Etiket arşivi: Hz. Cebrail

Dostluk Öyküleri: Allah’ın Dostu

Allah, İbrahim Peygamber’i kendine dost seçtiği zaman, melekler sordular:

‘Ey Rabbimiz! İbrahim Sana nasıl dost olabilir? Onu meşgul eden nefsi, evladı ve ailesi vardır.’

Bu sual üzerine Allah, onlara şöyle buyurdu:

‘Ben kulumun şekline ve malına değil, kalbine ve işlerine bakarım. Dostum İbrahim’in Benden başkasına hakiki mubahbeti yoktur, isterseniz onu tecrübe edin, deneyin.’

Böylece Melek Cebrail, insan görünüşüne bürünüp, İbrahim Peygamber’in yanına geldi. İbrahim Aleyhisselam, o sırada koyunlarını gütmekte idi. Onun pek çok koyunu vardı. Koyunlarını muhafaza için on iki çoban vazifeliydi. On iki tane de çoban köpeği vardı. O çoban köpeklerinin her birinin boynunda ise, altından kocaman birer tasma takılıydı. İbrahim Peygamber, dünya malına zerre kıymet vemediği için, o altın tasmaları köpeklerin boyunlarına asmıştı. Melek Cebrail, İbrahim Peygamber’e selâm verdi ve sordu:

‘Ya İbrahim, bu sürüler kimindir?’

İbrahim Peygamber: ‘Allah’ındır’ dedi. ‘Fakat benim elime emanet olarak verilmiştir.’

‘Bana bir tane satar mısın?’

‘Allah’ı bir kez olsun zikret, sürünün üçte birisini al götür!’ dedi İbrahim Peygamber.

Cebrail: ‘Sübbuhun, kuddusün Rabbüna ve Rabbül-melaiketi ve’r-ruh’ diyerek, Rabbini zikretti.

İbrahim Peygamber ise, sürünün üçte birini ona verdi ve şöyle dedi: ‘Eğer ikinci kez Rabbimi zikredersen, bu sürünün üçte birini daha sana veririm. Ve eğer üçüncü kez Rabbimi anarsan, çobanlar ve köpeklerle birlikte tüm sürüyü al götür, senin olsun! Ve eğer, dördüncü kez zikredersen, ben de senin kölen olurum.’

Bunun üzerine Allah, Melek Cebrail’e şöyle buyurdu: ‘Ey Cebrail! Dostumu nasıl buldun?’

Melek Cebrail, Rabbine şöyle cevap verdi: ‘Dostun ne güzel bir kuldur.’

O sırada İbrahim Peygamber, çobanlarına seslendi: ‘Ey çobanlar! Koyunlarımı şu arkadaşımın arkasından sürün götürün!’

Cebrail: ‘Benim bunlara ihtiyacım yok’ dedi. ‘Çünkü ben Cebrail’im’

İbrahim Peygamber ise ona şöyle cevap verdi: ‘Ey Cebrail! Ben de Allah’ın dostuyum! O’nun adına hibe ettiğim şeyleri geri alamam!’

Bunun üzerine Allah, İbrahim Peygamber’e, sürüleri satıp, onların parası ile arazi ve emlak satın almasını ve o aldıklarını vakfetmesini emretti. İşte, bu güne kadar, İbrahim Peygamber’in türbesine yapılan bütün masraflar bu vakfedilenlerdendir.

M. Sami Ramazanoğlu, (Ruhu’l Beyân, 2/486)

Selim Gündüzalp – Zafer Dergisi

Miraç Mucizesinin Hikmeti

MU’CİZE-İ MİRAÇ’IN HİKMETİ

Miraç, İslam dininde Hz. Muhammed (a.s.m.)’in göğe çıkması sonucu mukaddes bir yolculuğun ve manevi bir yükseliş anlamındadır. Hicret’ten bir yıl önce, Recep ayının 27.nci gecesi olmuştur. Kadir gecesinden sonra en kutsal gecedir. Kuran-ı Kerim’de İsra suresinin ilk ayetinde bu manevi yolculuğun ilk aşaması şöyle anlatılmaktadır. ”Kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz o, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.”

