Etiket arşivi: hz. aişe

Hazreti Aişe (R.Anha)

İslam annelerinin, özellikle her çağda İslam hanımlarının ışık noktası olan, Fahr-i Kainat Efendimizin “HÜMEYRA” diye çok özel bir iltifatına mazhar olan yüce annemiz Hz. Aişe’yi anmanın mutluluğu içindeyiz. Bizim, bu programda çok önemli bir diğer programlara nazaran vurgulayacağımız nokta var. İnsanların pek çoğu hayattayken anlaşılması güç gizlilikler, esrarlar taşır. Çoğu zaman da anlaşılmaz ama Hz. Aişe kadar hakkı yenen bir yüce yoktur. Böylesine mükemmel, böylesine ilahı takdir fırçasından çok özelliklere gelmiş bir annemizi ne yazık ki İslamlar anlamamış. İslamların anlamaması elbette ki hem kendilerini gaflete, hem de İslam hanımlarını güç günlere sokmuştur.

Eğer Hz. Aişe anlaşılsaydı, (şu arkadaşımın dediği gibi…) üç asırlık, hatta çağımızda da İslam hanımlarının, hatta bütün dünya kadınlarının hakları yenmeyecekti, inanınız!

Bugün dünyada sanıyorlar ki; kadınların hakları ayakta tutuluyor, İslami toplumlarda kadınların hakları gasp ediliyor. İkisi de yanlış! Asıl gasp edilen hak: bir et pazarına sürülmüş gibi gösterilen kadını batıda indirdikleri “adi” seviyedir.

İslam’ın da asıl Allah davasına ortak çıkıp, erkekle omuz omuza, hem fikren hem de bedenen çalışarak, İslam bayrağını elde tutmasını engelleyen yanlışlıklar hep Hz. Aişe’nin anlaşılamamasından doğmuştur.

Tarihte Üzerine Yok!

cicekHz. Aişe validemiz Rasûlüllah’ın mekânına intikal ederken, o ışığı Cenab-ı Hakk, Rasûlüllah’ın mekânına verirken çok ince bir minyatür birim hesabı yaptı. İslamiyetin, özellikle Medine’den itibaren çok önemli bir bilgi bankasına ihtiyacı vardı, bir kompütüre ihtiyacı vardı. Bunu, Hz. Aişe’yi çok özel yaratarak Cenab-ı Hakk, Fahr-i Kâinat Efendimizin hanesine ışınladı. Yapılan bütün araştırmalar, tetkikler: Hz. Aişe’nin yorum biçiminden, ilminden, irfanından anlıyoruz ki Hz. Aişe gelmiş geçmiş en büyük bilgi makinesi. Tarihte üzerine yok!

Hiç Kimse Arapçayı Hz. Aişe Gibi Bilemezdi

Arabistan’da, o çağda hiç bir kimse çıkmamış ki Hz. Aişe gibi tarih bilsin… Edebiyatta hiç kimse yok; Hz. Aişe gibi edip olsun. Çünkü edebiyatın özü (biliyorsunuz) dil bilgisidir. (Dil bilgisi) Arapçayı en iyi bilen hanımefendi Hz. Aişe idi. Hiç kimse Arapçayı Hz. Aişe gibi bilemezdi. Bundan dolayı da gerek ayet yorumlarında, gerek hadis yorumlarında Hz. Aişe’nin önceliği, işte bu dil bilgisindeki ustalığındadır. Demek ki; tarihi, dil bilgisini, edebiyatı, bunlardan daha ötede olan muhakeme kudretini hazırlayarak Cenab-ı Hakk, Hz. Aişe’yi, Hane-i Muhammedi’ye ışınlamıştır. Hamd-ü Senalar olsun ki, biz, işte böyle bir ışınlamanın yıldönümünü kutluyoruz.

HZ. AİŞE’Yİ İKİ YÖNÜYLE MÜTALAA EDECEĞİZ (!)

Ondört asır evvel bir şevval ayında bu hadise zuhur etmiştir. İslamiyet’e bir bilgi bankası olarak girmiştir, Hz. Aişe. Ancak Cenab-ı Hakk’ın çok önemli bir hususiyeti: aynı zamanda bu bilgi bankası, yorum kabiliyetli yüce insanı ışınlarken, bir taraftan da müstakbel İslam annelerine, müstakbel İslam kadınlarına bir örnekleme yapmıştır. Yani Hz. Aişe’yi mütalaa ederken iki yönüyle mütalaa edeceğiz;

  1. Bir tanesi akıl almaz bir hafızanın, zekânın, yorum kabiliyetinin ve ilmin temsilcisi olması.
  2. Bir taraftan da davranışlarıyla ve hayat biçimiyle İslam annelerine örnek olmasıdır.

Bu iki ucu hiç kaçırmamak lazım… Hele siz hanımefendiler, Hz. Aişe’nin hayatını satır satır çok iyi bilmeniz lazım gelir.

İSLAM HUKUKUNU HZ. AİŞE KURMUŞTUR

Çünkü bu, sizin İslami şuurun içerisine girmenize sebep olacaktır. Aksi takdirde, İslami şuuru yanlış kişilerden öğrene öğrene İslam hanımını bu hale getirdiler.

Yanlış kişiler, İslam hanımını İslam dünyasına karışmayan, İslamiyet’ten bihaber hale getirdiler. Hâlbuki Hz. Aişe bunun zıddını yaptı. Bakınız size, asıl Hz. Aişe’nin güzel manasındaki hikmetleri açmadan bir misal vermek istiyorum:

Asr-ı Saadet, İslamiyet’ten önce kadını bir hiçliğe mahkûm eden yanlış bir Arap ananesinin yıkılması için İslamiyet’in açtığı bir dava iken ve kadını birinci sınıf vatandaşlığa getirmişken, sonradan gelen Arap yönetimleri özellikle Emeviler ve Abbasiler tekrar kadını İslamiyet’ten önceki çizgiye çekmek için akıl almayacak gariplikler yaptılar.Mesela:

Hz. Aişe annemizin bir âmâ ile konuşması karşısında Efendimizin “konuşmasaydın…” cümlesini alarak: “kadın konuşamaz erkekle,” deyip çıktılar.

Hâlbuki Hz. Aişe başlı başına bir akademi idi. Ve bütün ashabın, hadis ve ayetle yorum ‘yapan, özellikle fıkıhla, İslam hukuku ile uğraşan kimselerini yetiştiren Hz. Âişe’dir.

Hz. Aişe ömrü boyu hac zamanında bütün İslamlara, hac zamanının dışında yalnız Medine’deki “müminlere eğitim yapmış, seminer yapmış, akademi kurmuş bir hanımefendiyi misal vererek” diğer hanımlara: susun, diyorlar.

Her gün vaaz etmiş, her gün ashabı yetiştirmiş ve kesinlikle İslam hukukunu Hz. Aişe kurmuştur. Hiç kimse talip çıkamaz!Hiçbir ilim adamı, hiçbir tarihçi: Hayır! Hz. Aişe kurmamıştır, diyemez!

Zekâsı, Akıl Almaz İlmiyle Başköşeye Oturmuştur

Çünkü hadisleri nakletmek, İslam hakkında Efendimizin davranışlarını, sünnetlerini nakletmek yetmez! Bunların yorumunu yapmak lazım… İşte hadislerin yorumunu, ayetlerin yorumunu yapan o müthiş zekâsı, akıl almaz ilmiyle Hz. Aişe başköşeye oturmuştur. Zaten Efendimiz: “Dininizin yarısını Âişe’den öğreneceksiniz” diye dünyasını değişmeden emretmiştir ve Hz. Aişe’nin, bu müthiş yerini İslamiyet de göstermek için siz de biliyorsunuz; Hz. Aişe’nin kucağına başını koyarak Âlem-i Cemal’e teşrif etmiştir. Bu ince hesapları çok iyi düşünmek lazım… Çünkü biliyorsunuz;

İslam tarihi adına süvari koşturan enva-i çeşit şaşkınlar, hem Hz. Aişe’yi layık olduğu, İslam’a ışık tuttuğu noktada gölgelemişler, hem de Hz. Aişe’yi ihtilaf çıkarıcı, (özellikle alevi kardeşlerimizin gözünden indirici) bir takım yanlış yargılara geçmişlerdir.

Hz. Aişe’nin mizacı itibariyle, bakınız mizacından ana çizgileri vererek başlayacağım asıl Hz. Aişe’yi anlatmaya;

Hz. Aişe Olmasaydı, Ufacık Bir Eğlence Dahi Haram Olurdu

Hz. Aişe çok neşeli bir insandı, espirili bir insandı. İbadetlerinin dışında, tefekkürünün dışında eğlenmeye yer veren bir insandı. Bu çok önemli bir şeydir unutmayınız bunu! Eğer bugün Hz. Aişe olmasaydı ibadetinin dışında ufacık bir eğlence dahi haram olurdu. Çünkü Allah’ın Hz. Aişe’ye karşı da çok özel yarattığı için, çok özel iltimasları vardır.  Hz. Aişe’nin yüzü suyu hürmetine; hanımefendilerin neşesine, espirisine ve (elbette Hz. Aişe’nin sınırında kalan) eğlenme davranışlarına Allah bir helal sayfası açmıştır. Bu Hz. Aişe sayesindedir… Bunun karşısında; Hz. Aişe’nin yine bir özelliği vardı:

Bildiği doğruyu hiç çekinmeden söylerdi. Rasûlüllah’a karşı bile, kendi inandığı inancını savunacak kadar cesur, ilmine, güvenen, iyi niyetine, ihlâsına güvenen bir hanımefendiydi.

Kıskananı ve Düşmanı Çok Olmuştur

Hz. Aişe’nin bu hususiyetleri dolayısıyla, kıskananı ve düşmanı çok olmuştur. Mesela;

Hz. Ali’nin Ehl-i Beyt’le hiç bir ihtilafı yokken bütün Hz. Aişe kıskananları Cemel vakasını bahane ederek, Ehl-i Beyt’le ihtilafı var gibi göstermişlerdir.

Hâlbuki Ehl-i Beyt’e ait en can alıcı hadisleri Hz. Aişe nakletmiş, o yorumlamıştır. Kimse Hz. Ali ile ilgili hadislerin, Hz. Fâtıma ile ilgili hadislerin yorumuna fırsat ve mekân bulamamıştır. Rasûlüllah bunları Hz. Aişe’nin bulunduğu grupta söylediği söylediği için, bunları ancak Hz. Aişe nakletmiştir. Ve Hz. Aişe’nin Ehl-i Beyt’e, Hz. Fâtıma’ya, Hz. Ali’ye ait sözleri o kadar net, sıcak ve ihlâslıdır ki, böyle bir ihtilaf var gibi göstermek büyük hainliktir. İnanmayınız! Hz. Aişe bütün mü’minler gibi Ehl-i Beyt dostudur. Rasûlüllah’ın gönlünde yer kazanmış bir kimsenin Ehl-i Beyt dostu olmaması mümkün değildir.

Ehl-i Beyt Sevgisi Olmayanlara…

Ve ben (zaman zaman,) düşündüğüm zaman, yani bu kadar Ehl-i Beyt dostu değilmiş gibi gösterilen Aişe annemizin hakkının nasıl yendiğini ifade ederken; ben, size bir şey söyleyeyim:

Ben, Ehl-i Beyt dostluğunu, Ehl-i Beyt sevgisini bütün hücrelerime sindirmiş bir insanım. Herhangi bir kimsenin Ehl-i Beyt’e karşı biraz ibresinin yanıldığını görsem hayat boyu konuşmam onunla! Tarihte geçmişse selam vermem, rahmet okumam… Allah’a herhangi bir vesile ile dua okuyup, Kur’an okuyup, çeşitli vesilelerle ruhlarına bağışlarken Ehl-i Beyt sevgisi olmayanlar hariç, diye dua ederim. Bu kadar sıcak bir Ehl-i Beyt dostuyum ve şuna inandım ki: 70 yıllık ömrümde, bir tek Ehl-i Beyt’e karşı gafleti olan gönlüme girmemiştir. Ama Hz. Aişe (Fahr-i Kâinat Efendimizin sevgili eşi) gönlümde çok bir büyük yer sahibidir. Bu sevgi, Ehl-i Beyt sevgisinin içerisindedir adeta, benim gönlümde. Onun için Hz. Aişe hakkında söylenen lafların hepsini şu yıldönümü sebebiyle yok etmek istiyorum!

1 – Hz. Aişe yedi yaşında, sekiz yaşında evlenmiş değildir! Bu Emevilerin bir küstahlığıdır. Hz. Aişe’ye karşı düşmanlıklarını göstermek için bir takım yanlış rivayetleri dile getirmeleridir; çünkü Hz. Ebubekir, Hz. Aişe’yi doğduğu an bir kâfirin oğluyla beşik kertmesi yapmıştır. İslamiyet’in, yani nübüvvetin birinci yılının sonunda İslamların kâfirlerle evlenmesi yasak edildiğine göre; Hz. Aişe’nin, İslamiyetin ancak birinci yılının sonuna doğru doğmuş olması lazım. Yani hicretten evvelki onbirinci yılda doğması lazım. En, geç doğsa, bundan sonra doğsa Hz. Ebubekir gibi Fahr-i Kâinat Efendimizin potasında erimiş, onun bakışlarından, onun düşüncelerinden, Kur’an ahkâmından başka hiçbir şeye rağbet etmemiş bir insanın kızını kafirle beşik kertmesi yapması mümkün değildir.

