Etiket arşivi: Hidayet

İnsanlar imani konularda nasıl aldanıyorlar?

İlk insan Adem (as)dan beri insanlık, birbirine zıt iki yolda yürüye gelmiştir. Bu, kıyamete kadar da böyle devam edecektir.

Bu yollardan biri, iman ve hidayet yolu; diğeri de küfür ve dalalet yoludur.

İnsaf ve vicdan ışığında bakıldığında, bütün güzelliklerin, hayır ve kemalatın, huzur ve saadetin iman yolunda; çirkinlik, şer, tahrip ve hakka tecavüzlerin de küfür yolunda olduğu açık bir şekilde görülecektir.

Dış dünyadaki bu kutuplaşma ve zıtlaşma, insanın iç dünyasında da cereyan etmekte, duygular ve hisler arasında çatışma şeklinde ortaya çıkmaktadır. Kalp, akıl, vicdan insanı iman yoluna sevk ederken, nefis, his, heva ve vehim de inkar yoluna iterler.

İnsanın iç dünyası bu zıtların çarpışmalarına her zaman sahne olur. Bunlardan hangisi ağırlık kazanırsa, insan o cephede yerini alır, o yolda yürümeye başlar.

Bu alanda, insanı küfre sevk eden, fikri sapıklığa (dalalete) düşüren sebeplerin mühimleri üzerinde duracağız.

1 — Cehalet

Geçmişte ve günümüzde insanların küfre girmesine sebep olan saiklerin başında Cehil gelir. Feza araştırmaları yapan insan da eğer Allah’a inanmıyorsa, inanmamasındaki birinci sebep Cehalettir.

Burada kastedilen cehalet, eşyanın var oluşundaki niçin ve neden’i muhakeme eksikliği, yani basit ve sathi düşünmedir.

Cehaletin bir sebebi de, taassup ve taklittir. Geçmiş Peygamberler, kavimlerini imana ve tevhide davet ederken, karşılarına çıkan en büyük engel, bu olmuştur. Onlar, kavimlerinin taassubu ve atalarının sapık inançlarına körü körüne bağlılıkları ile ciddi mücadele vermişlerdir.

Kuran’da da bu husus üzerinde önemle durulur ve yanlışlığı vurgulanır.

Amr Bin As’a, bir gün: “Sen akıllı bir adamsın, İslamiyet’i kabulde gecikmene ne sebep oldu?” diye sorulmuştu. Amr Bin As’ın cevabı düşündürücü ve konumuza ışık tutucudur:

“Biz, bizden önceki kuşaktan yaşlı-tecrübeli, bize hakim bir toplulukla bir arada bulunuyorduk. Onlar karşılıklı dağlar arasındaki bir dağ yolunu tutup gittiler. Biz de oraya çıkıncaya kadar onlara uyduk. Onlar Peygamberi (asm) inkar ettiler. Onlarla birlikte biz de inkar ettik. O zaman yaptığımız iş üzerinde hiç düşünmedik. Sadece onları taklit ettik. Onlar ölüp gidince, işler bize kaldı. Kendimiz düşünüp karar vermek zorunda kaldık. Peygamberin (asm) işine bizzat bakıp doğruluğunu anlayınca, İslamiyet sevgisi kalbimize düştü…”

Günümüzde de durum değişmiş değildir. Çağdaş inkarcılar da, kendilerine büyük tanıdıkları, üstat kabul ettikleri şahısların ilkelerine, doktrinlerine, ideolojik fikirlerine, taassupla bağlı, körü körüne sadıktırlar.

2 — Kibir ve Gurur

İnsanların iman yoluna girmelerine mani olan ikinci husus, kibir’dir. Şeytanın Hak’tan sapmasına ve rahmetten kovulmasına, bu duygu sebep olmuştur.

