Etiket arşivi: Hz. Fatıma

Peygamberimizin Eşlerine Karşı Örnek Davranışları

Rabbimizin kelamı, hayat rehberimiz Kur’an-ı Kerîmi hayatımıza, evliliğimize katalım diye yola çıkmıştık. Nîsa 34. âyet-i kerîme ışığında evlilik ilişkisine bakmıştık. İlk bölümü üzerinde fazla durmamıştık. Âyetin ilk bölümünü hatırlayalım.

Rabbimiz “Erkekler kadınlar üzerine kavvamdır.” buyuruyor. Kavvam yönetici ve koruyucu demektir. Bu âyeti kerîme ile evin reisi, idarecisi erkek olarak Yaradan’ımız tarafından tayin edilmiştir.

Her görevin bir sorumluluğu vardır, ailenin yöneticisi olması erkek için bir lüks değil, ağır bir yüktür. Kadın için de bir rahatlıktır. Direksiyonda oturan her zaman gidişattan sorumludur.

Erkeğin evin reisi olması sanıldığı gibi asla kadının şahsiyetini ezici bir durum oluşturmaz. Her kurumda işlerin ve insanların sorumluluğunu üstlenen, yükü omuzlayan bir idareci vardır. Evde bu idareci erkek olmalıdır.

Evin reisi olan erkeğe gösterilmesi gereken saygıyı ve itaati daha önce yazmıştım. Bugün biraz kavvamlık üzerinde duralım.

Allah erkekleri yöneticilik vasıfları ile yaratmış, onlara gerekli özellikleri vermiştir. Peki, erkek bu görevini yerine getirirken nelere dikkat etmelidir?

Öncelikle şunu kabul edelim. Evde düzen ve intizamı sağlamak için erkek elbette otoriter olmalıdır. Fakat bu otoriteyi sertlik ve kabalıkla değil, tatlı-sert bir üslupla sağlamalıdır.

Ev halkının haklarına dikkat etmelidir. Çünkü o haklardan hesaba çekilecektir. Karısının ve çocuklarının hakları konusunda titiz olmalıdır.

Nîsa 19. âyet-i kerîmede Rabbimiz erkeklere eşleriyle iyi geçinmelerini emretmiştir.

Onlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmazsanız, Allah’ın onda çok hayır takdir ettiği bir şeyden hoşlanmamış olabilirsiniz.

ERKEKLER VE KADINLAR ARASINDA ZITLIKLAR VARDIR

Çok ilginç bir âyet-i kerîme. Erkeklerin kadınlarda hoşlanmadığı ne olabilir? Çok düşünmeye gerek yok. Erkekler kadınlardaki pek çok huydan hoşlanmıyor. Kadınlar da erkeklerdeki pek çok huydan hoşlanmıyor. Çünkü kadınlar ve erkekler birbirlerine zıt özelliklerde yaratılmışlardır.

Erkekler daha çok beyinlerinin sol tarafını; mantık ve matematik tarafını kullanıyorlar. Bu da onları gerçekçi yapıyor.

Kadınlar ise daha çok beyinlerinin sağ tarafını kullanıyorlar. Bu da onları duygusal yapıyor.

Erkekler konuşmayı çok sevmezler, susarak rahatlarlar.
Kadınlar konuşmayı severler, konuşarak rahatlarlar.
Biri konuşmak ister, biri susmak.

Erkekler sakin yapılıdırlar.
Kadınlar aceleci ve sabırsızdırlar.

Bunlar gibi pek çok zıtlık var. Bunlar çok hoşlanacak şeyler değil, dışarıdan bakıverince. Fakat Rabbimiz âyetin devamında buyuruyor ki:

Eğer onlardan hoşlanmazsanız, Allah’ın onda çok hayır takdir ettiği bir şeyden hoşlanmamış olabilirsiniz.
Demek ki bu zıtlıkta bizim göremediğimiz bir hikmet var.

Kadın ve erkek birbirinin aynı yaratılsaydı dünya çok can sıkıcı bir yer olurdu. Doğru davranırsak zıtlık hayatımızı güzelleştirir. Müminde en çok bulunması gereken haslet “Allah’tan gelene razı olmaktır.” Zıtlığı bozup eşimizi kendimize benzetmeye çalışmadığımız sürece zıt olmanın keyfini çıkarabiliriz.

Dünyaya imtihan için geldik. Erkek kadının, kadın da erkeğin en büyük imtihanıdır. Kadın ve erkek arasında bir çekicilik yaratılmış; bu nefisleri tatmin ediyor. Kadın erkek arasında bir zıtlık var; bu da nefisleri terbiye ediyor. Bu durumda kadına teslimiyet, erkeğe sabır gereklidir. Erkek sabır, kadın teslimiyet elbisesine bürünmelidir.

ALLAH’IN RESULÜ KADINLAR KONUSUNDA UYARMIŞTI

Bunları yaparken hatalarımız olacaktır. Nefis terbiye etmek kolay değildir. Mükemmelci değil, affedici olmalıyız.

Allah’ın resûlü kadınlardan mükemmellik beklememek hususunda erkekleri uyarmış: “Kadın kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Hep seni hoşnut edecek şekilde davranamaz. Eğer ondan faydalanmak istersen bu haliyle faydalanabilirsin. Şayet doğrultayım dersen kırarsın. Kadının kırılması da boşanmasıdır.” (Müslim, Radâ 59)

Resûlullah erkeklere eşlerinin hatalarına karşı kin tutmamayı ve affedici olmayı tavsiye etmiş:

Bir kimse karısına kin beslemesin. Onun bir huyunu beğenmezse, bir başka huyunu beğenir.” (Müslim, Radâ, 61)

Aile sorunlarında erkeklerin yaptığı en büyük hata küsmek, tavır almaktır. Kadının yanlış davranışları karşısında erkek kadınla iletişimi kesiyor. Erkek evi otel gibi, lokanta gibi kullanmaya başlıyor. Kendini televizyona ya da bilgisayara gömüyor. Erkeğin ailesi ile iletişimini kesip “Ne haliniz varsa görün.” demek gibi bir hakkı yok. Hata yaptıkları için memurlarına küsmüş bir müdür siz hiç gördünüz mü?

Nisâ 34. âyet-i kerîmede “İtaatsizliklerinden korktuğunuz zaman nasihat ediniz.” buyruluyor. Rabbimiz “İtaatsizlik edince nasihat ediniz.” buyurmamış. “İtaatsizlikten korktuğunuz zaman, izleri belirdiği zaman nasihat ediniz.” buyurmuş.

Tabak kırıldıktan sonra değil, götürme şeklinden tabağın kırılacağını hissettiğinde uyarmak gerekiyor. Kadınların hatalarına karşı ilk adımın her zaman güzellikle uyarmak olması gerektiği bize bildirilmiş. Âlimler, daha sonra Allah’ın azabı ile korkutmak gerektiğini bildiriyor.

Tabi önceden uyarabilmek için erkeğin eşi ile ilgili olması gerekiyor ki gelecek olan yanlış adımları görebilsin. Eşi ile iletişimi iyi olmayan bir erkek gelecek tehlikeleri sezemez. Yöneticinin her daim maiyetinden haberi olması gerekir; çünkü onlardan hesaba çekilecek.

