Etiket arşivi: hicret

Hattab’ın eşeği bile…

LEYLÂ BİNTİ Hasme ve kocası Âmir b. Rebia, ilk Müslümanlar arasındaydı. Leylâ Hatun ve kocası, müşriklerin gösterdikleri baskı yüzünden Hz. Peygamberin Habeşistan’a göç etmelerine izin verdiği sahabiler arasındaydılar.

Onların Habeş ülkesine doğru gitmeye hazırlandığı sırada, Leylâ binti Hasme’nin kocası Âmir, yol esnasında lâzım olabilecek bazı şeyleri almak üzere çarşıya gitmişti. Leylâ Hatun da evinde yol hazırlığıyla meşguldü.

Onları eziyet eden müşriklerin en önde geleni olan Ömer b. Hattab, Leylâ binti Hasme’yi yol hazırlığı yaparken görünce, gelip başucuna dikildi ve kadınları ismiyle hitabı kabalık gören Arap âdetleri uyarınca:

“Ey Ümmü Abdullah!” diye seslendi. “Demek, buradan gidiş var ha?”

Leylâ binti Hasme’nin cevabı sitem yüklüydü:

“Evet! Vallahi, artık Allah’ın yerlerinden bir yere çıkıp gideceğiz. Siz bizi işkencelere uğrattınız ve ezdiniz! Allah bize bir kurtuluş ve çıkış yolu açıncaya kadar, oralarda kalacağız.”

Bu sitemler yüreğine işlemiş olmalı ki, Ömer b. Hattab, ona:

“Allah size yoldaş olsun!” dedi.

Sonra da, dönüp gitti.

Kendisinden o güne kadar hiç görmediği bu yumuşaklık ve yufka yüreklilik, Leylâ Hatunu şaşırtmıştı.

Az sonra, kocası Âmir çarşıdan geldiğinde, kendisini şaşırtan bu olayı ona da anlattı:

“Ey Abdullah’ın babası!” dedi. “Biraz önce Ömer’in bize karşı gösterdiği yumuşaklığı ve yufka yürekliliği, gideceğimize duyduğu üzüntüyü bir görmeliydin!”

Karısının bu ümit yüklü sözleri üzerine, Âmir:

“Sen onun Müslüman olacağını mı umuyorsun?” diye sordu.

“Evet, umuyorum” cevabı alınca da, Âmir kesin konuştu:

“Şunu iyi bil ki, sen Hattab’ın eşeğinin Müslüman olduğunu görünceye kadar o adam Müslüman olmaz!”

Açıkçası, Âmir b. Rebia, “Hattab’ın eşeği dile gelip Müslüman olsa, belki ancak o zaman Hattab’ın oğlu Müslüman olur” demeye getirmişti. Ömer’den gördükleri sertlik ve Müslümanlığa karşı katı yüreklilik, kendisinden böylece ümid kestirmişti.

Gelin görün ki, zaman Âmir’in ‘öngörü’sünü değil, hanımının ‘sezgisi’ni haklı çıkaracaktı. İslâm’ın beşinci yılında eşiyle birlikte Habeşistan’a hicret eden Âmir görmese de, çok değil bir yıl sonra, altıncı yılın Zilhicce ayında bir Cuma günü Mekkeliler Ömer’in Müslüman oluşunu göreceklerdi.

18/11/2005

© 2012 karakalem.net, İsmail Örgen

Diyanetten Hicret ve Muharrem Mesajı

Hicret, Muharrem ve Aşure

Sevgili peygamberimizin Mekke’den Medine’ye hicretinin gerçekleştiği ve rahmet peygamberinin “Allah’ın ayı” olarak nitelendirdiği Muharrem ayını idrak etmiş bulunuyoruz. Bu ayın İslam dünyasına ve bütün insanlığa hayırlar ve bereketler getirmesini niyaz ediyorum. Hz. Ömer’in halifeliği döneminde hicret, tarih başı olarak kabul edilmiş ve o günden itibaren İslam âleminde 1 Muharrem hicrî takvimin başlangıcı olarak kabul görmüştür.

Hicret; Allah’a ve O’nun kutlu elçisi rahmet peygamberine gönülden bağlılığın bir ifadesi, dostluğa, kardeşliğe, medeniyete, ilme ve irfana açılan yolculuğun hikâyesidir.