Şimdi bu hesabı yaptığınız takdirde; Hz. Aişe’nin nişanlandığı en erken yaş onbir yaştır. Üç sene nişanlı kaldığına göre ondört yaşında evlenmiştir, Hz. Aişe. Bu böyle biline!

Hz. Aişe’nin en kötü ihtimalle yaptığım bütün araştırmalarda, hesaplarda onüçbuçuk yaşında evlenmiş olduğunu düşünmek mümkündür. Peki, bu kadar, bizim tabii toplumumuzda (artık şimdi) insanlar batı kalıbında bir evlenme yaşı tasavvur etmişler kafalarında… Hem Arap iklimi bakımından onüç buşuk yaş, ondört yaş normal bir evlenme iklimidir, yılıdır. Ama daha önemlisi zekâ ve hafıza dediğimiz o müthiş kompütüre Fahr-i Kâinat yazı yazacaktır! Bu yazının yazılmaya müsait olduğu yaş: bu yaştır! Allah ölçmüş, biçmiş… Çünkü Cenab-ı Hakk’ın hesaplarında bir karıncanın eklemlerini özel kompütüründen çıkaran Allah, sevgili habibi Fahr-i Kâinatın hayatında herhangi bir virgülü özel kompütüründen çıkarmaması mümkün değildir. İşte, Hz. Aişe’nin kompütürünün tamamen açık, hazır, Fahr-i Kâinatın yazmasına uygun olduğu yaş, onüçbuçuk yaş olduğu için o yaşta, bu şevval ayında, bu mübarek haftada nikâhlarını Cenab-ı Hakk kıymıştır. Şimdi, bu inceliği bir defa yazın.

2 – Hz. Aişe’nin kendi özelliği içerisinde, kendi neşesi içerisinde, kendi esprisi içerisinde Fahr-i Kâinat Efendimizle olan görüntüleri, (ayetlere de vesile olan) pek çok görüntüleri Hz. Aişe gönlünden çeke çeke Cenab-ı Hak’tan niyaz etmiştir. Mesela bunların en meşhuru: “teyemmüm ayetidir.” Teyemmüm ayeti, Hz. Aişe’nin o iftiraya uğraması dolayısıyla bir lütf-ü ilahi olarak, Ben Aişe’yi o kadar çok seviyorum ki; “O’nu sıkıntıya sokan bu susuzluk ve su karşılığı olmayan bir abdestin olmaması hükmü dolayısıyla üzüldü,” diye teyemmüm ayetini göndermiştir. Ve bugünkü o bir çok İslami kolaylıkların açıklanması, İslami hukuku… Cenab-ı Hakk ayetlerinde intikal ettirirken, (Fahr-i Kâinat Efendimize bu ayetleri intikal ettirirken) aynı zamanda özellikle Hz. Aişe’nin bulunduğu anda bu ayetleri vahyetmiş ve onun gönlüne birinci elden tecelli ederek yazdırmıştır.

MECELLE HZ. AİŞE’NİN ESERİDİR

Bu İslam hukuku açısından ayetler ve hadisler, dediğim zaman size çok önemli bir şey söylemek istiyorum: Yeryüzünün, hukuk ilmi açısından en zor kısmı şimdi halen “hukuk muhakemeleri” dediğimiz hukukun tarzıdır, hukukun felsefesidir ki; bunun ilk örneğini (hukukun felsefesini, hukukun tarzını, muhakeme usulünü… ilk örneğini) Osmanlılar MECELLE isimli hukuk şaheseri ile yapmışlardır.

Bu mecelle doğrudan doğruya Hz. Aişe’nin eseridir. Bir insan ne zaman suçludur, ne zaman değildir? Suçunu çekmiş yahut af görmüş bir kimsenin hukuki durumu nedir? Bunların hepsi Hz. Aişe’nin eseridir ve Efendimizden sonra, Efendimizin verdiği talimat üzerine İslam Hukukunu bina etmiştir. İslam hukukundan tabii şimdiki insanların haberi olmadığı için, bir rafa koyup bir köşeye koydukları için İslam hukukundan bihaberdirler; İslam Hukuku Allah’ın hukukudur ve bunun üzerine bir hukuk düşüncesi mümkün değildir. Eğer bunu merak eden iyi niyetli insanlar varsa, lütfen açsın mecelleyi okusun… Diğer hukuklarla mukayese etsin. Hangisi insanın kalbine, gönlüne, topluma sağlık verir, mutluluk verir? Hangisi insanların toplum gerilimini bozar?

En Tenkit Edilmeye Müsait Gördükleri: İslami Nikâh

İslam hukuku içerisinde en tenkit edilmeye müsait diye gördükleri: İslami nikâh öyle muhteşem bir şeydir ki; bir insan bin defa herhangi bir devletin hukukuyla (hatta en zor boşanma hukuku var sayılan Hıristiyan hukukuyla) evlenir, boşanır… Allem eder, gallem eder iki taraf bir birine uymuyorsa gider.

Ama İslam hukukundaki nikâh o kadar muhteşem bir nikâhtır ki; öyle bir nikâhın varlığı dahi İslam hukukunun bütün hukuklardan üstünlüğünü gösterir. İslam hukukundaki nikâh geriye dönmeyen bir boşanma izni vermiştir. Geriye dönmez! Bakmayın siz hülle uydurmalarına. Yoktur böyle İslami hukukta. İslam ve Kur’an hukukunda hülle yoktur.Sonradan ihdas edilmiş… Güya kolaylık bulalım, diye.

İslam Hukuku Geriye Dönmeyen Bir Nikâh Vermektedir

Bir karı – kocaya geriye dönmeyen bir nikâh verdiyseniz ve eğer karı kocadan birisi “geriye dönemeyeceğini biliyorum ama bana Allahaısmarladık,” diyecekse… Bunların ikisini bir arada oturtmak cinayettir, azaptır, kölelik rejimidir.

İşte bu (şeyin) … özellikle nikâhla ilgili hukukun yorumcusu: Hz. Aişe’dir. Hz. Aişe’nin bu hukuka getirdiği yorum ne yazık ki zamanımızda, İslam hukuku çevrelerinde, İslam hukuku anlaşılamamıştır ve ne yazık ki, zamanımızda İslam hukuku çevrelerinde, İslam hukuku ilimlerinde bile kalmamıştır. Mesela;

Mehir verilmeden boşanma cari olmaz. Hâlbuki biz ne sanıyoruz? Erkek gelecek, karısına: “git, dedi… Gitti.” İslam hukuku budur, diyorlar. Hayır! Mehir verecek, tazminat verecek! Ve mehir de genel anlamda (asr-ı saadette bile uygulandığı anlamda) düğün masrafının beş katıdır. Bugün bakın 100 milyon liradan aşağı düğün yapan yok. O halde: bir insanın boşanma davası açmak için yekten 500 milyon lirayla ortaya çıkması lazım.

Yalan Nikâhı Düşürür

Bunun karşılığında daha önemlisi var; Hz. Aişe’nin yorumlarıyla, hadis-i şeriften, çok önemli bir şey var… Karı ile koca arasında yalan zuhur ettiği takdirde, nikâh düşer, diyor.

“Hadis-i Şerifleri yorumlarken nasıl yorumluyor? “Fahr-i Kainat Efendimiz bir hadis-i şerifinde: (çeşitli günahları soruyorlar, bu günahları) evet, Müslüman da yapabilir ama Allah’da usulüne uygun tövbeyi affedebilir, diyor. Saydıkları günahlar arasında yalan gelince: bunu Müslüman yapmaz, diyor.”

Bunu Müslüman yapmaz, dediği hükümden dolayı Hz. Aişe diyor ki: yalan nikâhı düşürür çünkü nikâhın düşme şartlarından bir tanesi dinden çıkmaktır!

Yalan söylediğin zaman dinden çıktığına göre nikâhı düşürür. Ve böylece İslam nikâhının formasyonunu, ikisinin bir araya gelip zamk gibi yapışmasını ve ailenin yalansız kutsal bir yuva olmasını getirdiği hukuk yorumu ile ortaya koyuyor.

Hz. Aişe Sünneti

Yani bütün dünya hukukçuları ancak Hz. Aişe’nin bastığı yeri öpecek kadar ilim biliyorlar, buna inanın ve çoluğunuzu, çocuğunuzu hukuk tahsiline gönderirseniz, Hz. Aişe sünneti yapıyoruz diye gönderin. Ben bundan 10-15 sene evvel başörtüsü ile ilgili zulümlerin ilk başladığı devirde, hukuk fakültesini terk etmek isteyen arkadaşların, çocuklarına: “Hz. Aişe sünnetini nasıl bırakırsınız…”

Eğer biz kadına, Fahr-i Kâinat Efendimizin verdiği mevkiyi, Hz. Aişe annemizin bize öğrettiği usuller çerçevesinde yürütebilseydik, bütün eğitim üyeleri hanımefendi olacaktı… Buna inanınız.

Bakınız İslam tarihine: Hz. Aişe gibi Hz Esma gibi daha pek çokları gibi… İslamları eğiten kadro hanımefendilerdir. Biz bunların hepsini bırakmışız. Neden? Çünkü Emeviler insanların yüreklerinden gelen bu coşkuya  tahammül edememiş (yönetim).

İslam’ı Yönetmek

İslam’ı yönetmek çok zordur, kimsenin işine gelmiyor… İslam’ı yönetmek kolay mıdır? Yalan söyleyemezsiniz! Yalanı… Bakınız ben size bir misal vereyim: Hz. Ali Efendimizin halifeliği sırasında, insanları en çok rahatsız eden neydi, biliyor musunuz? Niye Hz. Ali’nin halifeliğinde; Hz. Ali gibi Efendimizin müteaddit işaretler ışık olarak gösterdiği, kapımdır, ilimin kapısıdır, dediği zatı bıraktılar da niçin Emeviler’in peşinden gittiler sanıyorsunuz, insanları siz? Hz. Ali’yi aldatmak mümkün değildi. Karşısına geçip, yalan söyleyemiyordunuz… Eğitim yaparken eksik yapamıyordunuz… Onun için İslamiyet’i yönetmek, İslam insanını tanımak çok zordur.

Bir kısım insanların İslamiyet’ten korkuları… Her halde bunun rüyasını görüyorlar. Çünkü İslam hatalı yönetim istemeyen… Bir İslam yönetimi, başında hırsız istemeyen, kenarından hırsızlığa müsamaha etmek istemeyen bir halkın temsilcisidir. Nasıl yönetirsiniz bunu, kolay mı?

İşte bu açıdan düşündüğünüz takdirde, Hz. Aişe bütün incelikleriyle İslam hukukunu kurarken aynı zamanda yanında hiç şedit olmamış. Mesela Efendimizin hâkimlere sunduğu mesaj sorulduğu zaman, diyor ki:

“(Efendimiz hâkimlere derdi ki (hâkimler bıraktığı hadis-i şerifinde): siz kulları kusurlarına göre yargılıyorsanız (şahsi kusurlarına göre), onları beraat ettirmek için vesile bulun, onlara kopya verin (böyle söyle de seni beraat ettireyim, diye) , çok müsamahalı olun ey İslam hâkimleri (derdi). Ama topluma karşı suç işleyenlerin hakkında en ufak bir müsamaha gösterirseniz hâkimliğinizi söndürürüm,” derdi. Bunları getiren Hz. Aişe’dir bize.

Hz. Aişe’nin ilminin dışında İslamiyet’i tanıyabilmek, İslam hukukunu tanıyabilmek çok zordur.

Şimdi bu noktadan hemen bir sırçama yapacağım… Hz. Aişe’nin kesinlikle Ehl-i Beyt’e karşı olmadığı, hele Hz. Ali’ye karşı olmadığını anlatmak istiyorum.

HZ. AİŞE İLE EHL-İ BEYT ARASINDA…

Hz. Aişe, Hz. Ali’nin şehadetinden sonra Hz. Hasan Efendimizin beş aylık bir halifelik devri oldu. Beş ay sonunda Hz. Hasan, Efendimizin bir hadisini örnek göstererek, “benden sonra halifelik 40 yıldır” (hadisin örnek göstererek) dedi ki: “HALİFELİK BİTMİŞTİR, BEN İSTİFA EDİYORUM!”

Ve bu istifasıyla beraber tamamen kendi evine, kendi ilim yuvasına çekilen bir tavra girdi. O zaman Hz. Aişe çıktı vaaz etti: “Hz. HASAN’A KİMDEN BİR KÖTÜLÜK GELİRSE KARŞISINDA BEN VARIM.” Muaviye’ye mektup yazdı;

“EĞER HZ. HASAN’A BİR ŞEY OLURSA, HZ.HASAN VE SOYUNA BİR YANLIŞLIK YAPARSANIZ BAŞINIZA YIKARIM ŞAM’I” diye (mektup yazdı).

Ve her zaman Ehl-i Beyt’in, kendisine gelip hatır soranlara “Ehl-i Beytin gidin hatırını sorun” derdi.