Kibir, büyüklenme ve kendini yüksek görme hissidir. Kibir duygusunun asıl yeri, Allah hesabına, bütün kafir ve inkarcılara karşı üstün olmak, imanın izzetini korumak uğrunda hiç kimseye baş eğmemektir. Fakat düşüncesizlik ve gaflet yüzünden bu duygu insanı yoldan çıkarır, Allah’a ve Resulüne isyan bayrağını açtırır. Nitekim Nemrut’un ve Firavun’un kibri, onları, Allah’a karşı üstünlük taslamaya sevk ederken; Ebu Cehil’in kibri de kendisini Hz. Peygamber’e karşı üstün görmeye sevk etmiştir.

3 — Duygu yanılmaları ve yanlış değerlendirmeler (İnhiraf)

İnsanı küfre atan mühim bir sebep de, inhiraf denen duyguların yanılmasıdır. Tıpkı suyun içindeki bir cismi kırılmış gibi yanlış görme, hükmü ona göre verme ve o hüküm üzerinde fikir yürütmedir.

Bu hususu Bediüzzaman Hazretleri şöyle ifade eder:

“İnsan fıtraten mükerrem olduğundan hakkı arıyor. Bazen batıl eline gelir, hak zannederek koynunda saklar. Hakikatı kazarken, ihtiyarsız dalalet başına düşer, hakikat zannederek kafasına giydiriyor.”

Kişiyi inkarcılığa sürükleyen inhirafın pek çok sebepleri vardır. Mühimlerinden bazılarını şu şekilde sıralayabiliriz:

a) Maddi meselelerle devamlı meşguliyet, insanı maneviyattan uzaklaştırır. İman hakikatlerine karşı insanı anlayışsız hale getirir.

b) Allah Teala’yı yarattığı varlıklara (mahlukata) kıyas etmek de, mühim bir yanılma ve inkar sebebidir. Allah kainatın yaratıcısıdır. Her şey O’nun mahlukudur. Usta, eserine benzemeyeceği gibi Kainatın yaratıcısı da kainata benzemeyecektir.

c) İmani meselelerin yüceliği sebebiyle, aklın onların mahiyetini tamamen kavrayamayacağını düşünmemek… Bir şeyin varlığını bilmek başka, mahiyetini bilmek başkadır. Kainatta varlığını bildiğimiz halde, mahiyetlerini bilemediğimiz o kadar çok şey var ki… Mahiyetini kavrayamayışımız, o şeylerin varlığını inkar etmeyi nasıl gerektirmiyorsa Allah Teala’nın, meleklerin, Cennet ve Cehennem’in mahiyetlerini bilmememiz de onları inkar etmeyi gerektirmez.

d) Kafirlerin sayıca çokluğu, onların bazı imani meselelerin inkarında birleşmeleri de insanı dalalete atan sebeplerden biridir. Halbuki, kıymet ve ehemmiyet, sayı çokluğunda değildir. Nitekim, hayvanlar, sayıca büyük bir çoğunluğa sahipken, insan bütün hayvan türleri üstünde hakim olmuştur.

e) Maneviyatta ihtisas sahibi kimselere müracaat etmemek… Bir ilmin münakaşa konusu olmuş bir meselesinde, o ilmi bilmeyen kimselerin, başka bir ilimde ne kadar büyük ve kudretli de olsalar, sözleri geçerli değildir. Mesela, büyük bir mühendisin, bir hastalığını teşhis ve tedavisinde bir Tıp öğrencisi kadar sözü geçmez. Aynı şey manevi meselelerde de geçerlidir. Madde ile çok meşgul olduğundan maneviyattan uzaklaşmış, aklı gözüne inmiş, manevi meseleleri idraki daralmış kimselerin manevi meselelerdeki inkarları geçerli olamaz. Başta Peygamberimiz olarak umum 124 bin Peygamber ve asırlarca yetişmiş büyük alimler imani meselelerde ihtisas sahibidirler. O meselelerde onların sözleri dinlenir.

4 — Günahlara müptela olmak

İşlenen her bir günah, insanın kalp ve ruhunda yaralar açar, iman nurunu karartmaya başlar, insan günahta ısrar ettikçe kalbi, siyahlaşıp katılaşarak iman nurunu bütünüyle kaybedecek dereceye gelir. Bu bakımdan her günah içinde küfre gidecek bir yol vardır.

İşlenen günahların lekeleri tövbe ile hemen silinmezse, kalbi tamamen kaplayıp insanı küfre kadar götürebilir.