Erkek dünyalık konularda hoşgörülü fakat Allah’ın ahkâmına uyulması hususunda ısrarcı olmalıdır. Kadına iyi davranmak erkeğin, karısının her istediğini yapması, evde otoriteyi karısına bırakması demek değildir. Otoriteyi sevgi üzerine kurmak, yeri geldiğinde hayır diyebilmektir.

Günümüzde kadınlar çok hata yapıyor; fakat bu hatalara karşı tavır alıp kadına kötü davranmak işleri daha da kötü hale getiriyor. Erkeğin sevgi ve merhametle davranması eşinin hatalarını görmesine sebep olur.

Erkeklerin aileye yöneticilik görevini yaparken her konuda olduğu gibi bu konuda da örneği Allah’ın resûlü olmalı. Peygamberimizin eşleri ile iletişimi nasıldı? Onlara nasıl davranırdı? Bir bakalım.

EŞLERİNE KARŞI ÇOK SABIRLIYDI

Allah’ın elçisi kadınlara iyi davranır ve erkekleri kadınlara iyi davranma konusunda uyarırdı:

Siz onları Allah’ın bir emaneti olarak alıp, namuslarını yine Allah’ın emriyle helal edindiniz. O halde Allah’ın emaneti (haksızlık ve kötülük) hususunda Allah’tan korkunuz.

İman açısından müminlerin en kâmili ahlakı en güzel olandır. Sizin en hayırlınız kadınlara karşı hayırlı olanınızdır.

Eve selam ve güleryüz ile girerdi:

Nur sûresi 61. âyet-i kerîme:
Evlere girdiğiniz zaman Allah tarafından bereket ve güzel bir sağlık dileği olarak kendi (ev halkınıza kimse yoksa kendi kendi) nize selam verin.

Peygamberimiz Hz Enes’e:
Ey oğulcuğum! Ailenin yanına girdiğinde selam ver, sana ve evdekilere selam ver.

Peygamberimizin eşlerinin yanına girdiği zaman selam vererek söze başladığı, hanımına yaklaşıp elini omzuna koyduğu, öptüğü, onlarla sohbet ettiği, dertlerini dinlediği, onları teselli ettiği nakledilmektedir.

Her sabah ve ikindi vakti bütün eşlerine tek tek uğrar, hal-hatır sorar, onlarla ilgilendiğini belli ederdi.

Eşlerine karşı çok sabırlıydı: Hiçbir eşine tek fiske bile vurmamış, kötü söz söylememişti. Eşlerinin bazen sabahtan akşama kadar peygamberimize küstükleri olurdu. Peygamberimiz onların huysuzluklarına tahammül ederdi.

Eşlerine son derece yumuşak davranırdı:

Hz Âişe anlatıyor: “Bir gece hanımlarına mı gitti diye vesveseye düşüp, Resûlullahı yoklamıştım. Elim saçlarına girdi. Durumu anlayan resulullah “Sana yine şeytan gelmiş olmalı.” dedi.”

Peygamberimiz, eşini azarlamadan ona hatasını göstermiştir.

Hz Safiye anlatıyor: Resulullah bir gece yolculuğunda beni devesine almıştı. Yolda uyuklamaya başladım. (Uyumamı önlemek için) bir taraftan beni okşuyor bir taraftan da “Hey! Ey Huyey’in kızı ey Safiye!” diyordu.

Peygamberimiz bir gün Hz Âişe’ye, hırçın ve sanki sert bir kömür parçası gibi siyah bir deve verdi. Ona dokunup bereket getirmesi için dua etti. Sonra şöyle dedi:

Bu deveye bin ve ona yumuşak davran. Şüphesiz bir şeyde yumuşaklık varsa, bunu süsleyip güzelleştirir. Bir şeyde yumuşaklık çekilip alınırsa onu lekeler.

Eşlerinin kusurlarını görmezden gelir, iyi huylarını överdi:

Bir gün resûlullah muhacir ve ensarın teşkil ettiği bir topluluk önünde ganimetleri taksim ederken eşi Zeynep Bint Cahş söze karıştı. Hz Ömer onu azarladı. Peygamberimiz: “Ömer onunla uğraşma. O evvâhe (yumuşak huylu, yufka yürekli ve çok dua eden)dir.” dedi.

ŞAKACI VE GÜLERYÜZDÜ

Onlarla şakalaşır, şakalarına iştirak ederdi:

Hz Âişe bir gün bulamaç pişirdi. Peygamberimiz sofraya eşlerinden Hz Sevde ile birlikte oturdu. Peygamberimiz iki hanımının ortasında oturuyordu. Hz Sevde bulamacı yemiyor, Hz Âişe yemesi için ısrar ediyordu. Hz Sevde ise yememekte ısrar ediyordu. Hz Âişe “Yemezsen yüzüne sürerim.” dedi. Sevde yememekte ısrar edince Âişe bulamacı onun yüzüne sürdü. Bunun üzerine peygamberimiz Sevde’nin elini alıp bulamaca batırdı. “Sen de ona bulaştır.” dedi. Daha sonra onların halini gülerek izledi.

Hoşgörüsü ve kadın ile eğlenmedeki müsamahakârlığını açık bir şekilde görüyoruz.
Erkeğin kadın ile şakalaşmaları kalbe sevinç ve ferahlık verir.

Hz Ömer “Erkeğin suhûlet ve ünsiyetle, hanımının yanında çocuk gibi olması gerekir, toplum içinde yine erkek olsun.” diye tavsiye eder.

Onların gönüllerini hoş edecek şeyler yapardı:

Hz Âişe anlatıyor:
“Peygamberimiz oturuyordu. Birden insanların ve çocukların gürültüsünü işitti. Bir de baktık ki Habeşli dans ediyor, insanlar etrafını sarmışlar. Bana: “Âişe gel bak.” dedi. Yanağımı omzuna koydum, iki omuzu arasından bakmaya başladım. “Doymadın mı Âişe?” demeye Hatalarına karşı onlara kin tutmaz, affederdi:Hatalarına karşı onlara kin tutmaz, affederdi:başladı. Ben de bana verdiği değeri anlamak için “Hayır.” diyordum. Yorgunluktan ayaklarını değiştirdiğini bir birine, bir ötekine bastığını gördüm.”

Peygamberimiz Hz Âişe ile koşu yarışı yapardı. Bazen o peygamberimizi, bazen peygamberimiz onu geçerdi.

Hatalarına karşı onlara kin tutmaz, affederdi:

Hz Ebu Bekir kızının kapısına geldiğinde Hz Aişe’nin peygamberimizle tartıştığını duydu ve içeri girince peygamberimizi üzdüğü için kızına vurmaya yeltendi. Hz Âişe peygamberimizin arkasına geçerek babasından saklandı. Peygamberimiz onu korudu ve Hz Ebu Bekir gidince “Gördün mü ya. Seni adamın elinden nasıl kurtardım.” diyerek ona tatlı bir uyarıda bulundu.

Hatalar karşısında bazen suskun kalır, eşinin hatasını anlamasını beklerdi:

Bir sefere eşleri Hz Safiye ve Ümmü Seleme ile beraber çıkmıştı. Ümmü Seleme’ nin hevdeci sanarak Safiye’nin hevdecinin yayına gitti. Konuşmaya başladı. Onun Safiye olmadığın anlayınca Ümmü Seleme’nin yanına geldi. Ümmü Seleme kendi gününde peygamberimizin Safiye ile konuşmasını bile kıskanmıştı.
Resûlullaha “Allah’ın elçisi olduğun halde benim günümde yahudinin kızıyla konuşuyorsun.” dedi.
Peygamberimiz suskun kaldı.
Ümmü Seleme söylediğine pişman oldu ve “Ey Allah’ın elçisi, benim için af dile. Beni böyle yapmaya kıskançlık sevk etti.” dedi.

