Etiket arşivi: Hz.Hüseyin

Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (r.a.) Kimdir?

Müellifler Hz. Hasan ve Hz Hüseyin (r.a.) menkıbelerini beraber sunmuşlar ayırmamışlardır. Bu birliğin sebebi bir çok menkıbelerde müşterek olmalarıyla açıklanır. Bunlar sevgili Peygamberimiz(sav)’in mübarek iki torunlarıdırlar ve ayırmak mümkün değildir.

Hz. Hasan ve Hz Hüseyin, Hz. Peygamber(sav)’in torunları, Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın çocuklarıdırlar. Hz Hasan 625, Hz Hüseyin ise tam bir yıl sonra 626 yılında Mekke’de doğmuştur. Hz. Fatıma, ile Hz. Ali’nin evliliklerinden Hasan, Hüseyin, Muhassin, Ümmü Gülsüm ve Zeynep isimlerinde çocukları dünyaya gelmiştir. Muhassin, doğumunun hemen akabinde vefat etmiştir .Hz. Peygamber’in torunları olan bu çocuklar onunla birlikte güzel günler geçirerek onun eğitim ve terbiyesinden nasiplenmişlerdir

Hasan ve Hüseyin isimlerinin cahiliye döneminde bilinmediği ve ilk olarak Hz. Peygamber(sav) tarafından torunlarına verildiği bilinmektedir. Hz Ali çocuklarına harb ismini koymak istese de Peygamberimiz(sav) müsaade etmemiştir.

Hz. Peygamber(sav)’in, torunları Hasan ve Hüseyin’in doğumundan sonra kulaklarına ezan okuduğu ve her biri için de akika kurbanı kestirdiği, her ikisinin de doğumlarının yedinci günlerinde sünnet edildiği ve saçlarının kesilip ağırlığınca gümüş tasadduk edildiği bilinmektedir.

Ehl-i Beyt’inden en sevimli olanlar kimlerdir?” diye sorulunca Hz. Peygamber: “Hasan ve Hüseyin’dir.” diye cevap vermiştir. Aayrıca onlar “Cennet ehli gençlerin efendileridir” buyurmuştur Onları bulduğu her fırsatta kucağına alıp öpmüştür.

Yine bir gün Rasûlullah (sav)’ın Hasan’ı öptüğünü gören Akra b. Hâbis ona: “Benim on çocuğum var ama daha hiç birini öpmedim.” deyince Hz. Peygamber: “Merhamet etmeyene merhamet edilmez.” buyurmuştur. Başka bir rivayette ise “Allah senden rahmet duygusunu almışsa ben ne yapayım.” demiştir.

Hz. Peygamber (sav) halkın arasında iken dahi onları omuzlarına almış ve gezdirmiştir. Ebu Hureyre (ra) onun bir omzunda Hz. Hasan, diğer omzunda Hz. Hüseyin, bir ona bir diğerine oyun yaparak yanlarına geldiğini ve “Kim onları severse beni sever, kim de onlara buğzederse bana buğzeder.” dediğini nakletmiştir.

Ebu Hureyre’den nakledilen bir rivayette onların Hz. Peygamber(sav)’in huzurunda güreşirlerken Rasûlullah (sav): “Haydi Hasan!” diye heyecana ortak olunca Hz. Fatıma: “Niçin ‘Haydi Hasan’ diyorsun?” diye sormuş. O da: “Cebrail de ‘Haydi Hüseyin’ diye sesleniyor da onun için.” Buyurmuştur

Hz. Peygamber(sav)’e hurma dolu bir sepet getirilmişti.. Onlardan biri bir hurma tanesini alarak ağzına götürdü. Rasûlullah (sav) bunu görünce onun ağzından hurmayı çıkarmış ve: “Sen Âli Muhammed’in sadaka yemediğini bilmiyor musun?” demiştir.

Hz. Hasan’ın baş ve göğüs arası, Hz. Hüseyin’in de göğüsten aşağısının, Hz. Peygamber’e çok benzediğini ifade edilmektedir.