Hz. Ali,  Annem Diye Bahsederdi

Hz. Aişe annemizin bu şekildeki tavrını Hz. Ali Efendimiz çok iyi bildiği zaman, ünlü (her gün ağızda sakız yapılan) Cemel vakası dolayısıyla (o talihsiz bir ihtilaftı ama takdir-i ilahi idi) o hadiseden sonra… Hz. Ali, Hz. Aişe’yi deveden indirdi:“Anamız! seni ben götürmek isterdim ama halk kargaşalığa devam eder, ben kalacağım, bizim, en çok sevdiğim, yakın arkadaşım Ammar seni evine kadar götürecek” diye Hz. Ammar’la, Hz. Aişe’yi gönderdi.

Ve her bahsettiği zaman Hz. Ali,  annem diye bahsederdi, Hz. Aişe’den. Hz. Ali’nin bizzat kendisinin bu kadar saygı gösterdiği, bu kadar sevgi gösterdiği bir kimseye, onun adına kalkıp da dil uzatmak evvela Hz. Ali’yi incitir. Şuna inanınız ki; gönlünde Hz Aişe annemizin, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e karşı o kadar sıkı muhabbet vardı ki, o muhabbeti dolayısıyla gözleri titrerdi, yüreği titrerdi. Hz. Ömer devrinde biliyorsunuz bütün halifeler Hz. Aişe’ye çok itibar göstermişler, onun ilmini, onun faziletini layık olduğu şekilde elde tutmuşlardır. Bu itibarda Hz. Ali devri de dâhildir… Hz. Ali Efendimiz de çok itibar göstermiştir, Hz. Aişe’ye.

Hasan ve Hüseyin’e…

Bütün bu itibar kanadında, Hz. Ömer devrinde, ganimetler geldiği zaman, ganimetler dağılırken daha ganimetin geldiğini duyar duymaz Hz. Aişe haber gönderirdi: “Benden öncelikli Hasan ve Hüseyin’e ne verecekse versinler, diye… Bana vereceklerinden fazlasını onlara vermezlerse kabul etmem,” diye. Sonra biliyorsunuz, Hz. Aişe için ganimet vs. hepsi altı saat dururdu evinde, altı saatin sabahında (pır)…

Hz. Aişe dünyasını değiştiği zaman (biliyor musunuz?) hiç bir şeyi yoktu. Fahr-i Kâinat Efendimiz dünyasını değiştirdiği zaman (biliyorsunuz) bir tek kalkanı kalmıştı. O kalkan da bir Yahudi de rehinde idi. On gün evvel alınan bir buğday karşılığı, rehineydi. Hz. Aişe annemizin dünyasını değiştiği zaman ise; en son bütün mallarını dağıtmış, bitmiş… Her gelen ganimetleri dağıtmış bir yüce sultan olarak dedi ki:

“Ben dünyamı değişeceğim… Ben bir şeyi infak etmedim, ben bir şeyi fakirlere dağıtmadım… İçim rahat değil, dedi: Evi! Evini sattı bir ay önce, dağıttı!” Dünyasını değiştiği zaman, evi de dâhil bir tek çöpü olmadan dünyadan göçtü.

Onun için yani… Bu ganimetler filan deyince, insanlar zanneder ki: onlar alınıp köşeye konuyor! İşte bu ganimetler sırasında, İran seferinden sonra, İran padişahının meşhur, süper güzel kızının esirler arasında olduğunu duyan Hz. Aişe:

“Hüseyin’e verilecektir o! Sakın aklınızdan geçirmeyin o kadar güzel bir kızın hakkı ancak böyle bir süper delikanlının, böyle bir süper güzel insanındır” diye müdahale etti… Düğünlerine ışık tuttu.

Onun için kesinlikle Hz. Aişe ile Ehl-i Beyt arasında en ufak bir kırgınlık yoktu ama…

Onlar adına herkes, birbirlerine fesat sokmakta yarış yaptılar.

Bir defa gönlü itibarıyla Hz. Aişe annemiz… Efendimize ait iki özellik vardı ki; İşte Hz. Aişe annemizin lisan bilmesinin bir sırrı da budur.

Efendimize ait iki özellik vardı ki bunlar Arapça kelime olarak, Arapça bilenler de kolayca ifade edemezlerdi, kelimeyi çözemezlerdi.

1 – Mesela: “evvah…” Efendimizin bir özelliği evvah’dı, buyuruyor Hz. Aişe. Bu “evvahı” bilemezsiniz… Ancak O çok iyi Arapça bildiği için bize anlatıp, tercüme ederdi. O da şuydu: Başkalarının ızdırabını yaşamak. Kendi adına dünyadan hiç bir şeye üzülmemek fakat bütün insanların ızdırabını yaşamak sırrı. Bu sırrı, Fahr-i Kâinat Efendimizden başkasına Allah vermemiştir. Çok müthiş bir sırdır bu… Hatta Hz. Aişe annemiz (diyor ki): “bu evvah sırrı yalnız Rasulullah’ta, Ali’de ve Ehl-i Beyt’te vardı” diyor ve bunu en büyük insanlık meziyeti olarak anlatıyor. Nasıl olur da Ehl-i Beyt düşmanı olur? Hâşâ!

Hz. Fâtıma’yı anlatırken: “O’nun güzelliğini tanımak, onun ahlakını tanıyabilmek mümkün değildir, anlatamam size” diye her an Hz. Fâtıma için en ciddi hadislerin tümünü Hz. Aişe annemiz lütfetmiştir, nakletmiştir.

2 – İkinci bir özellik olarak da, yine lisan bilmek (şeyinden)… İsar. Bu da; her hangi bir güzelliği, her hangi bir mutluluğu ve her hangi bir dünya nimetini Efendimiz kendisinde değil, diğer müminlerde görmek isterdi, bu sırrı Ehl-i Beyt de taşır” der, aynen Hz. Aişe annemiz.

Bu İsar sırrı çok müthiş bir olaydır. Bir mümin, bir güzel ev gördüğünü kabul edelim. Sahilde güzel bir yalı… Çokta hoşuna gittiğini kabul edelim, bahçesiyle, her şeyiyle… Bir mümin, bunu diğer bir mümin kardeşime inşallah Cenab-ı Hakk nasip eder, diyecek. Bu, çünkü Sünnet-i Muhammedî’nin en hassas noktalarından birisidir.

Yani, Hz. Aişe annemiz, Fahr-i Kâinat Efendimizin ahlakını analiz ederken bir taraftan hafızasına her şeyi film gibi kaydederken, bir taraftan da lisandaki kudretiyle bunları tanım haline getirirdi. Bu kelimeleri o sırada bulunan diğer Arapların anlaması, tanıması, bulması da mümkün değildi.

İşte, Hz. Aişe annemizin tüm bu hususiyetlerini bir yana koyarak, Hz. Aişe annemizin en büyük siyasi davranış siz Cemel vakası sanıyorsunuz, en büyük siyasi davranışı: Emevi rejimine karşı çıkmasıdır… Hiçbir zaman barışık olmamıştır. Ayaklarına altınlar sermişlerdir, gel Şam’da sana elli bin köşk yaptıralım… Ben evimi satıyorum, ne köşkü yaptırıyorsunuz? Hz. Aişe’nin Emevilere karşı bu ciddi reaksiyonu, Emevilere çok güzel bir hile yaptırdı. Aleileri teşvik ederek, Hz. Aişe’yi (hâşâ) küçültmek, ihtilaf mevzuu yapmak istediler. Yoksa Hz. Aişe’nin asıl…

Nitekim Hz. Aişe’nin, biliyorsunuz yeğeni olan Abdullah Emevilere isyan eden ilk ciddi mümindir. Hz. Esma’nın oğlu Mekke’de ve Medine’de Emevi rejimini ortadan kaldırarak: tanımıyoruz seni, diyerek Hz. Aişe’nin biat ettiği bir sistem kurmuştur. Hz. Esma’nın, Hz. Abdullah’ın kurduğu bu sistem Hz. Aişe’nin kontrolünde, onun rızası ile mümkündür. Nasıl olur da Ehl-i Beyt’e karşı olur? Nasıl olur da Aleviliğe karşı olur? Hz. Aişe’nin soyuyla beraber iştirak ettiği bu hadise, Hz. Ebubekir’in diğer çocuklarının soyuyla beraber iştirak ettiği bu hadisede doğrudan doğruya Ehl-i Beyt’i ve Ali taraftarlarını destekleyen bir aile…

Bütün İslam Genç Kızları Sahip Çıksın!

Bütün bunları göz ardı edenlerin Allah hesabını görsün. Ve Hz. Aişe’nin, inşaallah sırrını sizlerin gönlünüzde yaşatsın, canlandırsın ki; Aişe kimmiş, İslam kadını neymiş, Allah’ın Rasûlüllah’ın etrafında yaktığı ışıkların sırrı neymiş bütün âlem öğrensin. Yalnız Âlem-i İslam değil, insanlar da öğrensin, inşallah. Gençler Hz. Aişe annemizin kurduğu hukuk sistemini ciddi olarak ele alıp bütün dünyaya tanıtsınlar.

Çünkü bunun üstünde bir hukukçunun bulunmadığını bütün dünya bilirse, en azından saygı gösterir. Geri kalmış bir toplum gibi, terörist gibi görmek istedikleri İslam toplumunun özünde ahlakın, vicdanın, güzelliğin temsilcisi olan bir hukuk var. Bu hukuku Hz. Aişe bize hediye etmiştir. Buna bütün İslam genç kızları sahip çıksın. Bu çok önemli bir şey, bunu mutlaka yaşatmalıyız ki; Hz. Aişe annemizin gönlü bizden razı olsun. Hz. Aişe annemizin gönlü bizden razı olursa ne olur, demeyiniz. Bütün İslam kadınları Efendimizin istediği seviyeye yükselir, Bütün İslam kadınları, üzerindeki bütün sıkıntıları, aile içindeki huzursuzlukları dâhil, geçim sıkıntıları dâhil, bereketsizlikler dâhil hepsini bu rızayla atarlar. Hz. Aişe’nin kendini bir tek dünya nimetine kaptırmadan, her şeyini dağıtmasındaki o esrar diğer mümin hanımların eksik yaptığı infakları bile dengelemek için lütfedilmiş bir hadisedir. Peki, Hz. Aişe annemizin bu denli müthiş yanlarının özünde yatan manevi sır nedir? Biraz da şimdi bundan size söz etmek istiyorum.

Tasavvufun En Öz Hikâyelerinden: İslamiyet Uğruna Esir Olarak Satılma Hikmeti…

Şimdi size bir tablo (Asr-ı Saadetten) çizeceğim;

Hz. Esma (büyükçe) onaltı – onyedi yaşında, Hz. Aişe henüz beş, altı yaşında… Hz. Ebubekir bütün varını, yoğunu… İslamiyet’e gelen köleleri satın almak için bir; iki Mekke çölüne sürülen, açlığa, susuzluğa (boykot dolayısıyla) mahkûm edilen mümin ve mümineleri karaborsa su ve ekmek almak cehdiyle, gayretiyle bütün sermayesini sıfıra indirdi. Evde satılacak bir şeyi kalmadı, dükkânı tamamen bitti.

Hz. Esma, Hz. Aişe üçü de otururken bir gün Hz. Esma’ya dedi ki:

Acaba, bir dostumuz bizi bir yemeğine çağırsa… Biz, üç gündür yemek yemiyoruz… (Adı zengine çıkmış kimse yardım da düşünmüyor. Zaten, belki yapsalar da kabul etmeyecek ama bir dost çağıramaz mı yemeğe?) Olmadı, demek ki Rabbimiz böyle istiyor,” dedi Hz. Ebubekir.

Tam o sırada kapı çalındı, bir mümin geldi, dedi ki:

Ya Ebubekir! Çok sıkıldım, çok büyük bir ihtiyacım var… Bana 200 dinar ver. (Yani, 200 dinar ver, demesi çok büyük bir para… Elli milyon, yüz milyon gibi bir para)

Hz. Ebubekir (gayet hiç kırgınlık, kızgınlık, surat askınlığı, sende nereden çıktın filan yok) hoş bir tebessümle:

Kardeşim (dedi) şu anda yanımda yok, müsaade ederseniz dükkândan alayım, geleyim” dedi, gitti.

Hz. Esma da hayretle bakıyor… Akşam, üç gündür açlar, yiyecek paraları yok… İkiyüz dinarı nereden bulup, gelecek?Nihayet bir Yahudi’den (gitti… Eski ticaret yaptığı… Çünkü Hz. Ebubekir sıfırladı parayı ama ticari itibarı var… Elli yıllık alış veriş yaptığı bir tüccardan, gitti Yahudi’den) 200 dinar aldı, geldi, adama verdi;

Hadi güle güle kardeşim, dedi.

O teşekkür ededursun, o çıktıktan sonra Hz. Esma dedi ki:

Baba! Artık tükendiğimizi söyleseydin… Bunun ayıbı, kayıbı yok ki?

Söyleyemem kızım, dedi. Bir müminin gönlündeki ümidi söndüremem ben, dedi. İkiyüz dinar için söndüremem…

İşte bu hadiseden sonra (bir yıl sonra), adam, Yahudi bekledi, bekledi, bekledi… Gelmedi para. Yok ki, versin. Her gün, gittikçe bütçe yamalı bohça oluyor. Nihayet Yahudi kapıya geldi, dedi ki:

Parayı ver.

Yok, dedi… Biraz daha müsaade et.

