Etiket arşivi: Hudeybiye

Mekke’nin Fethi (630)

Tarih: 01 Ocak 630’da (Hicri 20 Ramazan 8)

 Fetih, “kapalı veya örtülü bir şeyi açmak” demek. İslâm’ın fetihleri, insanların kafa ve gönüllerini hakikate kapatan, onların ilâhî mesajın ışığını almasına mani olan “küfür örtüsü”dür. Miladi takvime göre 1 Ocak tarihi Mekke’nin fetih yıl dönümü. Bu vesileyle Efendimiz s.a.v.’in örnekliğinde fetihlerin en büyüğü olan Mekke’nin fethini, İslâm’ın gönülleri fethini hatırlayalım.

Mekke, alemlere rahmet olarak gönderilen eygamber Efendimiz s.a.v.’in dünyaya teşrif buyurdukları, çocukluk ve gençlik yıllarını geçirdiği şehir… Nübüvvet kitabının hem ön sözünün hem de son sözünün indirildiği, Hz. Adem a.s.’dan itibaren tevhit inancının merkezi ve müslümanların kıblesi olan Kâbe’nin de bulunduğu şehir…

Allah Rasulü s.a.v. kendisine peygamberlik vazifesi verildikten sonra önce Mekkelileri Allah’ın dinine davet etmiş, fakat onlar bunu kabul etmedikleri gibi müslüman olmaya başlayan herkese ellerinden gelen bütün eza cefayı da çektirmişlerdi. Hatta o kadar ileri gitmişlerdir ki, Rasulullah s.a.v.’i öldürme kararı almışlar, Cebrail a.s.’ın haber vermesiyle kurdukları tuzak boşa çıkmıştır.

‘Senden çıkarılmasaydım…’

Mekkeli müşriklerin bitmeyen eziyetleri sonucunda müminlerin dayanacak güçleri ve sabırları kalmayınca, Peygamber Efendimiz’in niyazıyla müminlere hicret, Mekke’yi terk etme izni verilmişti. Efendimiz s.a.v. Mekke’den çıkarılırken yaşlı gözlerle Mekke’ye dönmüş; “Ey şehir, senden çıkarılmasaydım vallahi seni terk etmezdim!” demişti.

indirHicret sonrası Mekkeliler yine boş durmadılar, Efendimiz s.a.v. ve müslümanları yok etmek için uğraştılar: Fakat Bedir’de hezimete uğradılar, Uhud’da umduklarına eremediler, Medine’ye kadar gelip Hendek bozgununu yaşadılar ve nihayetinde Hudeybiye antlaşması… Elbette bu yaşananların her biri Mekke’nin fethine zemin hazırlayan olaylardı. Ama sonuçları itibariyle diğerlerinden biraz daha önem ve farklılık arz eden Hudeybiye antlaşması olsa gerek. Zahiren bakıldığında müslümanların aleyhinde gibi görünen birçok madde vardı bu anlaşmada. Aslında Mekke’nin fethine açılan ve sonuçta İslâm’ın bütün iklimlere yayılmasına vesile olacak bir sözleşmeydi bu.

Feth’e açılan kapı: Hudeybiye

Hicretin üzerinden altı yıl geçmişti. Müminler, Efendimiz’le birlikte umre yapmayı çok istiyorlardı. Bunun üzerine Efendimiz s.a.v. Kâbe’yi ziyaret etmek isteyenlerin hazırlanmasını emretti. Hazırlıkların tamamlanmasından sonra bin beş yüz sahabi ile Mekke’ye doğru yola çıkıldı. Niyetlerinin barış olduğunu göstermek için yanlarına yolcu kılıcı denilen kılıçtan başka silah almamışlardı. Zülhuleyfe mevkiine geldiklerinde ihrama girdiler ve umre için niyet ettiler. Mekkeli müşrikler Efendimiz s.a.v.’in hareketini öğrenince toplanarak ne pahasına olursa olsun Mekke’ye girmesine izin vermemeyi kararlaştırdılar. Efendimiz s.a.v. de kan dökülmesini istemediği için Mekkelilerin bu tavrına karşılık onların teklif ettiği bir anlaşma yapıldı. Bu anlaşmanın bazı maddeleri şöyleydi:

• Müslümanlar bu yıl Mekke’ye giremeyecekler ve Kâbe’yi ziyaret edemeyecekler, gelecek yıl bu ziyareti yapabileceklerdir. Ertesi yıl ancak üç gün Mekke’de kalabilecekler, bu süre zarfında hiçbir Mekkeli onlarla görüşmeyecek.