Resulullah(sav) ”Ben size temessük edip sıkı sarıldığınız takdirde dalalete düşmekten korunacağınız iki şey bırakıyorum: Bunlardan her biri diğerinden daha büyüktür: Kitabullah, bu semadan arza uzanan Allah’ın ipidir Diğeri Ehli Beytim olan yakınlarımdır bu iki şey Kevser havuzunun başında buluşuncaya kadar birbirinden ayrılmayacaktır bu iki şey hakkında benden sonra nasıl davranacağınıza iyi bakın” buyurarak “Kitaba uyup emirlerini tatbik edin nehiylerinden kaçının Al-i Beytimin yoluna uyun onlar sizi hidayete ulaştırır dalalete düşmezsiniz “diye vasiyette bulunmuştur.

Bediüzzaman Hazretleri Lemalar adlı eserinde “Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Hazret-i Hasan ve Hüseyin’e karşı küçüklüklerinde gösterdikleri fevkalâde şefkat ve ehemmiyet-i azîme, yalnız cibillî şefkat ve hiss-i karâbetten gelen bir muhabbet değil, belki vazife-i nübüvvetin bir hayt-ı nuranîsinin bir ucu ve verâset-i Nebeviyenin gayet ehemmiyetli bir cemaatinin menşei, mümessili, fihristesi cihetiyledir.

Evet, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, Hazret-i Hasan’ı (r.a.) kemâl-i şefkatinden kucağına alarak başını öpmesiyle, Hazret-i Hasan’dan (r.a.) teselsül eden nuranî nesl-i mübarekinden, Gavs-ı Âzam olan Şah-ı Geylânî gibi pek çok mehdî-misal verese-i nübüvvet ve hamele-i şeriat-ı Ahmediye (a.s.m.) olan zatların hesabına Hazret-i Hasan’ın (r.a.) başını öpmüş. Ve o zatların istikbalde edecekleri hizmet-i kudsiyelerini nazar-ı nübüvvetle görüp takdir ve istihsan etmiş. Ve takdir ve teşvike alâmet olarak, Hazret-i Hasan’ın (r.a.) başını öpmüş.

Hem Hazret-i Hüseyin’e karşı gösterdikleri fevkalâde ehemmiyet ve şefkat, Hazret-i Hüseyin’in (r.a.) silsile-i nuraniyesinden gelen Zeynelâbidin, Cafer-i Sadık gibi eimme-i âlişan ve hakikî verese-i Nebeviye gibi çok mehdîmisal zevât-ı nuraniyenin namına ve din-i İslâm ve vazife-i risalet hesabına boynunu öpmüş, kemâl-i şefkat ve ehemmiyetini göstermiştir.Evet, zât-ı Ahmediyenin (a.s.m.) gayb-âşinâ kalbiyle, dünyada Asr-ı Saadetten ebed tarafında olan meydan-ı haşri temâşâ eden ve yerden Cenneti gören ve zeminden gökteki melâikeleri müşahede eden ve zaman-ı Âdem’den beri mazi zulümatının perdeleri içinde gizlenmiş hâdisâtı gören, hattâ Zât-ı Zülcelâlin rüyetine mazhar olan nazar-ı nuranîsi, çeşm-i istikbal-bînîsi, elbette Hazret-i Hasan ve Hüseyin’in arkalarında teselsül eden aktab ve eimme-i verese ve mehdîleri görmüş ve onların umumu namına başlarını öpmüş. Evet, Hazret-i Hasan’ın (r.a.) başını öpmesinden, Şah-ı Geylânî’nin hisse-i azîmesi var.”buyurmuştur.

Bediüzzaman,bahsin devamında Resulu Ekremin(sav) ümmeti Al-i Beyti etrafında toplamaya ehemmiyet verdiğini belirtikten, Al-i Beytin “sünnet-i seniyyenin menbaı ve muhafızı ve her cihetle iltizam etmesiyle mükellef olan Ali Beyt” olduğuna dikkat çektikten sonra şunu söyler: “işte bu sırra binaendir ki, Kitap ve Sünnet’e ittiba ünvanıyla bu hakikat-ı hadisiye bildirilmiştir. Demek ki Al-i Beyt’ten vazife-i risaletçe muradı Sünneti seniyyesidir. Sünnet-i seniyyeyi terk eden hakiki Al-i Beyt’ten olmadığı gibi Al-i Beyt’e hakiki dost da olamaz.” demiştir.