Ortadoğu’da (dedi) kaide vardır… Yok diye bir kaide yoktur, dedi. Verirsin bu küçük kızı, (dedi) esir pazarında satarım, paramı alırım, dedi.

Bu küçük kızı diye tuttuğu da Hz. Aişe’ydi. Hz. Esma’da, Hz. Aişe’de, Hz. Ebubekir’de şok oldular! Ama onlar için bir tek şey vardı: kader Allah’tan gelir. Eğer öyle münasip görmüşse, öyle olacak!

Hay hay, Sen bilirsin, dedi Hz. Ebubekir.

Hz. Aişe’nin elinden sert bir şekilde tuttu, o Yahudi tüccarı. (Bu tasavvufun en öz hikâyelerinden birisi, kulağınızı iyi açın dinleyin) Hz. Aişe geriye döndü… Babasıyla, ablasına bir son baktı. Son bakarken gözünden yaşlar inmeye başladı. (tak tak tak) Her inen yaş inci oldu! Yahudi dedi ki, Hz. Ebubeki’e dönüp:

Yalan söylemeye utanmıyor musun? Bu çocuğun boynunda inci kolye varmış da niçin bana vermedin?

Yerden aldı… Altı parça büyük inci aldı. Hakikaten ikiyüz dinar ediyormuş o altı parça. Ben bu kadar alırım, dedi… Başka baktılar, yok.

İşte Hz. Aişe böyle bir sırla, böyle bir sırla… Allah tarafından mânâsı yıkanmış bu sırla gelmiş. Yani ne bu? İslamiyet uğruna esir olarak satılma hikmetinden zuhur etmiş, ondan sonra da Efendimizin büyük kompütür merkezi olmuş… Akademisi olmuş.

Efendimizin Tembihatı

Bu sırrı bilmeyenler, yani bu özgü hikâyeyi bilmeyenler Efendimizin zaman zaman namazda manaya çok ileri safhalarda geçtiği zaman (bizim aklımızın ermeyeceği kadar Cenab-ı Hakk’a yakin olduğu zamanlarda) Hz. Aişe annemize bir tembihatı vardı:

– Ya Aişe, ben bazen namazda (sende fark ediyorsun) dalıp gidiyorum, secdeden kalkamıyorum. Bana yardımcı ol!

– Nasıl, Ya Rasûlullah?

– Ben, “Ya Hümeyra” dediğim zaman benimle konuş, beni dünyaya çek. Yoksa ben gidiyorum o anda! O kıl kadar ince hududa geliyorum (ibadetleri sırasında) ve ben oradan gitmek üzereyim, gidiyorum. Sen o zaman konuş, Ya Hümeyra! Derdi Rasûlullah Efendimiz.

Yine böyle secdeye varıp çok ileri derecede Cenab-ı Hakk’ın mekânına yansıdığı zaman Hz. Aişe takip ederdi: “Ya Resulallah! Biraz da bize dön, Ya Resulallah! Biraz da bize dön” diye niyaz ederdi.

Bu arada, “böyle, bu anı nasıl tayin ediyorsun?” dedikleri zaman Hz. Aişe’ye; Resulullah’ın secdeden niyazını duyuyorum, Ya Hümeyra yetiş, diyor. Bunu sordular Resulullah’a “ben söylemedim” diyor. Demek ki, Cenab-ı Hakk Resulullah’ın tekrar kulluğa dönmesi lazım gelen çizgide Hz. Aişe’ye “Ya Hümeyra” diye bir sinyal gönderiyordu. Hz. Aişe Annemiz de: Ya Resulallah, biraz da bize dön, dediği zaman Efendimiz dönüp tekrar dünyadaki o müthiş esrarına intikal ediyordu.

Allah’ın Kendi Kadrosu

Peki, şimdi size bir şey soracağım, iyice düşünün… Bir insanı Allah’ın huzurundan almak kolay mı? Resulullah orada dalmış da resim yapıyor (hâşâ)… Yahu kitap okuyor da dalmış değil ki! Allah’a dalmış! Oradan nasıl çıkar? İşte bu, Hz. Aişe’nin gönlüne Cenab-ı Hakk’ın verdiği özel bir cereyandır. Bu özel cereyan Resulullah’ın (bir anlamda) kulluk dengesindeki esrarını temsil etmektedir. Onun için kimse Hz. Aişe’ye dil uzatamaz! Adamın yedi sülalesinin dilini sökerler atarlar! Ve onun için Hz. Aişe’nin özelliği tamamıyla ayrı bir hadisedir ve Allah’ın Fahri Kâinat etrafında halka halka yaktığı ışıklar, Resulullah’ın bu hayat dilimi içerisindeki (yirmi iki yıllık hayat dilimi içerisindeki) esrarın her bir noktasında yaktığı ışıkların ayrı bir sırrı, ayrı bir süresi, ayrı bir hikmeti vardır. Bu ışıklara dikkat edeceğiz, bu ışıklar yakinse Efendimize, onların artık tamamen Allah’ın kendi kadrosu olduğunu fark edeceğiz.

Bir Hz. Hatice’nin, bir Hz. Fatıma’nın, bir Hz. Ali’nin, bir Hz. Ebubekir’in mevkilerini mutlaka fark edeceğiz. Bunlar için Kuran’da ayrı bir tabir vardır: Gönüllerine İslam’ı sezme sırrı verilenler, imanı sezme sırrı verilenler.

Bu ayrı bir olaydır… Bunları sıradan bir takım kadrolara koymak hatta veli gibi eshab gibi kadrolara da koymak mümkün değildir. Bunlar ayrı bir kadrodur, açıkçası: bunlar Allah kadrosudur!

Manyetik Aşk Işıkları

Allah rızası için dikkat edin, sakın yanlışlıklara kapılmayın. Acaba şu şöyle mi oldu; bu böyle mi oldu, demeyin. Bunlar Allah kadrosudur, bunlar süper bir hadisedir… Kâinatın merkez aşk organizasyonunun ufak ufak dayanılmaz manyetik ışıklarıdır. Bu ışıklardan her hangi bir tanesi olan Hz. Aişe annemizin şu evliliğinin yıldönümünde hep bir araya geldiğimiz için Hz. Aişe’nin sırrından niyaz ediyoruz. Hepimizin gönlüne, özellikle hanımların gönlüne “İslam kadınlığı” şuuru versin. Onun gibi cesur, onun gibi haysiyetli, onun gibi namuslu, onun gibi faziletli yeni nesiller yetişmesini lütfetsin. İnşallah bu ayda doğan yakınlarınızın çocuklarına Aişe olarak isimlerini koydurmayı unutmayınız; (Hz. Aişe’nin sırrı basit gibi görünür) On tane yirmi tane… İsim değildir bu, orada Hz. Aişe’ye niyazdır. Hz. Aişe’ye niyaz ilahi kompütür olan levh-i mahfuzdan müşfik, vedud, rahim tecellilerin yansımasına sebep olur. Bu yansıyan güzellikler inşallah bu milleti enva-i çeşit eziyet görmüş, envai çeşit hakkı yenmiş, hala da hakkının nerede olduğunu bilmeyen… İlim dolu sırrı inşallah harekete geçirsin, gönülleri.

Resulullah’ın Tükrüğü

Bu gönüllerin içerisinde Hz. Aişe annemizin ifadesindeki sırrı hiç unutmayınız! Fahri Kainat Efendimiz alem-i cemale intikal etmeden evvel misvak istedi (biliyorsunuz, müthiş bir diş temizliği, ağız temizliği hayranıydı Efendimiz)… Hz. Aişe getirdi verdi. Dedi ki: bu sertmiş, bunu ağzında biraz yumuşat da (biliyorsunuz, tanıyorsunuz hepiniz misvağı… Ağaçtan olduğu için ilk kullanılırken biraz sert olur) öyle ver, dedi. Hz. Aişe aldı, ağzında yumuşattı ondan sonra Resulullah’a verdi. Resulullah da onu belli bir miktar kullandıktan sonra tekrar Hz. Aişe’ye iade etti. Bunu hiç unutmayınız! Bu sır müthiş bir sırdır! Rasulullah’ın ağzındaki tükürük olayı müthiş bir sırdır.

Bilmiyorum, biliyor musunuz? Meşhur Battal Gazi Halen Eskişehir’le Afyon arasındaki yerde yatan Seyit Gazi Asr-ı Saadet’ten 150 sene, 200 sene sonra gelmiş bir büyük veli ve şehittir. İznik’te yatan bir ashab vardır (galiba Abdülrezzak veya Abdülvehab ismi yanlış olmasın), o şahıs da en genç zamanında 12-13-15 yaş arasında Resulullah’ın etrafındaki eshabtan birisidir. Ona bir gün demiştir ki: “Aç ağzını, senin ağzına tüküreceğim: bu tükürüğü vücudun emecek, sonra sırası geldiği zaman, çok yaşlı olduğun zamanda bu tükürük geri çıkar ağzından. O zaman rastladığın bir genç olacak, onun ağzına tüküreceksin. Çünkü benim zamanıma yetişmedi. Ben ona bir madde kudreti vermek istiyorum” diye buyurmuş. İşte o meşhur Battal Gazi’ye, O Abdul Vahab Hazretleri ağzına tükürerek Resulullah’ın tükürüğünü intikal ettirmiştir.

Bunlar fevkalade müthiş şeylerdir. Onlara ait maddeler, onlara ait inşallah bir gün bu konferanslarımızdan sonra başka bir vesile ile Fahri Kâinat Efendimizin etrafındaki moleküllerdeki özellikleri anlatmak isterim. Onun ağzına giden su ne yapıyordu? Onun ciğerine giden oksijen ne yapıyordu, bunları? Çünkü Allah kendi manevi müzesinde saklıyor bu oksijenleri, bu suları…

İSAR SIRRI

Fahri Kâinat Efendimizin bu sırlarının, bu kanatlarının altında Hz. Aişe annemizin o namütenahi faziletini hatırlarken…

(Yalnız sizden özel bir şey rica edeceğim; Hz. Aişe infak etmekte, para dağıtmakta, her şeyini dağıtmakta süper bir ustaydı ki işte dünyasını değişmeden evvel en son kupkuru olmasına rağmen evini satıp, parasını acele dağıttı ve evin paralarının hepsinin dağıldığını hissettiği zaman: “Eh! Şimdi Resulullah’ın huzuruna gidebilirim” dedi. Hiçbir şey kalmasın, bir çöp kalmasın diye. Çünkü Hz. Aişe annemizin daha önemli bir şeyini söyleyeyim size:

Hz. Aişe annemiz çok iştahlandı, arzuladı hem babasının hem eşinin (yani Resulullah’ın ve Hz. Ebubekir’in) yattığı makama kendisine bir yer ayırdı, hazırladı. Ondan sonra Hz. Ömer (ondan habersiz bir niyeti olduğundan) “ya aişe müsaade eder misin ben de babanla rasûlüllahın yanına yatayım” diye buyurdu. Demin ki söylediğime geliyorum şimdi; “isar sırrı (kendisi için değil mutluluğun en güzelini başkası için istemek).” Tabii Ya Ömer (dedi), orayı kendim için ayırmıştım ama sana veriyorum şimdi… İstedin bitti.” Yani, bir manevi makamı bile rahatlıkla verebilen müthiş bir gönle sahipti. Onun için Hz. Aişe’yi düşünürken)

İlmini, o müthiş kudretini, cesaretini… Her şeyini düşünürken bir şeyi çok büyük olarak düşünün; Hz. Aişe’ye bu gönlü, bu gönüldeki raksı veren: o sehasıdır, o infakıdır… Biraz önce arz ettim, babasından gelen o infakla beraber kendi gönlünden gelen o sonsuz infaktır.

Hz. Aişe’ye Benzeyebilmek İçin

Rasulullah’ı nasıl seveceğini anlamış, Rasulullah’ın yanına giderken hiç bir ilintisi kalmasın hatta mezarının yerini bile versin ki; Rasulullah’ın yanına, manadaki yerine rahat gitsin diye her şeyini veren bu annemizin yüzü suyu hürmetine, siz de, Allah aşkına ne aklınıza geliyorsa Hz. Aişe’ye benzeyebilmek için ne yapabileceksiniz yapın.

Cimrilik denen o hain şeyi içinizden atın. Efendimizin huylarına erişebilmek mümkün değil… Ne isar’a ne evvah‘a erişebilmek mümkün değil ama gölgesinin, gölgesinin, gölgesini Hz. Aişe bize tarif etmiş. Onun sırrı içerisinde Hz. Aişe’nin o güzel celalli kılıç çeken icabında; icabında yüreğindeki en büyük arzu en büyük zevki dahi bir dostuna verebilen o müthiş esrarı içerisinde Allah bu milletin genç kızlarını Hz. Aişe sırrıyla süslesin. Daha büyük yaştaki annelerimize de Hz. Aişe’nin sünnetini tatbik etmek imkânı versin.

Kapanış Duası

Bismillahirrahmanirrahim / El hamdü lillahi rabbil alemin, Er rahmanir rahiym, Maliki yevmid din, İyyake na’büdü ve iyyake nesteiyn, İhdinas sıratal müstekıym, Sıratallezine en’amte aleyhim ğayril mağdubi aleyhim ve lad dallin

Ya Hz. Aişe biz sana gönlümüzden bir şey verecek kadar cürüm sahibi değiliz. Ama senin bu evlenme yıldönümünü kutluyoruz.

