Etiket arşivi: Hüsnü Bayramoğlu

Tahiri Mutlu, Üstadın Son Yolculuğunu Anlatıyor!

“UR­FA’YA Zİ­YA­RE­TE Gİ­DE­CE­ĞİZ…”

Tahiri Mutlu: “Biz du­ru­yo­ruz ba­şın­da, Üs­tad Haz­ret­le­ri uyur va­zi­yet­te ya­tı­yor. Bir ara gö­zü­nü aç­tı, ‘Hüsnü’ye söy­le, Ur­fa’ya zi­ya­re­te gi­de­ce­ğiz’ de­di, tek­rar gö­zü­nü yum­du. Ben he­men kal­ktım bak­tım, kar­deş­ler ya­tı­yor, de­dim: ‘Kar­deş­ler! Üs­tad Haz­ret­le­ri Ur­fa’ya zi­ya­re­te gi­de­ce­ğiz, diyor.’ Emir­dağ’dan ge­lir­ken ara­ba­nın las­ti­ği pat­la­mış, ye­de­ği tak­mış­lar…

Hüsnü, ‘Oto­mo­bi­lin bi­raz ta­mi­re ih­ti­ya­cı var’ de­di. Ben git­tim söy­le­dim Üs­tad’a. ‘Baş­ka oto­mo­bi­le ba­kıl­sın’ de­di. Va­kit yok, dur­mu­yor, ta­mi­ri­ne mü­sa­a­de yok. Va­kit yok ya­ni… Tek­rar gel­dim, ben yi­ne, ‘Kardeş­ler! Üs­tad’ımız, baş­ka oto­mo­bi­le ba­kıl­sın, di­yor’ de­dim. Öy­le de­yin­ce hep­si bir­den hop sefer­ber va­zi­ye­ti al­dı­lar, he­men pat­lak te­ke­ri dü­zelt­ti­ler.

“Biz de bir yan­dan Üs­tad’ın eş­ya­la­rı­nı ta­şı­yo­ruz… Oto­mo­bi­le bi­nin­ce, o ayak­la­rı­nı sal­ladı­ğı boş­luk var ya, ora­yı dol­dur­duk ki Hz. Üs­tad ya­tak ola­rak bu­ra­ya yat­sın di­ye… Kar­deş­ler ha­zır­lan­dı­lar, oto­mo­bil ha­zır… Üs­tad Haz­ret­le­ri­ni kal­dır­dık, giy­dir­dik; yi­ne kol­tuk­la­rın­dan tu­tu­yo­ruz… 

Zü­be­yir de­di ki: ‘Ağa­bey, Üs­tad’a bir daha tek­rar ede­lim, Üs­tad’ın ate­şi var…’ ‘Çok iyi olur’ de­dim. ‘Üs­tad’ım, Ur­fa’ya zi­ya­re­te gi­di­yo­ruz’ de­di Zü­be­yir. ‘Evet’ de­me­ye vak­ti yok Üs­tad’ın, bu de­re­ce has­ta; ka­fa­sı­nı sal­la­dı, ‘evet’ de­mek is­te­di­ği­ni an­la­dık. Ya­vaş ya­vaş in­dir­dik. Oto­mo­bi­lin ka­pı­sı­na oturt­tuk. Kol­tuk­la­rın­dan tut­tum, kar­deş­ler ayak­la­rın­dan tut­tular, ha­zır­la­dı­ğı­mız ye­re çek­tik, ya­tır­dık el­ham­dü­lil­lah onu… Kar­deş­ler de bin­di­ler…

 “Ur­fa’ya Üs­tad’la be­ra­ber Bay­ram da git­mek is­ti­yor­du. Fa­kat Üs­tad Haz­ret­le­ri, ev­de bir ki­şi bı­rak­maz, dai­ma iki ki­şi bı­ra­kır; yi­ne Bay­ram’la iki­miz ka­la­cak­tık. Fa­kat Bay­ram da Üs­tad’la git­mek is­ti­yor… O da şo­för, eh­li­ye­ti var. Üs­tad, Al­lah ra­zı ol­sun, ben ne söy­le­sem kabul eder­di. De­dim:

‘Üs­tad’ım, çok uzun me­sa­fe­ye ha­re­ket ede­cek­si­niz, Bay­ram da Hüsnü karde­şi­mi­ze yar­dım et­se, mü­sa­a­de et­se­niz…’ ‘Pe­ki’ de­di. ‘Bay­ram ha­zır­lan ba­ka­lım, hay­di!’ de­dik, bin­di­ler. Ga­raj ka­pı­sı­nı aç­tım. Ga­raj ka­pı­sı ka­pa­lıy­ken ha­zır­lan­dı­lar; ka­pı­yı aç­tım, on­dan sonra uğur­la­dım.”

Ruhları için el fatiha

Kaynak: Son Şahitler

 

www.NurNet.org

Risale-i Nur Ders kürsüsü Üstad’ın kürsüsüdür!

Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Hizmetkarı ve Talebesi Hüsnü Bayramoğlu, Risale-i Nur ders kürsüsünün Üstad’ın kürsüsü olduğunu belirterek, “O makam ciddiyet ister. Vakar ister. Laubalilik ve lakaydlık makamı değildir” dedi.

Hüsnü ağabeyin, “Risale-i Nur derslerinde dikkat edilmesi gereken hususlar”a dair yayınladığı lahika şöyle:

بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪

Aziz Kardeşlerimiz,

Vatan sathında ve yurt dışında istihdam olunduğunuz bütün hizmetlerinizi tebrik ediyoruz, Cenab-ı Hak sizleri ve bizleri sırat-ı müstakimden ayırmasın ve Risale-i Nur hizmetinde daimi sebat, tam sadakat ve kanaat nasib eylesin.

Kıymetli Kardeşlerim;
Nur Hizmetinin en mühim tesiri Hz. Üstadımızın manevi huzurunda Risale-i Nur’ların okunduğu dersleridir. Muazzez Üstadımız; “Çünkü o dersler, ulûm-u îmâniyeden olduğu için bir insan yalnız kendi nefsine dinlettirse yeter. Bâhusus siz daimâ bir iki hakikî kardeşi de bulursunuz. Hem o dersi dinleyenler yalnız insanlar değil. Cenab-ı Hakk’ın zîşuur çok mahlukatı vardır ki, hakâik-ı îmâniyenin istimâından çok zevk alırlar. Sizin o kısım arkadaşınız ve müstemileriniz çoktur. Hem mütefekkirâne o çeşit sohbet-i îmâniye, zemin yüzünün bir manevî zîneti ve medâr-ı şerefi olduğuna işareten biri demiş:

‎آسْمَانْ رَشْكْ بَرَدْ بَهْرِ زَم۪ينْ كِه دَارَدْ

‎يَكْ دُو كَسْ يَك دُو نَفَسْ بَهْرِ خُدَا بَرْ نِش۪ينَنْدْ

Yâni: Semâvât zemine gıpta eder ki; zeminde hâlisen-lillâh sohbet ve zikir ve tefekkür için bir-iki adam, bir-iki nefes yâni bir-iki dakika beraber otururlar; kendi Sâni-i Zülcelâlinin çok güzel âsâr-ı rahmetini ve çok hikmetli ve süslü âsâr-ı sanatını birbirine göstererek Sâni’lerini sevip sevdirirler, düşünüp düşündürürler.” (Barla Lâhikası/261) buyuruyor ve hem diyor;