Hz. Ali, Haricîler tarafından bir suikastla şehit edilirken, Hz. Hasan Müslümanların kanlarının dökülmemesi için hilafetten feragat ederek Muaviye’ye biat etmiştir. Muaviye’nin vefatından sonra onun oğlu Yezid’e biat etmeyen Hz. Hüseyin ise, Kerbela’da aile halkından 19 kişi toplam 72 kişiyle birlikte şehit edilmiştir. Onların karşı karşıya kaldığı bu üzüntü verici durumlar o gün olduğu gibi günümüze kadar devam eden süreçteki bütün Müslümanların gönüllerini dağlamış, onlara olan sevgi, saygı ve bağlılığı bir kat daha artırmıştır.

Hz Hasan’ın ölüm sebebi ise zehirdir; Hanımı Ca’d zehir içirmiştir kırk gün sonra 669 tarihinde Medine’de vefat etmiştir vefatından önce Hazreti Aişe’den izin isteyip Rasûlullah (sav)’in yanına gömülmek istemiş Hz Aişe izin vermesine rağmen iktidardaki Emevi ailesi buna razı olmamış Hz Hüseyin^de huzursuzluk çıkmaması için ısrar etmemiştir. Hz Hasan’ın vasiyeti esnasında “mani olurlarsa Baki’ul Garkad’a defnedin “sözü üzerine Baki’ul Garkad’a defnedilmiştir.

Allah, Hz. Hasan(ra) ve Hazreti Hüseyin(ra)’a rahmet eylesin bizleri hakkıyla ehli beyte uyan kullarından eylesin yollarından giden ümmet eylesin amin…

Çetin KILIÇ / LÜLEBURGAZ

www.NurNet.Org

KAYNAKLAR:

1) Hadis Ansiklopedisi

2) Risale-i Nur Külliyatı

3) Son Peygamber

Not: Ümmetin Yıldızları ve En Güzel Örnekleri Olan Sahabelerin Hayatları İçin Tıklayınız

Ehli Beyti unuttuk!

Bugün Aşure günü!

Aşura günün ne olduğunu ve o güne dair yapılması tavsiye edilen ibadetleri, hadisi şerifler ışığında, diğer yazar arkadaşlarım paylaşıyorlar ve her sene de bizlere hatırlatıyorlar.

Bende laf olsun torba dolsun misali aynı şeylerden bahs etmeyeceğim.

Aşura gününde adet olmuş ve Aşura gününü hatırlamak amacıyla yapmış olduğumuz ve kolu komşulara dağıttığımız aşure hepimize afiyetler olsun. Olsun olmasına da, Aşura gününde hatırlamamız gereken çok önemli ve hüzünlü bir olayımız da var.

Hayatımızda ufak tefek olaylara yer vermemiz bizler için bazen çok büyük önem taşıyabilmektedir. Bazı vuku bulmuş olayları unutmayıp hatırlamakla, aslımızı ve görevlerimizi yerine getirmeye vesile olabiliyor.

Müslümanım diyen, Peygamberimizi seviyorum diyen, Ehli Beyt’i seviyorum diyen herkesi ilgilendiren bu olay, Kerbela olayıdır.

İşte bu noktada hatırlamamız gereken, Ehl-i beytin gülü olan Hz. Hüseyin Kerbela’da şehid edilmesidir.

Aşure gününe denk gelen Kerbela olayını acaba hatırlıyor muyuz?

Adet haline gelmiş, aşure gününde sevdiklerimize aşure dağıtmanın yanı sıra, Hz. Hüseynin günlerdir bir damla su içemeden şehid edildiği aklımıza geliyor mu?

