Etiket arşivi: hicri yıl

1 Muharrem 1438

1 Ekim 2016 Cumartesi günü 1 Muharrem 1437 Hicrî yılını geride bırakıp 1438 Hicrî yılına girmiş olacağız inşâallah… Âlem-i İslâm için hayır ve bereketler ile İttihad-ı İslâm’ın muştusunu beraberinde getirmesi hâlisâne dileğimizdir.

Bu kutsal Muharrem ayının üstünlüğü, Müslümanlar için önemi ve değeri oldukça dikkate değer bir ay olmasında saklıdır.

İçinde barındırdığı olaylar ve zamanımıza kadar İslâm Ümmetinin ciğerini dağlayan tarihî olaylara şahitlik etmesi açısından da önem arz etmektedir.

O, Hicri takvimin ilk ayı ve Allah (c.c)’ın Tevbe suresinde bahsetmiş olduğu dört kutsal aydan birisidir. (1)

Şehrullahil-Muharrem” olarak meşhur olan, yani Allah’ın (c.c.) ayı Muharrem diye bilinen Muharrem ayı, İlâhî bereket, bağış ve feyzin, Rabbânî ihsan, cömertlik ve keremin coştuğu, zulüm, vahşet ve dehşetin dünyayı sardığı, mazlûmiyet ve mağduriyetin kol gezdiği bir atmosferde, rahmetin bollaştığı bir aydır.

Bütün zaman ve mekân Allah’a aittir ve Rahmeti de ezelden ebede her yeri kuşatmıştır. Ancak Allah Teâla’nın rahmetine ermenin önemli bir fırsatı olduğu için Peygamberimiz tarafından bu şekilde ifade edilmiştir.

Âşûre Günü ise Muharrem’in 10. günüdür. Âşure Gününün Allah (c.c.) katında ayrı bir yeri ve değeri vardır. Bu önemli günde Cenâb-ı Hak peygamberlerine çeşit çeşit nimet ve ikramlarda bulunmuş ve bu günün kudsiyetine değer atfetmiştir. Bu günlerde oruç tutmak çok faziletli ve sevaptır.

Bugüne Âşûra denmesinin sebebi, Muharrem ayının onuncu gününe denk geldiği içindir. Cenâb-ı Hakk’ın bu günde bol ikramı vardır.

Bu ikramların aşağıdaki hususlardan kaynaklandığı belirtilmektedir:

1.Allah, Hz. Musa’ya (a.s.) Âşûre Gününde bir mu’cize ihsan etmiş, denizi yararak Firavunun takibinden O’nu ve inananları kurtarmış, düşmanını sulara gömmüştür.
2. Hz. Nuh (a.s.)’ın gemisi Cûdi Dağının üzerine Âşûre Gününde demirlemiştir.
3. Hz. Yunus (a.s.)’ın balığın karnından kurtuluşu Âşûre günü gerçekleşmiştir.
4. Hz. Âdem’in (a.s.) tevbesi Âşûre günü kabul edilmiştir.
5. Hz. Yusuf (a.s), kardeşleri tarafından atılmış olduğu kuyudan Âşure günü çıkarılmıştır.

  1. Hz. İsa (a.s) o günde dünyaya gelmiş ve o gün semâya yükseltilmiştir.
    7. Hz. Davud’un (a.s.) tevbesi o gün kabul edilmiştir.
    8. Hz. İbrahim’in (a.s.) oğlu Hz. İsmail o gün doğmuştur.
    9. Hz.Yakub’un (a.s.), hasretinden dolayı kapanan gözleri o gün görmeye başlamıştır.
    10. Hz. Eyyûb (a.s.) hastalığından o gün şifaya kavuşmuştur.(2)
    11. Ayrıca, Hz. İbrahim’in bugünde ateşten kurtulduğu
    12. Hz.Yakub’un, oğlu Hz. Yusuf’a bugünde kavuştuğu kaynaklarda kaydedilen rivayetler arasındadır.

İşte bu kadar anlamlı ve kudsî hâdiselerin yıldönümü olan bu mübarek gün ve gece, Saâdet Asrından beri Müslümanlarca hep güzel bir tarzda değerlendirilmiş ve kutlana gelmiştir. Bugünlerde ibadet cihetiyle daha çok yoğun mesai harcamışlar, daha müteyakkız ve şuurlu bir hayat geçirmeye, derûnî alemlerini zenginleştirmeye daha çok gayret sarf etmişler, hasenat hanelerini zenginleştirmeyi bir mânevi kazanç olarak görmüşlerdir. Daha çok tefekkür, tezekkür, tövbe/istiğfar, okuma/anlama gibi faaliyetlerini artırmışlardır. Çünkü, Cenab-ı Hakkın bugünlerde yapılan ibadetleri, edilen tövbeleri kabul edeceğine dair hadisler ve rivayetler mevcuttur.

Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm Medine’ye hicret buyurduktan sonra orada yaşayan Yahudilerin oruçlu olduklarını öğrendi.

“Bu ne orucudur?” diye sordu.
Yahudiler, “bugün Allah’ın Musa’yı düşmanlarından kurtardığı, Firavun’u boğdurduğu gündür. Hz. Musa (a.s.) şükür olarak bugün oruç tutmuştur” dediler.
Bunun üzerine Resûlullah Aleyhissalâtü Vesselam da, “Biz, Musa’nın sünnetini ihyaya sizden daha çok yakın ve hak sahibiyiz” buyurdu ve o gün oruç tuttu, tutulmasını da emretti.(3)

Tirmizî’de de geçen bir hadiste Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır:

Âşure Gününde tutulan orucun Allah katında, o günden önce bir senenin günahlarına keffaret olacağını kuvvetle ümit ediyorum.” (4)

İslâm bilginleri aşûre orucunun vacip değil, sünnet olduğunda görüş birliği etmişlerdir. Yalnız İslâm’ın başlangıcındaki hükmü konusunda, Ebû Hanîfe vacip derken, İmam Şâfiî müekked bir sünnet olduğunu söylemiştir. Ramazan orucu farz kılındıktan sonra, bu oruç müstahap olmuştur. Ayrıca Yahudiler’e benzememek için Muharrem’in 9,10 ve 11’nci günlerinde oruç tutmak güzel görülmüştür.

Bu mânâdaki bir hadisi İbn-i Abbas rivayet etmektedir. Bunun için, müstahap olan, aşure gününü ortalayarak, bir gün önce veya bir gün sonrasıyla oruç tutmaktır.

Bu günler bize bir de Musa (a.s)’ın Firavun’a karşı mücadelesinin hikâyesini hatırlatıyor. (5) Ve yaşanılan zamanın Firavunlarıyla mücadele yollarını anlatıyor.

Milletçe yaşanılan günümüz olaylarının derin bir tefekkürle analizi, içinde bulunduğumuz şartların ağırlığı ve Müslümanların üstlenmeleri ve idrak etmeleri gereken mânevî sorumluluğu bir kez daha yeniden ve derinden hissetmelerinin en ehemmiyetli zaman dilimlerinden birini yaşamaktayız!

Milletçe yaşadığımız badireler ve 15 Temmuz sürecinde oynan gizli zındıka oyunları, emperyalist güçlerin ülkemiz üzerindeki haçlı ruhuyla kurduğu tu<aklar, inşâallah bu yeni yılla birlikte geride kalır.

Süfyanizmin kalıntıları ve O’nun tahribatını/saltanatını koruma çabaları, dış mihrakların desteğiyle çok yönlü bir kumpasın; din, vatan ve milletin parçalanması uğruna sergilenmesi, bu manevî zaman diliminde inşallah akamete uğrayacaktır.

Bu gün dünyanın küstah ve kibirli Firavunları, siyonist mihrakları ve süper zalimleri Musaları yok etmek, yeniden diriliş ve iman hareketinin önünü kesmek, nûrânî muştularını söndürmek için gaddarâne, sinsice ve orantısız bir güç kullanmaktadırlar. Rabbânî kafilelerin, nur kervanının seyr u seferini, firavunvârî taktik ve engeller durduramayacaktır inşâallah.

Firavun’ın saltanatı, tüm güçlerin elinde olduğuna inandığı halde feci bir şekilde son buldu. İnşâallah devrimizin münafık kardinalleri, Firavunları, süfyan ve deccal ruhlu karanlık mihrakları da zaman gelecek ki, 15 Temmuzda ve  Müslüman dünyasında akıttıkları kan gölünde ve kustukları küfür deryalarında Muharrem ve âşûre hürmetine, aynı Firavun ve adamlarının denizde boğulduğu gibi boğulacaklardır.

Yeterki bir olalım, kardeş olalım, diri bir Ümmet, kenetlenmiş bir millet olalım..!