“Yirmi ikinci Söz tashih edilirken dinledim. Gördüm ki; içinde hem küllî zikir, hem geniş fikir, hem kesretli tehlil, hem kuvvetli îman dersi, hem gafletsiz huzur, hem kudsî hikmet, hem yüksek bir ibadet-i tefekküriye gibi nurlar var. Bir kısım şâkirdlerin ibadet niyetiyle risaleleri, ya yazmak veya okumak veya dinlemekliğin hikmetini bildim. Bârekâllah, dedim. Hak verdim.” (Kastamonu Lâhikası/250)

İşte böyle bir saat tefekkür bir sene nafile ibadetten hayırlıdır sırrının masadakı olan bir marifetullah dersini dinlemek üzere bir araya gelen cemaatimize Nurlardan okumak nimetine nail olan kardeşlerimiz şu gelen mektupları daima hatırda tutmalıdır ve unutmamalıdır ki Risale-i Nur’un ders kürsüsü Hz. Üstad’ın kürsüsüdür. O makam ciddiyet ister. Vakar ister. Laubalilik ve lakaydlık makamı değildir. 

Hz. Üstadımız Hulusi Ağabey’e o makamda ki hissiyatını takdir ile diyor;
“Cemaata Sözleri okumak zamanında sendeki hissiyât-ı âliye ve fazla inkişaf ve fedakârane hamiyet-i diniye galeyânının sırrı şudur ki: Velâyet-i kübra olan veraset-i nübüvvetteki makam-ı tebliğin envarı altına girdiğin içindir. O vakit sen, dellâl-ı Kur’ân Said’in vekili, belki mânen aynı hükmüne geçtiğin içindir. “(Barla Lâhikası/255)

Binaenaleyh Risale-i Nur’u cemaate okumak nimetine mazhar olan kendisinden birşey katmadan mübelliğ-i Nur olmalıdır. 

Nur’un birinci talebesi Hulusi Beyin bir başka mektubu da bu hususta calib-i dikkattir;
“Ben burada inşâallah emanetçi olduğum Sözler’i inayet-i Hak’la ve duanız berekâtiyle lâyıklı kulaklara duyurabileceğimi ümid ediyorum. Üstadım müsterih olunuz, bu Nurlar ayak altında kalamazlar. Onları dellâl-ı Kur’ân’dan enzâr-ı cihana vaz’eden Hâlık (Celle Celâlühü) bizim gibi, kimsenin ümid ve tahayyül etmeyeceği âciz insanlarla bile neşr ve muhafaza ettirir. Bu işi ben sa’yim ile, kudretim ile kazandım diyen huddâm, o gün görecekler ki, o mukaddes hizmet, zâhiren ehliyetsiz görünen, hakikaten çok değerli diğerlerine devredilmiş olur kanaatındayım. Bu sebeple oradaki kardeşlerimizden Risale-i Nur ile çok alâkadar olmalarını rica etmekteyim. Hulûsî.” (Barla Lâhikası/36)

Hulusi Bey Nurları okuduğundaki hissiyatını ise şöyle ifade ediyor;
“Risaletü’n-Nur, Mektûbâtü’n-Nur’un mütâlaası, tahrir edilmesi, başkalara neşr ve tebliğe alâ-kadri’l-istitâa çalışılması gibi emr-i hayr-i azîme, havl ve kuvvet-i Samedanî ve inayet ve lütf-u Rabbanî ile muvaffak olduğum zamanlar ki; bu evkatta evvelen ve bizzat bu fakir istifade, istifâza, istiâne etmiş oluyor. Bu itibarla mezkûr saatları çok mübarek tanıyor, firakına acıyor, o yaşayışın devamını, tekrarını, kesilmemesini ez-can ü dil arzu ediyorum. Fakat ne çare ki: İğtinam edebildiğim kısacık vakitlerde zihnimi safîleştirip Nurların karşısına, dolayısiyle Kur’ân’ın mu’cizeleri mecmuasına ve aziz, muhterem Üstadımın medresesine ve ol Seyyidü’l-kevneyn Peygamberimiz Efendimiz (A.S.M) Hazretlerinin ravza-i saadetlerine ve nihayet Rabbü’l-Âlemîn Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin huzur-u lâmekanîsine çıkıyorum. Bu sebeble cidden o Nurlarla iştigal etmediğim zamanlar, keşke enfâs-ı ma’dude-i hayattan olmaya idiler, diyorum.” (Barla Lâhikası/36)

Aziz Kardeşlerimiz dikkat buyurunuz, Üstadımız Bediüzzaman’ın Kur’an’ın bu asrın fehmine ve idrakine bakan ayetlerinden aldığı derslerini okuyoruz.

