Etiket arşivi: Hükümet

Bediüzzaman’ın Dindarları ve Dine Dost Olan Siyasîleri İkazı

Siyaseti dine hizmetkâr yapmak ve ehvenüşşer ve siyaset-i İslamiye gibi hususlarda dindarları ve dine dost olan siyasîleri ikaz mahiyetindeki mektuplardan bazı parçalardır.

Said Nursî’nin ve Nur Talebelerinin Siyasi Fikri

Nurcuların Nazarını, Siyasete ve Dünyaya Çevirmek Hatadır. Avamın, Siyasi Mes’elelere Merakla Meşgul Olmasındaki Zararlar

Bu mektuplarla, siyasetçiliğe teşvik edildiği veya siyasetten men eden mektuplar ile aşağıdaki mektuplar arasında tenakuz bulunduğu şeklinde düşünülmemelidir. Çünkü: bu gelecek mektuplarda esas gaye, dost siyasilere, siyaset sahasındaki doğruyu ve istikametili yolu gösterip, tehlikelerden muhafaza ve ikaz etmektir. Yoksa manevi ve imanî hizmetlerde çalışanların siyasî çalışmalara iştirak etmeleri veya girmeleri lazım geldiği manasında değildir. Çünkü bu mektuplarda muhatap, vazifedar siyâsîlerdir, manevi hizmetler erbabı değildir.

[Ehemmiyetli bir hakikat ve Demokratlarla Üniversite Nurcularının bir hasbihalidir.]

Şimdi milletin arzusuyla şeair-i İslâmiyenin serbestiyetine vesile olan Demokratlar, hem mevkilerini muhafaza, hem vatan ve milletini memnun etmek çare-i yegânesi; İTTİHAD-I İSLÂM CEREYANINI kendine nokta-i istinad yapmaktır. Eski zamanda İngiliz, Fransız, Amerika siyasetleri ve menfaatleri buna muarız olmakla mani olurdular. Şimdi menfaatleri ve siyasetleri buna muarız değil; belki muhtaçtırlar. Çünki KOMÜNİSTLİK, MASONLUK, ZINDIKLIK, DİNSİZLİK; doğrudan doğruya ANARŞİSTLİĞİ İNTAÇ EDİYOR. Ve bu dehşetli tahrib edicilere karşı, ancak ve ancak hakikat-ı Kur’aniye etrafında ittihad-ı İslâm dayanabilir. Ve beşeri bu tehlikeden kurtarmağa vesile olduğu gibi, bu vatanı istila-yı ecanibden ve bu milleti anarşilikten kurtaracak yalnız odur. Ve bu hakikata binaen Demokratlar bütün kuvvetleriyle bu hakikata istinad edip komünist ve masonluk cereyanına karşı vaziyet almaları zarurîdir.

Bir EZAN-I MUHAMMEDÎ’nin (A.S.M.) serbestiyetiyle kendi kuvvetlerinden yirmi defa ziyade kuvvet kazandılar. Milleti kendilerine ısındırdılar, minnetdar ettiler. Hem manen eski İttihad-ı Muhammedî‘den (A.S.M.) olan yüzbinler Nurcularla, eski zaman gibi farmason ve İttihadcıların mason kısmına karşı ittifakları gibi; şimdi de aynen İttihad-ı İslâm‘dan olan Nurcular büyük bir yekûn teşkil eder. Demokratlara bir nokta-i istinaddır. Fakat Demokrat’a karşı eski partinin müfrit ve mason veya komünist manasını taşıyan kısmı, iki müdhiş darbeyi Demokratlara vurmaya hazırlanıyorlar. Eskiden nasıl Ahrarlar iki defa başa geçtiği halde, az bir zamanda onları devirdiler. Onların müttefiki olan İttihad-ı Muhammedî (A.S.M.) efradının çoklarını astılar. Ve Ahrar denilen Demokratları, kendilerinden daha dinsiz göstermeye çalıştılar. Aynen öyle de: Şimdi bir kısmı dindarlık perdesine girip Demokratları din aleyhine sevketmek veya kendileri gibi tahribata sevketmek istedikleri kat’iyyen tebeyyün ediyor. Hattâ ülemanın resmî bir kısmını kendilerine alıp, Demokratlara karşı sevketmek ve Demokratın tarafında, onlara mukabil gelecek Nurcuları ezmek; tâ Nurcular vasıtasıyla ülema, Demokrata iltica etmesinler. Çünki Nurcular hangi tarafa meyletseler ülema dahi taraftar olur. Çünki onlardan daha kuvvetli bir cereyan yok ki, ona girsinler.

İşte madem hakikat budur, yirmibeş seneden beri ehl-i ilmi, ehl-i tarîkatı ezen, ya kendilerine dalkavukluğa mecbur eden eski partinin müfrit ve mason ve komünist kısmı, bu noktadan istifade edip Demokratları devirmemek için; Demokratlar mecburdurlar ki hem Nurcuları, hem ülemayı, hem milleti memnun ve minnetdar etmek, hem Amerika ve müttefiklerinin yardımlarını kaybetmemek için bütün kuvvetleriyle Ezan mes’elesi gibi ŞEAİR-İ İSLÂMİYEYİ İHYA için mümkün oldukça tamire çalışmaları lâzım ve elzemdir.

Maatteessüf bazı müfrit ve mason ve komünistler, Demokrat aleyhinde olduğu halde kendini Demokrat gösteriyorlar ki; Demokratları tahribata sevketsin ve din aleyhinde göstersin, onları devirsin.

Nur Talebeleri ve Nurcu Üniversite gençliği namına
Sadık, Sungur, Ziya
(Emirdağ Lâhikası -2)

[Kardeşlerim! Sizce münasib ise Başvekil’e ve dindar meb’uslara verilmek üzere, ihtara binaen yazdırılmış gayet ehemmiyetli bir hakikattır.]

Mukaddeme: Kırk seneye yakın SİYASETİ TERKETTİĞİMDEN ve ekser hayatım bir nevi inzivada geçtiğinden, hayat-ı içtimaiye ve SİYASİYE İLE MEŞGUL OLMADIĞIMDAN büyük bir tehlikeyi göremiyordum. Bugünlerde o tehlikenin hem millet-i İslâmiyeye ve hem de bu memleket ve hükûmet-i İslâmiyeye büyük bir zarar vermeye zemin hazırlamakta olduğunu hissettim. Mecburiyetle, İslâmiyet milliyeti ve hâkimiyeti ve memleketin selâmeti için çalışan ehl-i siyaset ve cem’iyet-i beşeriyeye hamiyet ile çalışanlar için bana manevî bir ihtar edildiğinden üç noktayı beyan edeceğim:

Birinci Nokta: Gazeteleri dinlemediğim halde bir-iki senedir “irtica ile ittiham” kelimesi mütemadiyen tekrar edildiğini işitiyordum. Eski Said kafasıyla dikkat ettim, kat’iyyen gördüm ki: Siyaseti dinsizliğe âlet yapan ve beşerdeki en dehşetli vahşet ve bedeviliğin bir kanun-u esasîsine irticaa çalışan ve hamiyet maskesini başına geçiren gizli İslâmiyet düşmanları gaddarane bir ittiham ile; ehl-i İslâmiyet ve hamiyet-i diniye ve kuvvet-i imaniye cihetiyle değil dini siyasete âlet yapmak, belki de siyaseti dine âlet ve tâbi’ yapmakla; tâ İslâmiyet’in kuvvet-i maneviyesinden bu hükûmet-i İslâmiyeyi tam kuvvetlendirmek ve dörtyüz milyon hakikî kardeşi arkasında ihtiyat kuvveti bulundurmak ve bir kısım zalim Avrupa’nın dilenciliğinden kurtulmak için çalışanlara pek haksız olarak irtica damgasını vurup onları memlekete zararlı tevehhüm etmeleri, yerden göğe kadar hadsiz bir haksızlıktır.
(Emirdağ Lâhikası -2)

Kalbe ihtar edilen içtimaî hayatımıza ait bir hakikat
Bu vatanda şimdilik dört parti var. Biri Halk Partisi, biri Demokrat, biri Millet, diğeri İttihad-ı İslâm’dır.

İttihad-ı İslâm Partisi:
Yüzde altmış-yetmişi tam mütedeyyin olmak şartıyla, şimdiki siyaset başına geçebilir. Dini, siyasete âlet etmemeğe, belki siyaseti dine âlet etmeğe çalışabilir. Fakat çok zamandan beri terbiye-i İslâmiye zedelenmesiyle ve şimdiki siyasetin cinayetine karşı dini siyasete âlet etmeğe mecbur olacağından, şimdilik o parti başa geçmemek lâzımdır.

Halk Partisi ise:
Hakikaten acib ve zevkli bir rüşvet-i umumîyi kanunlar perdesinde bazı memurlara verdikleri için, yirmisekiz senelik bütün cinayatıyla başkaların cinayatı ve İttihadcıların mason kısmının seyyiatları da o partiye yükletildiği halde, Demokratlara bir cihette galib hükmündedirler. Çünki ubudiyetin noksaniyetiyle enaniyet kuvvet bulur, nemrudçuluklar çoğalır. Bu benlik zamanında, memuriyet hakikatta bir hizmetkârlık olduğu halde; bir hâkimiyet, bir ağalık, bir nemrudçuluk ile nefse gayet zevkli bir hâkimiyet mertebesini bir kısım memurlara rüşvet olarak verdiği için, bütün o acib cinayetlerle ve kendinden olmayan ceridelerin neşriyatıyla beraber bana yapılan muamelelerinden hissettim ki bir cihette manen Demokratlara galib geliyorlar. Halbuki İslâmiyet’in bir kanun-u esasîsi olan hadîs-i şerifte
ﺳَﻴِّﺪُ ﺍﻟْﻘَﻮْﻡِ ﺧَﺎﺩِﻣُﻬُﻢْ
yani: Memuriyet, emirlik ise reislik değil; millete bir hizmetkârlıktır. Demokratlık, hürriyet-i vicdan, İslâmiyet’in bu kanun-u esasîsine dayanabilir. Çünki kuvvet kanunda olmazsa şahsa geçer. İstibdad mutlak keyfî olur.

Millet Partisi ise:

Eğer İttihad-ı İslâm’daki esas olan İslâmiyet milliyeti ki, Türkçülük onun içinde mezcolmuş bir millet olsa; o Demokrat’ın manasındadır. Dindar Demokratlara iltihak etmeye mecbur olur. Firenk illeti tabir ettiğimiz ırkçılık, unsurculuk fikriyle Avrupa, âlem-i İslâmı parçalamak için içimize bu firenk illetini aşılamış. Fakat bu hastalık ve fikir, gayet zevkli ve cazibedar bir halet-i ruhiye verdiği için pekçok zararları ve tehlikeleriyle beraber, bu zevk hatırı için her millet cüz’î-küllî bu fikre iştiyak gösteriyorlar.

Şimdiki terbiye-i İslâmiyenin za’fiyetiyle ve terbiye-i medeniyenin galebesiyle ekseriyet kazanarak başa geçerse; ekseriyet teşkil etmeyen ve ancak yüzde otuzu hakikî Türk olan ve yüzde yetmişi başka unsurlardan olanlar; hem hakikî Türklerin hem hâkimiyet-i İslâmiyenin aleyhine cephe almaya mecbur olacaklar. Çünki İslâmiyet’in bir kanun-u esasîsi olan bu âyet-i kerime:
ﻭَ ﻻ‌َ ﺗَﺰِﺭُ ﻭَﺍﺯِﺭَﺓٌ ﻭِﺯْﺭَ ﺍُﺧْﺮَﻯ
dır. Yani, birisinin günahıyla başkası muahaze ve mes’ul olmaz. Halbuki ırkçılık damarıyla, bir adamın cinayetiyle masum bir kardeşini, belki de akrabasını, belki de aşiretinin efradını öldürmekte kendini haklı zanneder. O vakit hakikî adalet yapılmadığı gibi, şiddetli bir zulüm de yol bulur. Çünki “Bir masumun hakkı, yüz câniye feda edilmez” diye İslâmiyet’in bir kanun-u esasîsidir. Bu ise çok ehemmiyetli bir mes’ele-i vataniyedir ve hâkimiyet-i İslâmiyeye büyük bir tehlikedir.

Madem hakikat budur, ey dindar ve dine hürmetkâr Demokratlar! Siz bu iki partinin gayet kuvvetli ve zevkli ve cazibedar nokta-i istinadlarına mukabil, daha ziyade maddî ve manevî cazibedar nokta-i istinad olan hakaik-i İslâmiyeyi nokta-i istinad yapmaya mecbursunuz. Yoksa sizin yapmadığınız eskiden beri cinayetleri, nasıl eski partiye yüklüyorlarsa, size de yükleyip; Halkçılar ırkçılığı elde edip, tam sizi mağlub etmeye bir ihtimal-i kavî ile hissettim ve İslâmiyet namına telaş ediyorum.

(Haşiye:) Eskilerin lüzumsuz keyfî kanunları ve sû’-i istimalleri neticesiyle, belki de tahrikleriyle zuhur eden Ticanî mes’elesini ve ağır cezalarını dindar Demokratlara yüklememek ve âlem-i İslâm nazarında Demokratları düşürmemenin çare-i yegânesi kendimce böyle düşünüyorum:

Nasıl Ezan-ı Muhammediye‘nin (A.S.M.) neşriyle Demokratlar on derece kuvvet bulduğu gibi, öyle de AYASOFYA’yı da beşyüz sene devam eden vaziyet-i kudsiyesine çevirmektir. Ve âlem-i İslâmda çok hüsn-ü tesir yapan ve bu vatan ahalisine âlem-i İslâmın hüsn-ü teveccühünü kazandıran, bu yirmi sene mahkemeler bir muzır cihetini bulamadıkları ve beş mahkeme de beraetine karar verdikleri Risale-i Nur’un resmen serbestiyetini dindar Demokratlar ilân etmelidirler. Tâ, bu yaraya bir merhem vurmalı. O vakit âlem-i İslâmın teveccühünü kazandıkları gibi, başkalarının zalimane kabahatı da onlara yüklenmez fikrindeyim.

