessüm ederek gülmek. Mütebessim olmak.

12. Çoğu zaman susmak, tefekkür etmek, ihtiyaç olunca konuşmak.

13. Tane tane, orta bir ses tonuyla konuşmak. Çok mühim şeyleri üç defa tekrar etmek.

14. Nefsî ve dünyalık bir şey için öfkelenmemek; buna mukabil bir hak zâyi olduğunda ve uhrevî meselelerde yeri geldiğinde Allah ve din hakkı için öfkelenmek.

15. Doğru sözle şaka ve mizah yapmak.

16. Boş işler (malayani) ile iştigal etmemek.

17. Ayakkabı giyerken önce sağdan başlamak, çıkarırken de önce soldan çıkarmak.

18. Takke ve sarıkla başı kapatıp namazı öyle kılmak.

19. Soğan ve sarımsak kokusuyla mescid ve meclislere yaklaşmamak.

20. Misafire elinde bulunandan ikramda bulunmak. Misafir ve ziyaretçileri temiz bir kılık kıyafetle karşılamak.

21. Esnemeyi mümkün olduğu kadar gizlemek. Ağzı elle kapayarak gidermeye gayret etmek.

22. Dâvete icabet ve hediyeyi kabul etmek.

23. Kapıyı üç defa vurmak, cevap verilmezse geri dönüp gitmek.

24. Emin ve muttakî insanlarla istişare etmek, neticedeki karara tevekkülle uymak.

25. Cömertlik. “Cömert Allah’a yakın, cimri ise Allah’a uzaktır. Cömertlik kökü cennette olan bir ağacın dünyaya sarkmış dalıdır. Kim o dala tutunursa, o dal onu cennete çeker.”

26. Çok tefekkür etmek. “Tefekkür gafleti izale eder. Ölümü tefekkür etmek fani lezzetleri acılaştırır. Eşyanın üzerindeki fena damgasını gösterir.”

27. Borçlanmalarda durumu yazıyla veya bir şahitle tevsik etmek. Böyle bir tedbir asla itimatsızlık sayılmaz. Anlaşmalarda değişik tevil ve tefsirlere yol açacak boşluklar bırakılmamalıdır. Durumu net olarak tesbit etmek lâzımdır.

28. Ölmüş kimseleri hayırla yad etmek.

29. Mevtanın ardından yüksek sesle ve çırpınarak, saç baş yolarak ağlamamak. Böyle yapmak kadere itiraz ve Cenâb-ı Hakk’ın takdirini itham etmek olur.

30. Hasta akraba, dost ve arkadaşları ziyaret etmek. Onlara tesellî ve ümit vermek. Ziyareti uzun tutmamak. Hastanın hoşa gitmeyecek hallerini başka yerde anlatmamak.

31. Sıla-i rahimde bulunmak. “Akrabayla alâkayı kesen bir kimsenin bulunduğu meclise Allah’ın rahmeti inmez.”

32. Anne-babaya itaat etmek, onlara ihsanda bulunmak, kalplerini kırmamak ve hayır duâlarını almak.

İşte sünnet-i seniyyenin yaşanmasında daha bunlar gibi birçok hikmetler vardır. Bu sebeple, her Müslüman sünnet-i seniyyeyi yaşamayı ve yaşatmayı kendisi için en mühim vazife olarak görmelidir.

Risale-i Nur Enstitüsü

Hanımlar Nasıl Mutlu Olacak?

Mimsiz medeniyet, taife-i nisayı yuvalardan uçurmuş, hürmetleri de kırmış, mebzul metaı yapmış. Şer’-i İslâm onları Rahmeten davet eder eski yuvalarına. Hürmetleri orada, rahatları evlerde, hayat-ı ailede. Temizlik zînetleri. Haşmetleri, hüsn-ü hulk; lütf-u cemali, ismet; hüsn-ü kemali, şefkat; eğlencesi, evlâdı. Bunca esbab-ı ifsad, demir-sebat kararı Lâzımdır tâ dayansın.

Bir meclis-i ihvanda güzel karı girdikçe riya ile rekabet, hased ile hodgâmlık debretir damarları! Yatmış olan hevesat, birdenbire uyanır. Taife-i nisada serbestî inkişafı, sebeb olmuş beşerde ahlâk-ı seyyienin birdenbire inkişafı.

Şu medenî beşerin hırçınlaşmış ruhunda, şu suretler denilen küçük cenazelerin, mütebessim meyyitlerin rolleri pek azîmdir; hem müdhiştir tesiri. {(**): Nasıl meyyite bir karıya nefsanî nazarla bakmak nefsin dehşetle alçaklığını gösterir. Öyle de, rahmete muhtaç bir bîçare meyyitenin güzel tasvirine müştehiyane bir nazarla bakmak, ruhun hissiyat-ı ulviyesini söndürür.}

Memnu’ heykel, suretler: Ya zulm-ü mütehaccir, ya mütecessid riya, ya müncemid hevestir. Ya tılsımdır: Celbeder o habis ervahları. ( Sözler, 727 )

Hanımların rahat edip hürmetle anıldıkları ortam, evleri ve aile hayatlarıdır. Fıtraten hassas ve nazik olarak yaratılmış hanımlar ailedeki manevî, hissî paylaşımları yönlendiren, geliştiren, ferdler arasındaki akışı sağlayan birer nazenin şefkat aynalarıdır. Bu aynalar aile hayatları dışında “ekmek kavgası”nın kıyasıya yaşandığı ortamlara girdiklerinde yapılarındaki ince hisler ve duyarlılık bozulur. Kendi ruh dünyasında çatışmalar yaşadığı gibi aile ferdlerini birbirine bağlama, problemleri çözme, çocukların terbiyesi, manevî alışverişlere zemin oluşturma gibi ailenin temelini oluşturan görevleri atıl kalır. Bunun neticesinde anne, baba, çocuklar arasında kopukluklar olur. Aynı sofrayı paylaşsalar bile fikir ve his olarak birbirlerine aks edecek sıcak bir ortam yakalanamaz. Birbirini anlama, destek olma, alakalanma gibi pek çok ruhî ve insanî ihtiyaç karşılanmamış olur.

