Etiket arşivi: helal

Yaklaştıkça yaklaşası gelir insanın Rabbine, uzaklaştıkça uzaklaşası…

Uyudukça uyuyası gelir insanın. Yürüdükçe yürüyesi gelir. Yedikçe yiyesi, yemedikçe yemiyesi gelir. Okudukça okuyası, yazdıkça yazası gelir.
Evde oturmaya alışınca, dışarı çıkmaya zorlanır insan. Sık sık dışarı çıkan evde oturamaz olur.
Mal biriktirmeyi severse insan, biriktirdikçe biriktiresi gelir. İnfak etmeye alışınca da, verdikçe veresi gelir…
Katiller öldürmeye doymazken, kimileri hayvanların canını bile dert eder.
İman bir kuştur yürekte. Zikirle ibadetle beslenirse büyür, yüreğin tüm hücrelerine doğru kanat çırpar. Zikirle beslenmeyen kuşlar uçar gider yürekten. Hiç haber vermez. Zaten ilgilenilmediği için gidişi de fark edilmez…
Namazı daima kılan bir mümin için, bir vakti bırakmak fikri bile korkunçtur. Namaz kılmadıkça kılmayası gelir insanın. İlk bıraktığı zamanlarda duyduğu iç huzursuzluğu zamanla kaybolur.
Biz bir adım gidersek, on adım gelir ya Rabbimiz, bir yürürsek koşar ya; *Öyledir işte, yaklaştıkça yaklaşası gelir insanın Rabbine, uzaklaştıkça uzaklaşası…*
Kimileri namahremin elini tutamaz, gözüne bile bakamazken, kimisi zinaya alıştıkça gözünde normalleşir.
Açıldıkça açılası gelir kadının, kapandıkça kapanası gelir. 10 sene önce diz üstü giysi giyemeyen bir kadın, bir bakarsınız kısa şortlarla geziyor.  Bu yüzden deniz tatilinden dönen bir kadın daha açık kıyafetler giymeyi normal görür. Yırtıldıkça yırtılır haya perdesi. *Önemsenmedikçe kaybolur…*
Tesettür ayetlerini içselleştirmiş kadınlar, daima bir adım ileri gitmek isterler. Çünkü tesettür bazılarının sandığı gibi kadını tutsak değil, bilakis özgür kılar. Mümin kadın tesettürün içinde kendisini öyle huzurlu, öyle özgür hisseder ki, hep biraz daha kaliteli tesettürü arzular. “Ablacığım ellerimi, yüzümü bile yabancı erkekler görmesin istiyorum.” diyen kızı, ancak tesettür şuurunu yakalamış olanlar anlayabilir.
*Taviz verdikçe veresi gelir insanın. Dört parmak kısa pardesüden ne olur ki diye başlar, pardesü cekete, tuniğe döner…*
Peki bu nasıl olur?
Ra’d suresi 11. ayeti hatırlayın: “…Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez.” buyuruyor Rabbimiz. Kim hangi yolu tercih ederse, hangi yola doğru adım atarsa Allah da onun istidadını o yöne doğru çevirir. Çünkü kişinin iyiye veya kötüye doğru attığı adım, o kişinin fiili duasıdır.
*Kötülüğe meyleden insana, şeytan yaptıklarını süslü gösterir.* (Ankebût:38)
İmanını artırmak için çaba gösteren insana ise Allah yardım eder. “Allah, iman edenlerin dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlere gelince, onların dostları da tâğuttur, onları aydınlıktan alıp karanlığa götürür.” (Bakara:257)
“Ey iman edenler! Eğer Allah’tan korkar sakınırsanız; O size iyi ile kötüyü ayırt edecek bir kavrayış verir, günahlarınızı örter ve sizi bağışlar. Çünkü Allah büyük lütuf sahibidir.”(Enfal:29)
*İşte bütün mesele bu. Hayırlı işler için gayret göstermek. Haramlardan sakınıp, helallere yönelmek.*
“Ey iman edenler, eğer siz Allah’a (Allah’ın dinine) yardım ederseniz, O da size yardım eder ve sizin ayaklarınızı sağlamlaştırır.”(Muhammed:7)
İslam adına kıllarını bile kıpırdatmayan, inanıyorum dediği halde hayatlarında Kur’an ve sünnetten bir iz bulunmayanlar, günahlardan zifte dönmüş kalplerini temiz sanırlar. Besleyemedikleri için yüreklerinden uçup giden iman kuşunun kendilerini terk ettiğini hiç anlamazlar…
Ömer Bitlis

Helâl Olsun!