İsmail AKSOY

Dipnotlar:

1-Tevbe: 9/36

2-Sahih-i Müslim Şerhi, 6:140

3-İbn Mâce, Siyam: 31.

4-Tirmizî, Savm, 47.

5-Kasas: 28/1-6

 

Hicri Yılbaşı Nedir? (Yeni Yılınız Hayırlı Olsun)

Hicri takvim, Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v)’in Mekke’den Medine’ye hicret etmesiyle başlamış olmaktadır. Bu tarih, 16 Temmuz 622’dir. Ayın yörüngesi üzerinde dönüşüne dayanılarak düzenlendiği için una (Hicri Kameri” veya “Sene-i Kameriye” gibi adlar verilmiştir. Hicri takvim, Peygamberimizin vefatından sonra, günlerin hesaplanmasında ortaya çıkan bazı karışıklıklar üzerine düzenlendi.

Hicri takvim ayın hilâl şeklinde göründüğü ilk geceyi ay başı olarak kabul eder. Ayın tekrar görünüşüne kadar geçen süreyi bir ay; on iki ay da bir yıl sayılır. Bu takvime göre ayın dünya çevresindeki dönüşü yirmi dokuz buçuk gün olarak kabul edilir. Bu sebeple bir ay 29, bir ay da 30 gün olarak kabul edilir. Böylece miladi takvimde bir yıl 365 gün, Kameri’de de 354 gün olarak hesaplanır. Bu yüzden hicri aylar miladi aylardan her yıl on bir gün önce gelir. Bu durum, hicri ayların mevsimlere denk düşmesine sebep olur. Bu yüzdendir ki, hicri takvimin bir ayı olan Ramazan, bazen kış, bazen de yaz mevsimlerine veya diğer mevsimlere rast gelerek, yılın bütün mevsimlerini, haftalarını, aylarını ve günlerini dolaşır. 36 yıl oruç tutan biri de yılın her ay ve günlerinde oruç tutmuş olur.

Hicri takvimde yılbaşı Muharrem ayının 1. günüdür. Muharrem ayını, Safer, Rebiyülevvel, Rebiyülâhır, Cemaziyelevvel, Cemaziyelâhir, Recep, Şaban, Ramazan, Şevval, Zilkade ve Zilhicce ayları takip eder.

                                                         *                                          *                                         *

Öncelikle şunu ifade etmek gerekir ki, Sahabiler Hz. Ömer (r.a.) devrinde Müslümanlar için bir takvim tesbit ederken, daha birçok önemli olay arasından Peygamber Efendimizin Mekke’den Medine’ye göç ettiği tarihi esas almaları çok büyük bir önem arz etmektedir.

Diğer taraftan Hicret, İslâm inkılâbının bir dönüm noktası olmuştur. Hicrete kadar geçen dönem zulüm ve işkence altında yaşanan eşi görülmemiş bir sabır ve metanet devresidir. Hicret, bu sabır ve metanetin İslâmın kutsal değerlerine olumsuz etkilerden başka birşey getirmeyeceğinin anlaşılması ve Cenab-ı Hakkın izniyle gerçekleşmiştir.. Böylece Hicret basit bir göç hadisesi değil, İslâmı kurtarma taktiği ve onu daha geniş kitlelere yayma idealinden kaynaklanmaktadır.

Gerçekten Hicretle hem Müslümanların hayatları kurtulmuş, hem de şahıslarında İslâmiyet kurtulmuştur. Yeni bir çevrede, yeni bir dostluk ve kardeşlik muhitinde yeni mü’minlerle kısa zamanda güçlenme imkânına kavuşmuştur.

Hicret eden mü’minlere “Muhacirler” ismi verilmiş ve bunların faziletleri ifade edilmiştir. Bu sebeple Hicretin İslâm tarihinde yeri büyüktür. Herkes bu fazilete sahip olma arzusunu içinde taşımıştır.