Mi’rac gecesi sabahında olan hadiseyi Mu’cizat-ı Ahmediye Risalesinde Bediüzzaman Hazretleri şöyle anlatır:

“Mu’cize-i Mi’racın mukaddimesi olan Beyt-ül Makdis (Kudüs) seyahatı ve sabahleyin Kureyş kavmi, ondan Beyt-ül Makdis’in tarifatını istemesi üzerine hasıl olan bir mu’cizeyi bahsedeceğiz Şöyle ki:

Mi’rac gecesinin sabahında, Miracını Kureyş’e haber verdi. Kureyş tekzib etti. Dediler: “Eğer Beyt-ül Makdis’e gitmiş isen, Beyt-ül Makdis’in kapılarını ve duvarlarını ve ahvalini bize tarif et.” Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm ferman ediyor ki:

Onların tekziblerinden ve suallerinden pek çok sıkıldım. Hatta öyle bir sıkıntı hiç çekmemiştim. Birden Cenab-ı Hak, Beyt-ül Makdis’i bana gösterdi; ben de Beyt-ü Makdis’e bakıyorum, birer birer her şeyi tarif ediyordum”

İşte o vakit Kureyş baktılar ki: Beyt-ül Makdis’den doğru ve tam haber veriyor.

Hem Resul-i Ekrem (asm) Kureyş’e demiş ki: “Yolda giderken sizin bir kafilenizi gördüm; kafileniz yarın filan vakitte gelecek. Sonra o vakit kafileye muntazır kaldılar. Kafile bir saat teehhür etmiş. Resul-i Ekrem (asm)’ın ihbarı doğru çıkmak için, ehl-i tahkikin tasdikiyle, Güneş bir saat tevakkuf etmiş. Yani arz, onun sözünü doğru çıkarmak için; vazifesini, seyahatini bir saat tatil etmiştir ve o tatili, Güneş’in sükûnetiyle göstermiştir.

İşte Muhammed-i Arabî (asm)’ın bir tek sözünün tasdiki için, koca arz vazifesini terk eder; koca güneş şahit olur. Böyle bir zatı tasdik etmeyen ve emrini tutmayanın ne derece bedbaht olduğunu ve onu tasdik edip emrine diyenlerin ne kadar bahtiyar olduklarını anla.” (Mektubat sh: 180)

Bunun üzerine müşrikler: “Vallahi dos doğru tarif ettin” dediler, ama yine de iman etmediler. O esnada Hz. Ebû Bekir çıkageldi, müşrikler durumu ona haber verdiler. Hz. Ebû Bekir, “Eğer bu sözleri ondan duymuşsanız seksiz şüphesiz doğrudur” diyerek hemen tasdik etti ve bundan sonra Hz. Ebû Bekir “Sıddîk, tereddütsüz inanan” unvanını aldı.

 

Miraç Gecesinin hediyeleri:

1-İki cihan serveri yetmiş bin perde arkasından ezel ve ebed Sultanının razı olacağı amelleri Miraç meyvesi olarak getirdi beşere hediye etti. Bu hediye başta namaz olmak üzere İslâmın diğer esasları ve ibadetleridir.

2-Peygamberimiz (a.s.m.) bütün iman hakikatlerini gözleriyle gördü. Melekleri, Cenneti, âhireti, hattâ Cenab-ı Hakkın cemâlini gözleriyle müşahede etti.