Dindar Demokratlar, hususan Adnan Menderes gibi zâtların hatırları için, otuzbeş seneden beri terkettiğim siyasete bir-iki gün baktım…
Said Nursî

Ve bu hakikata yakînen şahid olup tasdik eden Risale-i Nur Talebeleri: Mehmed Çalışkan, Mustafa Acet, Hamza, Sadık, Halîm, Raşid, Ahmed Hüsrev, Sungur, Tahirî, Nuri vesaire…
(Emirdağ Lâhikası -2)

Sayın Adnan Menderes!

Otuzbeş seneden beri siyaseti terk eden Üstadımız Bedîüzzaman Hazretleri, şimdi Kur’an ve İslâmiyet ve vatan hesabına bütün kuvvetiyle ve talebeleriyle, dersleriyle Demokrat Parti’nin iktidarda kalmasını muhafazaya çalıştığına, biz Demokrat Parti mensubları ve Nur Talebeleri kat’î kanaatimiz gelmiştir.

Üstadımızdan, ne için Demokrat Parti’yi muhafazaya çalıştığını sorduk, cevaben:

“Eğer Demokrat Parti düşse, ya Halk Partisi veya Millet Partisi iktidara gelecek. Halbuki Halk Partisi, İttihadcıların bozuk kısmının cinayetleri ve hem cumhuriyetin birinci reisinin Sevr Muahedesiyle ve çok siyasî desiselerin icbarıyla, onbeş senede yaptığı icraatının kısm-ı a’zamı tamamıyla eski partiye yüklendiği için, bu asil Türk milleti ihtiyarıyla o partiyi kat’iyyen iktidara getirmeyecek. Çünki Halk Partisi iktidara gelecek olursa, komünist kuvveti aynı partinin altında bu vatana hâkim olacaktır. Halbuki bir Müslüman kat’iyyen komünist olamaz, anarşist olur. Bir Müslüman hiçbir zaman ecnebilerle mukayese edilemez. İşte bunun için hayat-ı içtimaiye ve vatanımıza dehşetli bir tehlike teşkil eden bu partinin iktidara gelmemesi için, Demokrat Parti’yi, Kur’an ve vatan ve İslâmiyet namına muhafazaya çalışıyorum” dedi.

Milletçilere gelince:
Eğer bu partide sırf İslâmiyet esas olsa, Demokrat Parti’ye yardım ettiği gibi, muhalif ve muarız olmayarak, iktidara gelmesine çalışmaz. Eğer bu partide ırkçılık ve Türkçülük fikri esas ise, birden hakikî Türk olmayan bu vatandaki ekseriyetin ancak onda üçü Türktür, kalan kısmı da başka milletlerle karışmıştır. O zaman Hürriyetin başında olduğu gibi bu asil ve masum Türk milleti aleyhine bir milliyetçilik tarafgirliği meydana gelecek, o vakit hakikî Türkler’i ecnebiler boyunduruğu altına girmeye mecbur edecek. Veya Türkleşmiş sair unsurdan olan ve bu vatanda mevcud ırkçılık ve unsurculuk damarıyla bir ecnebiye istinad ile masum Türk milletini tahakkümleri altına alacaklar. Bu durum ise dehşetli, tehlikeli olduğundan; Kur’an ve vatan ve millet hesabına, dindar ve dine hürmetkâr Demokrat Parti’nin iktidarda kalmasını temin etmeleri için ders veriyorum.” dedi.

Sayın Adnan Menderes,

Bütün gayesi vatan ve milletin selâmeti uğruna çalışan ve ders veren Üstadımız Bedîüzzaman gibi mübarek ve muhterem bir zâtın Demokrat Parti’ye yaptığı yardımı kıskanan Halk Partisi ve Millet Partisi elemanları, iktidar partisi yapıyormuşçasına çeşit çeşit bahane ve eziyet yaparak Üstadımızı Demokrat Parti’den soğutmak için var kuvvetleriyle çalıştıklarına kat’î kanaatımız gelmiş.

Sizin gibi “Dinin îcablarını yerine getireceğiz, din bu memleket için hiçbir tehlike teşkil etmez” diyen bir başvekilden; vatan, millet, İslâmiyet adına partimize maddî ve manevî büyük yardımları dokunan bu mübarek Üstadımızın kitablarının ve kendisinin tamamen serbest bırakılarak bir daha rahatsız edilmemesinin teminini saygı ve hürmetlerimizle rica ediyoruz.
{(Haşiye): İslâmiyet milleti her şeye kâfidir. Din, dil bir ise, millet de birdir. Din bir ise, yine millet birdir.}

Demokratlar a’zâlarından Nur talebeleri:
Mustafa, Nuri, Nuri, Hamza, Süleyman, Hasan, Seyda, Receb, İbrahim, Faruk, Muzaffer, Tahir, Sadık, Mehmed
(Emirdağ Lâhikası -2)

Demokratlara büyük bir hakikatı ihtar

Şimdi Kur’an, İslâmiyet ve bu vatan zararına üç cereyan var:

Birincisi: Komünist, dinsizlik cereyanı. Bu cereyan yüzde otuz-kırk adama zarar verebilir.

İkincisi: Eskiden beri müstemlekâtların, Türklerle alâkalarını kesmek için, Türkiye dairesinde dinsizliği neşretmek için; ifsad komitesi namında bir komite. Bu da yüzde on-yirmi adamı bozabilir.

Üçüncüsü: Garplılaşmak ve Hristiyanlara benzemek ve bir nevi Purutluk mezhebini İslâmlar içinde yerleştirmeye çalışan ve dinde hissesi olmayan bir kısım siyasîler heyetidir. Bu cereyan yüzde belki binde birisini, Kur’an ve İslâmiyet aleyhine çevirebilir.

Biz Kur’an hizmetkârları ve Nurcular, evvelki iki cereyana karşı daima Kur’an hakikatlerini muhafazaya çalışmışız. Mümkün olduğu kadar dünyaya ve siyasete bakmamaya mesleğimiz bizi mecbur ediyormuş. Şimdi mecburiyetle bakmaya lüzum oldu. Gördük ki:

Demokratlar, evvelki iki müdhiş cereyana karşı bize (Nurculara) yardımcı hükmünde olabilirler. Hem onların dindar kısmı daima o iki dehşetli cereyana mesleklerince muarızdırlar. Yalnız dinde hissesi az olan bir kısım garblılaşmak ve garblılara tam benzemek mesleğini takib edenler ise, üçüncü cereyana bir yardım ediyorlar. Madem o cereyanın yüzde ancak birisini belki binden birisini Purutlar ve Hristiyan gibi yapmaya çevirebilirler. Çünki İngiliz ikiyüz sene zarfında tahakküm ettiği ikiyüz milyon İslâm’dan ikiyüz adamı Purutluğa çevirememiş ve çeviremez.