Yediğimize, içtiğimize çok dikkat ederiz. Hele çocuklarımız varsa, onlara yedirdiklerimize ayrı bir özen gösteririz.

Aman katkı olmasın, aman GDO olmasın, aman organik olsun vs.

Bunun gibi giysi, eşya, araba, ev ne alıyorsak alalım hep bir takım kıstaslarımız vardır.

Meselâ bazı insanlar ayakkabı seçiminde görüntüye önem verirken, bazı insanlar için rahatlık önceliklidir.

Kimi alacağı arabanın hızına ve çevikliğine dikkat eder kimi ise az yakıtla çok yol kat etmesine.

İnsanlarla ilişkilerde de benzer durumla karşılaşırız.

Sadece annesinin sevebileceği insanları bir kenara bırakırsak; herkes arkadaş sahibi olduğuna göre, herkesle arkadaşlıktan hoşlanan birileri var demektir. Yani her fıtratta insan kendine uygun arkadaş bulabilmektedir. Kimi hoş sohbet arkadaş sever kimi boş sohbet etmekten hoşlanır. Bazısı sırtında yaşayacağı bir konakçı arar, bazısı ağzından çıkacak her kelimeden istifade edebileceği bir âlim.

Bu tercihlerin bir kısmı fıtrîdir yani yaratılışta kendisine verilen karakteri ile ilgilidir, bir kısmında ise sonradan öğrenilen bilgiler ve tecrübeler etkilidir.

Bazılarının tercihlerinde ise karar mekanizması inançtır. İnanan insan tercihini yaparken “bunu yapmam helâl mi?” süzgecinden de geçirir.

Yediğim içtiğim helâl mi?

Kazancıma haram karıştı mı?

Bu düşünceler içerisinde, yılandan kaçar gibi haramdan kaçar.

Bazılarına göre bu tip insanlar hayattan hiç bir zevk alamaz.

Evet, yazının konusu bu cümle etrafında olacak.

Haramlardan kaçarak yaşanan bir hayattan lezzet alınır mı?

Öncelikle lezzeti tanımlamakta yarar var.

Türk Dil Kurumu diyor ki:

Lezzet: 1. isim Ağız yoluyla alınan tat 2. Herhangi bir şey karşısında duyulan zevk, haz.

Lezzet, hoşlanmak, zevk almak, keyif duymak anlamlarına gelir. Bu bir yiyecekten de olabilir bir fiilden de bir insandan da.

Hayatımızın tüm alanlarını düzenleyen dinimiz, bazı şeyleri yasaklamış bazı şeyleri ise serbest bırakmıştır. Basitçe, serbest bıraktıklarına helâl, yasakladıklarına haram diyoruz.

Cevap arayacağımız soru: Acaba hayatımıza bazı sınırlamalar getiren inancımız, bu sınırlamalarla hayattan keyif almamıza mani olmakta mıdır?

Buna cevap verebilmek için dinimizin neyi yasakladığını bilmemiz gereklidir.

İslâm’ın, toplumu tahrip ettiği için şiddetle yasakladığı 7 davranışa 7 kebair(büyük günah) denir.Bunları sıralayacak olursak:

  • Allah’a şirk koşmak,
  • Sihir yapmak,
  • Haksız yere adam öldürmek,
  • Yetim malı yemek,
  • Faiz yemek,
  • Harpten kaçmak,
  • Namuslu kadınlara zina iftirasında bulunmak.

Hem kişiye hem topluma zararlı olan bu yedi günahla beraber diğer büyük günahlardan da sakınanlara Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de şöyle mesaj gönderiyor:

Eğer size yasaklanan büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi ağırlanacağınız bir yere sokarız.” (Nisâ Suresi, 4:31)

Şimdi teker teker bu maddeleri inceleyelim, bakalım hayattan lezzet almaya maniler mi?