Hicret, nurlu şehir Medine’nin şahsında, insanlığın gönlüne, sevgiye ve rahmete açılan bir yoldur. Her vesile ile paylaşmayı, dayanışmayı, insani erdem ve faziletleri öğütleyen yüce dinimizin hikmet yüklü mesajlarının insanın hayatında makes bulmasıdır. Hicret, Allah yolunda fedakârlığın, yardımlaşmanın kardeşliğin zirvesidir.

Tebliğ hicreti doğurmuş, hicret ise tebliği yoğurmuştur. Kısaca hicret Müslümanlar için bir milattır.

Hicret, Allah rızası için anadan, babadan, evlattan, yardan, diyardan, maldan ve mülkten hatta candan vazgeçmenin ibretli ve meşakkatli bir öyküsü, yüce dinimizin rahmet yüklü mesajlarını bütün insanlığa ulaştırmak için çıkılan yolculuğun adıdır. Öyle ki tebliğ hicreti doğurmuş, hicret ise tebliği yoğurmuştur. Kısaca hicret Müslümanlar için bir milattır.

KERBELA ORTAK ACIMIZ

Muharrem ayı, aynı zamanda Hz. Peygamber (sav)’in torunu Hz. Hüseyin’in ve çoğu Ehl-i Beyt mensubu 70’ten fazla insanın siyasi ihtiraslar uğruna Kerbela’da şehid edilmesi nedeniyle Müslümanların ortak hafızasında büyük bir acının tarihidir. Bu ciğersûz hadise özellikle milletimiz başta olmak üzere, mezhebi ve meşrebi ne olursa olsun, bütün Müslümanların asırlardır dinmeyen ortak acısı olmuştur. Kerbela’da acımasızca şehit edilen Hz. Hüseyin ve arkadaşlarının bu hadisedeki asil duruşları ve haksızlıklar karşısındaki onurlu mücadeleleri bütün müminlerin gönüllerinde taht kurmuş, Hz. Hüseyin ve yakınlarına bu zulmü reva görenler ise insanlığın ortak vicdanında mahkûm edilmiştir.

Kerbelâ olayı, dünyanın hangi bölgesinde yaşarsa yaşasın, hangi dînî-kültürel alt kimliğe mensup olursa olsun, İslâm toplumlarının hemen hemen hepsinde önem atfedilen bir hadisedir. Bu öneme istinaden Muharrem, Aşura ve Kerbelâ’nın, İslâm toplumlarının dînî-kültürel hayatında da bazı yansımaları olmuştur. Müslüman coğrafyasında bu ayda tutulan oruçlar, pişirilip dağıtılan aşuralar ve Kerbelâ’da Hz. Peygamber (sav)’in torunu Hz. Hüseyin ile beraber ailesi ve yanında bulunanlardan şehid olanların yad edilmesi bunların başlıcalarıdır. Nitekim, Hz. Hüseyin’in şehadetine duyulan üzüntü şiirlere, mersiyelere ve maktellere yansımış, bu alanda pek çok eser vücuda getirilmiştir. Bunlardan birinde Aşık Yunus şöyle dile getirir duygularını:

Şehitlerin serçeşmesi, Enbiyanın bağrı başı, Evliyanın gözü yaşı, Hasan ile Hüseyin’dir

Hazret-i Ali babaları, Muhammed’dir dedeleri, Arşın iki küpeleri, Hasan ile Hüseyin’dir

Kerbela’dır yazıları, Şehid olmuş gazileri, Fatma Ana kuzuları, Hasan ile Hüseyin’dir

Derviş Yunus’un dünya fânî, Bizden evvel gelen hani, İki cihanın sultanı, Hasan ile Hüseyin’dir.

Günümüzde bütün Müslümanlara düşen önemli görevlerden biri, bu tür müessif olaylardan ibret almak, dersler çıkarmak ve birlik ve beraberliğimizi zedeleyecek her türlü olumsuz tutum ve davranışlardan kaçınmaktır.

Muharrem ayı ile bağlantılı olarak uzun yıllardır yaşatılan uygulamalardan birisi de aşura geleneğidir. Milletimizin komşularına, dost ve akrabalarına yılda iki defa dağıttığı güzelliklerden biri kurban, diğeri ise aşuradır.