Hz. Üstadımız; “Kur’ân-ı Hakîmin hizmeti esnâsında ve hakàik-ı îmaniyenin dersi vaktinde, o hakàik hesâbına ve Kur’ân şerefine, o makamın iktiza ettiği izzet ve vakar-ı ilmiyeyi ders vaktinde muhâfaza edip, başımı ehl-i dalâlete eğmemek için, o izzetli vaziyeti muvakkaten takınıyorum” (Lem’alar/197) demekle hem bizleri izzet ve vakar-ı ilmiyeye davet ediyor hem Allah muhafaza derste ciddiyetin gitmesini mevhum-u muhalifiyle ehl-i dalalete boyun eğmek olacağını ifade ediyor. 

Bizi yine ciddiyet ve sıdka davet eden şu dersi meselemiz hususunda çok manidardır;

“Ahlâk-ı âliyeyi ve yüksek huyları hakikata yapıştıran ve o ahlâkı daima yaşattıran, ciddiyet ile sıdkdır.” (İşârât-ül İ’caz/118)

Bu asırda Nebevi ahlak ile tahalluk eden her Nur talebelesi “.. yakından O’nu temâşa eden ve merakla dikkat eden büyük zekâlar, ulvî dehalar; O’nda hiçbir zaman, hiçbir cihette sahtekârlık ve tasannû eserini görmesin!.. Daima ciddiyeti, samimiyeti, ihlâsı bulsun!..” (Sözler/203) gibi ahlak-ı aliyeye yetişmeye gayret etmelidir zira Nübüvvetin delillerinden birisi de ciddiyetidir; “fevkalâde ciddiyeti.. fevkalâde metâneti; dâvâsında nihayet derecede sâdık olduğunu güneş gibi âşikâre gösteriyor.” (Sözler/257). 

“Hem öyle bir ciddiyetle dâvet ve öyle esaslı bir surette terbiye eder ki; düsturlarını asırların cephesinde ve aktârın taşlarında nakşediyor ve dehirlerin yüzlerinde pâyidar ediyor…” (Mektubat/206)

Elhasıl: Hz. Üstadımız mazhar oldukları inayetlerden bizleri de hissedar ederek, vazifemizde her an gayret ve ciddiyet tavsiye ediyor.

Cenab-ı Hak bilhassa Nurların okunduğu derslerde ciddiyet ve vakar-ı ilmi muhafaza ederek halisenlillah okumayı, Risale-i Nur’un bizlere kazandırdığı pek büyük kar ve neticeye mukabil tam sadakat ve sarsılmaz sebat ve kanaat ile ihlas ve takva dairesinde istihdam olunmayı nasib etsin Ve bizleri sırat-ı müstakimden ayırmasın.

Kaynak: NurdanHaber

www.NurNet.org

Hüsnü Bayramoğlu ağabeyim deyince ilk aklıma gelen bazı hakikatlar!

Hüsnü Bayramoğlu ağabeyim deyince ilk aklıma gelen bazı hakikatlar….!

Bu aşağıda belki onda biri dercedilen ve sıddıkıyetin en yüksek meretebelerinde tayeran eden bir sahib-i velayet-i kübra ve hizmetkarlık kisvesinde bir mahviyetkarın mahiyetini ehil olanlara bir nebze beyan eden Risale-i Nur’un bazı hakikatları…

Evet şahsen mukaddesat üzerine yemin ederimki bu aşağıdaki hakayıkın ve daha fazlasının bütün meratibinin mazharıdır..!