Eşlerine önem verdiğini davranışları ile gösterirdi:

Hz Âişe peygamberimizle birlikte bazı seferlere çıkmıştı. Bu seferde Hz Âişe’nin gerdanlığı kopmuştu. Peygamberimiz gerdanlığın bulunması için yerinden ayrılmamıştı. Ashapta ayrılmayıp orda kaldı. Orada su olmadığı gibi yanlarında da su yoktu. Ashap Hz Ebu Bekir’e gelip: “Nedir bu kızın Âişe’nin ettiği? Resûlullahı ve bizi burada beklemeye mecbur etti, su da yok.” dediler.

Ebu Bekir kızının yanına geldiğinde peygamberimiz Âişe’nin dizlerinde uyuyordu.

Kızına dönüp “Resûlullahı ve diğer insanları alıkoydun. Üstelik su da yok.” dedi.
Ona epeyce laf saydı hatta eliyle böğrünü dürtmeye başladı. Peygamberimizin başı dizlerinde olduğu için Hz Âişe hareket edemiyordu.

Peygamberimiz sabah namazına kalktığında su yoktu, bunun üzerine teyemmüm âyeti indi.
Eğer su bulamazsanız temiz toprakla teyemmüm ediniz. Ondan yüzlerinize ve ellerinize sürünüz.” (Nîsa sûresi 43)

Âişe üzerine bindiği deveyi gönderince gerdanlığı onun altında buldu.

Kolay kolay öfkelenmezdi:

Kadınlardan biri, Peygamberimizin eşlerinden Ümmü Seleme’ye: “Resûlullah öfkelendiği zaman ne yapardı?” diye sordu.
Ümmü Seleme: “Öfkelendiği zaman yanakları kızarırdı. Resulullah öfkelendiğinde onunla konuşmaya Ali’den başkası cesaret edemezdi.” diye cevap verdi.

Az kızdığı için, öfkelendiğinde eşleri karşısında konuşmaya cesaret edemiyorlardı.
Çok söyleme, arsız edersin” atasözünde olduğu gibi erkek gerekli gereksiz her şeye kızmazsa sözü çok daha fazla etkili olur.

Sevgisini söylemekten ve davranışları ile göstermekten hiç çekinmezdi:

Bir gün Âişe peygamberimize sordu:
“Ya Resûlullah, bana olan sevgin nasıldır?”
Peygamberimiz:
“Kördüğüm gibidir.” diye cevap verdi.
Hz Âişe arada bir sorardı:
“Kördüğüm nasıldır?
Peygamberimiz:
“İlk günkü gibidir.” diye cevaplardı.

Kadınlar için sevgi sözcükleri önemlidir. Kadınlar sevildiklerini duymak isterler.
Peygamberimiz eşlerinden sevgi sözcüklerini eksik etmemişlerdir.

Evlilikte en önemli şey muhabbettir. Daha önce bir kaç kez yazdığım Rum sûresi 21. âyeti kerîme bizlere evliliğin amacını çok güzel anlatmaktadır.

Sükûna ermeniz için size kendinizden zevceler yaratması ve aranıza sevgi ve merhamet koyması onun (kudretinin delillerindendir) ayetlerindendir. Şüphesiz ki bunda düşünen toplumlar için ibretler vardır.
Karı kocanın birbirinde sükûna ermesi için en çok ihtiyaçları olan şey sevgi ve merhamet. Rabbimizin bize nikah hediyesi olarak ikram ettiği sevgi merhameti tüketmemek lazım. Birbirimize sevgi ve merhametle davranmamız lazım.

EŞLERİ İLE İLİŞKİLERİ İLE ÜMMETE ÖRNEK OLMUŞTU

Peygamberimiz eşleri ile ilişkileri ile de ümmete örnek olmuş. Eşlerine hep sevgi ve merhamet ile yaklaşmış.

Sevmek ve sevdiğini hissettirmek çok önemlidir. Hele kadınlar için sevgi hava, su, yiyecek kadar önemlidir. Daha bebekken kız çocukları anne ve babanın yüz ifadelerini takip ediyorlar. Ebeveynin davranışlarında ve yüz ifadesinde sevgiyi görmeyen kız çocukları, ona sevgisini gösteren bir yabancıya daha çok bağlanıp sevgisine karşılık veriyor.

Peygamberimiz sadece hanımlarına değil, kız çocuklarına ve sahabe hanımlarına da çok merhametli ve sevgi dolu davranmış. Ensar Hanımları “O bize bizden daha merhametliydi.” demişlerdir.

Gittiği seferlerden döndüğünde ilk önce kızı Fâtıma’nın evine uğrardı. Hz Fâtıma onu ziyarete geldiği zaman ayağa kalkar ve onu alnından öperdi. Ashabına çocuklarına hediye dağıtmaya kız çocuklarından başlamalarını tavsiye ederdi.

Hatta sahabeden bir erkek şöyle demiştir: “Peygamberimiz zamanında eşlerimize çok iyi davranmaya başladık. Korktuk ki kadınlar hakkında âyet iner de biz erkekler mahvoluruz diye…

Hz. Ömer hanımlarından şikayet eden kocalara “sevmek ve sevdirmek için yollar arayın.” diye tavsiyelerde bulunurken “Yuvalar ancak sevgi esası üzerine kurulmuştur.” demiş.

İçinde sevgi olan her şey güzelleşiyor. Sevgi sözcükleri dinletilen su molekülleri donarken daha güzel kristal şekiller oluşturuyor. Öfke ve küfür dinletilen su molekülleri donarken kristalleri bozuluyor. İnsan vücudunun çoğunun da su olduğunu unutmamak lâzım.

HER ŞEY SEVİLMEK İSTİYOR

Her şey sevilmek istiyor. İnsanlar, bitkiler, hayvanlar. Sevilen ve ilgi gören inekler daha çok süt veriyor. Sevilen, onunla konuşulan bitkiler coşup taşıyor. Kalbi olmayan bitkiler bile sevgiye bu kadar ihtiyaç duyarken, sevgi mekanı kalplerimizin en çok ihtiyacı olan şey sevgidir. Yüreklerin en çok susadığı şey sevgidir.

Erkekler için de sevgi önemlidir; fakat kadınların en çok istediği şey sevgidir. Hep sevildiklerinden emin olmak isterler. Eşlerinin davranışlarını hep sevildiklerine ya da sevilmediklerine yorarlar. Sevilmediğini hisseden kadın hırçın olur.

Bir araştırmada eşini sevmeyen kişilerin daha sık nezle olduğu ortaya çıkmış. Bağışıklık sistemi sevgi ile kuvvetleniyormuş.

Erkek sevgisini esirgememeli, eşini sevgisini kısarak cezalandırmamalı. Hatalarımıza rağmen birbirimizi sevmeliyiz.