3-“İnsan kâinatın en kıymetli bir meyvesi ve Kâinat sahibinin en nazlı bir sevgilisi olduğu Miraçla anlaşıldı. Kâinata nisbetle küçük bir varlık, zayıf bir canlı olan insan bu meyve ile öyle bir dereceye çıktı ki, bütün varlıklar üzerinde bir makam ve mevki kazandı. Çünkü rütbesiz bir askere, “Sen paşa oldun” dense ne kadar sevinir. Öyle de âciz, fani, devamlı ayrılık ve zeval tokadını yiyen biçare insana birden, “Sonsuz ve baki bir Cennette Rahman ve Rahîm olan Allah’ın rahmetine gireceksin” dendiğinde o insan ne kadar büyük bir mevki ve makama çıkar. Cennette hayal hızında, ruh genişliğinde, akıl akıcılığında, kalbin bütün arzularında Cenab-ı Hakkın ebedi mülkünde seyir ve seyahate erecektir. Cenab-ı Hakkın nur cemalini seyretme nimetini tadacaktır. Böyle bir insanın kalb ve ruhu ne kadar büyük bir sevince kavuşur değil mi? Miraçın bu meyvesi insanın en büyük arzu ve hedefidir.” ( 31.nci Söz.)

 

Miraç Gecesinde cereyan eden hususlar:

Peygamber (a.s.m.) Kudüs’e gelmeden yol üzerinde Hz. Musa’nın makamına uğradı, orada iki rekât namaz kıldı, daha sonra Mescid-i Aksâ’ya geldi. Orada bütün peygamberler kendisini karşıladı. Miraçını kutladılar. Fahr-i Kainat Peygamber-i Zişan (a.s.m.) burada peygamberlere iki rekat namaz kıldırdı, bir hutbe okudu.

Bir rivayette Hz. İsa’nın doğduğu yer olan Betlaham’a uğradı, orada da iki rekât namaz kıldı. Ve bugün Kubbetü’s-Sahra’nın bulunduğu yerden Muallak Taşının üzerinden Miraça yükseldi.

Semanın bütün tabakalarına uğradı. Sırasıyla yedi sema tabakalarında bulunan Hz. Adem, Hz. Yahya ve Hz. Îsa, Hz. Yusuf, Hz. İdris, Hz. Harun, Hz. Musa ve Hz. İbrahim gibi peygamberlerle görüştü, onlar kendisine “Hoş geldin” dediler, tebrik ettiler.

Bundan Sonra Hz. Cebrail ile birlikte imkân ile vücub ortası (kâinatın bittiği yer) Sidretü’l-müntehâ’ya geldiler. Peygamberimiz (a.s.m.) orada ikisi gizli, ikisi açıktan akan (Nil, Fırat) dört nehir gördü. Sonra her gün yetmiş meleğin ziyaret ettiği Beytü’l-Ma’mur’u ziyaret etti.

Hz. Cebrail’in buradan öteye gitmesi mümkün değildi. Peygamberimiz (a.s.m.) bundan sonra Refref adında bir vasıta ile zaman ve mekândan münezzeh (uzak) olan Cenab-ı Hakkın cemaliyle müşerref oldu. Elhamdulillah…

Süleyman Çelebi’nin dediği gibi: “Aşikâre gördü Rabbü’l-izzeti/Âhirette öyle görür ümmeti” İnşaallah…

Daha sonra Peygamberimiz (a.s.m.) Hz. Cebrail’in rehberliğinde Cenneti, Cehennemi, âhiret menzillerini ve bütün âlemleri gezdi, gördü, Mekke’ye döndü.

 

Peygamberimiz neden miraç’a çıktı?

Bir padişahın iki türlü konuşması vardır. Biri, bir vatandaşla telefon ederek küçük bir meseleyi görüşmesi. Diğeri de devlet başkanı, halifelik yönü ve milletin idarecisi olarak, emirlerini her tarafa duyurmak için özel bir elçisi ile konuşması, sohbet etmesi, onun aracılığı ile ferman yayınlamasıdır.Bu örnekte olduğu gibi Cenab-ı Hakkın da kulları ile iki tarzda muhatap olması vardır. Biri, özel ve cüz’i, diğeri de geniş ve genel mahiyette bir konuşması. Cenab-ı Hakkın bazı velilerle özel ve cüz’i anlamda ilham etmesi birinciye örnektir.