Hem hiçbir tarihte bir İslâm, Hristiyan olduğunu ve kanaatle başka bir dini İslâmiyete tercih etmiş olduğu işitilmediğinden, iktidar partisinde bulunan az bir kısım, dinin zararına siyaset namıyla üçüncü cereyana yardım etse de; madem o Demokrat Partisi, meslek itibariyle öteki iki cereyan-ı azîmenin durmasında ve def’etmesinde mecburî vazifeleri olmasından, bu vatana ve İslâmiyete büyük bir faidesi dokunabilir.

Bu cihetten biz, Demokratları iktidar yerinde muhafaza etmeye Kur’an menfaatına kendimizi mecbur biliyoruz. Onlardan hayır beklemek değil; belki dehşetli, baştaki iki cereyana siyasetlerince muârız oldukları için; onların az bir kısmı dine verdikleri zararı, vücudun parçalanmasına bedel, yalnız bir parmağı kesmek gibi pek cüz’î bir zararla pek küllî bir zarardan kurtulmamıza sebeb oluyorlar bildiğimizden, o iktidar partisinin lehinde ehl-i dini yardıma davet ediyoruz. Ve dinde lâübali kısmını dahi cidden ikaz edip “Aman çabuk hakikat-ı İslâmiyeye yapışınız” ihtar ediyoruz ki; vatan ve millet ve onların hayatı ve saadeti, hakaik-i Kur’aniyeye dayanmak ve bütün âlem-i İslâmı arkasında ihtiyat kuvveti yapmak ve uhuvvet-i İslâmiye ile dörtyüz milyon kardeşi bulmak ve Amerika gibi din lehinde ciddî çalışan muazzam bir devleti kendine hakikî dost yapmak, iman ve İslâmiyet’le olabilir.

Biz bütün Nurcular ve Kur’an hizmetkârları, onlara hem haber veriyoruz, hem İslâmiyet’e hizmette muvaffakıyetlerine dua ediyoruz, hem de rica ediyoruz ki: Bu memleketin bir ehemmiyetli mahsulü ve vatanda ve şimdi âlem-i İslâmda pek büyük faidesi ve hizmeti bulunan Risale-i Nur’u, müsaderelerden kurtarıp neşrine hizmet etsinler. Bu vatandaki dindarları kendine taraftar etsinler ve selâmeti bulsunlar.
Said Nursî
(Emirdağ Lâhikası -2)

… Kardeşlerim! Hastalığım pek şiddetli, belki pek yakında öleceğim veyahut bütün bütün konuşmaktan -bazan men’olduğum gibi- men’ edileceğim. Onun için benim Nur âhiret kardeşlerim, EHVEN-ÜŞ ŞERR deyip bazı bîçare yanlışçıların hatalarına hücum etmesinler. Daima müsbet hareket etsinler. Menfî hareket vazifemiz değil. Çünki dâhilde hareket menfîce olmaz. Madem siyasetçilerin bir kısmı Risale-i Nur’a zarar vermiyor, az müsaadekârdır; ehven-üş şerr olarak bakınız. Daha A’ZAM-ÜŞ ŞERDEN kurtulmak için; onlara zararınız dokunmasın, onlara faideniz dokunsun.
(Emirdağ -2)

… NUR TALEBELERİ SİYASETLE İŞTİGAL ETMEZ, SİYASETTEN KAÇIYORLAR. Eğer siyasete mecbur olsalar, siyaseti dine âlet yapıyorlar; tâ ki siyaseti dinsizliğe âlet edenlere karşı dinin kudsiyetini göstersinler. SİYASÎ BİR CEM’İYETLERİ ASLA MEVCUD DEĞİL.
(Emirdağ-2)

Ey kardeşlerim! Kırkbeş sene evvel Eski Said’in bu dersinden anlaşılıyor ki; o Said siyasetle, içtimaiyat-ı İslâmiye ile ziyade alâkadardır. Fakat sakın zannetmeyiniz ki; o, dini siyasete âlet veya vesile yapmak mesleğinde gitmiş. Hâşâ belki o bütün kuvvetiyle siyaseti dine âlet ediyormuş. Ve derdi ki: “DİNİN BİR HAKİKATİNİ BİN SİYASETE TERCİH EDERİM.” Evet o zamanda kırk-elli sene evvel hissetmiş ki, bazı münafık zındıkların siyaseti dinsizliğe âlet etmeğe teşebbüs niyetlerine ve fikirlerine mukabil, o da bütün kuvvetiyle siyaseti İslâmiyetin hakaikına bir hizmetkâr, bir âlet yapmağa çalışmış.

Fakat o zamandan yirmi sene sonra gördü ki: O gizli münafık zındıkların garblılaşmak bahanesiyle, siyaseti dinsizliğe âlet yapmalarına mukabil, bir kısım dindar ehl-i siyaset dini siyaset-i İslâmiyeye âlet etmeğe çalışmışlardı. İslâmiyet güneşi yerdeki ışıklara âlet ve tâbi olamaz. Ve âlet yapmak İslâmiyetin kıymetini tenzil etmektir, büyük bir cinayettir. Hattâ Eski Said o çeşit siyaset tarafgirliğinden gördü ki:

Bir sâlih âlim kendi fikr-i siyasîsine muvafık bir münafığı hararetle sena etti ve siyasetine muhalif bir sâlih hocayı tenkid ve tefsik etti.

Eski Said ona dedi: “Bir şeytan senin fikrine yardım etse, rahmet okutacaksın. Senin fikr-i siyasiyene muhalif bir melek olsa, lanet edeceksin.” Bunun için Eski Said: “EÛZÜ BİLLAHİMİNEŞŞEYTANİ VESSİYASETİ” dedi. Ve OTUZBEŞ SENEDEN BERİ SİYASETİ TERK ETTİ.
Said-i Nursî
(Hutbe-i Şamiye – Arabî Hutbe-i Şamiye Eserinin Tercümesi/Üçüncü Kelime)

… Sakın kardeşlerim! Tevehhüm, tahayyül etmeyiniz ki, ben bu sözlerimle siyasetle iştigal için himmetinizi tahrik ediyorum. Hâşâ! HAKİKAT-I İSLÂMİYE BÜTÜN SİYASÂTIN FEVKİNDEDİR. BÜTÜN SİYASETLER ONA HİZMETKÂR OLABİLİR. HİÇBİR SİYASETİN HADDİ DEĞİL Kİ, İSLÂMİYETİ KENDİNE ÂLET ETSİN.
(Hutbe-i Şamiye – Arabî Hutbe-i Şamiye Eserinin Tercümesi/Beşinci Kelime)

(Haşiye-1: Siyaseti Yeni Said bütün bütün terkettiği için bakmadığından, Eski Said’in siyasete temas eden HUTBE-İ ŞAMİYE dersinin (onun yerine) tercümesi yazıldı.