Bu konular muhtelif risalelerde yer almaktadır. Yukarıda ele alınan konular On Beşinci Sözün Zeylinde yer almaktadır. Oradan bir kısım alıntıları aşağıda yer almaktadır. 

Şeytan döndü, dedi: “Nasıl kandıramam? Ekser insanlara ve insanın meşhur âkıllerine Kur’ân’ı ve Muhammed’i inkâr ettirdim.”

Elcevap:

Evvelâ: Gayet uzak mesafeden bakılsa, en büyük şey, en küçük şey gibi görünebilir. Bir yıldız, bir mum kadar denilebilir.

Saniyen: Hem tebeî ve sathî bir nazarla bakılsa, gayet muhal birşey mümkün görünebilir.

Bir zaman bir ihtiyar adam Ramazan hilâlini görmek için semâya bakmış. Gözüne bir beyaz kıl inmiş. O kılı ay zannetmiş, “Ayı gördüm” demiş. İşte, muhaldir ki, hilâl o beyaz kıl olsun. Fakat kasten ve bizzat aya baktığı ve o saçı tebeî ve dolayısıyla ve ikinci derecede göründüğü için, o muhali mümkün telâkki etmiş.

Salisen: Hem kabul etmemek başkadır, inkâr etmek başkadır.

Adem-i kabul bir lâkaytlıktır, bir göz kapamaktır ve câhilâne bir hükümsüzlüktür. Bu surette, çok muhal şeyler onun içinde gizlenebilir. Onun aklı onlarla uğraşmaz.

Amma inkâr ise, o adem-i kabul değil, belki o kabul-ü ademdir, bir hükümdür. Onun aklı hareket etmeye mecburdur.

O halde, senin gibi bir şeytan, onun aklını elinden alır, sonra inkârı ona yutturur. Hem, ey Şeytan, bâtılı hak ve muhali mümkün gösteren gaflet ve dalâlet ve safsata ve inat ve muğâlata ve mükâbere ve iğfal ve görenek gibi şeytanî desiselerle, çok muhâlâtı intaç eden inkâr ve küfrü, o bedbaht, insan suretindeki hayvanlara yutturmuşsun.

Mehmet Dikmen – sorularlarisale.com

Doğru yola ulaşmak! Kim istemez ki?

Allah uğrunda çaba harcamak demek, herşeyden önce, imanını ciddî bir çaba sonucu elde etmek, korumak ve geliştirmek demektir. Şu veya bu kimse söylediği için değil!

Uğrumuzda çaba harcayanlara Biz yollarımızı göstereceğiz. Zira Allah iyilik yapan ve iyi kulluk edenlerle beraberdir. (Ankebut Sûresi, 29:69)

Yüce Allah bu âyetinde kesin bir vaadde bulunuyor, bir garanti veriyor.

Biz yollarımızı göstereceğiz” buyuruyor. Bunu, mutlaka gerçekleşecek bir sonuç olarak bildiriyor.

Yalnız, bu vaade hak kazanmak için bir şart var:

Onun uğrunda çaba harcamak. Âyetteki orijinal tabiriyle, cehd etmek, cihad etmek.

Tabii, burada kastedilen şey, “cihad” kelimesinin zaman içinde ağırlık kazanan anlamı olan savaştan ibaret değildir. Gerçi zaman ve zemin gerektirdiğinde elbette o anlam da bu âyetin kapsamına girer. Fakat Allah uğrunda çaba göstermek, Onun uğrunda savaşmaktan çok daha geniş bir kapsama alanına sahiptir. Zaten bu âyet de Mekke döneminde, savaşın meşru kılınmasından senelerce önce inmiş bir âyettir.

Allah uğrunda çaba harcamak demek, herşeyden önce, imanını ciddî bir çaba sonucu elde etmek, korumak ve geliştirmek demektir. Şu veya bu kimse söylediği için yahut moda öyle olduğu için değil, bir tahkik sonucu iman eden, bunun için delil araştıran, gerçeği bulmak için çaba harcayan, yanlış bir yola sapmamak için gayret gösteren, Allah rızasına erişmek için ter döken kimsenin, bu âyetten ümitlenmesi için yeterli sebep var demektir.