Bunun içindir ki, Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam Hicretin sadece Mekke’den Medine’ye göç eden mü’minlere bağlı bir fazilet olarak kalmaması, daha sonraki insanların da bundan nasiplenmesi için “Hicret”i önemli bir İslâmî kavram olarak değerlendirmiştir:

“Gerçek muhacir, Allah’ın yasakladığı şeylerden kaçınan, onları terk eden kimsedir.” (2)

“Hicret, kötülüğü terk etmendir.” (3)

“Gerçek muhacir, hata ve günahları terk edendir.” (4)

“Gerçek muhacir, Allah’ın üzerine haram kıldığı şeyleri terk edendir.” (5)

Bir seferinde hicretin en faziletlisinin hangisi olduğu sorulduğunda, Resulullah Aleyhissalâtü Vesselamın verdiği cevap şu olmuştur:

“Rabbimin hoşlanmadığı şeyleri terk etmendir.” (6)

Görüldüğü gibi Hicret mü’minlerin hayatında sadece belli bir tarih olayı olarak kalmamış, bir irşad kavramı olarak da varlığını devam ettirmiştir. Şu hadis-i şerif bir gerçeği çok daha açık ifade etmektedir:

“Mekke fethinden sonra hicret yoktur, ancak aynı derecede sevap olan cihad ve iyi niyet var. Cihada çağrıldığınız zaman severek koşun.” (7)

Bu sebepledir ki, Sahabiler tarih tesbitinde Hicret üzerinde görüşbirliği içindedirler. Müslümanlar o günden bu güne yılbaşını bu eşsiz olaya dayandırarak gelmişlerdir.

O günden bu güne 1400 yıl geçti. Dalâletten hidâyete, zulmetten nura, şirkten tevhide, günahtan sevaba, sebeplerin karanlık perdelerinden Allah’ın yüce Kudretine hicret edip iltica eden milyarlarca Müslüman muhacir dünyayı şereflendirmiştir.

İslâmın 15. asırda 1 milyarın üzerinde Müslüman aynı davaya gönül vermekte ve hicret kervanı Kıyamete doğru bir çığ gibi akıp gitmektedir.

(1) – Bakara Suresi, 189.
(2) – Buhari, Rikak: 26.
(3) – Müsned. 4:114.
(4) – Ibni Mace, Fiten: 2.
(5) – Ebu Davud. Vitr: 12.
(6) – Müsned. 2: 160, 191.
(7) – Müslim, imaret: 85.

(Kaynak: Sorularlaİslamiyet )

Diyanet İşleri Başkanı Görmez’den “Hicri Yıl ve Hicret Mesajı”

Müslümanlar için bir dönüm noktası olan hicret, tarihte yeni bir sayfa açmıştır. Hz. Ömer’in halifeliği döneminde hicretin gerçekleştiği gün, Hz. Ali’nin teklifiyle hicrî takvimin başlangıcı sayılmıştır. O günden itibaren de İslam âleminde 1 Muharrem hicrî takvimin başlangıcı olarak kabul görmüştür.

Bilindiği gibi İslâm’ın yayılmaya başladığı Mekke döneminde Sevgili Peygamberimiz ve ilk Müslümanlar sürekli baskı ve işkencelere hedef oldular. Sosyal, ekonomik ve kültürel ambargoya maruz kaldılar. İlk Müslümanlar önce Habeşistan’a, sonra da Medine’ye hicret ettiler. Peygamber Efendimiz (sas) ve ashab-ı kiram doğup büyüdükleri ve çok sevdikleri şehirleri Mekke ve Kâbe’den ayrılmak durumunda kaldılar.

Müslümanlar için bir milat olan hicret; Allah’a ve O’nun Kutlu Elçisi Rahmet Peygamberine gönülden bağlılığın bir ifadesi; hakka, hakikate, ilme, irfana ve medeniyete yapılan yolculuktur.

Hicret, Allah rızası için; anadan, babadan, evlattan, yardan, diyardan, maldan, mülkten hatta candan vazgeçmenin ibretli ve meşakkatli bir öyküsü; Yüce dinimizin rahmet yüklü mesajlarını bütün insanlığa ulaştırmak için çıkılan kutlu yolculuğun adıdır.

Hicret, yardımlaşma, dayanışma, paylaşma, dostluk ve kardeşliğin ifadesidir. Kardeşine kucak açarak onunla evini, iş yerini, yiyeceğini ve varlığını paylaşmanın; kardeşini himaye etme ve sahiplenmenin adıdır.

Hicret, asla maddi zorluklar ve zorlamalar karşısında bir kaçış değil; aksine İslâm’ı öğrenmek, öğretmek, yaşamak ve yaşatmak için yeni imkân ve zemin arayışıdır.