Aşura paylaşmanın, dayanışmanın, birlikteliğin ve sevginin ifadesi, bolluk ve bereketin simgesidir. Aşuranın bu mecazî anlamı toplumumuz için bugün her zamankinden daha fazla önem taşımaktadır. Milletimiz, asırlardır sürdürdüğü gelenekle bugün de; “farklılıkların ahenk içindeki ortak tada katkı sağlamaları”, “birlik” gibi kültürümüzün özünde hep var olan güzellikleri devam ettirme bilinci ile birbirinden farklı tatları aynı kazanda kaynatıp, aşura aşı yapmaya, birlikte yaşamanın sembolünü tadarken muhabbeti paylaşmaya devam etmektedir.

Bu duygu ve düşüncelerle, şehitlerin efendisi İmam Hz. Hüseyin ve Kerbelâ şehitleri olmak üzere bütün şehitlerimizi rahmetle anıyor, onların İmam Zeynelabidin ile süren aziz hatırasını yad ediyor, Ehl-i Beyt-i Mustafa’yı saygıyla selamlıyor; asırlardan beri Hz. Peygamber ve Ehl-i Beyt sevgisi etrafında kenetlenen milletimizin barış, huzur, güven, karşılıklı sevgi ve saygı içerisinde yaşamaya devam etmesini Cenab-ı Mevla’dan niyaz ediyorum.

Muharrem Ayına Dair Haberler

Hicret’in 1432. senesini idrak etmiş bulunuyoruz. İlk ay Muharrem ayı. Bu mübarek ayda bir çok sevindirici hadise yaşandığı gibi, ne yazık ki üzücü hadislerde yaşanmıştır.

Cenâb-ı Hak bu gecelere yemin ederek onların kudsiyet ve bereketini bildirmektedir.

Bugüne “Âşura” denmesinin sebebi, Muharrem ayının onuncu gününe denk geldiği içindir. Hadis kitaplarında geçtiğine göre ise, bu güne bu ismin verilmesinin hikmeti, o günde Cenâb-ı Hak on peygamberine on değişik ikram ve ihsan ettiği içindir. Bu ikramlar şöyle belirtilmektedir:

1. Allah, Hz. Musa’ya (a.s.) Âşura Gününde bir mucize ihsan etmiş, denizi yararak Firavun ile ordusunu sulara gömmüştür.

2. Hz. Nuh (a.s.) gemisini Cûdi Dağının üzerine Âşura Gününde demirlemiştir.

3. Hz. Yunus (a.s.) balığın karnından Âşura Günü kurtulmuştur.

4. Hz. Âdem’in (a.s.) tevbesi Âşura Günü kabul edilmiştir.

5. Hz. Yusuf kardeşlerinin atmış olduğu kuyudan Âşura Günü çıkarılmıştır.

6. Hz. İsa (a-s.) o gün dünyaya gelmiş ve o gün semâya yükseltilmiştir.

7. Hz. Davud’un (a.s.) tevbesi o gün kabul edilmiştir.

8. Hz. İbrahim’in (a.s.) oğlu Hz. İsmail o gün doğmuştur.

9. Hz. Yakub’un (a.s.), oğlu Hz.Yusuf’un hasretinden dolayı kapanan gözleri o gün görmeye başlamıştır.

10. Hz. Eyyûb (a.s.) hastalığından o gün şifaya kavuşmuştur.

Hz. Hüseyin’in şehit edildiği elim hadise ise Muharrem’in 10. gününe yani aşure gününe denk gelmektedir.

Sitemizde Muharrem ayı ile ilgili yapılan haberleri sizler için toparladık.

http://www.nurnet.org/hicri-yeni-bir-yila-giriyoruz-1432/ (Mefail HIZLI – Şamil İslam Ansiklopedisinden)

http://www.nurnet.org/asil-hicret/ Asıl Hicret nedir, bunun mahiyetini açıklayan Hadis-i Şerif Meallerinin bulunduğu yazı.

http://www.nurnet.org/muharrem-ayinin-bilinmeyen-uc-ozelligi/ (Mehmet Paksu. Mübarek Aylar, Günler ve Geceler; Peygamberimizin Ramazan’ı ve Oruçları)

http://www.nurnet.org/alevilik-ve-kerbela-hadisesi/ Alevilik ve Kerbela hadisesiyle ilgili sorulara cevap arama yazısı

http://www.nurnet.org/peygamberimizin-asure-gunu-tavsiyeleri/ Samanyoluhaber’de yayınlanmış güzel bir yazı.