(Haşiye-2: Hem üstadımızın yirmi yedi senelik hayatı ve yüzotuz parça kitabı ve mektubları, üç mahkeme (şimdi bin mahkeme) ve hükûmet memurları tarafından tam tedkik edildiği ve aleyhinde çalışan zalim mürted ve münafıklara karşı mecbur da olduğu halde, hattâ i’damı için gizli emir verildiği halde, dini siyasete âlet ettiğine dair en ufak bir emare bulamamaları, dini siyasete âlet etmediğini kat’î isbat ediyor. Ve hayatını yakından tanıyan biz Nur Şakirdleri ise, bu fevkalâde hâle karşı hayranlık duymakta ve Risale-i Nur dairesindeki hakikî ihlasa bir delil saymaktayız.

Nur Şakirdleri

Hükümet ile Bir Cemaat Arasında Yaşanan Olaylar ve Bediüzzaman’ın Mesleği

Umum kardeşlerimize malum olduğu üzere,  hükümet ile bir cemaat arasında yaşanan olaylar, ortaya çıkan sıkıntı ve sancılar nedeniyle, Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin “meslek ve meşrebi”nin çok açık bir biçimde zikredilip, efkar-ı ammede duyurulmasına çok ciddi bir zaruret vardır. Çünkü, bir kısım insanlar, Hz. Üstad’ın hayatından itibaren devam eden kadim Risale-i Nur hizmetini, hükümetle niza eden bir cemaatla iltibas etmekte, yalnışlara düşmektedirler. Ve bir kısım insanlar da kasıtlı olarak, Nur hizmetini söz konusu cemaatle aynı çizgide göstermeye çalışmaktadırlar. Bu sebeblerden dolayı Risale-i Nur hizmeti ile ilgili Hz. Üstad’ın belirlemiş olduğu mehenk taşı hükmündeki esas ve ölçülerin efkar-ı ammede bilinmesine ve duyurulmasına ihtiyaç vardır.

Bu zarurete mebni, Risale-i Nur’da üzerinde hassasiyetle durulan bu ölçüleri şöyle özetleyebiliriz:

i.  Risale-i Nur’un mesleğinin esası ihlastır. Risale-i Nur dünyevi, siyasi, maddi ve manevi işlere asla alet edilemez. Onlara tabi olmaz, onların yörüngesine girmez.

ii.  Risale-i Nur hizmetinin esası “Müsbet harekettir.” Nur talebelerinin vazifeleri, müsbet hareket etmektir, menfi hareket değildir. Rıza-yı İlahiye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlahiyeye karışmamaktır. Asayışi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde, her bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellef olduğumuzu bilmektir. Hz. Bediüzzaman’ın vefatından önce vermiş olduğu en son dersi budur.  Bu hakikate binaen, Risale-i Nur, menfi hareketlerde istimal edilmez; anarşi, terör ve her türlü sokak hareketlerine tamamen karşıdır. Risale-i Nur, menfi hareketleri asla tasvib etmez ve menfi hareketlere katiyyen bulaşmaz. Kalb-i külli ve vicdan-ı umuminin sükunet ve itidalini, uhuvvet ve  dayanışmasını esas alır. Nur talebeleri, cemiyetin sulh ve sükun içinde sürekli istikrarına fiilen  kuvvet verir ve hasbi, liveclillah çalışırlar, hizmet ederler, hiçbir karşılık beklemezler.

 iii. Risale-i Nur hizmeti, şahıs eksenli, bir merkeze, bir şahsa ve bir beldeye münhasır bir hizmet değildir. Risale-i Nur hizmetinde “şahs-i manevi” esastır. Şahs-i manevinin müzahareti içinde hizmetler yürütülür. Hizmetlerde  “meşveret” esastır.

 iv. Risale-i Nur hizmetinde hizmetler, “emir-komut” zinciri içinde yukarıdan aşağıya inme tarzında yürütülmez. Risale-i Nur hizmetinde asla merciyet yoktur.  Nur talebeleri bir şahsa bağlanmaz, şahısların arkasından gitmezler. Şahs-ı maneviyeyi esas alırlar. Bu nedenle, Risale-i Nur hizmetinde “şeyh-mürid”, manasında bir şahsiyetçilik, bir merciiyet ve bir makam yoktur. Matlub ve maksud, Allah rızası için dine, halisane ve istikametle hizmet etmektir. Bu sırra mebni, Nur talebeleri hizmetkarlığı makamata tercih eder, maddi ve manevi makamlara göz dikmezler, merciiyet makamında oturmazlar.

 v.  Risale-i Nur hizmeti, “kitap eksenli” bir hizmettir. Okuyarak aklı ikna, kalbi işba etmeyi esas alır. Binlerce mekanda Risale-i Nur Külliyatı okunur, dinlenir, sohbetler yapılır. Kur’an hakikatleri, iman dersleri tahkiki bir biçimde açıklanır.

 vi. Risale-i Nur talebeleri, siyasetle bizzat meşgul olmazlar. Nur Hizmeti, siyasi bir cemiyet değildir. Onların görevi, tebliğdir, iman hakikatlarını tamimdir. Onların görevleri, imanları kurtarmak, müslümanların imanlarına kuvvet vermek, insanları bu zulmetlı, dehşetli asırda, küfür ve dalaletin, fısk ve sefahatın ateşinden muhafazaya çalışmaktır.

 vii. Risale-i Nur hizmetinde “kemiyeten” ziyade “keyfiyet” esastır. Hakiki ve hakikattar, halis ve hasbi Kur’an talebesi olmak matlub ve maksuddur.

 viii. Risale-i Nur hizmetinde, ecir ve mükafat Allah’dan istenir. Nur talebeleri, hizmetlerinin karşılığında maddi, manevi, dünyevi, siyasi bir mülahazayı  esas almazlar; hizmetlerini maddi makamlar, siyasi  menfaatler üzerine inşa etmezler.

 ix. Risale-i Nur hizmetinde takva esastır. Nur talebeleri, azimetle amel etmeye çalışır, hizmet perdesi altında çeşitli tevillerle takiyye yapmazlar. Hizmetteki istikamet çizgisini tevillere kurban etmez, hizmeti bulandırmazlar.

 x. Risale-i Nur talebelerinin – velev alleme ve müçtehit de olsalar- vazifeleri şerh ve izahtır. Nur talebeleri, Risale-i Nur’u sadeleştirme gibi yanlışın içine düşmezler, böyle azim bir hatada ısrar etmezler.

 xi. Risale-i Nur hizmetinde iktisad ve istiğna esastır. Risale-i Nur talebeleri, maddeye dayalı ve maddi mülahazalar üzerine inşa edilmiş bir yapılanmaya gitmezler.

 xii. Risale-i Nur talebeleri, inhisar fikriyle “hak yalnız benim mesleğimdir.” tarzında bir anlayışla hareket etmezler. Kendileri dışındaki diğer islamî cematlari dışlama ve hizmet sahalarını daraltma gibi faaliyetlere girişmezler.  Çünkü, Risale-i Nur, mal-i umumidir. Herkese kapısını açar, herkesi kuçaklar. Malum cemaat mensubları, taraftar toplama niyetiyle değil, istifade niyetiyle geldiklerinde onlara kucak açılır ve gelmeleri de arzu edilir.