Muhabbet çok kazançlı bir şey. Dünya ve ahiretimiz için. Günahlardan mı kurtulmak istiyorsunuz, muhabbet edin. Allah’ın resûlü şöyle buyurmuş:

Bir erkek karısına baktığı, karısı da kendine baktığı vakit Allah her ikisine rahmet nazarı ile bakar ve erkek karısının elini tuttuğu zaman her ikisinin günahları parmakları arasından dökülüp gider.

Sevgi dolu bir bakış ve tatlı bir dokunuş. Bir kadın için ne kadar önemlidir. İki tarafın da günahları dökülüyor ve Allah’ın rahmetine mazhar oluyorlar.

Geçim sıkıntısından kurtulmanın yolu da muhabbetten geçiyor. Peygamberimiz “Allah bir evin rızkının bereketini, karı koca muhabbeti arasına gizlemiştir.” buyuruyor.

Ne kadar muhabbet o kadar bereket. Hep bereketsizlikten şikayetçiyiz. Allah bereketi muhabbetin içine saklamış. Dışarıda daha fazla kazanmak için vakit geçirmek yerine evine gelip eşiyle muhabbet eden erkekler daha kazançlı bu durumda.

Erkekler sevgi cimrisi olmamalılar. Sevgili Peygamberimizin, hanımlarının faziletlerini söylemesi, onları sevdiğini ifade etmesi, bineğine alması, aynı kabın suyu ile müştereken yıkanılması, hanımının hayvana binmesinde ona yardımcı olması ve onu dizine bastırarak bindirmesi, kendisine gelen yemek davetini “hanım da olursa” kaydıyla kabul etmesi, bir sıkıntıyla kederlenip ağlayan hanımının gözyaşlarını elleri ile silerek onu teselli etmesi gibi pek çok davranışı, sevgisini göstermeye, hanımlarını memnun etmeye yöneliktir.

GECE İBADETE KALKARKEN EŞİNDEN İZİN İSTERDİ

Peygamberimizin yaptıklarını yapmak sünnet değil midir? Peki siz karınıza en son ne zaman sevdiğinizi söylediniz? Onun güzel özelliklerini saydınız, iltifat ettiniz? Bineğe binerken hanımları dizlerine bastıran peygamberi örnek alarak, en azından arabaya binerken kapıyı açıp eşiniz arabaya binince kapıyı kapatarak yerinize geçtiniz?

Gecelerde kadınların hakkı vardır diye ibadete kalkarken bile eşinden izin isteyen peygambere bakıp kaç akşam geç kaldığınızda haber verdiniz? Haklı olduğunuz halde kaç kez öfkenizi yuttunuz? Kızdığınız zaman sevginizi keserek cezalandırmak yerine affederek onu utandırdınız? Karınız sevgi ve merhametinizi ne kadar hissetti.

Saygı erkeğin, sevgi kadının en büyük hakkıdır. Eşinizin hataları olabilir. Bir tarafın hata yapması diğer tarafın kendi üzerine düşeni yapmamasının mazereti olamaz. Dünyada hak peşine düşmeyelim ama öyle bir gün var ki her hak sahibi hakkını isteyecektir.

Sema Maraşlı – Haber 7

Çok Eşlilik Dinimizde Tavsiye Edilmiş midir?

Geçen ay erkeklerin birden fazla eş alma konusu gündemdeydi. Herkes bir şeyler söyledi. Okuyucularımdan sorular geldi. Yazmak için ortalığın biraz durulmasını bekledim. Önce konu ile ilgili âyeti hatırlayalım.

Nisâ sûresi 3. âyet-i kerîme:

Eğer yetim kızların haklarını tam gözetemeyeceğinizden korkarsanız, sizin için helal olan kadınlardan ikişer üçer dörder nikah edin. Eğer yine adaleti gözetemeyeceğinizden korkarsanız o zaman bir tane ile ya da sahip olduğunuz (cariye) ile yetinin. Bu sizin adaletten ayrılmamanız için daha uygundur.

Bu âyet-i kerîmenin erkekler ilk yarısını, kadınlar ikinci yarısı görürler, genellikle. Şöyle bir bütününe bakalım. Âyetin başlangıcında Rabbimiz ikinci, üçüncü, dördüncü eşe kadar izin vermiş. Buna kimsenin itirazı olamaz. Âyetin devamında “Adaleti gözetemeyeceğinizden korkarsınız bir eş ile yetinin.” buyruluyor. İki eş alıp adalete dikkat etmek çok kolay bir şey olmasa gerek ki Rabbimiz âyetin devamında uyarıyor. “Tek eş adaletten ayrılmamanız için daha uygundur.

Erkeklerin birden fazla eş almalarına izin verilmiş; fakat Rabbimiz tek eş almayı tavsiye ediyor. Âyet-i kerîmedeki birden fazla evlenme emir değil, ruhsattır. Allah (c.c) çok eşliliği teşvik etmemiş sadece izin vermiş, dikkat edilmesi ve iyi düşünülmesi için uyarmış.

Adalet konusu çok önemlidir. Çünkü kul hakkı konusunda hesap vermek çok zordur. Kişi affetmedikçe Allah (c.c) affetmiyor. Adalet konusunda Nisâ sûresi 129. âyet-i kerîmede açıklama getiriliyor:

Ne kadar arzu etseniz kadınlar arasında (sevgi bakımından tam) adalet sağlayamazsınız. O halde (birine) tamamen yönelip diğerini muallakta gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir ve (gücünüz dahilinde haksızlıktan) sakınırsanız şüphesiz Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.

Sevgi konusunda adalet sağlamanın mümkün olmadığı bildiriliyor. Fakat eşlerin yanında sıra ile kalma, harcamalar gibi diğer konularda eşit olmak gerekiyor.

Peygamber efendimiz de adalet konusunda erkekleri ikaz etmiş. İki zevcesi olup da birine  meyledip diğerini ihmal eden kimse, kıyamet gününde, bir yanı felçli olarak gelir.” (Ebu Davud, Tirmizi, Nesei, İbni Mace, Ahmed)

Hz Ali’nin ikinci eş almak istemesi üzerine, Hz Fâtıma peygamberimize durumu anlatmış, peygamberimiz Hz Ali’nin evlenmesine izin vermemiş. Kadın ya da velisi nikahta böyle bir şart koyabilir. Nikahta şart koşulmamışsa bile, âlimler, kadının kuma ile bir arada durmaya zorlanamayacağını ve ayrılmak isterse ayrılabileceğini bildiriyor.

Sevgili peygamberimiz ilk evliliğini Hz Hatice ile yapmış ve Hz Hatice vefat edene kadar yirmi beş yıl boyunca ne başka bir eşi ne de cariyesi olmuş. Üstelik o zaman Arap toplumunda çok eşlilik yaygınmış. Kırk eşi olanlar bile varmış. Peygamberimiz Hz Hatice’nin vefatından sonra çeşitli hikmetlere binaen birçok eş alıyor. Fakat eşlerinin kıskançlıklarından neler çektiğini de biliyoruz. Hepsine çok sabırlı, adaletli ve merhametli davranıyor.

Fakat kıskançlıkları önleyemiyor. Eşlerinin hepsi de çok mübarek, muhterem hanımlar fakat iş kıskançlığa gelince nefislerine yeniliyorlar. En nihayetinde kıskançlıktan dolayı çıkan bir olay üzerine peygamberimiz artık dayanamayarak hepsini birden bırakıyor. Bir ay boyunca hiçbirinin yanına gitmiyor. “Peygamberimiz eşlerini boşadı.” diye konuşuluyor Medine’ de. Kadınların hatalarını anlamaları üzerine Peygamberimiz onları boşamıyor.