• Kureyş’ten birisi bu arada İslâm’ı kabul eder ve müslümanlara sığınırsa, bu kişi müslümanlar tarafından kabul edilmeyecek fakat Mekke’ye iltica eden hiçbir müslüman iade edilmeyecek.

• Her iki taraf da diledikleri kabilelerle ittifak kurabilecek.

• Bu antlaşma on yıllık bir süre için geçerli olacak. Bu süre zarfında ne Kureyş müslümanlara ne de müslümanlar Kureyş’e saldıracak.

Bu anlaşma gereği Rasulullah s.a.v. sahabilerine geri dönme emrini verdi. Hem sahabeler hem de Rasulullah s.a.v. Kâbe’yi ziyaret edemememin üzüntüsü içindeydi. Ancak inen şu ayet ileride Mekke’nin fethedileceği müjdesini vermişti: “Doğrusu biz sana apaçık bir fetih ihsan ettik.” (Fetih, 1)

Saldırmazlık anlaşması ile İslâm her geçen gün büyümeye başladı. Müşrikler ise İslâm’ın bütün Arabistan’a yayılmasından rahatsız oluyorlardı. Bu yüzden yavaş yavaş sulh maddelerini ihlâl etmeye başladılar. Hudeybiye Antlaşması’nın üzerinden 17-18 ay geçmişti ki, kendilerine bağlı bulunan Benî Bekr kabilesini kışkırtarak, müslüman olan Huzâalıların üzerine saldırttılar. Kendi içlerinden bazıları da bu olaya iştirak etti. Huzâa kabilesi baskına uğradıklarında namazdaydılar. Hunharca bir katliamla kimi secdede, kimi rükûda, kimi kıyamda iken şehid edildi.

Bu olayın hemen ardından Mekke’den gelen bir heyet Rasulullah s.a.v.’e daha önce fiilen bozdukları antlaşmayı resmen tek taraflı feshettiklerini söylediler. Oysa bu, müslümanları Mekke Fethi’ne davet demekti. Sonradan müşriklerin akılları başlarına geldiyse de iş işten geçmiş, sözleşme iki taraflı olarak feshedilmişti.

Kan dökmeden açılan kapı

Rasulullah s.a.v. Mekke’nin kan dökülmeden fethedilmesini istiyordu. Yine de çok hassas davranıyordu. Hassasiyeti her iki cephe için de geçerliydi.Kendi askerlerinden de Mekkelilerden de zayiat verilmesini istemiyordu. Hz. Peygamber s.a.v.’in tek arzusu Kureyş reislerinin İslâm hakikatini anlamaları idi.

Mekke’ye yaklaşıldığında Cuhfe denilen yerde amcası Hz. Abbas ile karşılaştı. Hz. Abbas r.a. müslüman olarak Medine’ye hicret ediyordu. Yanında ailesi de vardı. Efendimiz s.a.v. onları görünce sevindi ve, “Ben peygamberlerin sonuncusu olduğum gibi sen de muhacirlerin sonuncususun.” dedi. Hz. Abbas r.a. ailesini Medine’ye göndererek kendisi Rasulullah s.a.v.’in ordusuna katıldı. Dün terk ettiği Mekke’yi bugün fethetmek için yola koyulmuştu.

Bu yolculuk esnasında Rasulullah s.a.v. kendisine ilk vahiy indiği zaman Varaka b. Nevfel’le arasında geçen şu konuşmayı düşündü: Varaka şöyle demişti:

– Senin bu gördüğün, Allah Tealâ’nın Hz. Musa’ya gönderdiği Namus-i Ekber’dir (Cebrail’dir); keşke senin insanları İslâm’a davet ettiğin günlerde genç olaydım… Kavmin seni vatanından çıkaracakları zaman keşke hayatta olsam…

Bunun üzerine Rasul-i Ekrem s.a.v.:

– Onlar beni Mekke’den çıkaracaklar mı ki, diye sordu. O da:

– Evet! Zira senin gibi vahyi tebliğ etmiş bir kimse yoktur ki düşmanlığa uğramasın. Şayet senin davet günlerine yetişirsem sana son derecede yardım ederim, demişti.

İşte bu konuşmanın üzerinden 21, hicretten de sekiz sene geçtikten sonra Rasulullah s.a.v. tekrar Mekke’ye dönüyordu.