Âyetteki vaadi düşünürken, bunun muhalif şıkkını da gözden uzak tutmamak gerekir:

Allah uğrunda çaba harcayanlara doğru yol vaad edilmiş olduğuna göre, bu uğurda ciddî çaba harcamayan kimse için böyle bir taahhüdün olmaması doğaldır. Çabalayan doğru yolu bulur; çabalamayan kimse için ise şaşma ihtimali her zaman var demektir. Evet, hidayet, başka âyetlerde de açıkça bildirildiği gibi, Allah’tandır; ancak Allah bunu taahhüt etmek için kulun göstereceği çabayı şart koşmuştur.

Dikkati çeken bir başka nokta daha var:

Âyet tek bir yolu göstermekten değil, “yolları” göstermekten söz ediyor. Gerçi bu, dinin birden fazla olabileceği anlamına gelmez; çünkü “Allah katında din İslâmdır” ( Âl-i İmrân Sûresi, 3:19.) âyeti böyle bir yoruma engeldir. Ancak, bu ifadede İslâmın genişliği açıkça görülmektedir. Gerçekten de, bu hak dinin içinde, onun esaslarından hiç sapmaksızın Allah’ın rızasına ulaştıracak pek çok yol vardır. Kıyamete kadar gelmiş ve gelecek bütün zamanlar, bütün toplumlar, bütün bireyler, kendi hayat şartlarına ve özelliklerine göre, bu geniş ve yüce din içinde kendilerini Rablerinin rızasına ulaştıracak bir yolu mutlaka bulabilirler.

Bu âyet-i kerime, dinin genişliğinden başka, âkıbet hakkında verdiği taahhütle de gönülleri rahatlatıyor. Böyle bir taahhüdü aldıktan sonra, artık Allah uğrunda çaba harcayacak bir kimsenin “Acaba yolda kaybolur muyum? Yanlış yapar mıyım? Fazla derine dalarsam boğulur muyum? Doğru yol diye sapıklıkların içine düşer miyim?” şeklinde endişeler taşımaması gerekir. Hakikati araştıranlar için bunda büyük bir rahatlık vardır. Ancak, çabanın yanı sıra, “niyet” şartını da unutmamak gerekir. Çaba “Onun uğrunda” olmalıdır. Eğer Onun rızasından başka bir amaç güdülmezse, bir de Onun rızasına lâyık çaba esirgenmezse, Allah da kulundan doğru yolu esirgemez. Böylece, âyet “niyet + çaba = doğru yol” şeklinde özetleyebileceğimiz bir formül ile bize kurtuluşun çaresini gösteriyor.

Âyetin (ve bu âyeti barındıran sûrenin) son cümlesinde de bu anlamı vurgulayan bir İlâhî yasaya gönderme yapılmıştır:

Allah muhsinlerle beraberdir.”

Gerçi bu konu üzerinde daha başka bir bölümde ayrıca durulacaktır; ancak burada şu kadarını belirtelim ki, yukarıda anlatılan “niyet + çaba” formülü, yani, “sağlam niyet ve ona lâyık çaba” bu cümledeki “ihsan” kavramına açıklık getirmektedir.

Muhsin, ihsan sahibi demektir. İhsan ise iyiliktir. İyilik yapmak, yaptığını en güzel şekilde yapmak, iyi kul olmak, kulluk görevlerini en iyi şekilde yerine getirmek demektir.

Başka bir deyişle, “Onun uğrunda çaba harcamaktır.”

İşte bunu yapan kimse ile Allah beraber olur. Allah’ın beraber olduğu kimse de doğru yolu bulmuş demektir.

Ümit ŞİMŞEK

Romanya’da yaşanan bir ihtida hikayesi!

İlan edilmiş ancak yaşanmamış bir sevdanın hikayesidir Victor’un hayatı.