   İşte yukarıda sıralanan bu ölçüler, Risale-i Nur hizmetinin temel değerleridir. Bu değerler ışığında Nur talebeleri hizmetlerini ifa etmektedirler. Bu ölçülerin dışında, farklı kulvarlada, farklı şekillerde faaliyetler sergileyenler hakiki ve hakikattar Nur talebeleri olarak vasfedilemezler. Bu hususların bilinmesine ve efkar-ı ammeye duyurulmasında zaruret vardır.

 

15 Kasım 2014 / İstanbul

Ağabeyler Meşvereti Notlarından

www.NurNet.org

Said Nursi Hükümete Tavsiyede Bulundu, Müdahale Etmedi!

Bediüzzaman Said-i Nursi’nin talebeleri Abdullah Yeğin, Mehmet Fırıncı ve Abdülkadir Badıllı, gündeme ilişkin konularda önemli açıklamalarda bulundu.
 
Bediüzzaman Said-i Nursi’nin talebelerinden Abdullah Yeğin, “Hükümete muhalefet edenler haksızdır. O iş, ecnebilerin, daha ziyade İslami birlik, beraberliği istemeyenlerin zoruyla oluyor. Bunu istemeyenler hakiki Müslüman değildir, menfaatçidir” dedi. 
 
Bediüzzaman Said-i Nursi’nin talebeleri Abdullah Yeğin, Mehmet Fırıncı ve Abdülkadir Badıllı, AA muhabirinin gündeme ilişkin sorularını cevapladı. 
 
Abdullah Yeğin, “Risale-i Nur’a iyi sarılmanın Türkiye’nin geleceğini garanti altına alabileceğini” söyledi. 
 
Hükümetin dine sarılmasına çok iyi baktıklarını, hükümete dua ettiklerini belirten Yeğin, hükümetin icraatları sayesinde İslam aleminde de Türkiye’nin sevilmeye başladığını anlattı.
 
Nereye gitsek ‘Türkiyeli’ dediğimiz zaman bırakmak istemiyorlar” diyen Yeğin, Türkiye’nin her tarafında Kur’an kursu açılması, hükümetin dine ehemmiyet vermesi, Kur’an kursları açmasının herkesin hoşuna gittiğini kaydetti.
 
Bunların aleyhinde bulunmanın, milletin aleyhinde bulunmak anlamına geleceğini vurgulayan Yeğin, şöyle devam etti: 
 
Millet ne ile tatmin olacak? İslamiyet’ten başta dünyada ve ahirette bizi tatmin edecek ne var? Bir insan 5 vakit namazını kılar ve doğruluktan ayrılmazsa dünyada bütün çalışmaları ibadet sayılıyor. Böyle bir dini terk edemeyiz ve böyle bir dine kıymet vermemiz hükümetçe de milletçe de şart. Bir insan ebedi hayatını kazanamazsa bu dünyada padişah olsun fanidir, muvakkattir. Bu dünya mühim değil, esas ahiret mühimdir. Kur’an-ı Kerim’de 1000 ayet hep ahiretten bahsediyor. ‘Bizi millet yapan, İslamiyet’tir. Akıl, kuran ve imandır’ diyor. İslam’a çok sarılmamız lazım. Bundan vazgeçilmez. Menderes beyanat verdi. ‘Bu millet Müslüman’dır ve Müslüman kalacaktır. İslamiyet’in bütün icapları yerine getirilecektir.’ Üstadımız şunu söylüyor; ‘Avrupa ve ABD’de komünizm, dinsizlik var madem ki, anarşi var, anarşiden kurtulmanın tek çaresi İslamiyet’e sarılmaktır.’ İslamiyet’e sarılmazsak dünyamız da ahiretimiz de perişan olur. Milleti iman bakımından uyandırmak lazım, menfaat için değil, Allah rızası için çalışmak lazım.
 
Bediüzzaman Said-i Nursi’nin, Demokrat Parti’ye destek verdiğini, “Halk Partisi iktidara gelirse, dinsizlik hakim olur” dediğini anlatan Yeğin, Bediüzzaman’ın bir yazısından şu bölümü okudu: 
 
Demokratlar düşse Halk Partisi veya Millet Partisi iktidara gelecek. Halk Partisi iktidara gelecek olursa komünist kuvveti aynı partinin altında bu vatana hakim olacaktır. Halbuki bir Müslüman katiyen komünist olamaz. Müslümanlık ona kafi gelmediyse anarşist olur. Bunun için vatanımıza dehşetli bir tehlike teşkil eden bu partinin iktidara gelmemesi için demokratları, Kur’an, vatan ve İslamiyet namına muhafazaya çalışıyorum.” 
 
Bir soru üzerine Yeğin, “Hükümete muhalefet edenler haksızdır. O iş, ecnebilerin, daha ziyade İslami birlik beraberliği istemeyenlerin zoruyla oluyor. Bunu istemeyenler hakiki Müslüman değildir, menfaatçidir” dedi. 
 
Yeğin, hatasız bir hükümetin olamayacağını vurgulayarak, “Mutlaka bazı hataları olur. Ama ekseriyeti iyiyse İslamiyet’e hadim ise desteklememiz lazım. Müslüman Müslüman’ın aleyhinde olmamalı” dedi.
 
“Bu arkadaşlar katiyen bu işten vazgeçsin”
 
Nursi’nin diğer talebesi Mehmet Fırıncı, Bediüzzaman’ın devlet ricaline daima tavsiyelerde bulunduğunu dile getirerek, “Üstad, ‘Siz oradan kalkın ben oraya oturayım, bunu yapayım’ katiyen dememiş. Daima tavsiyede bulunmuş. ‘Siz orada oturun, bunları böyle güzel yapın’ demiştir. Yardımcı olmak tarzında… İslam ulemasının da bütün hepsi, hatta İmam-ı Azam hazretleri devlette vazifeyi kabul etmemek için hapiste ölmüş” diye konuştu.
 
İslam hizmetleriyle meşgul olanların gayeleri ve çalışmalarının Allah rızası için, insanların imanına hizmet etmek olduğunu kaydeden Fırıncı, şunları söyledi: 
 
Herhangi dünyevi bir koltuk elde edeyim, şu olsun, bu olsun katiyen düşünülmez. Düşünülürse bu din hizmeti olmaz. Hz. Üstad’tan aldığımız ders budur. Böyle bir şeye alet etmek çok yanlış olur. Böyle bir tasavvurda ve teşebbüste bulunan kardeşler varsa bundan vazgeçsinler. Üstadımız bazı fıkhi meseleleri sorarlar. Mesela, Manisa’dan bir arazi meselesi. ‘Oranın müftüsüne sorun’ diyor. Risale-i Nur’un Diyanet’in neşretmesini istemesinin nedeni de Diyanet’in elinde Risale-i Nur gibi bir hakikatler manzumesi olsun ve bütün dünyaya onunla hakkaniyetini ibraz etsin.”
 