Mekkeliler hiç beklemedikleri bir anda on bin kişilik sahabe ordusunu karşılarında görünce akıl tutulması yaşamışlardı. Neye uğradıklarını şaşırdılar. Hiçbir şey yapamadılar. Herkes şimdi ne olacağını bekliyordu.
Rasulullah s.a.v. Mekke’ye girdiğinde, fethi kendisine nasip etmesinden ötürü minnet ve şükranını bildirircesine başını önüne eğiyordu.

Muhacirler ve Ensar Rasulullah s.a.v.’in dört bir yanını sarmıştı. Mescid-i Haram’a girdi. Hacer-i Esved’e doğru yöneldi ve selamladı. Sonra Kâbe’yi tavaf etti. Kâbe’nin içinde ve etrafında üç yüz altmış put bulunuyordu. Elindeki yay ile bunlara bir bir dokunuyor ve şöyle diyordu: “Hak geldi, batıl yok olup gitti. Zaten batıl her zaman yok olmaya mahkûmdur.”

Efendimiz s.a.v. tavafını bitirip Kâbe’nin kapısına geldiğinde, anahtar sorumlusu Osman b. Talha’yı çağırtarak Kâbe’yi açtırdı, içeri girdi. Önce orada bulunan putları bir kenara ittirdi. Ağaçtan yapılmış bir güvercin şeklindeki bir putu kendi elleriyle kırdı. Sonra duvarlarda melekler için çizilmiş bazı resimleri gördü. Yine duvarın bir yerinde Hz. İbrahim ile Hz. İsmail’in aleyhisselamın fal okları çekiyor halde yapılmış resimlerini gördü. “Allah bunu yapanları kahretsin! Vallahi, o ikisi hiçbir zaman fal oku çekmemişlerdir!” dedi. Ardından bütün bu resimleri sildirdi, Kâbe’yi putlardan da temizletti. Öğle namazı vakti olmuştu. Hz. Bilâl’e ezan okumasını emretti, ardından da öğle namazını kıldı.

‘Serbestsiniz!’

Mekke’ye girildikten sonra yaşanan hadiselerden en önemlilerinden birisi de Rasulullah Efendimiz s.a.v.’in yüce ahlâkının sonucu kalpleri fethetmesi olayıdır.

Herkes Kâbe’nin avlusunda toplanmıştı ve Efendimiz s.a.v.’in bundan sonra nasıl davranacağını merak ediyordu. Henüz İslâm’la müşerref olmamış binlerce Mekkeli müşriğin yanında müslüman askerler de hazır bulunuyordu. O zamanki savaş hukukuna göre O, bütün Mekke halkının öldürülmesini emredebilir, bütün Mekkelilerin varlıklarına el koyup bunu müslümanlar için ganimet malı sayabilir ve dağıtabilirdi. Efendimiz s.a.v. Kâbe’den çıktı ve insanlara şöyle bir konuşma yaptı:

“Ey Kureyş topluluğu! Muhakkak ki Allah, cahiliye gururunu, cahiliye atalarıyla övünüp büyüklenmeyi kaldırmıştır. Bütün insanlar Adem’dendir, Adem de topraktan yaratılmıştır!” Sonra şu ayeti okudu: “Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık. Birbirinizle tanışasınız diye sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en üstün olanınız, en çok sakınanınızdır. Şüphesiz ki Allah her şeyi bilir, her şeyden haberdardır.” (Hucurat, 13).

Sonra şöyle buyurdu:

– Ey Kureyş topluluğu! Şimdi hakkınızda ne yapacağımı düşünüyorsunuz?

Kureyşliler hiç de hak etmedikleri bir merhameti isteyecek söz bulamayarak, utançtan başları öne düşmüş vaziyette şu cevabı verdiler:

– Sen soylu bir babanın oğlu, asil bir kimsesin. Senden hayır umarız.

Hz. Peygamber s.a.v. o zaman şöyle buyurdu:

– Ben, size Hz. Yusuf’un kardeşlerine dediğini söyleyeceğim: ‘Size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yoktur.’ Gidin, serbestsiniz!

İşte bu genel aftan sonra kadın erkek herkes gelerek Rasulullah’a s.a.v. biat ettiler. Böylece Mekke’nin fethi tam anlamıyla tamamlanmış oldu.