UNESCO Romanya Temsilcisi Victor Nitelea Romanya’da Kültür merkezi açan Türklerle irtibata geçer. Bunda Osmanlı’ya doğru bir yerden bakmasının ve Türklere karşı sempati duymasının etkisi de vardır. Bir zaman sonra Türk kültürüyle tanışan Nitelea, vakfın faaliyetlerine aktif destek verir. Vakfın Kurban faaliyetlerinde ve iftar proğramlarında hep vakıf üyelerinin yanında bulunur. Victor Nitelea vakıf temsilcilerinin samimiyetinden ve dostluklarından etkilenmiştir.

Romanya’daki Türklerle gönül bağı kuran Victor Nitelea bir zaman sonra kanser olur. İyi ilişkiler kurduğu Türkiyeli Mustafa o ara vefat edince Victor buna çok üzülür. Hastalığı günbegün ilerler. Ziyaretine gelen Türk dostlarına ‘’Mustafa beni çağırıyor bunu hissediyorum” der. Victor geri dönüşü olmayan bir sürece girer. Ayağa kalkamaz. Vücut fonksiyonları devre dışı kalır. Konuşmada dahi sıkıntı yaşar. Sürekli ziyaretine giden Türk kültür vakfının temsilcisi Victor’un geri dönülmez bir sürece girdiğini görünce ona açıkça tebliğde bulunur. Aralarında şöyle bir diyalog geçer:

‘’Victor, gel İslam ol!”

‘’Ben zaten bir olan Allah’a inanıyorum!”

‘’ Öyle değil! Seni çağırdığını söylediğin Mustafa ile ve bizlerle diğer alemde de birlikte olmak istemez misin?”

‘’Tabi ki sizlerle birlikte olmak isterim!”

‘’Bizimle birlikte olman için, kelime-i şehadet getirerek, İslam dinine girmen gerek, bu şart” der, vakfın temsilcisi.

‘’Peki ne yapmam gerekiyor”

Victor, hiç tereddüt etmeden söylenen kelime-i şehadeti tekrarlar.

‘’Hepsi bu kadar mı?” der Victor.

‘’Hayır, İslam’ın beş şartı vardır. Bunlardan birisini şimdi yerine getirdin. İkincisi oruç tutmaktır. Senin durumun bu şartı yerine getirmeye müsait değil. Dolayısıyla bu şarttan muafsın. Üçüncüsü zekat vermektir. Sen şimdi muhtaç durumdasın. Bu şarttan da muafsın. Dördüncüsü hacca gitmektir. Bu vaziyette bu şartı da yerine getirmen mümkün değil, bundan da muafsın. Beşinci şart namazdır ki bu konuda yapacak bir şey yoktur. Ancak şu anda yatalak vaziyetteyken bunu tam olarak yerine getiremezsin. Fakat namazını gözünle dahi kılabilirsin. Bu durumda sureleri ezberlemen de mümkün gözükmüyor. Şimdi sen şu kağıda yazdıklarımı, namaz vakitlerinde tekrar et inşallah namaz da yerine gelmiş olur. Allah’ın rahmeti boldur.”

Victor’un eline uzatılan kağıtta; ‘’Sübhanallah, elhamdülillah, Allahu Ekber” yazmaktadır.

Türk vakfının temsilcisi orada namazın nasıl, hangi vakitlerde kılınacağını anlatır.

Vakıf başkanı ve arkadaşları Victor ölmeden önce yine ziyaretine gelir. Artık kımıldayamaz ve konuşamaz vaziyettedir Victor. Başucunda dua okuyup kalkarlar. Tam kapıdan çıkarlarken, elindeki kağıdı kaldırır ve ‘’Sübhanallah, Elhamdülillah, Allahu Ekber!” der Victor.

Victor birkaç gün sonra Hakk’a yürür. Romanya geleneklerine göre ölen biri bazı değer verdiği eşyalarıyla gömülür. Mezarlıkta vakıf temsilcilerini gören hanımı, Victor’un cebinden kağıdı çıkarır gösterir ve tekrar cebine koyar. Victor öylece gömülür.

Büyük çoğunluğu komünizm döneminde geçen Victor’un hayatı; yeşili yorulmuş yabani otların arasından boy veren kırmızı bir gül olur, ilan edilmiş ancak yaşanmamış bir sevda olur.