Hükümete muhalefet etmek için bir izah bulamadığını anlatan Fırıncı, “Durup dururken bir Müslüman böyle bir idareye karşı nasıl böyle tavır içine girebilir? Bunun manasını bulamıyoruz. Bu arkadaşlar katiyen bu işten vazgeçsin. Ben artık o gazeteleri, televizyonları bir dakika bile takip etmiyorum. Biz de töhmet altında kaldık. Bu töhmetten bizim de kurtulmamız lazım. Biz böyle bir şeyi kabul etmiyoruz. Hizmetimize devam ediyoruz. 60-70 sene evvel nasıl başladıysak aynen öyle devam  ediyoruz. Onlar bu yanlışlıktan vazgeçsin” şeklinde konuştu.  
 
“Vatandaşlar oy kullanmalı”
 
Nursi’nin talebelerinden Abdulkadir Badıllı ise Bediüzzaman’ın “siyasetsizlikten” maksadının “tarafgirlik yapmamak“, “bütün bütün kendini bir partiye endekslememek” olduğunu vurguladı. 
 
Vatandaşların oy kullanması gerektiğini dile getiren Badıllı, şu bilgileri verdi: 
 
“Üstad, 1957 seçiminde ekim ayında gidiyor sandık başına ‘Benim oyumun bir kıymeti var’ deyip açıkça demokratlara veriyor. Onun için bu siyaset değil, Türkiye’ye olan borcunu eda ediyor. Siyasetsizlik, hiç sandık başına gitmemek değil. Türkiye’de bir Kürtçülük, bir de Türkçülük adına bir parti kurulmuş. Bu Türkçülük adına kurulan parti, Kürtçülüğü doğurdu maalesef. Böyle olmaması lazım. BDP’liler geldi, ‘Biz sizinle görüşmek istiyoruz.’ Dedim ki, ‘Bakınız, ben oyumu Kürt’e Arap’a vermiyorum, ben oyumu Türkiye’ye ve Urfa’ya veriyorum.’ Bunun dışında bütün nur talebeleri böyle dedi. ‘Şu daha güçlü’ diye oy vermiyoruz. Üstadımız Ankara’daki son dersinde ‘Bir parti az müsaadekarsa ona zararınız dokunmasın. Faydanız dokunsun. Eskiden CHP’nin yaptığı bütün fena suçlarını yüzde 5’ine veriyorum. Diğerleri sadece tabiidir, ona kaptırmışlardır. Başta olan partinin az faydası ya da az bir zararı dokunuyorsa biz buna karşı gelmeyelim.’ Nur talebelerinin oyu, fikri, siyaseti de budur.
 
Bugünkü parti ve Başbakan düşse ne olacak. Üstad’ın dediği gibi CHP gelecek. CHP geldi mi o dindarların işine gelir mi? Bir insanın günahı ile hayrı ayrı ayrı kefelere konur. Örneğin, Osmanlı padişahlarından biri oğlunu öldürmüş ama bunun yanında 100 cami, 100 medrese yapmış, binlerce alim yetiştirmiş. Bu hayırla o hayrı yan yana koyduğumuzda elbette hayırlarını tercih edeceğiz. Hükümetin bazı kusurları olabilir ama bu kusurlar onun yaptıkları iyiliklerin yanında sıfır kalır.” 
 
“Kürdi’yi kendisi silip Nursi yapmış”
 
Badıllı, Risale-i Nur kitaplarındaki “Kürt” kelimesinin silinmesi iddiaları üzerine, bunun cehaletten söylendiğini ifade etti. Badıllı şöyle konuştu: 
 
“Bende Münazarat Risalesi var. Berlin’de yaşayan Abdülmuhsin Alev isimli bir kişiden Divan-ı Harb-i Örfi, Divan-i Said-i Kurdi kitaplarını aldık. Üstad kendi kalemiyle ne kadar ‘Kürdi’ varsa hepsini silmiş ‘Nursi’ yapmış. Kürdistan’ı silmiş Vilayet-i Şarkiye yapmış. Bir yerde değil belki on, yüz yerde yapmış. Bu fikirde olanlara bunu gösteriyorum. Üstadı seviyorsanız bu budur, ama kendi kafanıza hareket ediyorsanız, siz bilirsiniz. Üstadımız dışında hiç kimsenin haddi yoktur ki Risale-i Nur’u değiştirsin. Maalesef bu cemaat dedikleri, bu Amerikalı, onun dışında kimse bu işi yapmıyor. Ya Üstad emretmiş talebeleri yapmış ya da Üstad kendi kalemiyle yapmış. Ben de ispatı var. Herkese ilan ediyorum, gelsinler baksınlar.”
 
AA

İşarat’ül-İ’caz’ı Resmen Basan Diyanet İşleri Başkanını Ve Bu Hükümeti Tarih Alkışlıyor

Bediüzzaman Hazretleri, Adnan Menderes’in zor günlerinde yani Halkçılarla Irkçıların birleşerek onu devirmeye çalıştığı bir zamanda, vatanın, milletin ve dinin aleyhinde kurulan bu planın sonuçsuz kalması için iki tavsiyede bulunmuştu.

Birincisi, Nurların resmen serbest kılınması ki, bunun yolu diyanet eliyle neşredilmesidir. İşte şu andaki Diyanet bu müjdeyi gerçekleştirmiştir. Bu konuda alim kardeşim Başkan Mehmed Görmez Beyi tebrik ediyorum. Bu sıkıntılı günlerde hemen Uhuvvet ve İhlas Risalelerinin de basılmasını istirham ediyorum.

İkincisi ise, Ayasofya’nın 550 yıllık eski vaziyetine iadesi yani Cami olarak açılmasıdır. Umarım Başbakanımız, bu müjdeyi de gerçekleştirerek, aleyhinde ittifak eden şer güçlerin planlarını akim bırakır.

“Nasıl Ezan-ı Muhammediye’nin (A.S.M.) neşriyle Demokratlar on derece kuvvet bulduğu gibi, öyle de Ayasofya’yı da beşyüz sene devam eden vaziyet-i kudsiyesine çevirmektir.

Ve âlem-i İslâmda çok hüsn-ü tesir yapan ve bu vatan ahalisine âlem-i İslâmın hüsn-ü teveccühünü kazandıran, bu yirmi sene mahkemeler bir muzır cihetini bulamadıkları ve beş mahkeme de beraetine karar verdikleri Risale-i Nur’un resmen serbestiyetini dindar Demokratlar ilân etmelidirler. Tâ, bu yaraya bir merhem vurmalı.