Çok eşlilik peygamberimizi bile zorlayan bir konu olmuş. Bu konuyu erkekler için bir keyif ve eğlenceymiş gibi görenlere cidden şaşıyorum. Kadınlar için zor; ama erkekler için daha da zor bence. İki kadın arasında adaleti sağlamak, iki kadının ihtiyaçlarını gidermek, iki kadını idare etmek. Ben erkek olsam üstüne para verseler ikinci bir eş istemezdim herhalde diye düşünüyorum.

Bir de bu konuda toplumun kültürel yapısı, örf ve âdetleri çok önemli. Türk toplumunda çok eşlilik kabul edilen bir şey değil. Arap toplumunda çok daha rahat kabul ediliyor. Kadınların kocalarına eş bakmaya gittiği, düğün organizasyonunun bile ilk eş tarafından yapıldığı anlatılıyor.

Geçen yıllarda bir tanıdığımın anlattığı olay beni şaşırtmıştı. Eşi vefat etmiş bir beyi, arkadaşı Arap bir kadınla evlendirmek için aracılık yapıyor. Kadın; doktor, otuz yaşlarında ve güzel. Evlenecek olan erkek aracı olan arkadaşına soruyor. “Sor bakalım ilerde üzerine daha genç bir eş almamı kabul eder mi?” diyor. Böyle bir soruyu bir Türk kadına sorsanız ne der? Cevabı size bırakıyorum. Arap doktor “Bir istihareye (rüya) yatayım.” diyor. Güzel bir rüya görüyor, haber gönderiyor.”İstiharem güzel çıktı, ikinci eş almasına izin veririm, benim için bir mahsuru yok.” diyor.

Görüştüğüm Özbekistanlı hanımlar var. Onlarda çok evliliğin normal karşılandığını söyledi. Eşi Türk olan Özbek bir hanım: “Biz evlendik, Özbekistan’da yaşamaya başladık. En yakın arkadaşım da evlenmeyi çok istiyordu. Eşime arkadaşımı ikinci eş olarak almasını söyledim ama kabul etmedi.” demişti. Profesör olan yakın bir arkadaşının da yakınlarda ikinci eş olarak evlendiğini anlatmıştı.

Araçlarda araziye uygunluk vardır. Tabanı yere yakın olan araçlar ancak asfalt yolda güzel gider. Araziye vurursanız, taşlı, engebeli yollarda gitmeye çalışırsanız, aracın kendisi de zarar görür, sizi de yolda bırakır. Tabanı yerden yüksek, cip gibi araçlarla dağ bayır tırmanmanız daha kolaydır. Fakat o araçların da sorun çıkarmayacağı konusunda bir garanti yoktur.

Türk kadınları ikinci, üçüncü, dördüncü eş konularında her araziye uygun olmayan araçlar sınıfına girer. Bu konuda ilk eş de ikinci olmayı kabul eden eş de sorun çıkarır. İlk eş kocasının hayatını burnundan getirir. İkinci eş ise daha geldiği ilk günden itibaren “Nasıl olur da ilk kadının ayağını kaydırır, tek eş ben olurum?” hayalleri kurmaya başlar. Hani kabul edip gelmiştin? diyemezsiniz, yüzlerce sorun sayar.

İlk kadının da işi zordur. Yetersiz kadın konumunda kalmıştır. Kendini diğer kadınla kıyaslar. “Benden daha mı güzel? Sarışın kadınları beğendiğini söylüyordu niye gidip esmerle evlendi? Bunca yıl boşuna mı saçımı sarıya boyattım.” Sürekli kafasında senaryolar yazar: “Bana tatlım dedi, ona da diyor mudur? Ona da böyle dokunuyor mudur? Fasulye yemeği sevmezdi ama o kadın yapınca yiyor mu acaba?”

Sevdiğini paylaşmak kolay bir şey değil tabi. Sevmediğini paylaşmakta zordur gerçi.

Bizim toplumumuz “El ne der?” diye yaşayan bir toplumdur. Zaten bu konuda da elin sözü hiç bitmez. Sürekli çok eşli adamı ve ailesini gözetlerler. “Erkek hangisine çok ilgi gösteriyor? Hangisinin evi daha güzel döşenmiş?” vb…

Yakından tanıdığım ikinci eş olan hanımlar var. Çok dertliler. Bu arada ilk eşler genellikle depresyonda. Kocalar da perişan. Vardır belki ama ben çok eşli olup da mutlu olan bir aile hiç görmedim. Kıskançlık yüzünden rekabet olup kadınların kocaya iyi davranması gerekirken çoğu zaman ikisi birden kötü davranabiliyor. Benim gördüklerimin ve bana yazanların evliliği öyleydi. İki kadın arasında aç kalan, ikisiyle de yatamayan, ortada perişan kalan adamları görünce “Çok evlilik erkek için bir keyif mi, yoksa ağır bir imtihan mı?” diye sormak gerekir diye düşünüyorum.

Kendisi çok çocuk seven ve çocuğu olmadığı için kocasının evlenmesini isteyen hatta kocasına eş bulmak için araştırmalar yapan bir arkadaşım, kocasının ikinci eş almasını kaldıramadı. Kocasının çocuklarını çok sevdi ama çok mutsuz. Depresyon hastası oldu, ilaç kullanıyor.

Bu biraz da bünye meselesidir. Kimi insan elli kiloyu taşır, kimi otuz kiloyu taşıyabilir, kimi yirmi kiloyu taşıyamaz. Elli kiloyu taşıyanı gösterip “Bak o taşıyabiliyor sen niye taşıyamıyorsun?” diye kıyaslama yapmaya hakkımız yok. Bu yüzden hiçbir kadın eşinin ikinci evliliğini kabul etmek zorunda değil. Kimi çok duygusaldır ağır gelir, kimi daha rahattır o kadar dert etmez. Her şeyden önce kişinin kendi ruh sağlığını koruması gereklidir. Boşandığında mı daha rahat olacak, evliliği devam ettirdiğinde mi? Bunları düşünmesi, enine boyuna tartıp “Kim ne der?” demeden en doğru kararı alması lâzım.

Kadın, evliliğini devam ettirme kararı almışsa da “helal olsun” demek gerekir. Fakat bu durum bizde kınanma sebebi. Ne üzerine eş alınan hanımın evliliğini devam ettirmesini ne de ikinci eş olmayı kabul eden hanımları kınamaya hakkımız var. Allah’ın kınamadığı hatta izin verdiği bir şeyi bizim kınamamız terbiyesizlikten başka hiçbir şey olamaz. Bazen ikinci eş olan hanımlardan “Belki kızacak, kınayacaksınız; ama ben ikinci eşim…” diye başlayan mailler geliyor, dertlerini anlatıyorlar. O kadar çok kınanmışlar ki.

Kadınların bu konuda çok ağır tepkileri var. Mesela kocalarının ikinci evliliğini yapan erkeklerle arkadaşlık yapmalarını istemiyorlar, kocalarının huyları bozulmasın diye. İkinci hanım olduğunu bildikleri hanımlara selam vermeyen, görüşmeyen, onların oturduğu masadan kalkan kadınlar var.