Arif Akpınar

Arifakpinar1@twitter.com

arifhanakpinar@hotmail.com

Meksika’dan Selamlar ve Bazı İnayat-ı İlahiyeyi Tezekkür!

“و امما بنعمة رببك فحددث”.

“Bismillahirrahmanirrahim”

“وبه نستعن”

Kanaatimizce, bugüne dek imhal edilmiş (ertelenmiş) ve kısmen de unutulmuş Latin Dünyası ve hususan Meksika’dan bol Selam eder; burada Risale-i Nur’ların intişarı ile bu mazlum halkın da Kur’ani ve İslami hakikatler ile Nur’lanmaları ve saadet-i dareyne mazhar olabilmeleri için dualarınızı bekleriz.

25 milyonluk başkent Meksiko City de 2 bin civarında; 120 milyonluk Meksika’da da 7 bin civarında Müslüman’ın bulunduğu ve bu Müslümanlar arasında da 4-5 ayrı grup seklinde (Selefiler, Vehhabiler, Şiiler ve Sünniler) ayrıldıklarından ve ciddi manada İslamiyeti ve İmani erkanların izahat ve ispatı seklinde sual ve ihtiyaçlara cevap vermeyi hedef ittihaz eden bir cemaat olmadığından, yerli halk gibi Müslümanlar da Risale-i Nur ve hizmet tarzına kendi tabirleri olan “Bu Millet Dine Aç” ifadesi mübalağa değil bilakis nakıs olsa gerek…

İnşaallah bizim de buraya vardığımız ilk birkaç günlük sure zarfında

“و امما بنعمة رببك فحددث” Ayeti celilince, Risale-i Nur Hizmetinin mazhar olduğu bazı ihsanat-ı İlahiye’yi tezekkür edeceğiz.

Gelmeden sosyal medya vesilesi ile irtibatlı olduğumuz; yeni Müslüman olmuş Yusuf Carlos Abi’miz bizleri havaalanından aldıktan sonra, kendi etraflarında oluşturulmuş ve hafta sonları namaz ve siyer/fıkıh gibi sohbetler için kullandıkları Musalla tabir edilen, içinde pek mobilyası olmayan bir evde bizleri misafir ettiler.

Gece vardığımızın akabinde, sabah Cuma namazının kılındığı ve Sünni Müslimlerin geldiği Mescide vardık. Henüz Türkiye’de iken yine internet vesilesi ile tanıştığımız, 4 yıldır Meksika’da olan bir abimiz ile Cuma da görüşmek üzere randevulaştık. Allah razı olsun, kendisi de “Gelirseniz biz de unutmaya başladığımız bazı manaları inşallah yaşamaya başlarız” demişti. Hakikaten kendisi de çok memnun olup, hususi işlerini bırakarak araç noktasında ve diğer ihtiyaçları karşılama noktasında müşavirlik yaptığı gibi ;20 yıldır burada yaşayan ve buradan evlenmiş diğer bir abimiz ile tanıştırdı. Bu abimiz de hem kendisi hem de 10 yaşındaki yarı Meksika’li oğlu için çok sevindi; ilk derslerimiz de bu abilerimiz ile oldu. Hatta bu abimiz ilk tanıştığımız vakit bize 2-3 gün önce gördüğü rüyayı anlattı. “Rüyamın tabirinde bugünlerde birkaç kişi ile tanışacaksın ve bundan sonra hayatin çok daha verimli olacak.”

Elhamdülillah Türkiye’den gelen sizlerle tanıştık. Ben ve ailem için en güzel tanışma bu olabilirdi” diye ifade edince, biz de bu mana şahıslarımız değil inşallah Risale-i Nur’lar ve şahs-ı manevisidir dedik. Elhamdülillah, her gün ya bizzat bulunduğumuz kitap fuarına bizi ziyarete gelir, oğlu ile birlikte, ders okuruz, o da Türk kahvesi yapar, gelmediğinde de aksam muhakkak arar. Demek ki Ruhları bu imdad-ı Ruhani’yi hissetmişler.

