Etiket arşivi: Hz. Muhammed s.a.v

Sakalından Bir Tel, Dünyalara Bedel

Sakal-ı Şerif, Lihye-i Şerif, Lihye-i Saadet… Bütün bu ifadelerde iki ana aktör bulunuyor. Birincisi, sakal teli. Ancak, kesinlikle sıradan ve değersiz bir tel değil. İşte bu özellik ve ikinci ana aktör, hepimiz için son derece sıradan bir sakal telini, nice meliklerin ve sultanların bile paha biçemediği derecelere çıkarıyor. İşte o yüzden birer saygı ifadesi olan “Şerif” ve “Saadet” gibi nitelemelerle birlikte anılıyor. Asırlardır bir tek tel bile olsa, özenle muhafaza ediliyor. Balmumuyla kapalı şişelere konuluyor; kırk kat bohçaya sarılarak saklanıyor. Ya altın çerçeveli akikten yapılmış ufak bir kutu, ya da özel yapılmış ufak silindir biçiminde billur bir zarf içine konuyor. En iyi cins şaldan veya üzeri sırma işli, kenarlarına sırma saçak dikilmiş, birbirinden farklı boyutlarda otuz kadar bohçaya, önce en ufağından başlamak üzere sarılıyor. Özellikle Kadir gecelerinde ziyarete açılıyor. Evlerde, köşk veya konaklarda “Lihye-i Saadet Dairesi” açılıyor. Bu odalar duvarından kapısına çok büyük özenle boyanıyor ve donatılıyor. İşte bütün bunlar, Resulullah (a.s.m.) sevgisinin, Resulüllah’a (a.s.m.) bağlılığın en dikkat çekici örnekleri arasında yer alıyor. Bir sakal telinde sembolleşen bu muhabbet ve sadâkat, nesiller boyunca bir manevî miras olarak elden ele, gönülden gönüle aktarılıyor.

PEYGAMBER SEVGİSİNİN KAYNAĞI

hz. muhammed ve gulİnsanlar, yaratılışlarından kaynaklanan bir özellikle, güzel, mükemmel ve erişilmez olan her şeye karşı müthiş bir sevgi ve muhabbet besler. En dar dairede de en geniş dairede de bu özelliği her an kendisini gösterir. Hattâ, karşılaştığı güzelliğin ve mükemmelliğin derecesi arttıkça, o şeye karşı duyulan sevginin derecesi ve şiddeti de artar. Küçük bir çiçekteki güzelliğe duyduğu hayranlıkla, bütün kainatta gizli sayısız güzelliklere duyduğu sevgi elbette bir değildir. Sevgi ve muhabbetin harekete geçtiği yer insanın kalbidir. İnsandaki bu küçücük merkez, küçüklüğüne ters orantılı olarak, bütün kâinatı sevecek, bütün kainattaki güzelliklere aşk derecesinde muhabbet duyacak kadar geniştir. Kâinat genişliğinde bir aşkı kuşatabilecek bir kalbe sahip olan insan, bu potansiyeliyle bir adım daha ileri giderek, kâinatın Sahibi ve Yaratıcısına karşı eşsiz ve sınırsız bir muhabbeti de kalbinde barındırabilir. Zira Cenab-ı Hak, aslında kalbe o yeteneği de vermiştir. Çünkü insanın asıl görevi Allah’a kulluk olduğuna göre, bu kulluğun özü ve ruhu olan Muhabbetullahı, yani Allah sevgisi ve aşkını elde etmeye elverişli yaratılmış olması gereklidir. Zaten öyledir.