İçimi bazen acıtanda sathilerin en sathisi manevi gabavetin en gabisi mesbuk hakayıkın binde birini ruhunda uzaktanda bir defa dahi hissedememiş adamların bu emanet-i müceddid-i ekber hakkında fikir beyan etmeleri güya tartmaları ve bazı tenkitleri..!

Hey haat..!

Bediüzzaman’ın rahlesinden yıllarca geçmiş bir evladına karşı kim ne dava ederse mağlubtur..
Zaman gösterecektir…
Her ne ise…!

“sizlere bakıp içinizde mahviyet ve tevazu ve hizmetkârlık kisvesiyle görünen şakirdleri âdi, âmi adamlar görür ve der: “Bunlar mı hakikat kahramanları ve dünyaya karşı meydan okuyan? Heyhat! Bunlar nerede, evliyaları bu zamanda âciz bırakan bu kudsî hizmet mücahidleri nerede?” diyerek dost ise inkisar-ı hayale uğrar, muarız ise kendi muhalefetini haklı bulur.”
Said Nursî
Şualar – 317

“O cüz’-i ihtiyarîden dahi vazgeçip, irade-i İlahiyeye işini bırakıp, kendi havl ve kuvvetinden teberri edip, Cenab-ı Hakk’ın havl ve kuvvetine iltica ederek hakikat-i tevekküle yapışmaktır. Ya Rab! Madem çare-i necat budur. Senin yolunda o cüz’-i ihtiyarîden vazgeçiyorum ve enaniyetimden teberri ediyorum.”
Sözler – 212

şu her şeyi doğrudan doğruya Cenab-ı Hak’tan bilir, esbabı bir perde telakki eder fakir adam, o da “Reşha” olsun. Öyle bir “Reşha” ki, kendi zâtında fakirdir. Hiçbir şeyi yok ki, ona dayanıp “Zühre” gibi kendine güvensin. Hiçbir rengi yok ki, onunla görünsün. Başka şeyleri de tanımıyor ki, ona teveccüh etsin. Hâlis bir safveti var ki, doğrudan doğruya Güneş’in timsalini gözbebeğinde saklıyor.
Sözler – 339

İşte Reşha-misal üçüncü arkadaşınız ki, hem fakirdir, hem renksizdir. Güneş’in hararetiyle çabuk tebahhur eder, enaniyetini bırakır, buhara biner, havaya çıkar. İçindeki madde-i kesife; nâr-ı aşk ile ateş alır, ziya ile nura döner. O ziyanın cilvelerinden gelen bir şuâa yapışır, yanaşır. Ey Reşha-misal! Madem doğrudan doğruya Güneş’e âyinedarlık ediyorsun, sen hangi mertebede bulunsan bulun, ayn-ı Şems’e karşı aynelyakîn bir tarzda, safi bakılacak bir delik, bir pencere bulursun. Hem o Şems’in âsâr-ı acibesini ona vermekte müşkilât çekmeyeceksin. Ona lâyık haşmetli evsafını tereddüdsüz verebilirsin. Saltanat-ı zâtiyesinin dehşetli âsârını ona vermekte, hiçbir şey senin elinden tutup ondan vazgeçiremez. Seni ne berzahların darlığı, ne kabiliyetlerin kaydı, ne âyinelerin küçüklüğü seni şaşırtmaz; hilaf-ı hakikate sevketmez. Çünki sen safi, hâlis, doğrudan doğruya ona baktığın için anlamışsın ki, mazharlarda görünen ve âyinelerde müşahede olunan Güneş değil, belki bir nevi cilveleridir, bir çeşit renkli akisleridir. Çendan o akisler onun unvanlarıdır, fakat bütün âsâr-ı haşmetini gösteremiyorlar.
Sözler – 340