Resulullah efendimizin her fırsatta öpüp kokladığı Hasan ve Hüseynin şehadetlerinden dolayı bir gün üzüldük mü?

Kerbela günü, Hz. Hüseyin’in yanındaki bir avuç mücahid ve Ehl-i beyt’ten hanım ve çocuklar binlerce askerden oluşan orduya karşı büyük bir direnç gösterip ve bir bir şehadet şerbetini içmişlerdi. En son Hz. Hüseyin kahramanca savaştı ve almış olduğu otuz üç mızrak ve otuz dört kılıç yarasıyla bedeni toprağa yığılmıştı ve mübarek başını gövdesinden ayırdıklarını bir gün düşündük mü, aşure gününde?

Kerbela’da Hz. Hüseyin’in akrabalarından yetmiş iki kişi şehid düşüp, Ehl-i beyt, tümden imha edilmek istendiğini biliyor muydunuz?

Aşura gününü ihya ederken, Kerbela olayına da bir iki dakika ayırıp, Hz. Hüseyin efendimizi yâd edip, dualar okumak her müslümana üzerine bir borç olduğunu dersem, yanılmış olmam diye düşünüyorum.

Müminlerden, Allah Resulü’nün sevilmesi beklenildiği gibi onun parçası olan yakınlarının da sevilmesi bekleniyor. Bir ayet-i kerimede şöyle buyrulmuştur:

“Resulüm onlara de ki: Ben bu davetime karşılık olarak sizden bir karşılık ve ücret beklemiyorum; sadece yakınlarıma sevgi göstermenizi istiyorum.” (Sûrâ/23)

Resulullah (s.a.v) Efendimiz, Ehl-i Beyti sevmenin, kendisini sevmekten ileri geldiğini şöyle ifade eder: “Sizi nimetleriyle rızıklandırıp gıdalandırdığı için Allah’ı seviniz. Beni Allah’ı sevdiğiniz için seviniz. Ehl-i Beytimi de beni sevdiğiniz için seviniz.” (Tirmizî, Menâkib, 32)

Kıldığımız her namazda, “Âl-i Muhammed” diye dua ettiğimiz Ehl-i Beyt olduğu unutulmamalıdır. Namazlarımızda dahi Ehli Beyt’i önemseyip yer verildiğine göre, onlara karşı sevgi ve hürmet eksik olmaması gerekir. Nitekim Resulullah efendimiz hadisi şerifte şöyle buyurmaktadır: “Şu üç hürmeti gözetenin, dini ve dünyası muhafaza edilir. İslam’a, Peygambere ve Onun nesline hürmet.” (Taberani)

Ehli Beyt’e sevgi ve hürmet göstermenin yanı sıra, onlara tabii olmak ve sımsıkı sarılmak bizlere şiddetle tavsiye edilmekte. Peygamber efendimizin ahlakıyla ahlaklanmış Evlad-ı rasul olan zatlar, elbette dedeleri Resulullah (s.a.v.) gibi, ümmet için bir kurtuluştur. Taberani de geçen Hadisi Şerifte, “Ehl-i Beytım, Nuh’un gemisi gibidir. Tutunan kurtulur, tutunmayan, boğulur.”

Kurtuluş için Ehl-i beytin yoluna sarılmak lazımdır. Ehl-i beyt, Ehl-i sünnetin gözbebeğidir. Ehl-i beytin fazilet ve kemalatı pek çoktur. Saymakla bitmez. Onları anlatmaya, methetmeye, insan gücü yetişmez.

Bizler Efendimiz (s.a.v.)’in vefatı sebebiyle bile kendimize zarar vermemiz için izin verilmemiştir. Hz. Hüseyin şehid edildi diye kendimize zarar vermeyeceğiz Aşura gününde. Lakin Ehli Beyti unutmak da müslümana yakışmaz diye düşünüyorum.

Az da olsa anlatmaya çalıştığımız Ehli Beytin önemini dile getirmekti amacımız.

Aşura gününe denk gelen Kerbela olayını unutmayın.