Allah’a şirk koşmak: Allah’a şirk koşmaktan zevk alabilmek için ya kendini tanrı ilân etmek ya da putperest olmak icap eder ki, her iki durumda da kişi zaten İslâm hudutları dışına çıkacağı için konumuzun da haricinde kalacaktır.

Sihir yapmak: Böyle bir davranış sadece İslâm tarafından değil, her tür toplumda hoş karşılanmayan bir davranıştır. Komşusunun sihirle, büyüyle uğraştığını bilen bir insan gece rahat uyuyabilir mi? Dolayısı ile sihir yapmayı yasaklamak, sihir yapan kişi hayattan daha az lezzet alsın diye değil, toplum huzur ve güven içinde olsun diyedir.

Haksız yere adam öldürmek: Bu madde de bir önceki madde gibi sadece İslâm tarafından yasaklanmış bir madde değildir. Toplumun huzur ve güveni için, tüm toplumlarda haksız yere adam öldürmek cezayı gerektirir.

Yetim malı yemek: “İslâm dini, yetim malı yememi yasaklayarak, hayattan zevk almamı engelliyor.” dediğini işittiğiniz bir kimseye nasıl bir tepki verirsiniz? Peki, inançsız bir kişi nasıl tepki verir? Aynı tepkiyi verir değil mi? Bu da İslâmlığın değil insanlığın gereğidir.

Faiz yemek: İşte bu yedi madde arasında itiraz gelebilecek tek madde budur. Faiz günümüzde o kadar yaygın olarak hayatımıza nüfuz etmiştir ki, çoğu kimse bunun büyük günahlardan olduğunu kabul etmek istemez. Bazıları da kendilerince çeşitli tevillerle kendilerine bir kapı açma gayretine düşerler. Hâlbuki faiz yemek hayatî bir durum değildir. Faizi yemese de hayatını devam ettirebilir insanlar. Fakat faiz paraya haram karıştırmak olduğundan, beklediklerinin aksine, paralarındaki bereketin kaybolmasına sebebiyet verir.

Harpten kaçmak: Vatana ihanettir.

Namuslu kadınlara zina iftirasında bulunmak: Bunu yapmaktan keyif alan bir insan var mıdır? Bunu yapmaktan keyif alan biri insan mıdır?

Görüldüğü gibi bu 7 büyük günahı işlemek, “hayattan lezzet almak” kavramıyla bir arada düşünülemeyecek davranışlardır.

Ancak İslâm’ın yasakladıkları bu yedi madde ile sınırlı değildir tabii ki. Zaten hayattan zevk alma konusunda itiraz gelen maddeler de bu gelecek kısımda bulunmaktadır.

İşte İslâm’ın yasak ettiği bazı davranışlar.

Yalan söylemek: Çok sık başvuruluyorsa hastalık olarak değerlendirilir. Yalan söyleyen belki anlık bir lezzet alabilir ancak sonrasında gördüğü zarar o lezzeti zehir eder. Ayrıca sonradan ortaya çıkabilecek çatışmaları önlemek için kime hangi yalanı söylediğini hatırda tutmak da ayrı bir hafıza çalışması gerektirir. Oysa yalan söylemeyen kişi hem bu hafıza yükünden kurtulur, hem de yalanının yakalanması gerginliğini hiçbir zaman yaşamaz.

Domuz eti yemek: Son zamanlarda sofralarımıza sokulmaya çalışılsa da toplumumuzda pek yer edinmiş bir et türü değildir domuz eti. Yaşadığı ortam ve yedikleri itibarı ile zaten herkesin midesinin kaldırmayacağı bir hayvan olan domuzun etini yemenin nasıl bir zevk olabileceğini bilemiyoruz. Ancak yemesi helâl olan dana, koyun, keçi ve benzeri hayvanların etini tercih etmek, pek de fazla bir lezzet kaybına sebep olmasa gerektir. Domuz eti ile ilgili diğer sağlık problemlerine girmiyoruz.