Ama Peygamberimiz (a.s.m) bütün velayet mertebelerinin üstünde bir büyüklük ve yücelikte, kâinatın Rabbi, bütün varlıkların Yaratıcısı olarak Cenab-ı Hakkın sohbetine müşerref olması ise ikinci ve mükemmel olanına misaldir.

Peygamber (a.s.m.) elçiliği iki taraflıdır. Birisi halktan Hakka, diğeri de Haktan halka. Birisi mi’râç’in bâtıni tarafı olan velayet yönüdür, diğeri de zahiri tarafı olan risalet yönüdür.

Yani Peygamber (a.s.m.) bizi temsilen Cenab-ı Hakkın huzuruna çıktı, başta insanlar olmak üzere bütün varlıkların ibadet, kulluk, tesbih ve zikirlerini toplu olarak (askerin komutana tekmil vermesi gibi) arz etti. Bu yönüyle Miraç halktan, insanlardan, varlıklardan Hakka bir gidiştir. Diğeri de Cenab-ı Hakkın biz kullarından istediklerini, emir ve yasaklarını Resul olarak getirmiştir. İbadetlerin özü ve esası olan beş vakit namazı Miraç hediyesi olarak getirmesi gibi…

 

Peygamberimiz, Allah ile nasıl görüşebilir?

Bize her şeyden daha yakın olan Cenab-ı Hakka binlerce senelik mesafeyi aşarak yetmiş bin perdeyi geçtikten sonra Rabbiyle görüşmesi ne demektir?

Cevap: Cenab-ı Hak her şeye her şeyden daha yakındır, fakat her şey ona sonsuz şekilde uzaktır. Meselâ, güneşin insan gibi aklı olsa da bizimle konuşacak olsa, elimizdeki ayna aracılığıyla bizimle konuşabilir. Diğer taraftan biz bir çeşit ayna olan gözümüzle güneşe yaklaşabiliyoruz. Oysa güneş bize 150 milyon km. uzaklıkta bulunuyor, hiçbir şekilde ona yanaşamayız. Güneşe bir derece yaklaşmak için ancak ay kadar büyümek lazım. Bu da mümkün değildir. Bu misalde olduğu gibi, gerçek anlamda Cenab-ı Hak her şeye yakındır, ama her şey ona sonsuz derece uzaktır. Ancak Peygamber (a.s.m.), Cenab-ı Hakkın lütfüyle bir anda binlerce perdeyi geçerek Miraça yükselmiş; bütün manevi mertebeleri aşarak huzura varmıştır.

Bir insan nasıl göklere çıkabilir? Yerküremiz, yani Dünya yaklaşık 188 saatlik bir mesafeyi bir dakikada döner, yirmi beş bin senelik mesafeyi bir senede alır. Bu muazzam hareketi ona yaptıran ve bir sapan taşı gibi döndüren bir Kudret, bir insanı Arş-ı âlâya getiremez mi? Güneşin çevresinde o ağır cisim olan dünyayı gezdiren bir hikmet bir insan bedenini şimşek gibi Rahman’ın Arşına çıkaramaz mı? Elbette çıkarabilir.

 

Peygamberimiz(a.s.m.) sadece ruhuyla gitse olmaz mıydı?

Neden Miraca çıktı? Ne lüzumu var? Evliya gibi ruhu ve kalbi ile gitse yetmez miydi?

Cenab-ı Hak görünen ve görünmeyen âlemlerdeki güzellikleri göstermek için, kâinat fabrikasını ve merkezini gezdirmek, insanlığın amel ve ibadetlerinin âhiretteki neticesini göstermek için Efendimiz (a.s.v.)’mı oralara davet etmesi gayet makuldür. Sadece ruhu ve kalbi ile değil, bu seyahate bedeninin de iştirak etmesi gerekir.

Görünen âlemin anahtarı olan gözünü, işitilen âlemin anahtarı olan kulağını arşa kadar birlikte alması gerektiği gibi, ruhunun sayısız görevlerini üstlenen âlet ve makinesi hükmünde olan mübarek bedenini arşa kadar çıkarması akıl ve hikmet gereğidir.