Asıl Hicret

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللَّهِ وَبَرَكَاتُهُ

Hicri yılbaşınızı ve Aşure gününüzü tebrik eder, hayırlara vesile olmasını temenni ederiz.

Resulullah Aleyhissalatu Vesselam Buyurdu ki …;

“Asıl muhacir, Allah’ın nehyettiği şeyleri terk edendir”

“Hicret iki türlüdür; biri kötülüklerden hicret, diğeri de Allah ve Rasulü’ne hicrettir” (Taberani)

“Fitneler etrafı sardığı bir zamanda ibadete yönelen kimse, sanki bana hicret etmiş gibidir.”

Bir kudsi hadiste de Yüce Allah:

“Ben kuluma bana karşı kalbinde sakladığı inanç ve niyete göre muamele ederim. Kulum beni zikrettiğinde ben onunla beraber olurum. O beni gizlice içinde zikrederse, ben de onu hususi olarak zatımla zikrederim. Kulum bana bir karış yaklaşırsa, ben ona bir zira’ (el üzeriyle dirsek arasındaki mesafe) yaklaşırım. O bana bir zira’ yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. Kulum bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak gelirim.” diyor. (Buhari, Müslim)

Hicretle alakalı baska hadislerde ise…;

“… Hicret kötülüğü terk etmendir.” (Ahmed b. Hanbel)

“Hakiki muhacir, hata ve günahları terk edendir.” (İbn Mace)

“Hakiki muhacir, Allah’ın haram kıldığı şeyleri terk eden kimsedir.” (Ebu Davud)

“Hicret hususunda en faziletli olan nedir ey Allah’ın Rasulü?” diye soranlara, Rasulullah’ın (s.a.v) cevabı şöyle olmuştur:
… Rabbim’in hoşlanmadığı tüm şeyleri terk etmendir.” (Ahmed b. Hanbel)

Abdullah b. Amr’dan: Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdular:
“Allah Teâlâ’nın en sevdiği kimseler gariplerdir.” “Garipler kimlerdir yâ Resûlallah?” diye sorulunca şöyle cevap verdiler: Dinleriyle birlikte (İslâm’ı yaşamak için bulundukları yerlerden) kaçanlardır. Allah Teâlâ onları Meryem oğlu İsâ aleyhisselâm ile diriltecektir.”

Abdullah b. Ömer’den: Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdular:
İslâm garip başladı, başladığı gibi garip olacaktır. O gariplere ne mutlu!” Soruldu ki: “Yâ Resûlallah! O garipler kimlerdir?” Şöyle cevap verdiler: “Kabileler(in)den (yurtlarından) ayrılanlardır…

“Gerçek muhacir, Allah’ın nehyettiği kötü şeylerden uzaklaşan kimsedir.”

“Asıl mücahit, Allah’a itaat hususunda nefsi ile cihad eden kimsedir.”

“Senin en azılı düşmanın, iki kaburga kemiğinin arasında devamlı seninle beraber bulunan nefsindir…

Rasulullah (a.s) Efendimiz, Uhud harbi dönüşünde, etrafındakilere:
Küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz.” buyurdu. Ashab:
“Ey Allah’ın Resûlü, büyük cihad nedir?” diye sorunca, şu cevabı verdiler:
“En büyük cihad, (Allah’ın emirlerini yerine getirmesi için) nefisle yapılan mücahededir.“
buyurdu.

Rasulullah (s.a.v) sahabelerine şöyle bir kıssa anlatmıştır:
Sizden önce yaşayanlar arasında, doksan dokuz kişiyi öldüren bir adam vardı. Bu adam bir ara yeryüzünün en bilgin kişisini sordu. Kendisine bir rahip tarif edildi. Adam ona kadar gidip, doksan dokuz kişiyi öldürdüğünü, kendisi için bir tövbe imkanının olup olmadığını sordu. Rahip, ‘Hayır, yoktur!’ cevabını verdi. Bu kestirme cevaba kızan adam, onu da öldürüp cinayetini yüze tamamladı. Adamcağız, insanlara yeryüzünün en bilgin kişisini sormaya devam etti.