İçki içmek: İşte bu konunun can alıcı kısımlarından bir tanesi.

İçki içen insan bundan nasıl bir keyif alır?

Zannediyorum ki içkiden vazgeçmek istemeyen insanlar bundan iki türlü keyif alıyorlar.

Birincisi lezzetli bir içecek olarak keyif alıyorlar ki bu açıdan bakıldığında, helâl ve lezzetli pek çok alternatif bulunduğundan, çok fazla bir keyif kaybı yaşanmasa gerektir.

İkinci sebep ise bu içkilerin verdiği sarhoşluk halidir. İşte vazgeçilemeyen de budur. Bunun da aşırısı her tür toplumda hastalık olarak kabul edilir.

Allah insanı diğer mahlûklardan üstün yaratmıştır. Üstünlük ise akıl ve irade bakımındandır. Bu akıl ve irade, Allah’ı (C.C.) diğer yaratılmışlardan farklı şekilde bilebilmesi için insana verilmiştir.

Yani Allah C.C. arzda bir halife olarak insanı yaratmış, bu makamın gereği olarak akıl, irade vermiş ve kendisiyle bunlar aracılığıyla muhatap olmasını istemiştir. Sarhoşluk ise bu iki vasfı bir nevi reddetme ya da askıya almak gibidir. Bu açıdan bakıldığında sarhoşluğun, bir gram lezzetinin yanında ne kadar büyük bir zarar olduğu görülebilir.

Zina: Bırakılması en zor haramlardan bir tanesi de zinadır. Ancak evlilik ve sadakat, zina haramının kapısını kapatabilir. İslâm bu fiili haram ederken aynı anda helâl dairesinde alternatifini de sunmuştur. Dolayısı ile bu alanda da hayattan lezzet almayı ortadan kaldırmamaktadır.

Elbette yasaklar bunlarla sınırlı değil, insan ve toplum hayatına bir disiplin getiren daha pek çok yasaklar var. Ancak yukarıda yaptığımız gibi bu yasakları incelediğimizde hayattan lezzet almaya mani olmadıklarını görebiliriz.

Anlaşılıyor ki, haram davranışlar ya kişisel ya da toplumsal zararlara sebebiyet vermektedirler. İslâm ise bunları disipline etmekte, mümkün olanlara zararı ortadan kaldıracak şekilde izin vermektedir.

Bütün bu söylediklerimizi Bediüzzaman Said Nursi tek bir veciz cümle ile çok güzel özetlemiştir:

Helâl dairesi keyfe kâfidir, harama girmeye gerek yoktur.

Son söz olarak bu ifade üzerinden bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Diyor ki Bediüzzaman:

Helâl dairesi “keyfe” kâfidir.

Yani helâl dairesinde kalmak hayattan keyif almayı engellemez.

Hayatî ihtiyaçlar ise zaten Rahmânî taahhüt altındadır. Hiçbir hayatî ihtiyaç insanı harama sevk etmez. Kaldı ki, hayatî tehlike söz konusu olduğunda, bu tehlike ortadan kalkana kadar bazı haramların haramlıkları da ortadan kalkmaktadır.

Helâlden kazanmanın, helâlden yemenin, helâlden giymenin, helâl dairede yaşamanın huzuru, keyfi, mutluluğu ve zevkinden ise hiç söz etmedik. Bir de bunları hesaba katarsanız, haram akıl işi değildir.

Muhiddin Yenigün

http://yenigun.name.tr/

“Helal Gıda”ya dikkat ediyor muyuz?

İnsanın hayatında en fazla dikkat etmesi gereken hususlardan biri de, kendisi ve bakmakla mükellef olduğu kişilerin helal gıda almasıdır. Bununla ilgili âyetler ve hadisler vardır. Helal gıdanın fıkıh kitaplarında açıklandığı gibi, hem liaynihî ve hem de ligayrihî helal olması gerekir. Bu onun, hem kendisinin mahiyeti itibariyle ve hem de elde ediliş yolu itibariyle helal olmasıdır.