Neden? Çünkü evin annesi sabahtan akşama kadar dışarıda bir sürü insanla uğraşmış, sinirleri yıpranmış, kendisi dolmuş ve deşarj olacak bir ortam ararken bir de ev işlerinin üstüne ailenin diğer ferdlerinin problemlerine yönelmesini beklemek insafsızlık olur.

Peki ne olacak? Evin annesi geçim derdini üstüne aldıysa, fizikî olarak anne olsa da mana olarak “babalaşmıştır”; yani artık evin 2 babası vardır.

Peki anne nerde? Anne yok; anne misyonunu yüklenecek kimse yok çünkü.

Peki annesiz aile devam eder mi? Sırf maddeyi paylaşmaya aile hayatı diyorsak, annenin muazzam terbiye misyonu olmadan da aile o kadar devam eder; yani etmez. Çocuklar ve eş ilgiye, şefkate, uyarılmaya, dertleşmeye, paylaşmaya, konuşmaya muhtaç bir şekilde maddî hayatlarına devam ederler; ama mana hayatlarında doldurulması müşkül kocaman gedikler açılmıştır. Güven, aidiyet hisleri tam tatmin olamamıştır. İhtiyacı olduğunda yanında olan bir annesi, eşi yoktur çünkü. Anne de yoğunluktan -kendi dahil- ailede kime ne olup bittiğini fark edemiyordur. Dış alemde mesul olduğu vazifesi ve onunla ilgili bir sürü sıkıntılar üstüne ailedeki karmaşık insanî sorunlar hanımı da zaman içinde çok yıpratır. Saçını süpürge etse de: “çocuğuma laf geçiremiyorum, onu anlamıyorum, o da beni anlamıyor” gibi yakınmaları duyarız. Halbuki çocuğunu veya eşini dinleyecek vakit, kendinde istek dahi bulamamıştır. Bu yüzden:

“Şer’-i İslâm onları Rahmeten davet eder eski yuvalarına. Hürmetleri orada, rahatları evlerde, hayat-ı ailede.” Demiştir.

Üstad Hz.(RA)’ın dediği gibi:

“Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zâtlardan ders aldığım halde, kasem ediyorum ki; en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi merhum vâlidemden aldığım telkinat ve manevî derslerdir ki; o dersler fıtratımda, âdeta maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini, aynen görüyorum. Demek bir yaşımdaki fıtratıma ve ruhuma, merhum vâlidemin ders ve telkinatını, şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakikatler içinde birer çekirdek-i esasiye müşahede ediyorum.” (24.Lema)

Hanımların ailedeki en esaslı görevi çocuklarına manevî ders vermesi, sağlam bir ahlak üzere yetiştirmesi, hayata istikametli bir bakış açısı kazanmalarına gayret etmesidir. Bu çok zaman ve emek, ilgi isteyen manevî terbiyeyi ailede şefkatli bir otorite olan anneden başkasının vermesi mümkün değildir. Dolayısıyla toplumun geleceğini oluşturan çocukların en ehemmiyetli muallimi olan annelerin vazifesi çok büyüktür. Hanımı dışarı çıkarıp çalıştırmak suretiyle evdeki dengelerin bozulmasına sebep olmak akıllıca bir iş değildir. Ailesinden kopuk, ahlakı kötü, manevî değerlere duyarsız bir evladın açtığı zararı annenin kazandığı binler maaşla dahi kapatmak mümkün değildir. Çünkü kaybedilen bir “insan”dır. Ergenlik yaşına gelmiş, karakteri oturmuş bir çocuk için “uzman desteği” de alsak ne kadar onun ruh dünyasında düzeltmeler yapabiliriz?

“Temizlik zînetleri. Haşmetleri, hüsn-ü hulk; lütf-u cemali, ismet; hüsn-ü kemali, şefkat; eğlencesi, evlâdı.”

Hanımın takvası yani manevi temizliği zînetidir; hanımı güzel gösteren suretten ziyade sîret yani ahlakıdır. Ahlakının güzelliği haşmet verdiği gibi, günahtan muhafaza olunmuşluğu da hanımın cemalidir. Fıtratındaki şefkat kendindeki kemalat olmakla beraber, evladı ile geçirdiği vakitler eğlencesidir.

Halbuki hanımlar evlerinden dış hayata çıktığında, dahil olduğu ortamda hevesleri uyandıracak, nazarları kendiyle meşgul edecektir. Böylece pek çok olumsuzluğun ortaya çıkmasına sebep olur. Aile hayatında bunca vazifeyi atıl bırakıp, dış alemde de verimi düşürecek durumların ortaya çıkmasına sebep olacak bir karar, hiçbir ehli aklın karı değildir ve olamaz. Bu yüzden rızık için -hakikaten mecbur kalmadıkça- dışarı çıkma vazifesini İslam hanımlara yüklememiştir.

Nabi

www.NurNet.org