Bütün Âlem-i İslamı ihya eyle Ya Rabbi! Hz. Fahr-i Kâinatın yüzü suyu hürmetine, Hz. Aişe ile evlendiği şu mübarek günün yüzü suyu hürmetine bu milleti hainlerden kurtar Ya Rabbi.

Türk-İslam cemaati başta olmak üzere bütün Müslümanları hıyanet cephesine telef etme. Hainlerin hıyanetini içinde söndür. Onları da yok et demiyoruz, içlerinde söndür Ya Rabbi… Zararları şerleri gelmesin.

Biz, Fahr-i Kâinat Efendimizin sırrı içerisinde bütün insanlığın İslam zevkiyle dirilmesini istiyoruz… Bütün oyuncak kurallardan, oyuncak tertiplerden, siyasetlerden, sosyolojiden filan diye getirip de insanları perişan ettiren sistemlerin Allah adına, insanlık adına güzelleşmesini istiyoruz. Lütfeyle Ya Rabbi!

Ve lillahil fatiha…

Onkolog Dr. Haluk Nurbaki

nurbakimektebi.com

Peygamberimizin Eşlerine Karşı Örnek Davranışları

Rabbimizin kelamı, hayat rehberimiz Kur’an-ı Kerîmi hayatımıza, evliliğimize katalım diye yola çıkmıştık. Nîsa 34. âyet-i kerîme ışığında evlilik ilişkisine bakmıştık. İlk bölümü üzerinde fazla durmamıştık. Âyetin ilk bölümünü hatırlayalım.

Rabbimiz “Erkekler kadınlar üzerine kavvamdır.” buyuruyor. Kavvam yönetici ve koruyucu demektir. Bu âyeti kerîme ile evin reisi, idarecisi erkek olarak Yaradan’ımız tarafından tayin edilmiştir.

Her görevin bir sorumluluğu vardır, ailenin yöneticisi olması erkek için bir lüks değil, ağır bir yüktür. Kadın için de bir rahatlıktır. Direksiyonda oturan her zaman gidişattan sorumludur.

Erkeğin evin reisi olması sanıldığı gibi asla kadının şahsiyetini ezici bir durum oluşturmaz. Her kurumda işlerin ve insanların sorumluluğunu üstlenen, yükü omuzlayan bir idareci vardır. Evde bu idareci erkek olmalıdır.

Evin reisi olan erkeğe gösterilmesi gereken saygıyı ve itaati daha önce yazmıştım. Bugün biraz kavvamlık üzerinde duralım.

Allah erkekleri yöneticilik vasıfları ile yaratmış, onlara gerekli özellikleri vermiştir. Peki, erkek bu görevini yerine getirirken nelere dikkat etmelidir?

Öncelikle şunu kabul edelim. Evde düzen ve intizamı sağlamak için erkek elbette otoriter olmalıdır. Fakat bu otoriteyi sertlik ve kabalıkla değil, tatlı-sert bir üslupla sağlamalıdır.

Ev halkının haklarına dikkat etmelidir. Çünkü o haklardan hesaba çekilecektir. Karısının ve çocuklarının hakları konusunda titiz olmalıdır.

Nîsa 19. âyet-i kerîmede Rabbimiz erkeklere eşleriyle iyi geçinmelerini emretmiştir.

Onlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmazsanız, Allah’ın onda çok hayır takdir ettiği bir şeyden hoşlanmamış olabilirsiniz.

ERKEKLER VE KADINLAR ARASINDA ZITLIKLAR VARDIR

Çok ilginç bir âyet-i kerîme. Erkeklerin kadınlarda hoşlanmadığı ne olabilir? Çok düşünmeye gerek yok. Erkekler kadınlardaki pek çok huydan hoşlanmıyor. Kadınlar da erkeklerdeki pek çok huydan hoşlanmıyor. Çünkü kadınlar ve erkekler birbirlerine zıt özelliklerde yaratılmışlardır.

Erkekler daha çok beyinlerinin sol tarafını; mantık ve matematik tarafını kullanıyorlar. Bu da onları gerçekçi yapıyor.

Kadınlar ise daha çok beyinlerinin sağ tarafını kullanıyorlar. Bu da onları duygusal yapıyor.

Erkekler konuşmayı çok sevmezler, susarak rahatlarlar.
Kadınlar konuşmayı severler, konuşarak rahatlarlar.
Biri konuşmak ister, biri susmak.

Erkekler sakin yapılıdırlar.
Kadınlar aceleci ve sabırsızdırlar.

Bunlar gibi pek çok zıtlık var. Bunlar çok hoşlanacak şeyler değil, dışarıdan bakıverince. Fakat Rabbimiz âyetin devamında buyuruyor ki:

Eğer onlardan hoşlanmazsanız, Allah’ın onda çok hayır takdir ettiği bir şeyden hoşlanmamış olabilirsiniz.
Demek ki bu zıtlıkta bizim göremediğimiz bir hikmet var.

Kadın ve erkek birbirinin aynı yaratılsaydı dünya çok can sıkıcı bir yer olurdu. Doğru davranırsak zıtlık hayatımızı güzelleştirir. Müminde en çok bulunması gereken haslet “Allah’tan gelene razı olmaktır.” Zıtlığı bozup eşimizi kendimize benzetmeye çalışmadığımız sürece zıt olmanın keyfini çıkarabiliriz.

Dünyaya imtihan için geldik. Erkek kadının, kadın da erkeğin en büyük imtihanıdır. Kadın ve erkek arasında bir çekicilik yaratılmış; bu nefisleri tatmin ediyor. Kadın erkek arasında bir zıtlık var; bu da nefisleri terbiye ediyor. Bu durumda kadına teslimiyet, erkeğe sabır gereklidir. Erkek sabır, kadın teslimiyet elbisesine bürünmelidir.

ALLAH’IN RESULÜ KADINLAR KONUSUNDA UYARMIŞTI

Bunları yaparken hatalarımız olacaktır. Nefis terbiye etmek kolay değildir. Mükemmelci değil, affedici olmalıyız.

Allah’ın resûlü kadınlardan mükemmellik beklememek hususunda erkekleri uyarmış: “Kadın kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Hep seni hoşnut edecek şekilde davranamaz. Eğer ondan faydalanmak istersen bu haliyle faydalanabilirsin. Şayet doğrultayım dersen kırarsın. Kadının kırılması da boşanmasıdır.” (Müslim, Radâ 59)

Resûlullah erkeklere eşlerinin hatalarına karşı kin tutmamayı ve affedici olmayı tavsiye etmiş:

Bir kimse karısına kin beslemesin. Onun bir huyunu beğenmezse, bir başka huyunu beğenir.” (Müslim, Radâ, 61)

Aile sorunlarında erkeklerin yaptığı en büyük hata küsmek, tavır almaktır. Kadının yanlış davranışları karşısında erkek kadınla iletişimi kesiyor. Erkek evi otel gibi, lokanta gibi kullanmaya başlıyor. Kendini televizyona ya da bilgisayara gömüyor. Erkeğin ailesi ile iletişimini kesip “Ne haliniz varsa görün.” demek gibi bir hakkı yok. Hata yaptıkları için memurlarına küsmüş bir müdür siz hiç gördünüz mü?

Nisâ 34. âyet-i kerîmede “İtaatsizliklerinden korktuğunuz zaman nasihat ediniz.” buyruluyor. Rabbimiz “İtaatsizlik edince nasihat ediniz.” buyurmamış. “İtaatsizlikten korktuğunuz zaman, izleri belirdiği zaman nasihat ediniz.” buyurmuş.

Tabak kırıldıktan sonra değil, götürme şeklinden tabağın kırılacağını hissettiğinde uyarmak gerekiyor. Kadınların hatalarına karşı ilk adımın her zaman güzellikle uyarmak olması gerektiği bize bildirilmiş. Âlimler, daha sonra Allah’ın azabı ile korkutmak gerektiğini bildiriyor.

Tabi önceden uyarabilmek için erkeğin eşi ile ilgili olması gerekiyor ki gelecek olan yanlış adımları görebilsin. Eşi ile iletişimi iyi olmayan bir erkek gelecek tehlikeleri sezemez. Yöneticinin her daim maiyetinden haberi olması gerekir; çünkü onlardan hesaba çekilecek.

Erkek dünyalık konularda hoşgörülü fakat Allah’ın ahkâmına uyulması hususunda ısrarcı olmalıdır. Kadına iyi davranmak erkeğin, karısının her istediğini yapması, evde otoriteyi karısına bırakması demek değildir. Otoriteyi sevgi üzerine kurmak, yeri geldiğinde hayır diyebilmektir.

Günümüzde kadınlar çok hata yapıyor; fakat bu hatalara karşı tavır alıp kadına kötü davranmak işleri daha da kötü hale getiriyor. Erkeğin sevgi ve merhametle davranması eşinin hatalarını görmesine sebep olur.

Erkeklerin aileye yöneticilik görevini yaparken her konuda olduğu gibi bu konuda da örneği Allah’ın resûlü olmalı. Peygamberimizin eşleri ile iletişimi nasıldı? Onlara nasıl davranırdı? Bir bakalım.

EŞLERİNE KARŞI ÇOK SABIRLIYDI

Allah’ın elçisi kadınlara iyi davranır ve erkekleri kadınlara iyi davranma konusunda uyarırdı:

Siz onları Allah’ın bir emaneti olarak alıp, namuslarını yine Allah’ın emriyle helal edindiniz. O halde Allah’ın emaneti (haksızlık ve kötülük) hususunda Allah’tan korkunuz.

İman açısından müminlerin en kâmili ahlakı en güzel olandır. Sizin en hayırlınız kadınlara karşı hayırlı olanınızdır.

Eve selam ve güleryüz ile girerdi:

Nur sûresi 61. âyet-i kerîme:
Evlere girdiğiniz zaman Allah tarafından bereket ve güzel bir sağlık dileği olarak kendi (ev halkınıza kimse yoksa kendi kendi) nize selam verin.

Peygamberimiz Hz Enes’e:
Ey oğulcuğum! Ailenin yanına girdiğinde selam ver, sana ve evdekilere selam ver.

Peygamberimizin eşlerinin yanına girdiği zaman selam vererek söze başladığı, hanımına yaklaşıp elini omzuna koyduğu, öptüğü, onlarla sohbet ettiği, dertlerini dinlediği, onları teselli ettiği nakledilmektedir.

Her sabah ve ikindi vakti bütün eşlerine tek tek uğrar, hal-hatır sorar, onlarla ilgilendiğini belli ederdi.

Eşlerine karşı çok sabırlıydı: Hiçbir eşine tek fiske bile vurmamış, kötü söz söylememişti. Eşlerinin bazen sabahtan akşama kadar peygamberimize küstükleri olurdu. Peygamberimiz onların huysuzluklarına tahammül ederdi.

Eşlerine son derece yumuşak davranırdı:

Hz Âişe anlatıyor: “Bir gece hanımlarına mı gitti diye vesveseye düşüp, Resûlullahı yoklamıştım. Elim saçlarına girdi. Durumu anlayan resulullah “Sana yine şeytan gelmiş olmalı.” dedi.”

Peygamberimiz, eşini azarlamadan ona hatasını göstermiştir.

Hz Safiye anlatıyor: Resulullah bir gece yolculuğunda beni devesine almıştı. Yolda uyuklamaya başladım. (Uyumamı önlemek için) bir taraftan beni okşuyor bir taraftan da “Hey! Ey Huyey’in kızı ey Safiye!” diyordu.

Peygamberimiz bir gün Hz Âişe’ye, hırçın ve sanki sert bir kömür parçası gibi siyah bir deve verdi. Ona dokunup bereket getirmesi için dua etti. Sonra şöyle dedi:

Bu deveye bin ve ona yumuşak davran. Şüphesiz bir şeyde yumuşaklık varsa, bunu süsleyip güzelleştirir. Bir şeyde yumuşaklık çekilip alınırsa onu lekeler.

Eşlerinin kusurlarını görmezden gelir, iyi huylarını överdi:

Bir gün resûlullah muhacir ve ensarın teşkil ettiği bir topluluk önünde ganimetleri taksim ederken eşi Zeynep Bint Cahş söze karıştı. Hz Ömer onu azarladı. Peygamberimiz: “Ömer onunla uğraşma. O evvâhe (yumuşak huylu, yufka yürekli ve çok dua eden)dir.” dedi.

ŞAKACI VE GÜLERYÜZDÜ

Onlarla şakalaşır, şakalarına iştirak ederdi:

Hz Âişe bir gün bulamaç pişirdi. Peygamberimiz sofraya eşlerinden Hz Sevde ile birlikte oturdu. Peygamberimiz iki hanımının ortasında oturuyordu. Hz Sevde bulamacı yemiyor, Hz Âişe yemesi için ısrar ediyordu. Hz Sevde ise yememekte ısrar ediyordu. Hz Âişe “Yemezsen yüzüne sürerim.” dedi. Sevde yememekte ısrar edince Âişe bulamacı onun yüzüne sürdü. Bunun üzerine peygamberimiz Sevde’nin elini alıp bulamaca batırdı. “Sen de ona bulaştır.” dedi. Daha sonra onların halini gülerek izledi.