Risale-i Nur’un erkânları gibi herşeyini, enaniyetini bıraksın.
Kastamonu – 233

“Risale-i Nur’un hakikî şakirdleri hizmet-i imaniyeyi herşeyin fevkinde görür, kutbiyet de verilse ihlas için hizmetkârlığı tercih eder”
Kastamonu – 251

Hakikat-i ihlas, benim için şan ü şerefe ve maddî ve manevî rütbelere vesile olabilen şeylerden beni men’ediyor. Hizmet-i Nuriyeye gerçi büyük zarar olur; fakat kemmiyet keyfiyete nisbeten ehemmiyetsiz olduğundan, hâlis bir hâdim olarak, hakikat-i ihlas ile, herşeyin fevkinde hakaik-i imaniyeyi on adama ders vermek, büyük bir kutbiyetle binler adamı irşad etmekten daha ehemmiyetli görüyorum……
Bu mana için hizmetkârlığı, makamatlara tercih ediyorum.
Emirdağ-1 – 75

kendini faziletten mahrum gösterip bütün fazileti Kur’anın tefsiri olan Risale-i Nur’a ve dolayısıyla Nur şakirdlerinin şahs-ı manevîsine verip kendini âdi bir hizmetkâr bilmesi kat’î isbat ediyor ki; şahsını beğendirmeğe çalışmadığı ve istemediği ve reddettiği halde, onun rızası olmadan bazı dostları uzak bir yerden onun hakkında ziyade hüsn-ü zan edip medhetmek gibi bir makam vermesi
Emirdağ-1 – 280

“Ben lâyık değilim. Haddim de değil. Ben bir hizmetkârım, çekirdek gibi çürüdüm gittim. Risale-i Nur ise, Kur’an-ı Hakîm’in tefsiridir, manasıdır.”
Emirdağ-2 – 133

velayet-i kübra olan veraset-i nübüvvet ve sıddıkıyet ki, sahabelerin velayetidir;
Sözler – 491

Sahabelerin velayeti, velayet-i kübra denilen, veraset-i nübüvvetten gelen, berzah tarîkına uğramayarak, doğrudan doğruya zahirden hakikata geçip, akrebiyet-i İlahiyenin inkişafına bakan bir velayettir ki, o velayet yolu, gayet kısa olduğu halde gayet yüksektir. Hârikaları az, fakat meziyatı çoktur. Keşif ve keramet orada az görünür.
Mektubat – 50

Sıddık-ı Ekber’in maden-i sıddıkıyetinden teselsül eden kafile-i Sıddıkîn
Lemalar – 36

 

Muhammed Akif FİDAN

www.NurNet.Org

Hüsnü Bayramoğlu Ağabey tarafından hatt-ı Kur’an Lem’alar Mecmuası Basıldı

Bediüzzaman Said Nursi tarafından bizzat tashih edilen bu Lem’alar mecmuası Hz. Üstad’ın hususi hizmetkarı ve talebesi, Risale-i Nur’un neşrinde varisi, ve hizmet-i nuriyesinde mutlak vekili Safranbolu’lu Hüsnü Bayramoğlu Ağabey tarafından hatt-ı Kur’an ile hicri 1371 (m1952) tarihinde yazılmıştır.

Kitap Temini: www.EnvarNesriyat.com

 

İhlas ve Uhuvvet Ezanı Okunuyor !

    “Haddimden fazla fevkalâde hüsn-ü zan ile müfritane âlî makam vermek yerine, fevkalâde sadakat ve sebat ve müfritane irtibat ve ihlas lâzımdır. Onda terakki etmeliyiz.” [1]

Bu müfritane irtibat meselesi çok zaman insanın karşısında çıkıyor. Külliyatta üstadımız ifrat ve terfritten bizleri uzak tutmak için telkinleri varken sadece bu irtibat meselesinde tavsiyede ve teşvikte bulunuyor. Demek ki bunda farklı bir sır var. Sanki o sır cemaatin  vahdetini, ittihadını, tesanüdünü ve hareket tarzını bir tutmak olarak düşünüyorum. Her meşrebimiz kendi arasında irtibat kurmuş haldedir zaten. Hatta ders grupları vs. de bu irtibatı sağlamak için bu irtibat meselesini devam ettiriyorlar. İstişare, birkaç kişi arasında, meşveret daha geniş katılımla, şûra ise, meşveret heyetlerinin bir araya gelmesiyle teşkil ediyor zaten.