Zaten Cenab-ı Hak cennette bedeni ruha arkadaş ediyor. Çünkü pek çok kulluk görevine ve sınırsız lezzetlere ve acılara beden kaynaklık etmektedir. Öyle ise bu mübarek beden ruha arkadaşlık edecektir. Cennette ruh bedenle birlikte olacaksa Cennetü’l-Me’vâ’nın gövdesi olan Sidretü’l-Müntehaya Efendimiz (a.s.m.) zatının arkadaşlık etmesi hikmetin tâ kendisidir. Peygamberimiz Miraca sadece ruhen çıkmış olsaydı, zaten mucize olmazdı. Çünkü her veli ruhen ve kalben o âlemlere çıkabiliyor.

 

Peygamberimiz kısa zamanda nasıl gidip geldi?

Birkaç dakikada binlerce yıllık mesafeye gidip gelmek aklen mümkün müdür? Cenab-ı Hakkın sanatında hareket ve hızın derecesi farklı farklıdır. Sesin hızı ile ışığın hızı, elektriğin hızı, hatta ruhun ve hayalin hızı birbirinden bütünüyle farklıdır. Gezegenlerin hızları da birbirinden farklıdır. Meselâ ışığın hızı 300.000 km/sn iken sesin hızı 360 km/sn’dır. Acaba Peygamberimizin lâtif bedeninin yüce ruhuna tabi olması, ruh hızında hareketi nasıl akla ters gelebilir?

Bir insan on dakika uyusa bazı olur ki, bir yıllık iş görebilir. Hatta bir dakikada insanın gördüğü rüyayı, rüyada işittiği sözleri, konuştuğu kelimeleri toplansa uyanıkken bir gün, belki daha fazla bir zaman gerekir. Demek ki bir zaman dilimi iki kişiye göre değişebiliyor, birisine bir gün, diğerine de bir yıl hükmüne geçebilir. İşte Peygamber Efendimiz (a.sm.), Burak’a binerek şimşek gibi bütün kâinatı gezip İlâhi huzura çıkıp Rabbiyle sohbet şerefine ermiş, Onun cemalini görmüş, emirlerini alıp dönüp gelmiştir.

 

Miraçın benzeri bir olay var mıdır?

Peygamberimizin Miraca çıkması mümkündür. Fakat her mümkün gerçekleşmiyor. Bunun bir benzeri var mı ki kabul edelim?

Miraç’ın çok örnekleri vardır: Bir insan, gözüyle bir saniyede Neptün gezegenine çıkabilir. Bir bilim adamı, astronomi kanunlarına binerek tâ yıldızların arkasına bir dakikada gidebilir. İman sahibi her insan, namazın hareketlerine düşüncesini bindirerek bir çeşit Miraçla kâinata arkasına alarak İlâhî huzura girebilir. Kalb gözü açık bir veli, İlâhî sırlara kırk günde ulaşabilir. Hatta Abdülkadir Geylânî ve İmam-ı Rabbanî gibi bazı evliyanın bir dakikada Arş-ı Âlâya kadar ruhen çıktıkları bildiriliyor. Yine nurlu bir cisme sahip olan melekler bir anda yerden Arşa, Arştan yeryüzüne gidip geliyorlar. Cennette, Cennet ehli mü’minler, Cennet bahçelerine kısa bir zamanda çıkabiliyorlar.

Bu kadar örnekler gösteriyor ki, bütün evliyanın sultanı, bütün mü’minlerin imamı, bütün Cennet ehlinin reisi ve bütün meleklerin makbulü olan Resul-i Ekrem (a.s.m.) Efendimizin bir anda Miraca çıkması, dönmesi, bütün yüce âlemleri gezip görmesi gayet makuldür ve şüphesizdir.

Rüstem Garzanlı/Diyarbakır

Kamu Yöneticisi

www.NurNet.org