Kerbela’da onu bir pusu beklediğini bildiği halde “neden gidiyorsun ya Hüseyin” diye soranlara verdiği cevap ile konumuza son verelim:

“Eğer ben oraya gitmezsem, bir daha bu ümmetten hiç kimse haksızlıklara karşı çıkmayacaktır.”

 

Allah (c.c.) sefaatlerine nail eylesin insallah. (Amin)

 

Arif Ağırbaş

https://twitter.com/Arif_Agirbas

arif.agirbas@hotmail.de

Hz. Hüseyin, Sıffin Savaşı’nda küstüğü Abdullah ile nasıl barıştı?

Sıffin Savaşı’ndan sonra Hz. Hüseyin, meşhur kumandan Amr bin As’ın oğlu hadis alimi Abdullah ile konuşmuyordu. Yani küstü. Niçin küsmüştü, sonra nasıl barıştılar? Barışa en çok muhtaç olduğumuz günümüze de mesaj veren bu fevkalade değerli hatırayı gelin birlikte okuyalım Kütüb-ü Sitte’den özetleyerek:

Mescid-i Saadet’e gelen Hz. Hüseyin, selam verip bir köşeye çekilerek oturdu. Selamı alan Amr bin As’ın oğlu hadis alimi Abdullah ise yanındakilere eğilerek dedi ki:

– Şu zatı görüyorsunuz ya, melekler şu an yeryüzündeki insanların en hayırlısının bu olduğuna kânidirler. Ne yazık ki böyle en hayırlı insan benimle küs duruyor, konuşmuyor.. Abdullah sözünü şöyle bağladı:

– Sahralar dolusu koyunum olsa benimle konuşması için müjde olarak verirdim doğrusu..

Bu değerlendirmeyi dinleyen büyük sahabi Ebu Said el Hudri:

– Madem Hüseyin’in şu anki yeryüzü halkının en hayırlısı olduğuna inanıyorsun, öyle ise ben sizi barıştırırım.. diyerek araya girmeye karar verdi. Ertesi günü Abdullah’ı da yanına alıp Hz. Hüseyin’in evine gittiler. Kendisi önce girdi, Abdullah’ı da ısrardan sonra kabul ettirdi. Büyük bir saygı ile içeri girip kapıya yakın yere diz çökerek oturan Abdullah’a ilk soru şöyle geldi:

– Benim şu anki yeryüzü halkının en hayırlısı olduğumu söylemişsin, bu doğru mu?

– Evet, onda şüphem yoktur.

– Madem öyledir, Sıffin’de neden Muaviye tarafında yer alıp babama karşı savaştın? Halbuki babam benden de hayırlıydı?…

Böyle bir sorunun geleceğini düşünen Abdullah, iki dizi üzerine gelerek:

– Resulullah’ın aziz evladı, lütfen beni bir dinle, sonra kararını ver.. dedikten sonra Sıffin’de karşı tarafta yer alışına ait olayı ayrıntılarıyla anlatmaya başladı.

– Babam Amr bin As, dedi, vaktiyle benim elimden tutarak senin şanı yüce deden Resulullah’ın (sas) huzuruna götürüp şikâyet ederek şöyle demişti:

– Ya Resulallah, bu oğlum Abdullah, ibadette aşırıya gidiyor, bütün gece namaz kılıyor, bütün günlerde de oruç tutuyor. Bu kadar ileri gitme, diyorum bana itaat etmiyor, dinlemiyor.

Senin şanı yüce deden bana o gün buyurdu ki:

– Abdullah! Ben de gece namaz kılarım, ama uyurum da, ben de gündüz oruç tutarım ama yerim de. Sen de öyle yap, bu kadar aşırıya gitme!..

Bundan sonra da hiç unutamadığım şu ikazını yaptı bana:

– Abdullah, dedi, sakın babana itaatsizlik edip de sözünden çıkma!