Bir ev dersinde düşünün ki on on beş kişi olsun. Düzenli olarak devam eden derse birisi gelmediği zaman bu grup müdavimlerince falan derse gelmedi denilip aranılıp sorulması belki sonradan tamiri mümkün olmayan meseleleri önleyecektir. İnsanın olduğu her yerde potansiyel olarak sıkıntı olması muhtemeldir ki, realitede de öyledir. Nerede insan varsa mizaç ve anlayış farkı gibi sebepler tahtında ister istemez aynı ders halkasında da sıkıntılar çıkıyor. Belki biri birisini yanlış anlaması veya istemediği beğenmediği bir durum karşısında uzaklaşmayı tercih edebiliyor. Böyle olunca takip edilen dersler yavaştan aksamaya başlayıp sonra da tamamen kesilebiliyor. Neticede tesanüd bozuluyor ve  hizmette aksamalar oluyor. Bunun altını eşelediğimizde ise karşımıza çok sebepler çıkıyor.

Az önce yazdığım gibi mizaç ve anlayış farkı temel sebebi oluştururken, üstadımızın tesis ettiği hizmette hizmetin metodunu üstaddan almamak da başka bir sebeptir. Belki de ilk sebep budur. Üstadımızın sarih emirlerine  muhalif kararlar alarak hizmet edilmesi halinde bu daire dışına çıkmaya sebep olmaktadır. Buna bir misal vereyim, anlamadığım ilgi alanıma girmeyen bir şeydir futbol. Ama misal vermek için kullanacağım.

Düşünün ki, futbolun belli kuralları vardır. Gol, korner, tac . . . gibi. Belirli bir sınırı var yani. Şimdi bir oyuncu sahada istediği gibi hareket edemez. Çizilmiş olan kurallar dairesinde oynamasına izin verilir, Aksi taktirde saha dışına alınarak oyuna devam etmesine izin verilmez. Dünyada olan her şeyin kuralı kaidesi olduğu nettir. Bunun aksini kimse iddia edemez.

Küçük geçici bir mesele de bile belirli kaideler olduğunu görüpte islamiyette veya özel nurculukta kaide olmadığını kendi indi anlayışına göre hareket edilebileceğini ileri sürmek maskaralıktan maada bir şey değildir. Sadece bir eğlence bir zaman geçirme, oyalanmak gibidir. Ahirette pişmanlık verecek olan.

Buradan çıkarılabilecek çok şey olduğu bedihidir. Bu kadar sarih bir şeyi kimse inkar etmiyor zaten. Sadece yeni tarzlar yeni anlayışlar ve dünyaya uyarlanmış versiyonlar karşımıza çıkıyor. Malumdur ki yeni bir şeyler ihdas etmek yolunda yürüyen birisi bu yolunu esasatı tahkim etmek gayesinde yaparsa ve ruh-u aliyi rencide etmeden kimse buna itiraz etmez. Taktir ve tebrik de edebilir. Ama yeni ihdas edilen şeyler esasattan uzak düşerse o insan ve yaptıkları da esasattan uzak düşecek ve kırmızı kartla daire haricine çıkacaktır. Futbolda kırmızı kart cezalısı birisi birkaç maç ceza alıp sahadan uzak kalırken, manevi meselelerde kırmızı kart alan birisi/meşrebin de manevi olarak yaptığı tahribi bu dünyada ölçecek bir bir sistem bulunmuyor. Manevi bir ihtar olmazsa tabiki.