Onlara “Kınadığınız başınıza gelmeden ölmezsiniz.” Hadis-i Şerîfini hatırlatırım. Ya kendi başınıza gelir ya çocuklarınızda ya da sevdiklerinizde yaşarsınız. Şu dünyada hiç kimse için hiçbir şeyin garantisi yok. Her kadın, bir erkeğin sevdiği tek kadın olmak ister. Hangi şartların kişileri o aşamaya getirdiğini bilmeden bol keseden atmamak lâzım.

İkinci evliliğini yapan erkeklere zampara, cinsellik düşkünü muamelesi yapılırken, zina yapan gecelik ilişkilerle karısını aldatan erkeklere tepki az. Onlar modern oluyorlar. Bu da müslüman bir toplumda içler acısı bir durum.

Aslında erkeklere birden fazla eş almalarına izin verilmesi, kadınların aleyhine değil lehinedir. Nikahsız ilişkilerde en çok kadınlar zarar görüyor. Kadınlar duygusal oldukları için erkeklere çabuk kapılıyorlar, hemen bağlanıyorlar. Fakat erkek o kadın için hiçbir sorumluluk almıyor, onunla bir süre birlikte oluyor ve bir süre sonra da ortada bırakıyor. Toplum önünde o kadının durumu pek iyi olmuyor.

Dinimiz erkeklere çok kadınla yaşamayı kolaylaştırmamış, tam aksi zorlaştırmış. Zina yapmak yok. Başka kadın istiyorsan yapacaksın nikahı, kadının sorumluluğunu üstleneceksin, ev açacaksın, çocuklarınla ilgileneceksin, adaleti gözeteceksin, sabırlı olacaksın… Adalet, sabır ve merhamet konusunda kendine güvenemeyenler, hiç ikinci eş hayalleri kurmasınlar. Dünyada eşlerinin hakkını gözetemeyip cennetteki hurileri riske atmasınlar.

Allah (c.c) kadınların kılmadığı namazı bile kocalarına soracak. O zaman erkek, ikinci varsa üçüncü ya da dördüncü eşlerinin hepsinden sorumlu olacak. Bütün eşleri ile ilgili dini ve dünyevi konularda hesaba çekilecek. Kavvam olmak hiç kolay bir şey değil. Erkek, iyilikle, güzellikle ailesinin her sorumluluğunu üstlenecek. Merhametli olacak. Yoksa diğer tarafta işi çoook zor olur.

Tabi bir de şöyle bir durum var. Boşanmalar arttı, dul hanımlar çok, hiç evlenmemiş hanımlar çok. Şu anda kadın erkek nüfusunda büyük bir dengesizlik yok ama erkekler nikahsız ilişkileri tercih etmeye başlayınca evlenecek erkek bulmak hanımlar için sorun olmaya başladı ve bu sorun zamanla daha da artacak gibi görünüyor. O zaman ikinci evlilikler dengeyi sağlamak için gerekli olabilir mi? Günümüz şartlarında erkekler bir evin yükünü zor taşırken, ikinciyi taşıyabilirler mi? Velhasıl zor ve karışık konular. Özellikle bu bölümü yorumlarınıza bırakıyorum.

Dedem rahmetli iki evliydi. Sürekli anlattığı bir fıkra vardı, yazıyı onunla bitireyim.

Bir adamın iki karısı varmış. İkisi arasında adaletli davranmaya çok dikkat edermiş. Olacak bu ya iki kadın aynı gün ölmüş. Adam bütün cenaze işlemlerini aynı anda yaptırmış. Cenazeler yıkanmış, hazırlanmış. Sıra kapıdan çıkarmaya gelmiş. Adamı almış bir düşünce. Hangisini önce çıkarsam diğeri sonraya kalacak haksızlık olacak diye. Aklına iyi bir fikir gelmiş. Hemen bahçe duvarını yıktırmış diğer kapının yanına bir kapı açtırmış. Cenazeleri aynı anda çıkarttırmış. Namazları kılındıktan sonra yan yana gömdürmüş.

O gece rüyasında eski kapıdan çıkardığı karısı yakasına yapışmış. “Duuuur bakalım” demiş. “Sen beni eski kapıdan çıkarttın, onu yeni kapıdan. Hakkımı helal etmiyorum, ahirette iki elim yakanda, seni sürüm sürüm süründüreceğim.” demiş.

Sema Maraşlı / Cocuk Aile

 

Aileye Verilen Önem

Hz. Peygamber’in Aileye Verdiği Önem

İnsan için cemiyet, cemiyet için de aile ne kadar önemli ise Hak Din’in ve son ve en kâmil tebliğcisi ve uygulayıcısı Fahr-i Kâinat (s.a.) Efendimiz de aileye o kadar önem ve değer vermiştir. Çünkü O’nun tebliğ ve tatbik ettiği dinin vâzı’ı ile kâinatın yaratıcısı birdir; Vahid, Ehad, Hakîm ve Alîm olan Allah’ın iki eseri (din ve insan) arasında çelişkinin bulunmaması, birinin diğerine elbise ile vücut gibi uyması tabiidir.

Resul-i Ekrem’in örnek uygulamasında kemaliyle tecelli eden İslâm’ın, aileye verdiği yer ve önem şu tedbirler ve talimat tablosunda açıkça görülmektedir:

1. Allah Teala’nın insanlığa örnek olarak sunduğu sevgili Resulü bizzat evlenmiş, aile kurmuş; baba, dede, eş, kayınpeder, enişte gibi aileye bağlı sıfatlarla örnek davranışlar ortaya koymuştur. İlk evliliğini yirmi beş yaşında iken, kendisinden onbeş yaş büyük ve dul olan bir hanımla (Hatice annemizle) yapmış, elli yaşına varıncaya kadar bütün gençliğini bu tek hanımıyla yaşamış, çevresinde yaygın bir adet olmasına rağmen ikinci bir eş edinmemiştir. Neslini devam ettiren çocuklarının da annesi olan sevgili eşi vefat ettikten sonra yaşlı, genç birden fazla hanımla evlenmiş ve geride kalan onüç yılını bu hanımlarına manevi zenginlik ve mutluluk bahşederek geçirmiştir. O’nun gençliğini yaşlı, dul ve tek hanımla geçirmesi evlilikte cinselliğin önüne geçen amaçların bulunduğunu ve gerektiren ciddi bir sebep bulunmadıkça ailenin tek hanımla kurulacağını göstermektedir. Daha sonraki eşlerini edinmesinde her birine ait siyasî, ictimai, ahlâkî, dinî sebepler ve hikmetler vardır. Ayrıca ümmetinde birden fazla hanımla evlenme bir sosyal vakıa olacağından bunlarla, Allah’a kulluk çerçevesinde bir aile hayatı yaşamanın eşi bulunmaz örneği verilmiştir…

2. Evlenmeyi teşvik etmiş, Allah’a daha fazla ve daha iyi kulluk edebilmek için evlenmeyi, aile hayatını terketmek isteyenleri bundan vazgeçirmiştir. Sahabeden üç kişi Resulullah’ın eşlerinden birine O’nun günlük ibadet hayatını sormuşlar, durumu öğrenince kendi ibadetlerini az bulmuşlar ve o andan itibaren kendilerini ibadete vermeyi kararlaştırarak; birisi gece sabahlara kadar namaz kılmaya, ikincisi her gün oruç tutmaya, üçüncüsü de aile hayatı ile ilgisini kesmeye azmetmişlerdi. Hz. Peygamber yaptıklarını öğrenince yanlarına geldi ve şöyle buyurdu: “Yemin ederim ki ben hepinizden daha fazla Allah’tan korkar ve O’nun koyduğu sınırlara riayet ederim, fakat (aynı zamanda) nafile oruç tuttuğum da olur, tutmadığım da, gece namaz da kılarım uyku da uyurum, kadınlarla da evlenir aile hayatı yaşarım; imdi kim benim yolumdan ayrılırsa benden değildir.” (Buhari, Nikâh, 1). O gençlere hitaben şöyle buyuruyor: “İmkân bulanlarınız evlensin; çünkü gözü ve iffeti en iyi koruyan evliliktir…” (Buhari, Nikâh, 2-3.)