Kendisine alim bir kişi daha tarif edildi. Adam ona gidip, şimdiye kadar yüz kişi öldürdüğünü, kendisi için bir tövbe imkanı olup olmadığını sordu. Alim zat, ‘Evet, vardır. Seninle tövben arasına kim perde olabilir ki?’ diye cevap verdi ve ekledi: ‘Ancak, falan memlekete gitmelisin. Zira orada Allah’a ibadet eden kimseler var. Sen de onlarla Allah ibadet edeceksin ve bir daha kendi memleketine dönmeyeceksin. Zira orası kötü bir yer’ dedi.

Adam yola çıktı. Giderken, yarı yola varır varmaz, ölüm meleği gelip ruhunu aldı. Rahmet ve azap melekleri adam hakkında ihtilafa düştüler. Rahmet melekleri, ‘Bu adam tövbekar olarak geldi. Kalben Allah’a yönelmişti’ dediler. Azap melekleri de, ‘Bu adam hiçbir hayır işlemedi, dediler. Onlar böyle çekişirken insan suretinde başka bir melek yanlarına geldi. Melekler onu aralarında hakem yaptılar. Hakem onlara, ‘Onun çıktığı yerle, gitmekte olduğu yerin arasını ölçün. Hangi tarafa daha yakınsa, ona teslim edin’ dedi. Ölçtüler ve gördüler ki, gitmeyi arzu ettiği iyiler diyarına bir karış daha yakın. Onu hemen rahmet melekleri aldılar.” (Buhari)

“Hz. Ali (r.a) anlatır :
– Rasulullah (s.a.v), Mekke’den hicret edip çıkacağı gece, kendisinin döşeğinde yatmamı emrettiğinde; ben ve peygamber (s.a.v) Kabe’ye gittik. Rasulullah (s.a.v) bana :
– Otur!.. Çök! buyurdu. Omzuma basıp yükselmek istedi. Birden gücüm, kuvvetim gitti! Peygamber (s.a.v), benim kuvvetten düştüğümü görünce, hemen omzumdan indi. Kendisi çömeldi ve:
– Bas omuzlarıma!..buyurdu.
Omuzlarına bastım. Bana birden güç, kuvvet geldi. İstesem semanın ufkuna ulaşacağım gibi bir hal oldu. Nihayet, Beytullah’ın üzerine çıktım. Beytullah’ın üzerinde, bakırdan bir put vardı. Onu yerinden oynattım. Rasulullah (s.a.v) :
– At onu aşağı! Buyurdu.
Aşağı atar atmaz put, sırça çanakların kırıldığı gibi kırılıverdi. Hemen Kabe’nin üzerinden indim. Rasulullah (s.a.v) ile birlikte, hiç kimseye görünmeden, yarışırcasına oradan uzaklaştık.”

İslam adına yapılan bütün hizmetler ve yolculuklar günümüz insanına hicret sevabı kazandırır ve ondan bir numune yaşatır insaallah ….

Bu mübarek gün ve gecelerde dualarınızı bekliyoruz…

Muharrem ayının bilinmeyen üç özelliği…

Bir tespit açısından belirtmek gerekirse, Muharrem ayının İslam tarihinde belli başlı üç önemli özelliği vardır. Birincisi oruç, ikincisi Hicrî takvimin başlangıcı olması, diğeri de Hz. Hüseyin ve evlatlarının Kerbela’da şehit edilmesidir. Muharrem ayında tutulan oruç, tarihi seyri yönüyle de bir özellik taşıyor. Peygamberimiz Medine’ye hicret ettikten sonra Medine’de yaşayan Yahudilerin oruçlu olduğunu öğrendi.

O gün Muharrem ayının 10. günü Aşura günüydü. “Bu ne orucudur?” diye sordu. Yahudiler, “Bugün, Allah’ın Musa’yı düşmanlarından kurtardığı, Firavun’u boğdurduğu gündür. Hz. Musa (a.s.), bir şükür olarak bugün oruç tutmuştur” dediler.