O vakit âlem-i İslâmın teveccühünü kazandıkları gibi, başkalarının zalimane kabahatı da onlara yüklenmez fikrindeyim.” Emirdağ Lahikası-2 ( 164 )

“Bu memleketin vatanperver siyasîleri çabuk aklını başına alıp Risale-i Nur’u tab’ederek resmen neşretmeleri lâzımdır ki, bu iki belaya karşı siper olsun…

Acaba bu yirmi sene zarfında iman-ı tahkikîyi pek kuvvetli bir surette bu vatanda neşreden Risale-i Nur olmasaydı; bu dehşetli asırda, acib inkılab ve infilâklarda bu mübarek vatan, Kur’anını ve imanını dehşetli sadmelerden tam muhafaza edebilir miydi?” Mektubat ( 482 )

“Üstad, Risale-i Nur’u te’lif ederken, Kur’anın i’cazî lem’aları olan bu eserlerin her taife-i insaniyede inkişaf edeceğini, dinsizliğin memleketimizi istilasına mani’ olacağını, memleket ve millet için bir sedd-i Kur’anî vazifesini göreceğini, Risale-i Nur hizmetinin umumiyet kesbedip Türk Milletinin yine İslâmiyetin kahraman bir ordusu ve fedakârı olacağını, Risale-i Nur’un neşri ve ileride resmen intişarı milletçe benimsenmesi ve maarif dairesinin hakikat-ı Kur’aniyeye yapışması neticesi maddeten ve manen milletin terakki edeceğini, İslâmiyetin büyük kuvvet bulacağını zikretmiştir.” Tarihçe-i Hayat ( 27 – 28 )

Prof. Dr. Ahmed Akgündüz

www.NurNet.org

Zulüm ve Bedduanın Olduğu Yerde Yağmur da kesilebilir!

Yağmurun ve kar’ın bol yağdığı kış mevsiminde, bu kış aylarında, Türkiye’nin genelinde yağmur ve kar’ın yağmadığı, barajlarda su seviyesinin düştüğü, ekin tarlalarının kuruduğu, dolayısıyla toplumun muzdarip olduğu görülmektedir. Her ne kadar Allah’ın hikmetinden sual sorulmaz ise de,  gene de bu kuraklığın sebeb-i hikmeti nedir, diye akla bir fehim geliyor.

Bediüzzamanın talebesi, yağmur duasıyla ilgili bir soru sorar: “Üstadım, yağmur duası ve namazın neticesi görünmedi, faydasız kaldı. İki üç defa bulut toplandı, yağmur vermeden dağıldı. Neden?”

Bediüzzaman, yağmurun neden kesildiğini, Emirdağ Lahikasında detaylı izah etmiştir. Gene de konunun özetinde insanları şükre davet ediyor. Çünkü Kur’an’ın da emri budur ki:  “Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) arttıracağım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir!”(İbrahim,7)

Yani şükür edici isek, Allah nimetlerini artırıyor, şükür edici değilseksek, şükür edinceye kadar bereketini kesiyor. Genel olarak Allah’ın nimetlerine karşı şükür edersek inşallah Rezak’ı zülcelâl ikramını esirgemez. Peki şükür nasıl yapılır? Evele Allah’ın bütün nimetlerine karşı şükür mecburiyeti var, bununla beraber insanlar kendi aralarında da yardımlaşmayı, dayanışmayı, birlik ve beraberliği sağlasa, mali durumu iyi olan fakir ve çaresiz olan insanlara yardım elini uzatsa, Allah’ın nimetlerine karşı bir şükür olur, o zaman nimet sahibi olan Allah’ta inşallah rahmet ve bereketini gönderir.

Bugün komşumuz olan Suriye devletinde, her nedense bir iç savaş yaşanıyor. Halkı aç ve perişan, can güvenliği olmayan bu insanlar, Türkiye’nin hemen hemen her yerine dağılmış, barınacak yerleri kısıtlı, sosyal güvenceleri yok, sokaklarda, soğuktan donup ölen bu insanlara, en azında bu kış mevsimi çıkıncaya kadar birkaçını misafir edelim, diyenimiz oldu mu? Muzdarip ve yardıma ihtiyacı olan insanlara, merhamet eli uzatılmasa, nasıl Allah’ın rahmetini isteyebiliriz.

Toplum olarak kafamızdaki bencillikler, yüreğimizdeki kin ve nefret duyguları devam edildikçe, birbirimize karşı olan merhamette kesilir. Bir hadiste rivayet vardır ki:“İnsanlara merhamet etmeyene Allah rahmet nazarıyla bakmaz.”

Son günlerde, bir din âlimi ve saygın bir insan olarak bilinen biri, milyonlarca insanın seyrettiği bir televizyon kanalında, iki elini kaldırarak,  yanan bir yürekle, “Allah’ım onları da, bizi de yerin dibine batır!” bedduası ile Müslümanları cidden üzmüştür. Bu beddua yerine; şayet “Allah’ım onları da, bizi de affet” deseydi, daha uygun ve daha makul olmaz mıydı? O zaman hem Allah’ın, hem de toplumun da hoşuna gider ve bir rahmete vesile olacağı umulurdu. Millet olarak birbirimizi kucaklaşmadıkça, birbirimize merhametkarene bakmadıkça, Allah bize rahmet nazarıyla nasıl bakar?

Keza, Asr-ı ahirin müceddidi, Risale-i nur’un müellifi, Bediüzzaman, nadire-i cihan, hadim-i Kur’an Said Nursi Hazretlerinin ilham ve istihraç olarak kalbine gelen Kur’an’ın ayetlerini zamanın fehmine uygun olarak Risale-i Nur eserlerinde açıklamıştır. Kur’an’ın tefsiri olan Risale-i Nur’un sadeleştirilmesi mümkün olmadığı halde, ağır bir hıyanette bulunarak Risale-i nur eserleri sadeleştirmişler. Bu da hem Bediüzzaman’a, hem de Risale-i Nur eserlerine saygısızlıktır.  Bu sadeleştirme ticaretinden biran evvel vaz geçip, basılan kitapları da behemehal toplatılarak imha edilmesi büyük bir erdemlik olacaktır.

Sadaka nasıl belayı defediyorsa, Risale-i Nur da,  okunduğu yerde sadaka hükmüne geçer, belayı defediyor. Risale-i nur’a ilişildiği zaman, bela ve musibetler de gelmeye başlıyor, tarih bunun canlı şahididir.

Netice itibariyle, bir memlekette hükümetin işine karışıp, işine gelmeyen şeyler için beddua ediliyorsa, dünyada İslam âlemi üzerinde zulüm devam ediyor, her gün onlarca insan öldürülüyorsa, bu zulme dur denilmiyorsa, hatta taraf olup bu zulmü alkışlayanlar da varsa,  Allah’tan rahmeti istemeğe nasıl bir yüzümüz olabilir?

Rahmeti isteyebilmemiz için evvela, kendimizi düzeltmek, musibet ve belalardan Allah’a sığınmak, beddua yerine; Rahman-i rahim’e iki elimizi kaldırıp alem-i İslam için, insanlık barışı için, huzur ve güvenin temini için dua edelim, ondan sonra rahmet, bereket ve yağmur isteyelim…

Rüstem Garzanlı/Diyarbekir

22.1.2014

www.NurNet.org