Aslında hicret, bir anlamda medeniyete hicrettir. Zira Peygamber Efendimizin (sas) hicretiyle Yesrib, Medine’ye dönüştü. Medine de medeniyet üretti. İslâm Peygamberi Hz. Muhammed (sas) kin, nefret ve intikam toplumundan bir sevgi ve merhamet toplumu meydana getirdi. Katı kalpli insanlardan, can taşıyan her varlığa, hatta eşyaya dahi şefkat ve merhametle muamele edecek bir toplum oluşturdu. Hem maddi hem manevi açıdan arındırdı onları. Çıkarcılığı, çapulculuğu ve fırsatçılığı revaçta olan bir topluma, kendisi için istediğini, kardeşi için de istemeyi, diğerkâmlığı ve kardeşliği öğretti. Komşusu aç iken tok gezilemeyeceğini gösterdi. Dürüstlüğü, güvenilirliği, aldatmamayı, helal kazancı, alın terini, hak ve hukuku, hakkaniyeti, eşitlik ve adaleti öğretti. İyiliği, güzelliği, hayrı, ahlâkı, samimiyeti, olgunluğu, takvayı gösterdi. İnsanlara hizmette, emanet ve mesuliyet bilincini, liyakati getirdi. İffetli ve ahlaklı bir toplum kurdu. İlim ve hikmete, hak ve hakikate, bilgi ve öğrenmeye âşık örnek bir nesil yetiştirdi. Fakirler, sahipsiz olmadıklarını; güçsüzler kimsesiz kalmadıklarını hep ondan, onun uygulamalarından öğrendi. Kısacası onlara temiz bir toplumun nasıl oluşması gerektiğini göstererek insan onurunu, insanca yaşamı, Müslümanlığı ve medeniyeti gösterdi.

Bugün bizim için de bir hicret söz konusudur. Fakat bu hicret sadece göç edecek yer ve yurt aramak değil; her durumda daha iyinin, daha güzelin peşinde koşmak, İslâm’ı daha bir samimiyet içinde yaşamaya çalışmaktır. Hicret işte bu yolculuğun adıdır. Hz. İbrahim’in (as) dediği gibi, hepimiz Rabbimize hicret etmekteyiz. Geçici olan bu dünyadan, ebedi olan gerçek âleme doğru göç etmekteyiz. Buradaki hicret, Sevgili Peygamberimizin bir hadislerinde buyurduğu gibi, Allah’ın yasaklarını terk etmektir.

Ne mutlu hicret edenlere! Ne mutlu yüreklerinde hicret ruhunu taşıyanlara!

Bu vesileyle bütün İslâm âleminin yeni hicri yılını tebrik ediyor; hicrî 1434 senesinin ülkemiz, gönül coğrafyamız, İslâm dünyası ve tüm insanlık için hayırlara vesile olmasını Yüce Rabbimden niyaz ediyorum.

Prof. Dr. Mehmet GÖRMEZ

Diyanet İşleri Başkanı

Hicretiniz Kutlu Olsun!

İman edip de hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla,canlarıyla cihad edenler,rütbe bakımından Allah katında daha üstündürler.Kurtuluşa erenler de işte onlardır.”(1)

İnsanlık tarihinin en büyük, en muazzam olayı, Mü’minlerin geçmişte vazife olarak yerine getirdikleri ve hayat devam ettiği sürece yapmaktan kaçınmayacakları bir iş, amel ve aksiyon süreci hicret.

İmandan sonra en önemli bir vazife olarak Müslümanların gündeminde yer almıştır bu tarihi hicret.

İslâm’ın sistematiği açısından büyük bir öneme sahiptir.Fevkalâde bir tesir icra eden ve yankı uyandıran bu olayın kahramanlarına Kur’ân muhacir ünvanını lâyık görmüştür. O günden bu güne mânevî pâyeleri en yükseklerde seyreden bu kutlu kesim, Muhammed (s.a.v) ümmetinin başında takdirle anıla gelmişlerdir.

Hz.Ömer’in (r.a) tarifiyle hicret; Hakla bâtılın ayrılış noktasıdır.

Hicret, elmas ruhlarla kömüre dönüşmüş ruhların ayrışmasıdır.

Hicret, küfrün karanlarından imanın aydınlığına koşmaktır.

Hicret, fâniden ve fena şeylerden Bâkî’ye ve bekaya sığınmaktır.

Hicret, İsyan ve tuğyânı terk ederek kâinat Hâlıkına kaçmaktır.

Hicret, her yönüyle Hakk’a teslimiyet ve inkıyattır.

Hicret; fedâkârlık, feragat ve menfaat-ı şahsiyeyi terktir.