Peygamberimiz onlara, “Biz, Musa’nın sünnetini yaşatmaya sizden daha çok yakınız ve hak sahibiyiz” diyerek kendisi ve Müslümanlar o gün oruç tuttular. O yıl henüz Ramazan orucu farz olmamıştı. Fakat ertesi sene Ramazan orucu farz kılınınca Müslümanların oruç ayı Ramazan oldu. Aşure günü orucu konusunda ise Peygamberimiz herkesi serbest bıraktı, “İsteyen tutar, isteyen tutmayabilir” dedi. Böylece bu oruç, müstehab bir oruç olarak kaldı.

Bilgin sahabilerden İbni Abbas’ın rivayet ettiği bir hadiste de ifade edildiği üzere, bir karışıklığa meydan vermemek ve Yahudilere benzememek için Aşura gününden önceki günle sonraki gün ilave edildi, böylece üç gün oruç tutmak sünnet olarak uygulanır oldu. Dolayısıyla ne Peygamberimiz, ne Sahabiler, ne mezhep imamları ve müctehidler, ne de daha sonraki İslam âlimleri Muharrem ayının ilk on günü oruç tutulması konusunda bir beyanda bulunmamışlardır. Bunun dışındaki bir uygulamanın İslam ibadet tarihinde bir yerinin ve kaynağının olmadığını söylemek gerekir.

Muharrem ayının İslam tarihinde bir takvim başlangıcı olması, Hz. Ömer’in halifeliği döneminde tespit edilmiş, o tarihten bu yana pek çok İslam ülkesince kullanılagelmiştir. 1 Muharrem’in (dün) Hicrî yılbaşı olması, Noel kutlaması gibi bir geleneği olmamakla beraber, yılın ilk günü olması açısından bir önemi de bulunmaktadır.

Kur’ân’da ise Muharrem’in ayının farklı bir özelliğinden söz edilir. Tevbe Sûresinde (âyet:36), “Allah katında ayların sayısı, gökleri ve yeri yarattığı gün Allah’ın yazdığı şekilde, on ikidir. Bunlardan dördü haram aylarıdır, dosdoğru hesap işte budur” şeklinde bildirildiği gibi, bu dört aydan biri de Muharrem ayıdır. Haram ayları, değerli, önemli ve bu yönüyle de farklı özelliği olan aylardır ve o aylara karşı saygılı olunması bildirilmiştir.

Peygamberimizin ifadesiyle “Şehrullahi’l-Muharrem- Allah’ın ayı Muharrem” olarak bilinen Muharrem ayı, İlahi bereket ve feyzin, bollaştığı bir aydır. Allah’ın ayı, günü, yılı olmaz, ama Allah’ın rahmetine ermenin önemli bir fırsatı olduğu için Peygamberimiz tarafından bu şekilde bildirilmiştir.

Muharrem ayının peygamberler tarihinde de ayrı bir yeri vardır. Başta Hz. Adem olmak üzere, Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. Davud, Hz. Yakub, Hz. Yusuf, Hz. Eyyub, Hz Yunus ve Hz. İsa gibi peygamberler Aşura günü, özel olarak bazı nimetlere ermişler, bazı sıkıntılardan kurtulmuşlardır. Bu yönüyle bir yıl dönümü kabul edilmektedir.

Hz. Hüseyin (r.a) ve evlatlarının hunharca şehit edilmesi meselesine gelince, esas itibariyle şehitler mükâfatını almış, en yüce mertebelere ulaşmıştır, Yüce Allah’ın da zalimlere hak ettikleri cezayı en âdil bir şekilde vereceğinden şüphemiz yoktur.

Kaderî hükme boyun eğen her mü’min bu olaya üzülür, ancak itidalini ve soğukkanlılığını kaybetmez.

Duyguları onu birtakım taşkınlıklara götürmez. Çünkü meydana gelen bütün olaylar ezelî takdirin bir hükmüdür. Bu açıdan bunu bir “yas merasimi” haline dönüştürmek, sünnetin ruhuna uygun düşmemektedir.

(Mehmet Paksu. Mübarek Aylar, Günler ve Geceler; Peygamberimizin Ramazan’ı ve Oruçları)

Kaynak: Sorularla İslamiyet