Hoşgörüsü ve kadın ile eğlenmedeki müsamahakârlığını açık bir şekilde görüyoruz.
Erkeğin kadın ile şakalaşmaları kalbe sevinç ve ferahlık verir.

Hz Ömer “Erkeğin suhûlet ve ünsiyetle, hanımının yanında çocuk gibi olması gerekir, toplum içinde yine erkek olsun.” diye tavsiye eder.

Onların gönüllerini hoş edecek şeyler yapardı:

Hz Âişe anlatıyor:
“Peygamberimiz oturuyordu. Birden insanların ve çocukların gürültüsünü işitti. Bir de baktık ki Habeşli dans ediyor, insanlar etrafını sarmışlar. Bana: “Âişe gel bak.” dedi. Yanağımı omzuna koydum, iki omuzu arasından bakmaya başladım. “Doymadın mı Âişe?” demeye Hatalarına karşı onlara kin tutmaz, affederdi:Hatalarına karşı onlara kin tutmaz, affederdi:başladı. Ben de bana verdiği değeri anlamak için “Hayır.” diyordum. Yorgunluktan ayaklarını değiştirdiğini bir birine, bir ötekine bastığını gördüm.”

Peygamberimiz Hz Âişe ile koşu yarışı yapardı. Bazen o peygamberimizi, bazen peygamberimiz onu geçerdi.

Hatalarına karşı onlara kin tutmaz, affederdi:

Hz Ebu Bekir kızının kapısına geldiğinde Hz Aişe’nin peygamberimizle tartıştığını duydu ve içeri girince peygamberimizi üzdüğü için kızına vurmaya yeltendi. Hz Âişe peygamberimizin arkasına geçerek babasından saklandı. Peygamberimiz onu korudu ve Hz Ebu Bekir gidince “Gördün mü ya. Seni adamın elinden nasıl kurtardım.” diyerek ona tatlı bir uyarıda bulundu.

Hatalar karşısında bazen suskun kalır, eşinin hatasını anlamasını beklerdi:

Bir sefere eşleri Hz Safiye ve Ümmü Seleme ile beraber çıkmıştı. Ümmü Seleme’ nin hevdeci sanarak Safiye’nin hevdecinin yayına gitti. Konuşmaya başladı. Onun Safiye olmadığın anlayınca Ümmü Seleme’nin yanına geldi. Ümmü Seleme kendi gününde peygamberimizin Safiye ile konuşmasını bile kıskanmıştı.
Resûlullaha “Allah’ın elçisi olduğun halde benim günümde yahudinin kızıyla konuşuyorsun.” dedi.
Peygamberimiz suskun kaldı.
Ümmü Seleme söylediğine pişman oldu ve “Ey Allah’ın elçisi, benim için af dile. Beni böyle yapmaya kıskançlık sevk etti.” dedi.

Eşlerine önem verdiğini davranışları ile gösterirdi:

Hz Âişe peygamberimizle birlikte bazı seferlere çıkmıştı. Bu seferde Hz Âişe’nin gerdanlığı kopmuştu. Peygamberimiz gerdanlığın bulunması için yerinden ayrılmamıştı. Ashapta ayrılmayıp orda kaldı. Orada su olmadığı gibi yanlarında da su yoktu. Ashap Hz Ebu Bekir’e gelip: “Nedir bu kızın Âişe’nin ettiği? Resûlullahı ve bizi burada beklemeye mecbur etti, su da yok.” dediler.

Ebu Bekir kızının yanına geldiğinde peygamberimiz Âişe’nin dizlerinde uyuyordu.

Kızına dönüp “Resûlullahı ve diğer insanları alıkoydun. Üstelik su da yok.” dedi.
Ona epeyce laf saydı hatta eliyle böğrünü dürtmeye başladı. Peygamberimizin başı dizlerinde olduğu için Hz Âişe hareket edemiyordu.

Peygamberimiz sabah namazına kalktığında su yoktu, bunun üzerine teyemmüm âyeti indi.
Eğer su bulamazsanız temiz toprakla teyemmüm ediniz. Ondan yüzlerinize ve ellerinize sürünüz.” (Nîsa sûresi 43)

Âişe üzerine bindiği deveyi gönderince gerdanlığı onun altında buldu.

Kolay kolay öfkelenmezdi:

Kadınlardan biri, Peygamberimizin eşlerinden Ümmü Seleme’ye: “Resûlullah öfkelendiği zaman ne yapardı?” diye sordu.
Ümmü Seleme: “Öfkelendiği zaman yanakları kızarırdı. Resulullah öfkelendiğinde onunla konuşmaya Ali’den başkası cesaret edemezdi.” diye cevap verdi.

Az kızdığı için, öfkelendiğinde eşleri karşısında konuşmaya cesaret edemiyorlardı.
Çok söyleme, arsız edersin” atasözünde olduğu gibi erkek gerekli gereksiz her şeye kızmazsa sözü çok daha fazla etkili olur.

Sevgisini söylemekten ve davranışları ile göstermekten hiç çekinmezdi:

Bir gün Âişe peygamberimize sordu:
“Ya Resûlullah, bana olan sevgin nasıldır?”
Peygamberimiz:
“Kördüğüm gibidir.” diye cevap verdi.
Hz Âişe arada bir sorardı:
“Kördüğüm nasıldır?
Peygamberimiz:
“İlk günkü gibidir.” diye cevaplardı.

Kadınlar için sevgi sözcükleri önemlidir. Kadınlar sevildiklerini duymak isterler.
Peygamberimiz eşlerinden sevgi sözcüklerini eksik etmemişlerdir.

Evlilikte en önemli şey muhabbettir. Daha önce bir kaç kez yazdığım Rum sûresi 21. âyeti kerîme bizlere evliliğin amacını çok güzel anlatmaktadır.

Sükûna ermeniz için size kendinizden zevceler yaratması ve aranıza sevgi ve merhamet koyması onun (kudretinin delillerindendir) ayetlerindendir. Şüphesiz ki bunda düşünen toplumlar için ibretler vardır.
Karı kocanın birbirinde sükûna ermesi için en çok ihtiyaçları olan şey sevgi ve merhamet. Rabbimizin bize nikah hediyesi olarak ikram ettiği sevgi merhameti tüketmemek lazım. Birbirimize sevgi ve merhametle davranmamız lazım.

EŞLERİ İLE İLİŞKİLERİ İLE ÜMMETE ÖRNEK OLMUŞTU

Peygamberimiz eşleri ile ilişkileri ile de ümmete örnek olmuş. Eşlerine hep sevgi ve merhamet ile yaklaşmış.

Sevmek ve sevdiğini hissettirmek çok önemlidir. Hele kadınlar için sevgi hava, su, yiyecek kadar önemlidir. Daha bebekken kız çocukları anne ve babanın yüz ifadelerini takip ediyorlar. Ebeveynin davranışlarında ve yüz ifadesinde sevgiyi görmeyen kız çocukları, ona sevgisini gösteren bir yabancıya daha çok bağlanıp sevgisine karşılık veriyor.

Peygamberimiz sadece hanımlarına değil, kız çocuklarına ve sahabe hanımlarına da çok merhametli ve sevgi dolu davranmış. Ensar Hanımları “O bize bizden daha merhametliydi.” demişlerdir.

Gittiği seferlerden döndüğünde ilk önce kızı Fâtıma’nın evine uğrardı. Hz Fâtıma onu ziyarete geldiği zaman ayağa kalkar ve onu alnından öperdi. Ashabına çocuklarına hediye dağıtmaya kız çocuklarından başlamalarını tavsiye ederdi.

Hatta sahabeden bir erkek şöyle demiştir: “Peygamberimiz zamanında eşlerimize çok iyi davranmaya başladık. Korktuk ki kadınlar hakkında âyet iner de biz erkekler mahvoluruz diye…

Hz. Ömer hanımlarından şikayet eden kocalara “sevmek ve sevdirmek için yollar arayın.” diye tavsiyelerde bulunurken “Yuvalar ancak sevgi esası üzerine kurulmuştur.” demiş.

İçinde sevgi olan her şey güzelleşiyor. Sevgi sözcükleri dinletilen su molekülleri donarken daha güzel kristal şekiller oluşturuyor. Öfke ve küfür dinletilen su molekülleri donarken kristalleri bozuluyor. İnsan vücudunun çoğunun da su olduğunu unutmamak lâzım.

HER ŞEY SEVİLMEK İSTİYOR

Her şey sevilmek istiyor. İnsanlar, bitkiler, hayvanlar. Sevilen ve ilgi gören inekler daha çok süt veriyor. Sevilen, onunla konuşulan bitkiler coşup taşıyor. Kalbi olmayan bitkiler bile sevgiye bu kadar ihtiyaç duyarken, sevgi mekanı kalplerimizin en çok ihtiyacı olan şey sevgidir. Yüreklerin en çok susadığı şey sevgidir.

Erkekler için de sevgi önemlidir; fakat kadınların en çok istediği şey sevgidir. Hep sevildiklerinden emin olmak isterler. Eşlerinin davranışlarını hep sevildiklerine ya da sevilmediklerine yorarlar. Sevilmediğini hisseden kadın hırçın olur.

Bir araştırmada eşini sevmeyen kişilerin daha sık nezle olduğu ortaya çıkmış. Bağışıklık sistemi sevgi ile kuvvetleniyormuş.

Erkek sevgisini esirgememeli, eşini sevgisini kısarak cezalandırmamalı. Hatalarımıza rağmen birbirimizi sevmeliyiz.

Muhabbet çok kazançlı bir şey. Dünya ve ahiretimiz için. Günahlardan mı kurtulmak istiyorsunuz, muhabbet edin. Allah’ın resûlü şöyle buyurmuş:

Bir erkek karısına baktığı, karısı da kendine baktığı vakit Allah her ikisine rahmet nazarı ile bakar ve erkek karısının elini tuttuğu zaman her ikisinin günahları parmakları arasından dökülüp gider.

Sevgi dolu bir bakış ve tatlı bir dokunuş. Bir kadın için ne kadar önemlidir. İki tarafın da günahları dökülüyor ve Allah’ın rahmetine mazhar oluyorlar.

Geçim sıkıntısından kurtulmanın yolu da muhabbetten geçiyor. Peygamberimiz “Allah bir evin rızkının bereketini, karı koca muhabbeti arasına gizlemiştir.” buyuruyor.

Ne kadar muhabbet o kadar bereket. Hep bereketsizlikten şikayetçiyiz. Allah bereketi muhabbetin içine saklamış. Dışarıda daha fazla kazanmak için vakit geçirmek yerine evine gelip eşiyle muhabbet eden erkekler daha kazançlı bu durumda.

Erkekler sevgi cimrisi olmamalılar. Sevgili Peygamberimizin, hanımlarının faziletlerini söylemesi, onları sevdiğini ifade etmesi, bineğine alması, aynı kabın suyu ile müştereken yıkanılması, hanımının hayvana binmesinde ona yardımcı olması ve onu dizine bastırarak bindirmesi, kendisine gelen yemek davetini “hanım da olursa” kaydıyla kabul etmesi, bir sıkıntıyla kederlenip ağlayan hanımının gözyaşlarını elleri ile silerek onu teselli etmesi gibi pek çok davranışı, sevgisini göstermeye, hanımlarını memnun etmeye yöneliktir.

GECE İBADETE KALKARKEN EŞİNDEN İZİN İSTERDİ

Peygamberimizin yaptıklarını yapmak sünnet değil midir? Peki siz karınıza en son ne zaman sevdiğinizi söylediniz? Onun güzel özelliklerini saydınız, iltifat ettiniz? Bineğe binerken hanımları dizlerine bastıran peygamberi örnek alarak, en azından arabaya binerken kapıyı açıp eşiniz arabaya binince kapıyı kapatarak yerinize geçtiniz?

Gecelerde kadınların hakkı vardır diye ibadete kalkarken bile eşinden izin isteyen peygambere bakıp kaç akşam geç kaldığınızda haber verdiniz? Haklı olduğunuz halde kaç kez öfkenizi yuttunuz? Kızdığınız zaman sevginizi keserek cezalandırmak yerine affederek onu utandırdınız? Karınız sevgi ve merhametinizi ne kadar hissetti.

Saygı erkeğin, sevgi kadının en büyük hakkıdır. Eşinizin hataları olabilir. Bir tarafın hata yapması diğer tarafın kendi üzerine düşeni yapmamasının mazereti olamaz. Dünyada hak peşine düşmeyelim ama öyle bir gün var ki her hak sahibi hakkını isteyecektir.

Sema Maraşlı – Haber 7

Kabir Karanlığını Aydınlatan Bir Nur: Teheccüd Namazı

Abdullah bin Ömer (r.a.) gençlik yıllarında geceyi mescitte geçirir ve orada uyurdu. Bir gece rüyasında iki melek onu yakalayarak Cehenneme götürdüler. Cehennem kuyu duvarı gibi taşla örülmüş olarak görünüyordu. İki boynuz gibi iki yanı vardı. Burada kendilerini yakından tanıdığı kimseleri de görmüştü. O anda:

— Cehennemden Allah’a sığınırım, demeye başladı. O sırada yanına başka bir melek gelerek ona:
— Korkma, sen buraya atılmayacaksın. Senin için tasa ve endişe yoktur, dedi.