Resulullah’ın talimatından çıkan sonuca göre imkanı müsait ve evlilik hukukuna riayet edebilecek olan kimselerin evlenmeleri gereklidir.

3. Evlenmeyi kolaylaştırmış, şeklini, şartlarını ve maddi külfetini asgariye indirmiştir. Şahitler huzurunda yapılmak veya vekillerinin yahut da velilerinin bir araya gelerek irade beyanında bulunmaları (seninle evlendim, seni eş olarak kabul ediyorum gibi örf ve adete uygun bir ifadede bulunmaları) evliliğin oluşması için yeterlidir. Erkeğin kadına vereceği veya borçlanacağı mal (mehir) sembolik düzeyde olabilmektedir. Akit esnasında mehrin zikredilmemiş olması akdin sıhhatine mani değildir.

4. Evlenmek, aile kurmak isteyip de maddi, manevi engeller yüzünden bunu gerçekleştiremiyenlere yardımcı olmuş, evlenmelerini sağlamıştır. Kendileri bir gün ashabı ile birlikte bulunurken bir kadın yanına gelmiş ve mehirsiz olarak O’nunla evlenmek istediğini bildirmişti. Peygamberimiz (s.a.) kadına baktı, sonra tekrar başını önüne eğdi, kadın O’nun, evlenme konusunda bir hükme varmadığını görünce bir kenara oturdu. Sahabeden biri ayağa kalkarak “Ya Rasûlallah! Eğer siz onunla evlenmek istemiyorsanız benimle evlendirin” dedi. Efendimiz -adama- kadına verecek birşeyinin olup olmadığını sordu, olumsuz cevap alınca da “Git bir ailene bak, belki birşeyler bulursun” dedi, adam gitti ve eli boş döndü. Resulullah “Bak, demirden bir halka da olsa olur” dedi, adam gidip aradı yine eli boş döndü ve “Demirden bir halka yüzüğüm de yok, yalnızca üzerimdeki alt giysim (izarım) var” dedi (adamcağızın üst giysisi bile yoktu). Efendimiz “Alt giysini nasıl vereceksin; sen giysen o giyemez, o giyse sen çıplak kalırsın” dedi, adam yerine geçip oturdu, aradan uzunca bir süre geçince de ümidini keserek kalkıp gitmeye yöneldi. Peygamberimiz onu geri çağırtarak Kur’an-ı Kerim’den ezbere bildiği kısımların olup olmadığını sordu, birkaç sureyi ezbere bildiğini öğrenince de şöyle buyurdu:

Haydi al da git, bildiğin surelere karşı bunu sana veriyorum” (Buhari, Nikah, 14).

O’nun ve eşlerinin büyütüp yetiştirerek, cariye ise azad ederek, engeli varsa yardımcı olarak evlendirdiği birçok erkek ve kadın olmuştur.

5. Ailede eşlerin amaca uygun olarak seçilmesi çok önemlidir. İnsanların eş seçiminde kullandıkları ölçüler farklıdır ve çoğu kez geçici hevesler ve zevklerin etkisi sözkonusudur. Bu sebeple Resulullah (s.a.) Efendimiz ümmetini eş seçimi konusunda uyarmış ve sağlam ölçüler getirmiştir. Bir hadiste şöyle buyurmuştur: “Kadın dört özelliğinden dolayı seçilir: Malı, soyu sopu, güzelliği ve dindarlığı; evlilikten hayır görmen için eşin dindarını seç!” (Buhari, Nikah, 15)

Ashabı ile beraberken yanlarından bir adam geçti. Efendimiz “Bu adam hakkında ne dersiniz?” diye sordu, “Bu kişi bir kızı isterse verilir, bir iş için aracı olursa geri çevrilmez, konuşursa dinlenir” dediler. Bir müddet sükut ettiler, sonra müslümanların yoksullarından biri geçti, Efendimiz “Bu adam hakkında ne dersiniz” diye sorunca sahabe: “Bu adam birinden kız istese vermezler, bir iş için aracı olup ricada bulunsa geri çevirirler, konuşsa dinlemezler.” cevabını verdiler. Peygamberimiz “Bu fakir, öbür zengin gibi dünya dolusu insandan daha hayırlıdır.” buyurdular. (Buhari, aynı yer).

Zengin ve güzel bir dul kadınla evlenmek istediğini söyleyerek fikrini soran bir sahabiye kadının doğurgan olup olmadığını sormuş, çocuğu olmadığı cevabını alınca “çocuğu olanı tercih et” buyurmuştur.

Peygamberimizin bu değerlendirmelerine göre eş seçiminde öncelik dindarlık ve ahlaka verilecek, diğer iyi ve güzel vasıflar önem bakımından ikinci sırada tutulacaktır.

6. İstikrarlı, huzurlu, verimli bir aile hayatı için gerekli bulunan hukukî ve ahlâkî düzenlemeleri ilahi irşad doğrultusunda yapmış, aile hayatının değişime açık yönlerini örf, adet ve gelişmelere bırakmıştır. Kitab ve sünnetten hareketle ortaya konmuş bulunan İslâm aile hukuku (münâkehât, mufâraqât) ciltlere sığmayacak zenginliktedir. Ailede roller, yardımlaşma, nafakanın kemmiyet ve keyfiyeti, sosyal ilişkiler gibi konularda değişime açık bulunan hüküm ve uygulamalar örf ve adete bırakılmış, bunların ma’rufa (müslümanların iyi, güzel, uygun bulmalarına) göre yürütülmesi istenmiştir. (Nisa: 4/19).

7. Kurulmuş ailenin fertleri arasında çıkan anlaşmazlık ve problemler ile ilgilenmiş, bütün imkânları aileyi sürdürme ve huzuru sağlama yönünde kullanmıştır. Ümmetini de bozulan aile ilişkilerini düzeltmeye teşvik etmiş, bu maksatla gerektiğinde yalan söylemeyi bile caiz görmüştür (Tirmizi, Birr, 26).

Bizzat kendi yakınlarında, daha doğrusu en yakınında, Hz. Ali ile eşi Fatıma arasında meydana gelen bir kırgınlıkla nasıl meşgul olduğunu şu olayda görüyoruz.