Hicret; ye’sin, meskenet ve ataletin terkidir.

İmân ve Kur’ânın gereğini yaşayabilme adına kendisi için müsait zeminlerin hazırlanmasıdır. Ve bu çalışmanın içerisinde bulunanlara yardım ve destek olmaktır.

Hicret, büyük fütûhatların başlangıcıdır.

Hicreti, sadece Mekke-Medine boyutuna değil, o günün Müslümanlarına münhasır (özgü) bir fazilet gibi algılamak değil, bütün çağlara ve gelecek asırlara yayılmış, kalıcı ve sürekli bir ibâdet olarak algılamak gerekir.

Allah Resulü (s.a.v)’in ifade buyurdukları mâna derinliğini yakalayabilmektir :”Gerçek muhacir,”Allah’ın yasakladığı şeylerden kaçan, onları terk eden kimsedir.” (2) “Hakiki muhacir, hata ve günahları terk edendir.” (3)

Anlaşıldığı gibi hicret, mü’minlerin hayatında belli bir tarihî olay olarak değil, aynı zamanda bir irşad, tebliğ, iletişim, ulaşım, gönüllerin/ruhların fethi, hizmetin ve Kur’an Nurlarının yaygınlaştırılması, en ücra yerlere kadar bu mesajların iletilmesi, Hakk’ın/Hakikatın hâkim kılınması için meşrû yolların tâkip edilmesi, tekniğin ve teknolojinin ve buna bağlı olarak usûl ve metodların yerinde ve zamanında tatbik edilmesi gibi pek çok kavram ve mânaları içinde barındırarak varlığını devam ettirmesi gereken bir şuurlanma ve idrak odaklı bir dönüm noktasıdır.

Şu Hadîs-i Şeriflere dikkatinizi çekmek isterim :” Mekke’nin fethinden sonra hicret yok, ancak (aynı derecede sevap olan) cihad ve iyi niyet vardır. Cihada çağırıldığınız zaman (severek) hemen koşun.”(4) “Bozgun ve fitne-fesad döneminde ibadet etmek, benim yanıma hicret etmek gibi (faziletli) dir.”(5)

Evet, helâket ve felâket asrının fitne ve fesat odakları boş durmuyor. Delâlet ve ifsat şebekeleri, ihtilal ve Ergenekon çeteleri kol geziyor etrafımızda. Mâsûm ve günahsız insanlar hunharca katlediliyor. Maddî/mânevî yangınlar devam ediyor.

Böyle bir dönemde Kur’âna ve Sünnet-i Seniyyeye sarılmak, Resûl-i Ekrem (s.a.v)’in yanına hicret etmek gibidir. Tevhîd mücadelesinin önder ve rehberleri, başta peygamberler olmak üzere dâvâlarından aslâ tâviz vermemişler, hayatları boyunca onca ezâ ve cefaya rağmen hicreti hayatlarının bir parçası haline getirmişlerdir.

Hicret; Üstad Bedizzaman Said Nursî’nin ;

Pek çok münevver müçtehidleri ve nuranî muhaddisleri, kudsî hafızları, asfiyaları, aktabları âlem-i İslâmın aktârına uçurdu, hicret ettirdi. Şarktan garba kadar ehl-i İslâmı heyecana getirip, Kur’ân’ın hazinelerinden istifade için gözlerini açtırdı.” (6) veciz ifadesiyle topyekûn bir hizmet seferberliğidir,”bir medeniyet hamlesidir, bir aydınlanma sürecidir.”

Hicretin önemini kavrayabilmek için, onu hazırlayan sebep-sonuç ilişkilerini çok iyi anlamak gerekir.

Yesrib’i Medine-i Münevvere yapan ve İslâm Devleti’nin başşehri kılan bir çağın açılmasıdır hicret.

Hicret; bütün sahâbenin icmâ ve ittifakıyla hicrî yılın başlangıcı kabul edilmiştir. Hicrî Takvimin ilk ayı da Muharrem ayıdır.

Hicretiniz mübarek olsun.

İsmail Aksoy

www.NurNet. Org

Dipnotlar :

1-Tevbe, 9/20

2-Zübetü’l-Buhârî,1/6.H.No:4

3-İbn Mâce, Sünen,10/141.H.No:3934

4-Müslim, İmâret,85;İbn Mâce,a.g.e.,7/486.H.No:2773.

5-İbn Mâce,10/203 (3985)

6-Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat,19.Mektup