Semerkand Dergisi

Mekke ile birlikte Gönüller fethedildi

Kadınlara önem verilmeyen bir dönem idi. Doğan kız çocukları diri diri toprağa gömülen bir dönem. Hayvanlar çatlarcasına yüklenilip onlara acınmayan bir zaman. Tokluğunda hamurdan yaptıkları putlara tapınılan, acıktıklarında kendi elleriyle yaptıkları putların yenildiği bir devirdi. Her mevsime ve her etkinliğe bir put uydurmuş, cahilce tapınılan bir zaman penceresi görülüyor. Hacerul Esved diye bilinen Cennetten gelen Taş, parlak durumunu, bu cahillerin günahkâr elleriyle simsiyah haline dönüştüğü karanlık bir asır. Bütün bu insan dışı olayların tepesine bir güneş doğdu. O güneş ki sadece o beldeyi aydınlatmamış, bugün tüm dünyaya yayılmış bir güneş.

Bu Güneş, İslam dininden başka bir şey değildi. Tüm cahilliklerin son bulacağı bir çözüm ile Mekke’de bu güneş doğmaya başlamıştır. Bu çözüm; İkra’dır. Yani Oku emir ilahisidir. Oku ki, bebeleri diri diri gömmenin bir vahşet olduğunu öğren. Oku ki, Annelerin değerini kavra. Çünkü Cennet onların ayakları altındadır. Oku ki, bir Hayvana bile değer veren bir dini tanı, Oku ki, seni, beni ve her şeyi yaratanın BİR olduğunu idrak et. Oku ki, Allah’tan başka ilah olmadığını gör.

Böylece Mekke’de iman doğmuştur. Artık Mekke çok değerlenmişti. Daima değerliydi, lakin tüm karanlık olaylar Hacerul Evsedi nasıl kararttıysa, tüm bu çirkinlikler Mekke’nin değerine de bir gölge ile kaplamıştı. Allah (c.c.) lütfü ile iman Mekke’de tekrar doğmuştur.

Âlemlerin Rabbi, bu Güneşi herkesin kalbine tebliğ etmek üzere, güzellerin en güzelini, seçilmişlerin en seçilmişini, her şeyi onun yüzü suyu hürmetine yarattığı Habibini memur etti.

Şimdiden sonra, olaylar olayları, işkenceler işkenceleri takip edecekti. Ondan önce son bir hamleye girişti müşrikler. Tüm Mekke’yi ayakların altına serdiler ki, Peygamberimiz davasından vaz geçsin. Tebliğ ettiği güneşin nuru kalpleri aydınlatıyordu çünkü. Putlar değersizleşirken, insan ve hakları değer kazanıyordu. Âlemlere rahmet olarak gönderilenin cevabı şöyle oldu: “Bir elime güneşi, diğer elime ayı verseniz, yinede bu davadan vazgeçmem”. Yani dinimizi anlatacağım, tüm dünyayı verseniz anlatmaktan vaz geçmeyeceğim, diyerek müşriklere resti çekmiştir.

Mal ve mülk ile Resulullah’ı durduramayacaklarını anlayan müşrikler, asıl yapabildiklerini yapmaya başladılar. Vahşet!

Zayıf olan Müslümanları toplayıp onlara akıl almaz işkenceler ile imanlarından tekrar küfre dönmelerini sağlamak istiyorlardı.

Peygamberden ruhsat gelmesine rağmen

Peygamberimizin, çekilen işkenceler karşısında, yalandan “imandan döndüm” deyip sonra tekrar imana kavuşursun demesine rağmen, bir kişi bile Allah’ı yalanlamadı. İşkenceler içersinde can vermeyi ve sakat kalmayı tercih ettiler.

Ey müslüman evladı! Sen Allah için bir tokat yedin mi ömrü hayatında? Küffar eskiden işkenceler yaparak imandan etmek istiyorlardı ve başaramamışken, bugün, eğlenceler ile imanını almak istiyorlar görmüyor musun? Noel diyorlar adına, Yılbaşı diyorlar adına, sevgililer günü diyorlar, imanından ediyorlar görmüyor musun?

Bir avuç ümmeti işkencelere kurban gitmesin diye, hicret emri gelmiştir. Allah’ın, iman edenlere seslendiği şehri, Beytullah’ı, evini yurtlarını, doğdukları şehri, ailesini yuvasını terk ermek zorunda kaldılar.  Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, Mekke’den çıkarılırken yaşlı gözlerle Mekke’ye dönmüş, “Ey şehir, senden çıkarılmasaydım, vallahi seni asla terk etmezdim” demişti.