Bu abiler ile tanışmak büyük bir mana olsa da, asıl mübaşeretine vesile oldukları ve bizim de iştirakimizi temin ettikleri “Exposotory” denilen büyük ve bilindik bir Kültür-Sergi-Fuar Merkezi’nin giriş katının tahsis edildiği İslami Kitap ve Fotoğraf sergisi oldu.

Burası bizim için; hem bir neşri efkâr ve hizmet meydanı; hem İslamiyet’e meraklı Hıristiyanlar; hem de Müslüman’lara ulaşmamız için -tabiri caiz ise- tertip edilmiş ve tarihi de buna göre ayarlanmış bir fuar.

Aynı zamanda herhangi bir ücreti olmaması ile birlikte inşallah 23 Temmuz’a dek sürecek.

Bizler de gelirken elhamdülillah, İstanbul’da ki abilerimiz vesilesiyle ve Ankara’dan aldığımız 130 kg’a yakın kitap ve broşürleri getirmiş; fakat Müslüman sayısını duyunca bu kitaplar ihtiyacın fevkinde olabilir diye düşünürken şimdiden; kitap ihtiyacımız belirmeye başladı. Biz de bunları buradan nasıl temin edebilir ve hatta bastırabiliriz diye düşünmeye başladık. Dua ediniz Cenab-ı Allah kitapların ulaştığı elleri layık ve okuyanlara da tesir ettirsin, Âmin.

Getirilen İspanyolca kitaplar başta olmak üzere, İngilizce ve Arapça olanlar da çok revaç görmekte olup; sadece 2 grup olduğumuzdan ve her ikimiz de (hem Selefi grup; hem de Risale-i Nur’lar) gelenler ile alakadar olup, ihtiyaçlarına muvafık kitaplar hediye etmekte ve sadece merak edip, bunun için gelenlerin sualler sorup, tatminkar cevaplar aldıklarını görünce hüsn-ü istihsan ederek ihtiyaçları olan kitapları muştakane alarak, irtibat bilgilerimizi alıp, kendileri de irtibat bilgilerini bırakıyorlar.

Özellikle de Türkiye’den gönüllü olarak sadece bunu bir vazife olarak kabul edip, İslamiyeti anlatma gayesiyle geldiğimizi öğrenince Hristiyanı da Müslümanı da ve hatta ateisti de memnun olup, sualleri için irtibatı devam ettirme arzularını dile getiriyorlar.

Elhamdulillahi haza min Fadli Rabbi

Acziyetimiz için de Cenab-ı Allah’ın Kudret tecellisi çok zahir görünüyor. Fakat düne göre yapılan hizmet her ne kadar muntazam görülse de henüz yapılması gereken ve ulaşılması lazım gelen milyonlar var. Dualarınızı ve dualarımızı beklemekteler.

Ayrıca misafir olarak kalmakta olduğumuz mescidin dünkü siyer sohbetlerine iştirak ettik. Kendileri de bizim gibi dönerli bir şekilde ders yapmaktaydı. Büyük çoğunluğu yeni Müslüman olmuş, gerisi de Hıristiyan veya inşallah yeni hidayet nasip olacak bir cemaat olup; derslerinin akabinde önce kendilerini böyle bir ortamda muhafaza etmeye çalışıp, İslam’ı öğrenmek için ev tutmaları ve vakit ayırarak bir araya gelip 15-20 kişilik ders halkaları oluşturdukları için tebrik ettik. Fakat hemen akabinde Türkiye’yi nazara vererek; Risale i Nur ve Hizmet tarzımızı anlattık. Kendilerinin de çok hoşlarına gitmek ile beraber inşallah haftaya dersin bir saati de Risale-i Nur’lardan olacak. Hepsine ayrılmadan kitaplar verildi.

Hatta bir kaçı, “Buraya gelemeyen arkadaşlarımız da var, onlara kitap götürsek olur mu?” diye arz-ı ihtiyaç ettiler. Dersi yapan imam da “her şeyden önce Türkiye’den bu mana için kalkıp gelen sizleri tebrik ediyorum” dedikten sonra, “biz burada ki Müslümanlar hem İspanyolca, hem de diğer dillerdeki tüm kitaplara karşı büyük bir ihtiyaç içindeyiz. Eğer gönderirseniz, ben bizzat ulaştıracağım” dedi ve hizmet tarzımızı ve Risale-i Nur’ların mahiyetini dinlemeye ve Arapça ile İspanyolca Cemaate tercümeye başladı.