Üstadımızın ahirzaman ümmetine çok kısa bir formülle bizzat kendisi de iş üzerinde bizlere eğitim veriyor.  Peki nedir bu formül dersek bakın ne diyor: “Bu dünyada, hususan uhrevî hizmetlerde en mühim bir esas, en büyükbir kuvvet, en makbul bir şefaatçı, en metin bir nokta-i istinad, en kısa bir tarîk-ı hakikat, en makbul bir dua-yı manevî, en kerametli bir vesile-i makasıd, en yüksek bir haslet, en safi bir ubudiyet: İhlastır.”[2] Demek ki ahirzamanda en kısa yol, ihlasmış. Yani yapılan işte Allah’ın rızasını gözetmek. Bu olmayınca, yani ihlassızlık olunca karşımıza Allaha aşık(!) peygambere ve ashabına düşman abur cubur insanlar çıkıyor. Veya meslek başka meşreb başka insanlar. .

Bütün bunlara mani olmak için müfritane irtibat levhasını üstadımız karşımıza dikiyor. Müfritane irtibat olunca vahdet, tesanüd, muhabbet, uhuvvet hasıl oluyor ki bunların temelinde de ihlas vardır. Şayet müfritane irtibat yoksa tam bir ihlas olmadığından alarm çalıyor ama kimseler işitmiyor demektir. Cemaatte vahdeti sağlamak için çalan alarmları duyanlardan üstadımızın, hayatta kalan son varisi/vekili olan Hüsnü BAYRAMOĞLU Ağabeyimiz de bir müddettir istanbul’da medresesinin kapılarını herkese açarak “Ey Nurcular! Gelin bir olalım, vahdeti bulalım.” Nevinden ilanatla dersler yapıyor.

Ve bu derslerde ihlas ve uhuvvet risaleleri okunuyor. Dikkat edersek tam temel mevzular. Birisi hislerimizi birisi de aramızdaki muamelelerin dersi. Katılımcısı sürekli artan bu dersler nur talebeleri arasında da vahdeti sağlamaya ortak bir program nevinden hoş manalara vesile oluyor. Bence bu dersler nurculukta ifrat ve tefritten de muhafaza ediyor. Müstakim nur meşrebini tesis ve teşkil ediyor.

Evvelce hemen her meşreb kendi arasında bir nam ile okuma yaparken son varis/vekil bu okumaları ihlas ve uhuvvet dersleriyle taçlandırıyor. Bu sebeple vakti saati müsaid olan abilerimi, kardeşlerimi bu okumalara mümkün olduğu kadar katılmasını tavsiye ediyorum. Tabiki oraya gidip, hiç kimseyle tanışmadan, kaynaşmadan gelmek büyük bir kabahat olarak addediyorum. Çünkü müfritane irtibat kendi meşrebimizle sınırlı değil.

Mazide yaşanan hadiseleri devam ettirmek ise manevi bir kan davasıdır ve bunları devam ettirmek nurlardan istifadeye set çekmektedir. Her ay düzenli olarak yapılan ihlas ve uhuvvet derslerine katılan kimseleri tebrik edip ediyorum. Gidemeyen ama gönlü o derste olanlar da taktire şayandır. Ortak bir his ve duygu atmosferi teşkil edilmesi de belki semanın sakinlerince de tebrik ediliyordur.

Bu yazım ile son varis/vekil ağabeyimizin okuduğu tesanüd ezanında saflarda yer alabilmek ümidiyle herkesi davet ediyorum.

Bahtiyardır ki, sırat-ı müstakimde kalır,

Bedbahttır ki, sırat-ı müstakimde kalmayıp ifrat ve tefrite sapar.

Bahtiyarlardan olabilmek duasıyla

Selam ve dua ile

Muhammed Numan ÖZEL

Kaynak Linki : NurdanHaber