Abdullah bu rüyasını Resulüllahın (s.a.v.) hanımı olan ablası Hz. Hafsa’ya (r.a.) anlattı. Hafsa Validemiz de Resulüllaha (s.a.v.) aktarınca Efendimiz şöyle buyurdu:

— Abdullah ne iyi adamdır. Keşke gecenin bir kısmında kalkıp da ibadet etmeyi âdet edinseydi.

Peygamber Efendimizin (s.a.v.) burada kast ettiği ibadet teheccüd namazıydı. Abdullah b. Ömer bunu öğrenince gecenin pek azında uyuyup kalan zamanını ibadetle geçirmeye başlamıştı.

Ömrünün büyük bir kısmı mescitte, namazda ve secdede geçen İki Cihan Serveri (s.a.v.), geceleri ayakları şişinceye kadar namaz kılardı. Zaten ümmetine sünnet olan teheccüd namazı, Rabbimiz tarafından ona özel bir farz olarak emredilmişti:
Gecenin bir kısmında sana mahsus bir nafile olan teheccüd namazı kılmak üzere uyan, böylece Rabbin seni övülmüş bir makam olan en büyük şefaat makamına ulaştırır.” (İsra Suresi: 79)

Peygamberimiz (s.a.v.) bu emri öylesine bir aşk ve şevkle yerine getiriyordu ki, onun namaza olan sevgisi, değerli hanımı Hz. Aişe Validemizi bile hayrete düşürüyordu. Onun anlattığına göre, Efendimiz (s.a.v.) bir gece namazında ayakta ve rükûda sakalı ıslanıncaya kadar ağlamıştı. Secdede de ağlamayı sürdürmüş, gözyaşıyla yer ıslanmıştı. Bu hâli gören Aişe Validemiz:

— Ya Resulallah, Allah sizin geçmiş ve gelecek günahlarınızı bağışladığı halde niçin ibadet konusunda kendini bu kadar zorluyorsun, diye sorunca şu cevabı almıştı:
Ben Allah’ın bu mağfiretine karşı şükreden bir kul olmayayım mı?

Teheccüd nimetlere karşı büyük bir şükür, kabir ve Cehennem azabına karşı bir zırhtır. Gece namazı, Allah’ın sevgisini kazandırır, insanı faziletli kılar, manevî zevklerin kaynağıdır, acı ve felâketlerden korur, bedenin şifasıdır, ruhî ve kalbî terakkiye vesiledir. Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle, “kabir gecesinde ve berzah karanlığında ne kadar lüzumlu bir ışık”tır.

Peygamber Efendimizin (s.a.v.) ibadet hayatını kendilerine rehber edinen sahabeler gece namazına da büyük önem verirlerdi. O kadar ki gece namazını, yolculuk, hastalık, savaş gibi ağır ve sıkıntılı durumlarda bile terk etmezlerdi. Bunu gösteren şöyle muhteşem bir hadise yaşanmıştı:

Zâtü’r-Rikâ” Savaşı’nda, ordu istirahata çekilince Peygamberimiz (s.a.v.),  Ammar bin Yasir (r.a) ile Abbâd bin Bişr’i (r.a.) nöbetle görevlendirdi.

İkisi aralarında anlaşarak ilk bölümde Abbâd’ın nöbet tutmasına karar verdiler. Bunun üzerine Ammar, kendi nöbeti gelinceye kadar arkadaşının yanında uyumaya başladı. Nöbete duran Abbâd da, çevrenin sakin olduğunu görünce vaktini değerlendirmek için gece namazına durdu.

Abbâd bin Bişr, gecenin sessizliğinin verdiği huzurla namaza kendini vermiş, bütün benliğiyle Allah’a ibadet etmenin hazzını yaşıyordu.

Bu sırada bir müşrik, çok uzak mesafedeki karaltıyı görünce, yayına bir ok yerleştirdi ve bıraktı. Ok eliyle koymuş gibi, Hz. Abbad’ın vücuduna saplandı. Bu sırada Abbad, on bir sayfalık Kehf Sûresi’nin ortalarına gelmişti. Eliyle oku çıkardı ve namaz kılmaya devam etti.

Biraz bekleyen müşrik, önceki okun yerini bulmadığını sanarak Abbâd’a ikinci okunu da fırlattı. İkinci ok da eliyle koymuş gibi namazda olan Abbâd bin Bişr’e saplanmıştı.

Bu oka da aldırmadan çıkardı ve namazına devam etti. Sanki atılan oklar onun vücuduna saplanmamış gibi huşû içinde namaz kılıyordu.

Büyük bir öfkeye kapılan müşrik, bu okun da isabet etmediğini düşünerek üçüncü bir ok fırlattı. Üçüncü okun da eliyle koymuş gibi isabet ettiği Abbâd bu oku da çıkardı. Bir müddet sonra arkadaşı uyandı. Müşrik, onların iki kişi olduklarını görünce kaçtı.

Ammar, saplanan üç oku ve arkadaşından akan kanları görünce şaşkına dönmüştü:

— Sübhânallah! Sana ilk oku atınca beni niye uyandırmadın, diye sordu. Hz. Abbâd, yaptığından gayet memnun ve huzur dolu bir sesle şu ibretli cevabı verdi:
— Öyle bir sûre okuyordum ki kesmek istemedim. Eğer Resulullah’ın verdiği görevin aksamasından korkmasaydım, ölünceye kadar namaz kılmaya devam ederdim, dedi.

Hz. Abbâd’ın tavrı öyle bir namaz aşkıydı ki, saplanan oklara bir diken kadar bile değer vermemişti. İşte onlar namazdan böylesine zevk alır, haz duyarlardı.

Gece İbadeti Bir Yıl Farz Kılınmıştı

Cenab-ı Hak, Müzzemmil Suresiyle Peygamber Efendimize (s.a.v.) ve bütün müminlere gece ibadetini bir yıl boyunca farz kılmıştı. Çünkü gece, sükûneti ve bir meşguliyetin olmayışı sebebiyle ruhî eğitim ve yükseliş için daha uygundu. Müminler müşriklerin tepkilerine ve işkencelerine, ancak gece ibadetindeki namaz ve dualarla karşı koyabiliyorlardı. Yine Bedir Savaşının gecesinde sabaha kadar namaz kılıp dua eden Peygamberimiz (s.a.v.), bu benzersiz namazın mahiyeti sorulunca şu cevabı vermişti:

—    Bu namaz, ümit korku ve yalvarma namazıdır.

Demek ki, başta İslâm davetçileri olmak üzere, zor imtihanlardan geçenler, olağanüstü sıkıntısı olanlar her şeyden önce geceleri teheccüd kılarak Allah’ın sonsuz hazinesinden istemeli, yardım ve desteğini talep etmelidir.

Teheccüd âdeta sevenin ezelî ve ebedî Sevgilisiyle buluştuğu, Onu tesbih ve tazim ettiği, derdini döktüğü, yardım istediği özel dakikalardır. Teheccüd namazı, maddî ve manevî sayısız dertlerle mahzun, birçok arzusu ve emeli bulunan, nihayetsiz ihtiyacı olan insana sunulan eşsiz bir hazinedir. Rabbimizin hazinesinden istifade etmenin tek şartı, bir zahmet kalkıp abdest alıp o yüce dergâha yönelmektir.

Ne Zaman Kalkmalı?

Teheccüd namazı, geceleyin bir müddet uyuduktan sonra kalkıp kılınır. Çünkü gece rahmet, mağfiret, feyiz ve bereketin coştuğu bir zaman dilimidir. Bir hadiste şöyle buyrulmuştur:

“Gecenin (üçte ikisi geçip de) son üçte biri kaldığında Rabbimiz dünya semasına inerek (rahmetiyle tecelli ederek) buyurur ki: Hani bana kim dua eder ki, duasını kabul edeyim! Benden kim istekte bulunur ki, dileğini vereyim! Benden kim mağfiret diler ki, onu bağışlayayım!” (Buharî, Teheccüd: 14)

İşte teheccüde kalkmak, Rabbimizin bu sorularına karşı, “Ya Rabbi, ben dua ediyorum. Ben istekte bulunuyorum. Ben mağfiret istiyorum” diyebilmektir. Bu hadisten anlıyoruz ki, teheccüd namazı kılarak kim ne isterse Rabbimiz onu verecektir. Dünya ve ahiret saadeti için tüm isteklerimizi sıralayabilir ve inşallah onlara kavuşabiliriz. Bütün bu hazineler için yapacağımız tek şey, “istemek”tir.

Teheccüdün vakti biraz uyuyup uyandıktan sonra başlayıp imsak vaktine kadar devam eder. En faziletlisi, gecenin son üçte biridir. Söz gelişi, sabah namazının vaktinin girdiği imsaktan bir müddet önce kalkıp teheccüdü kılmak, sonra bir müddet daha uyuyup güneş doğmadan sabah namazını kılmaya kalkmak mümkündür.

Sahabeler ve Allah dostlarının gece ibadeti uygulamaları çok farklıdır. Gecenin tümünü, yarısını veya son üçte birini ibadetle geçiren olmuştur. Bunlar içinde her gece yüz rekâttan bin rekâta kadar namaz kılanlar vardır.

Gecenin feyizli anlarından birkaç dakika bile olsa yararlanmak büyük bir nimettir. Bunun için herhangi bir vakitte uyanıp iki rekât namaz kılmak bile güzeldir.

Kaç Rekât Kılmalı?

Peygamberimizin (s.a.v.) teheccüd namazını ne kadar kıldığı konusunda farklı rivayetler bulunsa da, en kuvvetlisi sekiz rekât kıldığı şeklindedir. Efendimiz (s.a.v.) gecenin sonuna doğru, imsaktan önce, sekizi teheccüd, üçü de vitir olmak üzere 11 rekât namaz kılardı.

Herkes yaşı, işi, zamanı ve şartlarına göre bir miktar belirlemeli, her gün ona titizlikle uymalıdır.Allah’a en sevimli olan amel, az da olsa devamlı olandır hadis-i şerifini esas alırsak, zor şartlarda bile bunu uygulamak gerekir. Meselâ, yolculukta, misafirlikte, aşırı sıcak ve soğukta, dar zamanda, uykusuzluk, yorgunluk, hastalık gibi hallerde bile teheccüdü terk etmemek büyük bir fazilet ve muhteşem bir kârdır.

Bu tür olumsuzluklar teheccüdü terk etmeye değil, belki bazen rekâtını azaltmaya, sure ve dualarını kısaltmaya sebep olabilir. Bu şekilde teheccüd kılan bir kimse, “Ya Rabbi, her şeye rağmen Senin huzuruna bu gece de çıktım. Belki hakkıyla kılamadım. Ama Seni ve Seninle birlikte olmayı, huzuruna gelmeyi unutmadım, ihmal etmedim” demiş olmaktadır. Cenab-ı Hak Kendisini unutmayan bu kimseye öyle yardımlar eder ki, belki yıllarını harcasa onları elde edemez. Bu yüzden teheccüd kılan kimsenin, yüzü nurlu, hal ve tavrı sempatik, işleri hayırlı ve başarılı olur. Çünkü kendisine yapılan hayırlı bir amele, en güzel karşılık verenlerin en hayırlısı ve cömerdi Cenab-ı Allah’tır.

Neler Okumalı?

Teheccüd namazı kılarken en kısasından en uzununa kadar bütün sureler okunabilir. Herkes kendi durumuna göre bir seçim yapmalıdır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bazen çok uzun okuyuşlarda bulunurdu.

Onun arkasında bir gece namazı kılan Hz. Huzeyfe (r.a.) anlatıyor:

Bir gece Peygamber (s.a.v.) ile birlikte namaz kıldım. Bakara suresini okumaya başladı. Ben yüz âyeti bitirince rükûya varacak dedim, sonra devam etti. Ben Bakara sûresini bir rekâtte bitirecek dedim, devam etti. Ben sureyi bitirince rükû edecek derken, Nisa suresine başladı, onu okudu. Sonra Al-i İmran suresine başladı, onu okudu… Sonra rükûya gitti. Rükûda ayaktaki kadar kaldı. Secdede rükûdaki kadar durdu.

Tabiî ki bu ona mahsus muhteşem bir namazdır. Belki de Rabbimiz Miraç’ta olduğu gibi zaman içinde zaman yaratarak onu bast-ı zamana mazhar etmişti. Sahabeden ve onlardan sonra gelen salih kimselerden çok uzun kıraatleri olanlar çıkmıştır. Bunlar yerine göre, bir rekâtta bir, beş, on, yirmi… sayfa okumuşlardır.

Burada da ölçü şu olmalıdır: Her zaman uygulayabileceğimiz, zamanımıza ve imkânımıza uygun bir okuyuş seçmeliyiz. Ama her zaman yapamasak bile çok müsait olduğumuz zamanlarda uzun sureler okuyabiliriz. Meselâ, her rekâtta kısa bir sure veya birkaç ayet okunabileceği gibi, müsait olunduğunda her rekâtta bir sayfa ya da Yasin, Fetih, Rahman, Tebâreke, Amme gibi sureler okunabilir.

Teheccüde Nasıl Başlamalı?

Bugün beş vakit namaz gibi kesin farz olan bir ibadet bile büyük bir ihmale uğramaktadır. Bu yüzden nafile namazlardan önce farz namazları tavizsiz bir şekilde uygulamak gerekir. Ancak beş vakit namazını kılanlardan müsait olanların da teheccüde sarılmaları çok önemlidir.