Halkının büyük çoğunluğunun Müslüman olduğu bir ülkede yaşıyor olmak, Müslüman bir ülkede sanki satılan her şey helal cinsten olurmuş gibi yanlış bir zannın da neticesi olarak, liaynihî (mahiyeti itibarıyla) helal olanı araştırmak mevzuunda Müslümanların gayrimüslim bir ülkede yaşamağa nisbeten daha gafil ve kayıtsız davranmalarına sebeb olabilir ve günümüzdeki Müslümanların bir kısmı maalesef bu haldedir. Bunların arasında, kendisini ehl-i ilim sayan ve helal gıda mevzuuna dikkati çekmeğe çalışanları helal gıda sertifikası veren kuruluşlara müşteri ve maddî kazanç sağlamak için vehimleri ve vesveseleri tahrike çalışanlar olarak görerek onlara iftirada bulunanlar ve tepki gösterenler dahi vardır. Son zamanlarda Diyanet İşleri Başkanlığımızın da bu mevzuda çalışmalar yapması, Müslüman halkımızı yanıltıcı ve yanlışa sevk edici bu yanlış tepkilere karşı çok faydalı olmuştur.

Bir ülke halkının büyük çoğunluğu Müslüman olsa bile, bizim ülkemizde olduğu gibi o ülke İslâm kanunları ile idare edilmiyorsa, o ülkede satışta olan her şeyin helal zannedilmesinin yanlışlığı çok açıktır. İslâm’ın âyetle çok kesin olarak yasakladığı şarabın ve domuz etinin bile satışına devlet tarafından yasak konulamadığı ve serbestçe satıldığı ülkemizde, sayısı altmışbeşbin kadar olduğu tahmin edilen ve hergün yenilerinin ilavesiyle sayısı daha da artan endüstriyel (çeşitli maddelerin karışımı halinde fabrikalarda yapılan) gıda maddelerinin tümüne karşı İslâmî hassasiyet ve seçicilikten uzak bir tavır sergilemek bu mevzudaki cehaletin neticesi ise o cehaletin giderilmesi için eğitici faaliyetlerde bulunulması lâzımdır.

Helal gıdanın insan biyolojisi ve davranış psikolojisiyle ilgisi, çok basit olarak şöyle izah edilebilir: Allah insanı rızka, yemeğe ve içmeğe muhtaç olarak yaratmış; fakat yiyecek ve içeceklerini helal ve temiz olanlardan seçmelerini de Kur’an’da âyetle emretmiştir. İnsanın yiyip içtikleri sindirim sisteminden geçtikten sonra kanına karışır ve kılcal damarlar ile birlikte toplam uzunluğu yüzbin km kadar olan kan damarları sistemiyle, ortalama yüz trilyon kadar olan vücud hücrelerine taşınır. Hücrelerde saniyede binlerce biokimya reaksiyonlarıyla bir kısmı enerji verici, bir kısmı da vücudun dokularını yenileyici maddelere dönüştürülür. Ayni cinsten hücrelerin meydana getirdiği dokuların cinsine göre ömürleri de değişiktir ve bu şekilde insan bedeninin hayat müddeti içerisinde defalarca yenilenmesi vuku bulur.

Davranış psikolojisi bakımından, herşeyin benzeriyle ünsiyet etmesi kaidesiyle, bu yenilenmelerle haram gıdalardan inşa edilmiş hale gelen insan bedeni, başka haramlarla da çok kolay ünsiyet eder ve haramlar içinde yaşayışıyla, bir hadiste anlatılan temsille açıkça dikkat çekildiği gibi, duaları da kabul edilmez; ebedî bir helâkete namzet ve müstahak olabilir. Risale-i Nur’un çeşitli yerlerinde helal dairesi içerisinde yaşamanın önemine ve lüzumuna dikkat çekilmektedir. Helal dairesinin keyfe de kâfi olduğu, onun haricinde harama girmeğe hiç lüzum olmadığı ikna edici bir dille anlatılmaktadır.