İşte beni Sıffin’de size karşı getiren, aziz dedenin bu tembihidir. Ben babamla birçok savaşlarda birlikte oldum. Şam’ın, Filistin’in, Mısır’ın fethinde yanından ayrılmadım. Ama Sıffin’e gelince durdum, yanında yer almaktan kaçındım. Çünkü buradaki cephe, bundan öncekiler gibi yabancılardan oluşmuyordu. Karşımızda kardeşlerimiz vardı. Bunun üzerine babam bana ısrar etti, babaya itaat etmem gerektiğini Resulullah’ın söylediğini hatırlattı. Ben de o tembihe karşı gelmiş olmamak için Sıffin’de babamın yanında yer almak zorunda kaldım, dolayısıyla size karşı görünmüş oldum. Ancak şunu kesinlikle söyleyebilirim ki; asla ok atmadım, asla kırıcı bir söz söylemedim, yani savaşa iştirak etmedim.. Sadece babama itaatsizlik etmiş olmamak için orada bulundum.. Abdullah, sözlerine şunu da ekler:

– Buna rağmen keşke ben katıldığım önceki savaşlardan birinde ölseydim de bu olayda sizin karşınızda yer almış gibi görünmeseydim. Gece gündüz bunun pişmanlığını duymakta, tövbe istiğfarını yapmaktayım..

Bu sözlerden sonra Hz. Hüseyin’in yüzünde tebessüm işaretleri görülür.

– Allah herkesin niyetini ve kalbini bizden iyi bilir.. der. Bu sırada bir sessizlik olur. Ebu Said el Hudri’nin teklifi duyulur:

– Kucaklaşma zamanı gelmedi mi?

Abdullah oturduğu yerden saygı ile kalkarak Hz. Hüseyin’e doğru yürür, muhabbetle kucaklaşırlar, küs duran Müslümanlara böyle barış örneği vermiş olurlar.

Bilmem bu tarihî konuşma ve kucaklaşma bize de bir şeyler fısıldamış oluyor mu? Artık bizim de aynı şekilde birbirimizi dinleyip kucaklaşma günlerinde olduğumuzu hatırlatmış sayılıyor mu?


Ahmed Şahin  / Zaman

Cevşen Delail-in Nur’da Zikredilen Salâvatların Faziletleri

Nebiy-i Zişan’ın (sas)makam-ı Mahmud’u ilahi bir maide ve rabbani bir sofra hükmündedir. Evet, tevzii edilen lütuflar, feyizler, nimetler o sofrada akıyor. Resul-u zişan’a (sas) okunan salavat-ı şerifeler o sofraya edilen davete icabettir. (Mesnevi-yi Nuriye)

1.Salavat: Salavat-ı Münciye; Âlemce meşhur ve gayet mücerreb ve umum aktapların mergubu bir salavat-ı şerifedir. (Salaten Tüncina salavatı)

2.Salavat: Bu salavat-ı şerifenin üç defası on bin salavat-ı şerife otuz bin salavat-ı şerife kıymetinde olduğunu ehl-i hakikat ve keşf haber vermişler.

3.Salavat: Bu mübarek salavat-ı şerifenin bir defa okunması otuz bin salavat-ı şerifeye mukabil denilmiştir.

4.Salavat: Gavs-ı Azam Abdulkadir Geylani(ks) hazretlerinin pek çok ehl-i keşfin ittifakıyla bin salavat-ı şerifeye mukabil daimi virdi ve meşhur bir salavatıdır.

5.Salavat: Seyyid Ahmed Bedevi’nin(ks) binler salavat-ı şerife kıymetinde bir salavatıdır. Ve âlem-i manada Resul-u Ekrem(asm)’ın işaretiyle en yüksek bir salavat-ı şerife olduğunu ehl-i keşf beyan etmişler.

6.Salavat: Aktab-ı Erbaa’dan (dört büyük kutuplar) biri olan Seyyid İbrahim Dessuki’(ks)nin gayet meşhur ve üç defası bin salavat-ı şerife kadar kıymetli bir salavatıdır.

7.Salavat: Seyyid taifeteyn ünvanıyla meşhur-u âlem, gavs-ı ekmel ve Kutb-u Azam Cüneyd-i Bağdadi’nin (ks) ehl-i tahkikçe bin salavat-ı şerife kıymetinde olduğu beyan edilen uzun bir salavat-ı şerifenin hülasasıdır.