Yıllar yılları kovaladı, Bedr ve Uhud gibi savaşlar yaşandı. Acı ve tatlı günler yaşandı. Yaşandı ama bir hasret vardı ki yüreklerde dinmek bilmiyordu. O da Mekke idi.

Müşriklerin bozduğu Hudeybiye anlaşması neticesinde artık Mekke’nin sirkten kurtulması, Kâbe’nin putlardan temizlenmesi gerekiyordu. Yürekleri dağlayan o hasretin dinmesinin vakti gelmişti.

Mekke fethediliyor

Resulullah efendimiz 10 bin kişilik muazzam bir ordu ile Mekke’ye doğru yürümeye başladı. Yolda orduya katılan müslümanlar ile bu sayı 12 bine kadar yükselmişti.

Bu zamana kadar Müslüman olduğunu müşriklerden gizlemiş ve Mekke’de Peygamberimizin gözü kulağı olmak için ikamet eden Peygamber amcası Hz. Abbas, artık görevi bitmiş olmasıyla Mekke’den Medine’ye hicret ederken yolda olan orduya katılmıştır. Resulullah (s.a.v) o an çok sevinip, “Peygamberlerin sonuncusu ben oldum, muhacirlerin sonuncusu da sen” diye iltifatta bulundu.

Artık Mekke’nin fetih günü gelmiştir. Bu gün bir dönüş günü idi. İman’ın doğduğu beldeye dönüş. Allah’ın (c.c.) insanlara ilk kez seslendiği beldeye dönüş günü. Vuslat’a erme günü idi.

Sekiz yıl önce, yurdundan üç kişilik bir kafile ile nasıl ayrılmıştı, şimdi nasıl bir ihtisâmla dönüyordu? Mağrur bir fatih gibi değil, son derece mütevazi bir halde, başı secde eder gibi, devenin boynuna yapışmış, tesbih, tehlil ve duâ ile, Cenabı Hakk’ın sonsuz lütuflarına şükrederek ilerliyordu.

Fetih ordusunun karşısına Mekke yolunda, yeni doğurduğu yavrularını emziren bir dışı köpek çıkar. Hz. Muhammed (S.A.Ş.) arkadaşlarından Cuayl b. Suraka’yı (ra) görevlendirir; ordu geçinceye kadar, o, dişi köpekle yavrularının başında bekler, rahatsız edilmemelerini sağlar. Mekke’nin fethini sağlayan da işte bu ruhtur.

Müşriklerin ona yaptıklarından dolayı ne intikam almıştır ne de intikama müsaade etmişlerdir. Kan dökmeden Mekke’ye giren birlikler, Halid b. Velid’in komutanlığı bulunan birliğe saldırı sonucunda 2 sahabe şehid müşriklerden ise 13 kişi öldürüldü. Mekke’ye girişlerinde Resulullah efendimiz (s.a.v) şu 3 kuralı Müslümanlara tembih etmiştir.

1) Her kim Ebû Sufyan’ın evine gelirse emniyettedir.

2) Her kim silahını bırakır, evine kapanırsa emniyettedir.

3) Her kim, Harem-i Şerîf’e sığınırsa emniyettedir.

Kâbe etrafında 360 put vardı. Bunların en büyüğü olan “Hubel”, Kâbe’nin üstüne konulmuştu. Diğerleri Kâbe’nin etrafına ve içine yerleştirilmişlerdi. Rasûlullah (s.a.ş.) değnekle bunları itiyor, her birini bizzat deviriyordu. Putlar yıkılırken:

“Hak geldi, batıl yok oldu, esasen batıl yok olmağa mahkûmdur” diyordu. Bu sırada bütün Kureyş Kâbe etrafına toplanmış, sabırsızlıkla, haklarında verilecek hükmü bekliyorlardı. Ve hüküm verilmişti:

“Haydi gidiniz! Hepiniz serbestsiniz” diyerek tarihi kararını açıkladı.

İşte bu kararıyla Peygamberimiz (s.a.v) İslamiyet’te nefis için kin ve intikam olmadığını açıkça ortaya koymuş, Müslümanların bütün amaçlarının Allah’ın rızasını kazanmaktan ibaret olduğunu göstermiş oluyordu.

Arif Ağırbaş

https://twitter.com/Arif_Agirbas

arif.agirbas@hotmail.de