İnsan, kendisine Allah tarafından verilmiş hayatla, Onun tarafından takdir edilmiş ömür müddeti boyunca, Onun tarafından verilmiş akıl ve cüz’î iradesiyle çok mühim bir dünya imtihanı içinde bulunduğunu ve kendisi için konulmuş haddi aşmaması icab ettiğini asla hatırından çıkarmamalıdır. O haddin kenarına kadar yaklaşması, o haddi aşmak tehlikesini getireceğinden, helal dairesinden çıkmak şüphesi veren şeyler mevzuunda da dikkatli olmalıdır.

Lem’alar adlı eserde, Onyedinci Lem’a, Onüçüncü Nota, Dördüncü Mesele’de, “Ne mutlu o adama ki, kendini bilip haddinden tecavüz etmez” mealindeki, Buharî, Taberanî ve Beyhakî’de yer alan sahih bir hadisten bahsedilmektedir. İnsan, başıboş olarak dilediği gibi yaşamak için bu dünyaya gelmemiş; Mektubat adlı eserde Dokuzuncu Mektup, “Saniyen” başlığında açıklandığı gibi, Allah’ın bir askeri olarak Onun emir ve yasakları içerisinde Ona kulluk vazifesini yapması için gönderilmiştir.

Bu emir ve yasakların çizdiği hudutlar; helal dairesidir ve onun içerisinde de helal gıda mevzuu, çok mühim bir yer tutmaktadır.

Prof.Dr.Mustafa NUTKU

Almanya için Helal-Haram Ürünler kitabı çıktı!

Sosyolog psikolog yazar Cemil Şahinöz bir ilke imza attı. Almanya’da satılan 3000’den fazla ürünün helal-haram olup olmadığı ile ilgili bir kitap yayınladı (My Halal Check – Einkaufshelfer für Muslime).

Kitapda 3000´den fazla ürünün içinde alkol katkısı veya her hangi bir hayvan katkısı olup olmadığı bildiriliyor. Bu bilgileri 15 senedir topladığı tüketicilerin orijinal mektuplarından oluşturan Şahinöz, konuyla ilgili şunları söyledi: “Biliyorsunuz Almanya´da helal gıda sorunu var. Bunu çözebilmek için her hangi bir üründe alkol veya hayvansal katkı olup olmadığını öğrenmek amacıyla, üretici firmalarla irtibata geçiyoruz. Üreticilerden aldığımız orijinal mektup ve yazıları topladık ve kitapda yayınladık. Orijinal mektubu olmayan hiç bir ürünü kitaba almadık.”

KULLANIMI ÇOK KOLAY

Şahinöz demecinde; ‘‘Yayınevi kitabı çok basit ve kolay bir şekilde tasarladı ki herkes kullanabilsin. Bu kitap sayesinde süpermarkette rahatlıkla alışveriş yapabilirler‘” dedi.

HARAM LOKMA YİYENİN DUALARI KABUL EDILMEZ

Sosyolog Şahinöz açıklamasını şöyle sürdürdü; ‘‘Peygamberimiz yemin ile diyorki, haram lokma yiyenin duaları kabul olmaz. Ümmet haram lokma yemesin diye, haram lokma yiyen kalmasın diye, bu kitabı hazırladık.“

moralhaber.net

Balık Yağı Jelatinleri Helal Mi ?

“Zarf” denilince hemen aklımıza postaya veya kargoya vereceğimiz mektup veya diğer yazılı kağıtları içine koyup kapattığımız kağıttan yapılmış kap, kılıf, muhafaza gelir. “Mazrûf” da zarf kelimesinden gelir, fakat günlük hayatımızda daha az kullanılır: Zarflandırılmış, zarfa konulmuş gibi manâları yanında, mecazî olarak da; iç, asıl, muhteva manâlarındadır. Mektup zarfının içine konulmuş mektup, mazrûftur.

İlaç sanayiinde “zarf”ı jelatin, “mazrûf”u balık yağı veya başka bir ilaç olan İngilizce “softgel” denilen kapsüller vardır. Evvelce, eczanelerde balıkyağı, yalnız  şişelerde sıvı şeklinde satılır ve şurup şeklindeki ilaçlar gibi, şişeden kaşığa (ölçeğine) dökülerek kullanılırdı. İlaç teknolojisindeki ilerleme ile, ağır tadlı ve hoş olmayan kokulu balıkyağı, belli ölçekte, jelatin kapsül içinde ambalajlanmış hale de getirildi. Bu haliyle, ağır tadını ve hoş olmayan kokusunu hissetmeden, balıkyağını hap gibi yutabilmek mümkün oldu.