Ne var ki, bir web sitesinde yapılan ankete göre, ülkemizde teheccüd kılanların oranı sadece yüzde 4’tür. (www.namazladirilis.com) Demek ki, ferdî, ailevî, millî ve dinî hayatımızda muhtaç olduğumuz İlâhî destek ve yardıma karşı gerektiği gibi istekli ve gayretli olamıyoruz.

Eğer henüz teheccüd namazı kılmıyorsanız, nasıl başlamak gerekir?

Hiç şüphesiz namaz kılanların yüzde 70’inin sabah namazına bile kalkamadığı bir ülkede teheccüde kalkmak kolay değildir. Çünkü her şey, geç yatmaya ve geç kalkmaya göre ayarlanmıştır. Ne yazık ki, geç vakitlere kadar süren boş sohbetler ve misafirlikler, TV dizileri ve tartışma programlarına bol bol zaman ayırtan nefis, teheccüd için 15 dakikayı çok görür.

Her şeye rağmen şartlara teslim olmamak, şartları teslim almak gerekir. Eğer teheccüdün sonsuz feyiz ve bereketinden faydalanmak isterseniz şu hususlara dikkat edin:

1.    Teheccüde başladığınız zaman mümkün mertebe erken yatmaya gayret edin. Normalden bir sat önce yatmanız size kalkmada kolaylık kazandıracaktır.

2.    Eğer öğleden biraz önce başlayıp ikindi öncesine kadar devam eden vakitte kaylûle denen uykuyu alışkanlık haline getirebilirseniz gece uyanmanız daha kolaydır. Çünkü yarım saatlik öğle uykusu iki saatlik gece uykusuna bedeldir.

3.    İlk günlerde iki veya dört rekâtla başlayın. Alıştıkça arttırabilirsiniz.

4.   Eğer aile fertleri veya arkadaş grubundan birkaç kişiyle birlikte başlarsanız, teşvik, dua ve uyarma imkânı olacağından daha iyi olur. Mesela, bu hususta sözleşen dört kişilik bir arkadaş grubundan her gün bir kişi uyarma görevini üstlenebilir. Her ne kadar saat veya telefon alârmıyla kendi başınıza uyanabilirseniz de, arkadaşınızın sizi uyarması daha etkileyici olur.

5.   Teheccüde başlamak için özellikle imsakın geç olduğu kış ayları ve Ramazan ayı önemlidir. Zaten sahura kalkacağınız için birkaç dakikanızı teheccüde ayırır, arkasından yemeğinizi yersiniz. Bayramdan sonra da devam etmeniz mümkündür.

6.    Uykusuzluk, yorgunluk, hastalık, yolculuk, zaman darlığı gibi durumlarda, eğer teheccüdün tehlikeye gireceğini tahmin etmişseniz, yatmadan önce veya imsaktan biraz önce kılıp arkasından sabah namazını kılabilirsiniz. Böylece âdet hâline getirdiğiniz bir ibadeti terk etmeyip sürdürmüş olursunuz. Eğer terk ederseniz nefsin eline büyük bir fırsat vermiş olursunuz ki, nefis her fırsatta, “” diyerek her gün bir bahane bulur.

7.    Teheccüde kalkmak, sabah namazını asla engellememeli. Ne kadar faziletli olsa da hiçbir sünnet, farzın yerini tutamaz.

8.    Her ne kadar namaz eşsiz dualarla süslenmiş muhteşem bir ibadet olsa da, teheccüdün arkasından mutlaka dua edin. Çünkü namazın peşinden yapılan dualar kabul edilir.

Cemil Tokpınar / Moral Haber

Şa’bân Ayının Faziletine Dair

Resûlullah (s.a.v.) Hz. Âişe’ye (r.anhâ) “Şa’bân ayındaki oruç bana en sevimli olandır.” buyurduktan sonra, “Yâ Âişe! O öyle bir aydır ki, sene içinde rûhu kabz olunacakların (öleceklerin) isimleri ölüm meleğine verilir. Ben de ismimin, ben oruçlu iken verilmesini isterim.

Ümmü Seleme (r.anhâ) vâlidemiz: “Resûlullah (s.a.v.), Ramazan ayından sonra hiçbir ayda Şa’bân ayındaki kadar oruç tutmamıştır.” buyurdular.

Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) buyurdular: “Receb; Allâhü Teâlâ’nın ayı, Şa’bân; benim ayım, Ramazan; ümmetimin ayıdır. Şa’bân günahlara keffâret (mağfiretine sebep) olan aydır, Ramazan ise günahları temizleyen aydır.

Bu ay, hayır kapılarının açılacağı, bereketin indirileceği, hataların terk edileceği, günahların bağışlanacağı ve yaratılmışların en hayırlısı olan Resûlullah’a (s.a.v.) çokça salavâtın getirileceği bir aydır. Böyle olunca, müminlerin bu ayda gafletten uyanmaları, günahlardan temizlenip geçmişte işledikleri günahlardan dolayı tevbe ederek Ramazan ayına hazırlanmaları gerekir. Bu ayda Allâh’a yalvarıp yakarmalı, ayın sahibi olan Peygamber Efendimiz’i (s.a.v.) vesîle kılarak Allâh’a yaklaşmaya çalışmalıdır.

Bunları sonra yaparım diyerek tehir etmemeli, geciktirmemelidir. Zirâ dünya üç günden ibârettir. Biri, dündür, geçmiştir; ibret alınacak gündür. Diğeri bugündür, amel etme günüdür; ganimettir. Diğeri de, yarındır ki, emeldir; tehlikelidir. Ona çıkıp çıkamayacağını bilemezsin. Aylar da böyledir. Receb geçmiştir, tekrar dönmez. Ramazan gelecektir, fakat ona kavuşup kavuşamayacağını bilemezsin. Şa’bân ise iki ay arasında bir vâsıtadır. O ayda ibâdetle meşgul olmayı ganimet bilmek îcâb eder.

Kadınlara Ne Oldu da Böyle Oldular?

Zuhruf sûresi 17. ve 18. âyet-i kerîme: Onların biri “Kızlar Rahmân (olan Allah)’ a aittir.” dediği halde kendisi ise onun (doğumu) ile müjdelendiği zaman yüzü kapkara olur ve kederinden yutkunup durur.

“Onlar, kızlar süs içinde yetiştiği ve kavgaya (ve mücâdeleye) açık (müsait) olmadığı için mi? (istemiyorlar da Allah’a nisbet ediyorlar, O’nun olsun diyorlar.)

Zuhruf sûresi 18. âyet-i kerîmede kadınların yaratılışları ile ilgili çok önemli ipuçları var.

Rabbimizin kadın tarifi var: Kadınlar süsü sever ve kavgaya meyilli olmaz.

Öncelikle Allah (c.c) süsü seviyor: Gökyüzünü yıldızlarla süslemiş, yeryüzünü yemyeşil ağaçlar, rengarenk çiçeklerle süslemiş, kuşların, balıkların, kelebeklerin, sineklerin kanadını bile muhteşem bir incelikle yaratmış.

İnsan cinsinde de kadını süslü ve narin yaratmış. Ayrıca süslenmeleri için doğal malzemeler yaratmış. Kına yaratmış saçlar için, sürme yaratmış gözler için. Peygamberimiz sürme ve kına kullanımını teşvik etmiş.

Allah (c.c) yarattığı her süs malzemesini aynı zamanda faydalı olacak şekilde yaratmış. Takı olarak kullanılacak renk renk taşlar yaratmış, vücut enerjisini olumlu etkileyen.

Nahl suresi 14. âyet-i kerîme de şöyle buyruluyor:

Kendisinden taze et yemeniz ve ondan (inci ve mercan gibi) giyineceğiniz bir ziynet çıkarmanız için denizi istifadenize sunan O dur. Gemilerinde deniz de yara yara akıp gittiğini görürsün. Bu da lutfundan arayasınız ve şükredesiniz diyedir.

Denizden çıkan ziynetler de çok faydalı. İncinin kadınlar için çok önemli iki faydası var. Tiroit ve kadınlık hormonlarının düzgün çalışmasını sağlıyor. Mercan da çok faydalı.

Arap kadınları süslenme konusuna çok önem veriyorlar. Dinimiz tesettür ve süs konusunda dışarısı için belli ölçüler koymuş. Arap kadınları uygun ortamlarda, kadınlar arasında ve evlerinde çok bakımlı ve süslüler.

Sahabe hanımlarına baktığımız zaman da aynı şeyi görüyoruz. Peygamberimiz zamanında bir kadının gözünde sürme yoksa, süslenmemişse “Cenazen mi var” diye soruyor, hanımlar. Bir kadın sadece kocası öldüğünde dört ay boyunca sürme kullanamıyor, onun dışında bir akrabası öldüğünde üç gün sonra süslenmeye başlıyor. Bu da peygamberimizin tavsiyesi.

Hz. Aişe bu konuda kadınlara çok güzel bir örnektir. İlimde çok üstün bir kadın; fakat süsü de seviyor. Bizim dindar kadınlarımız, özellikle dernek ve vakıf çalışmaları ile meşgul hanımların çoğu kendilerini çalışmalara öyle kaptırıyorlar ki kadın olduklarını unutuyorlar. Onlara sahabe hanımlarının hayatlarını okumalarını tavsiye ederim.

Hz. Âişe’nin ve Hz. Hatice’nin saçlarını yapmaya gelen kuaförleri var. Medine’ye hicretten sonra kuaför hanım gelip Peygamberimize “Ya Resulallah bildiğiniz gibi ben bu işi yapıyorum, bırakayım mı?” diye soruyor. Peygamberimiz “Ey Ümmül Ri’le, sen bu işini devam ettir, bırakma.” buyuruyor.

Hz. Âişe bir gün kendisinin duymadığı bir hadis-i şerîfi rivayet eden Ebu Hureyre’ye “Ben duymadım bu sözleri” demesi üzerine “Ey anneciğim sen ayna ve sürme ile meşgulken, ben Resulullah’tan öğreniyordum.” der.

Süs kadın için önemli. Kadın süslendiği zaman kendini daha kadın hisseder. Tavır ve davranışları süsüne, giydiği giysiye göre şekil alır.

Elbise kadına farklı havalar verir. Dekolte bir elbise ile kadın cazibedar görünür. Sade bir elbise ile hanımefendi görünür. Süslü bir elbise ile canlı neşeli görünür. Elbisenin renkleri bile kadının ruh halini etkiler.

Türk kadınlarının çoğunun süslenme ile ilgili sorunları var. Süslenenler genellikle evden çıkarken süsleniyor; ev gelir gelmez eşofman tişört, kocayı öyle karşılıyorlar. Ya da hiç süslenmeyenler var: Ne evde ne dışarıda. Onlar da evde eşofman ve tişört içinde yaşıyorlar.

Yemek ve temizlik yaparken eşofman rahat oluyor. Fakat eşofman alışkanlık haline geliyor, kadınların üzerinden hiç çıkmıyor. Oysa kadın elbise ve eteğin içinde daha kadındır.

Âyet-i kerîme de süs içinde yetişmekten bahsediliyor. Kız çocuklarını yetiştirirken onların erkek gibi değil, fıtratına uygun süslü kıyafetlerle kız gibi yetiştirilmesi konusunda bir hatırlatma var, aynı zamanda bizlere.

Rabbimiz biz kadınları “Kavgaya meyilli olmayanlar.” diye tarif ediyor. Kadınlar, anne olacakları için şefkat ve merhametle donatılmışlar. Erkekler ise aileyi vatanı koruyacakları için koruma ve kollama duygularından dolayı kavgaya meyilliler. Erkeklik hormonu olan testosteron aynı zamanda cesaret hormonu. Erkeklere kavga etmek, savaşmak konusunda cesaret veriyor.

Yaradan’ımız tarafından “kavgaya meyilli olmayanlar” diye tarif edilen günümüz kadınların çoğunluğu, maalesef ki yedi gün yirmi dört saat kavgaya hazırlar. Yeter ki bir dokunan olsun. Beden güçleri yeterli olmadığı için dilleri ile saldırıyorlar. Küfür, hakaret, alay, küçümseme psikolojik saldırı.

Fıtrata uygun yumuşak olmak, uzlaştırıcı olmak aptallık; kavga etmek akıllılık oldu. Kadınların bu kavgaya hazır halleri elbette evlilikleri çok olumsuz etkiliyor.

Peki kadınlarına ne oldu da bu hale geldiler?

Bunu sorgulamak gerekmiyor mu? Kadınlar üzerine oynanan kirli oyunları görmek ve bunlardan arınmanın yollarına bakmak gerekmiyor mu?

Bunları yapmak yerine en kolayı erkekleri suçlamak. “Erkekler yüzünden kadınlar kavgacı oldu. Erkekler kadınların her dediğini yapsalar kadınlar da elbette kavga etmezler.

Doğrusu bu mu?

Erkekler kadınların her istediğini yapmalı mı? Yaparlarsa kadınlar mutlu olur mu? Aileler huzur bulur mu? Bu kavgalar biter mi?

Bu soruların cevapları ayrı bir yazı konusu. Kadın, süs ve kavga konusunda sizlerin düşüncelerinizi de öğrenmek isterim. Yorum ve maillerinizi bekliyorum.

Sema Maraşlı / Haber 7 / semamarasli@gmail.com