Birinin babası, diğerinin amcazadesi olan Efendimiz bir gün Fatıma annemizin evine gelmiş ve Hz. Ali’yi evde bulamamıştı. Kızına “Amcamın oğlu nerede?” diye sorduğunda şu cevabı aldı: “Aramızda bir şey oldu, bana kızıp dışarı çıktı, öğle istirahatini benim yanımda yapmadı.” Bu cevap üzerine Peygamberimiz birisini, Hz. Ali’yi aramak üzere gönderdi, arayan kişi biraz sonra döndü ve onun mescitte uyumakta olduğunu haber verdi. Efendimiz mescide geldiğinde Hz. Ali hâlâ uyuyordu, üzerinden ridası kaymış, vücudu toprağa bulanmıştı. Sevgili kayınpederi bir yandan mübarek elleriyle vücudundaki toprağı silerken diğer yandan “Kalk toprak babası, kalk toprak babası (Ebu Türab)” diyerek onu kaldırdı, beraber eve gittiler, kırgınlık ortadan kalktı, mutlu hayatın akışı kaldığı yerden devam etti. (Müslim, Fedailu’s-sahabe, 38). Hz. Ali bu tatlı hatırasını yadeder ve en sevdiği adının “toprak babası, topraklı” mânâsına gelen “Ebu-Türab” olduğunu söylerdi.

Yine aynı yüce aileye, müminlerin sevgilisi ehl-i beyte ait bir başka örnek, Hz. Ali’nin, eşi Fatıma üzerine -ikinci bir eşle- evlenme teşebbüsünde ortaya çıkmıştır. Bunun Hz. Fatıma’yı üzeceğini, günaha sokabileceğini (fitne), ailenin huzur ve mutluluğunu gölgeleyeceğini düşünen Hz. Peygamber (sa.) yangını ilk kıvılcımında önlemek üzere derhal harekete geçmiş, “Ali eşi Fatıma’yı boşamadıkça üzerine o kadını alamaz” demiş, sevgili damadı da eşini ve kayınpederini üzmemek, aile mutluluğuna gölge düşürmemek için bu teşebbüsünden vazgeçmiştir. (Buhari, Nikah, 109; Ebu-Davud, Nikah, 13; Avnu’l-Ma’bud, c. VI, s. 76-81).

8. Çocukların eğitim ve istikballerinden birinci derecede aileyi sorumlu tutmuştur. Allah Teala’nın “Ey iman edenler, kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun…” (Tahrim: 66/6) buyruğunun nasıl yerine getirileceğini ümmetine öğretmek üzere hem kendi ailesinde uygulama örnekleri vermiş, hem de değeri zamanları aşan sözler söylemiştir:

Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürüsünden mesuldür. Yönetici çobandır. Aile reisi erkek ailesinin çobanıdır. Kadın evin ve çocuğun çobanıdır… Hasılı hepiniz çobansınız ve sürünüzden mesulsünüz.” (Buhari, Nikah, 90).

Hiçbir çocuk yoktur ki fıtrat üzere doğmasın, sonra ana-babası onu yahudi veya hıristiyan, yahut mecusi… yaparlar. Tıpkı bir hayvanın kendi cinsinden ve azası tam bir yavru dünyaya getirmesi gibi, siz onda hiçbir eksiklik görür müsünüz? Fakat kendiniz onun kulağını, kuyruğunu keser değiştirirsiniz.” (Müslim, Kader, 22-25).

Çocuk yedi yaşına gelince ona namaz kılmasını telkin edin, on yaşına gelince zorla da olsa kıldırın.” (Ebu Davud, Salat, 24).

Malik b. el-Huveyris anlatıyor: Ben ve aynı yaştaki genç arkadaşlarım Resulullah’ın yanına gelmiş, yirmi gün kadar kalmıştık. Kendileri çok merhametli ve anlayışlı idiler, ailelerimizi istediğimizi veya özlediğimizi anlayınca geride kimleri bıraktığımızı sordular, onları kendisine bildirdik, şöyle buyurdular: “Aile ocaklarınıza dönün, onlarla beraber kalın, bildiklerinizi onlara öğretin, gerekli talimatı verin… Namazı beni kılarken gördüğünüz gibi kılın, namaz vakti girince biriniz ezanı okusun, en büyüğünüz de size imam olsun.” (Buhari, Salat, 18).

9. Yakından uzağa bütün aile fertlerinin aile bağlarına, bu bağın gerektirdiği hukuk ve edebe riayet etmelerini emretmiştir. Bu emir, muhtaç olan akrabanın geçimini sağlama (nafaka) gibi konularda bağlayıcı bir kanun hükmündedir. Şöyle buyurmuşlardır:

Öncelikle annenin rızasını gözet ve ona iyi davran, öncelikle annene, öncelikle annene, sonra babana, sonra da yakınlık derecelerine göre diğer akrabana.

Amellerin en değerlisi vaktinde kılınan namazdır, sonra ana-babaya iyi davranmaktır, sonra da Allah yolunda cihaddır.

Allah Teala şöyle buyurmuştur: Ben Allah’ım, ben Rahmanım (Rahmetimin sınırı yoktur), akrabalık bağını yarattım ve ona kendi ismimden bir isim vererek “rahim” dedim. O bağı devam ettirenle bağımı devam ettiririm, kesenle de bağımı keserim.

Üç kızı veya üç kızkardeşi olup da onlara karşı iyi davranan, onları hoşnut tutan herkes cennete girer.

Bir kimsenin çocuğunun terbiyesi ile meşgul olması sadaka vermesinden daha hayırlı ve ecirlidir.

Hiçbir kimse çocuğuna, güzel ahlaktan daha üstün bir bağışta bulunmuş olamaz.” (Tirmizi, Birr, 1-10, 33).

10. Ailenin bir okul, bir ibadethane, sıcak ve aydınlık bir yuva, bir sığınak, bir sosyal rabıta birimi ve bir keyfiyetli nüfus üretim kaynağı olabilmesi için diğer aile fertlerinden önce karı-koca arasında karşılıklı sevgi, saygı ve şefkatin bulunması gerekir. Bu sebeple birbirini sevmeyen, birbiri ile geçinemiyen, birbirinin haklarına riayet etmeyen çifti bir arada tutmanın mânâsı yoktur. Bu gerçekten hareket eden İslâm, başka çare kalmadığında boşanmaya izin vermiş, bunun da aile sırlarını dışarıya açmadan, İslâm kardeşliğine ve geçmiş hukuka zarar vermeden yapılmasını istemiş, bu maksatla aile meclisi ve hakemlik kurumuna yer vermiştir. (Nisa: 4/35).

Allah Resulü’nün boşanmaya, aile bağına son vermeye bakışını şu cümlesi beliğ bir şekilde ifade etmektedir: “Allah’ın en sevmediği helal, boşamaktır.” (Ebu Davud, Talak, 3).

Ve Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmuştur: “… Kadınlara iyi davranın. Onlarda hoşunuza gitmeyen bir şey olursa bilin ki, bir şey sizin hoşunuza gitmediği halde Allah sizin hakkınızda onu çok hayırlı kılmış olabilir.” (Nisa: 4/19).

Sonuç: Genişten dara doğru birbiri içine girmiş, biri diğerini tamamlayan ve koruyan insanlık, ümmet, kavim, kabile ve aile halkalarının çekirdeğini İslâm’da vazgeçilmez bir kurum olarak aile teşkil etmektedir. İslâmın ve Hatemu’l-Enbiya Efendimizin (s.a.) ona verdiği önem ve bu önemle mütenasib eğitim, yönlendirme ve düzenlemeler sayesinde İslâm ailesi, asırlar boyu kendisinden bekleneni vermiştir, vermektedir.

Prof. Dr. Hayrettin Karaman