Ancak, sadece mazrûfunun balıkyağı oluşuna odaklanıp, onun kabı olan ve onunla birlikte yutulan zarfının mahiyetine kayıtsız kalmak, bir Müslüman için hata olur. Balıkyağı ve başka bazı ilaçların zarfı olarak kullanılan jelatin, İslâm şeriatına göre “helal” kabul edilebilecek cinsten (helal sertifikalı) değilse, haramdır ve yutulmamalıdır. Çünkü, başlıca domuz deri ve kemiğinden veya İslâm şeriatına göre boğazlanmış (zebiha) olmayan, leş sayılan, domuz dışındaki hayvanların deri ve kemiğinden mamuldür.

Bazı İslâm ülkelerinin talebiyle, sığır jelatini de yapılmaktadır. Fakat, kemik ve derisinden jelatin elde edilecek sığırların İslâm şeriatına göre boğazlanmış olmaktan başka, kan veya başka bir hayvanın eti ile beslenmemiş, bazı maksatlarla hormon verilmemiş olması da lâzımdır.

Helal jelatin konusunda halkımız bilinçli olmadığından, jelatin kapsülü, “Omega-3 yağ asidi (veya ilaç) alıyorum.” diye jelatin kapsülüyle birlikte bilinçsizce yutuyor! Yuttuğu jelatin kapsülün (bilhassa, kapsüller eğer gayrimüslim ülkelerden ithal malı ise), çok büyük bir ihtimalle haram menşeli jelatinden olabileceğinden habersiz bulunuyor.

Bu durumda, ne yapılması lâzımdır?
1 – Ya, bu jelatin kapsüllü ilaçlar, haram jelatinden olan zarfı sebebiyle hiç yutulmamalıdır;
2 – Veya, jelatin kapsülü iğne ile delinip iyice sıkılarak, içindeki (mazrûfu) madde sulu yemeklere, salata vs ye boşaltıldıktan sonra, jelatinden olan zarfın kendisi çöpe atılmalıdır.

“-Jelatin kapsüllü ilaçlara ve balıkyağına, temasta kaldığı haram jelatin maddesi bulaşmış ve onları da haram hale getirmiş olamaz mı?” şeklinde bir soru da akla gelebilir.

Fakat, bu soru aslında bir vehim olmaktan ileri gidemez. Çünkü, yıllarca durduğu halde böyle ilaçların ve balıkyağı kapsüllerinin delinmeden veya dağılmadan ayni stabil halini muhafaza etmesi, jelatin kapsülle onun içindeki ilaçlar veya balıkyağı arasında ne fiziksel ne de kimyasal, karşılıklı bir etkileşimin olmadığını gösterir. Jelatinin fiziksel ve kimyasal özelliklerine dair literatür bilgileri de bunu teyid eder.

Jelatin; sıcak su, gliserin ve asetik asit içinde çözünebilir. Organik çözücülerde çözünmez. Jelatin kapsül zamanla delinmiyor veya dağılmıyorsa, içindeki ilaç veya balıkyağı jelatinle temas halindeyken, zarf ve mazrûfu her ikisi de, aslî bileşimlerini muhafaza ediyorlar demektir.

Balıkyağı ile onun içinde bulunduğu jelatin kapsülü göz önüne alındığında da, balıkyağı akışkan ve sıvı, onun kabı olan jelatin kapsülü ise oda sıcaklığında akışkanlık özelliği bulunmayan, toz halinde de olmayan yekpare bir katı olduğu için balıkyağı, içinde bulunduğu jelatin kapsülün temas yüzeyinde kısmen tutulur; fakat kapsülün jelatini, balıkyağıyla temas yüzeyinde balıkyağı tarafından tutulmaz ve birbirlerinden ayrıldıklarında, helal olan balıkyağı, jelatin kabından “haram bulaşmış” hale gelmez.

Prof. Dr. Mustafa Nutku

www.NurNet.Org