8.Salavat: Salavat-ı meşyeşe namıyla meşhur ve Şazeli tarikatının evrad-ı meşhuresinden, müteaddid şerhleri bulunan gayet manidar bin salavat-ı şerife kıymetinde bir salavattır.

9.Salavat: Sıddık-ı ekber ahfadından Muhammed Hanefi(ks) namında bir kutb-u azamın gayet azim ve kıymettar bir salavat-ı şerifesidir.

10.Salavat: Maddi manevi şifa için gayet mücerreb bir ilac-ı manevi gayet kıymettar bir salavat-ı şerifedir.

11.Salavat: Münferice ve nariye namıyla meşhur çok kıymettar ve vüsul-u matlub(herhangi bir murad)için mücerreb bir salavat-ı şerifedir. (4444 defa okunur. Salat-ı Tefriciyye diye de bilinir.)

12-13-14-15. Salavatlar: Gayet meşhur ve kısa ve kıymettar ve mütedavil salavat-ı şerifelerdir.

16.Salavat: Bu salavat-ı şerife kısalığıyla beraber bin salavat-ı şerife kadar kıymetli olduğu beyan edilmiştir.

17-18. Salavat: Bu salavat-ı şerife ve arkasındakiyle beraber Eski Said’in Yeni Said’e (ks) inkılap edeceği zamanda hatıra gelmiş. On üç senedir halâvetini kaybetmediğinden ve usanç vermediğinden ve ondan sonra keşf edilecek esrar-ı Kur’aniye’ye işaret ettiğinden, sair meşhur evliya salâvatları derecesinde olmasa da, bir cihette onlara benzer hükmünde olduğu zannıyla buraya yazıldı. (Said Nursi)

*Ya vedud ya vedud ya vedud ile başlayan salavatın altında yazılacak dua, aslında salavattan olmayıp Peygamber-i zişan (sas)efendimiz Hazret-i Hasan ve Hazreti Hüseyin’e (ra) talim buyurmuşlar. İçinde İsm-i azam bulunması muhtameldir. Ahfad-ı resule (asm) talim olunan dua budur.

19.Salavat: Şah-ı Nakşibendi(ks) hazretlerinin gayet nurlu ve nurani beş cümlesidir. Nur manasını ifade eden kıymettar bir salavattır.

20.Salavat: Bu salavat-ı şerife hem Gavs-ı Azam’ın (ks) hem Şah-ı Nakşibendi’nin (ks) her iki mübarek zatın (üstadın) gayet camii ve gayet kıymettar bir salavat-ı şerifeleridir.

21.Salavat: Bediüzzaman hazretlerinin(ks) yirmi bir adet mucizat-ı katiyye-i Ahmediyyeye (asm) işaret eden gayet kıymettar ve şirin ve zevkli bir salavatıdır.

22.Salavat: Gayet zevkli ve canlı ve kibar-ı evliyaullahın mergubu, Farisi bir salavat-ı şerifedir.

23.Salavat: Kibar-ı evliyaullah’ın merğubu ve Bediüzzaman (ks) hazretlerinin bir salavatıdır.

24.Salavat: Buseyri(ks) âlem-i manada Kasidey-i Bürde’yi Resul-u Ekrem (asm) efendimize okuduğu zaman, gelecek salavat-ı şerifenin yarısını okumuş, yarısını hatırlayamamış olduğundan, Resul-u Ekrem (asm) Efendimiz (ala habibike hayril halki küllihim) diye salavat-ı şerifeyi tekmil etmiş. Gayet kıymettar bir salavat-ı şerifedir.

25.Salavat: İmam-ı Ali (ra)’ın Risale-i Nur-a işaret ettiği Kaside-i Celcelutiye-yi meşhuresinin ahirinde gayet kıymettar zikr ettiği bir salavat-ı şerifedir.

Ahmed Tahiri Bitlisli / cevaplar.org