Biz de kendisi ile hususi istişare etmek üzere, önümüzdeki pazardan önce, randevu verdik. İnşallah, tekrar görüşerek beraber veya ayrı neler yapılabilir diye görüşeceğiz.

Ayrıca mescitte, Cuma da tanıştığımız, Mısır’lı, Cezayir’li ve buranın yerli Müslümanları bu gaye ile Meksika’ya gelen bu heyetimizi ve Risale-i Nur’ları hüsn-ü istihsan ederek; “Beraber ne yapmamız gerekiyorsa hazırız. Çünkü buradaki Hıristiyanlar da Müslümanlar da hakikatlere aç” dediler.

Zaten görüştüğümüz Hıristiyan’ların büyük çoğunluğu “Bizim Allah ile sorunumuz yok, Kilise ile var” diyerek (We have no problem with God, our problem is with Church) diyerek; durumu betimliyorlar.

Henüz, bizi kuzey sınırında Rosarita’dan ve Güney’de Müslüman olmaya başlayan köylerde oranın imamları ve İstanbul’dan bizi irtibatlandırdıkları Meksika’lıları ziyaret edemedik.

Elhamdülillah yoğun bir faaliyet 3 gündür devam ettiğinden dördümüz de kahvaltıdan başka; pek vakit kalmıyor, farklı bir meşguliyete… Bu faaliyetteki lezzet ve akabindeki yorgunluk; ne mobilyasız dershaneyi ne de unutulan öğünleri hatırlamaya vakit vermiyor. İnşallah, Cenab-ı Hak kabul eder de müessir olmuş olur, yapılan faaliyetler…

İnşallah vakit bulabilirsek ziyaretlerimiz ve oralarda -yeteri kadar- kalırsa kitap ulaştırırız. Burası başkent, İslam’ı ve Allah’a imanı anlatan kitaplara ulaşamıyorlarsa, güney ve kuzeyde muhakkak ki daha çok ihtiyaç hissetmektedirler.

Müessir dualarınızı beklemekteyiz.

Kardeşleriniz

Selam ve Dua ile

Meksika Nur Talebeleri

Hristiyan Katolik olan Dorota, Meryem Duru oldu!

Polonya uyruklu Dorota Bogucka, Adana Müftülüğüne gelerek Müslüman oldu. Özel bir şirkette müdür olarak çalışan Hristiyan Katolik olan Dorota, ezan sesi karşısında çok duygulandığını ifade etti. Müslümanların dinlerine çok bağlı olduğunu, kültürleri ile yaşantılarının kendisini etkilediğini vurgulayan Dorota, Merkez Sabancı Merkez Camii’nin muhteşem görüntüsüne olan hayranlığını da dile getirdi.

Adana Müftü Yardımcısı Mustafa Turan’ın huzurunda şahadet getiren Dorota, Meryem Duru ismini aldı. İl Müftü Yardımcısı Mustafa Turan kendi isteğiyle İslam dinini seçen Polonyalı kadını tebrik etti. Turan, “Meryem Duru Hanım, geçmiş günahlarınızın Müslüman olduktan sonra affolunduğunu Peygamberimiz (SAV) müjdelemektedir. Bundan sonraki hayatınızda İslam’a uygun yaşamalısınız. Sizi hidayete erdiren Allah’a hamd olsun. İfade ettiğiniz gibi mutlu olacaksınız, inşallah.” dedi.

İhtida belgesini alan Meryem Duru, Adanalı Çağatay Coşan ile evlenmek istediğini ifade etti. Duru’ya başörtüsü, ilmihal, Kur’an-ı Kerim meali ve çeşitli kitaplar hediye edildi. İhtida töreninde İl Müftü Yardımcısı Saliha Bilgiç, Vaiz Hatice Çerçi ve Kur’an kursu hocaları hazır bulundu.

Cihan