Diğer yönden Cenab-ı Hak, başta insanlar olmak üzere bütün varlıkları eşsiz bir sevgiyle sevdiğini yarattığı her şeyle göstermiştir. Yarattığı her bir güzellik, akıl almaz mükemmellikteki sanat eserleri ve harikulâde mucize işlerle bu İlahî sevgi bütün alemi kuşatmıştır. Böylesi eşsiz ve benzersiz bir muhabbete elbette muhabbetle mukabele etmek gerekir. Bunu yapan, bunu gerçekleştirebilen kullarını Allah, her şeyden daha fazla sevecektir. Cenab-ı Hak, kullarının kendisini nasıl seveceğini, bu sevgilerini en önemli ve en güvenli bir yöntemle nasıl sergileyebileceklerini şu âyet-i kerimede bize bildirir “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin.”1 Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar isimli eserinde bu ayeti yorumlarken şöyle der; “Şu ayet diyor ki: Allah’a (celle celâlühu) imanınız varsa, elbette Allah’ı seveceksiniz. Madem Allah’ı seversiniz, Allah’ın sevdiği tarzı yapacaksınız. Ve o sevdiği tarz ise: Allah’ın sevdiği zâta benzemelisiniz. Ona benzemek ise, ona ittibâ etmektir. Ne vakit ona ittibâ etseniz, Allah da sizi sevecek. Zaten siz Allah’ı seversiniz, tâ ki Allah da sizi sevsin.”2

Bu âyet-i kerimeyi mantıkta kullanılan, çok kuvvetli ve kesin olarak kabul edilen bir metodla, “Kıyas-ı İstisnâî” yöntemiyle ele almak mümkündür. Bir örnek eşliğinde açıklayalım: “Güneş çıkarsa gündüz olur” cümlesi bir hükmü ihtiva eder. Bu hükümden hareketle, eğer “güneş çıktı” denilmişse anlaşılır ki, “şimdi gündüzdür.” Tam tersi olarak “güneş yok” denilmişse, peşinden hemen “gündüz değil” hükmü verilecektir. Bu kıyas yöntemi ve verdiğimiz örnekten hareketle mezkur âyet-i kerimeyi tekrar ele alalım: Bir insan için en mühim ve en yüce maksat, aslında Cenab-ı Hakkın muhabbetine mazhar olabilmektir. Bunun için Allah’ı sevmek, O’na muhabbet etmek şarttır. Eğer Allah’a muhabbet varsa, O’nun habibi, yani en sevgili kulu olan Hz. Muhammed’e (a.s.m.) tabi olunması gerekir. Eğer tabi olunmuyorsa Allah’ı sevme söz konusu değildir. O halde bir kul ne ölçüde Habibullah’a uyarsa, o ölçüde Allah’ı seviyor demektir.3

Sevgi yerine iman cihetinden de aynı bağlantı kurulabilir. Çünkü Allah’a iman eden kimse, elbette O’na itaat edecektir. O’na itaat yolları içinde en makbulü, en istikametlisi, en kısası ve en güvenlisi hiç şüphesiz Habibullah’ın gösterdiği ve bizzat takip ettiği yoldur.

HEDEF DEĞİL VESİLE

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, İslâm tarihi boyunca Müslümanlar Allah ve Resulüne olan muhabbetini, sevgi ve hürmetini her alanda olduğu gibi, Resulüllah’tan kalan bir sakal teline dahi en üst seviyede sergilemişlerdir. Ancak bu noktada, Peygamber sevgisi ve bu sevginin bir yansıması olan Sakal-ı Şerifler hakkında bazılarınca dillendirilen veya akıllara takılan bir kısım soruları göz ardı etmemekte fayda vardır. Örneğin bir sakal veya saç teline bu kadar hürmet gösterilmesi bazılarınca abartılı veya hatalı görülmektedir. Belki bazı insanlarımız, bu saygının mahiyetini ve derinliğini idrak edemeyip, sadece zahirî bir bağlılıktan öteye geçmeyebilir. Belki bazılarının zihninde, günümüze kadar çok sayıda Sakal-ı Şerifin gelmesiyle ilgili bazı soru işaretleri belirebilir. Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar isimli eserinde, bu konuda gayet önemli açıklamalarda bulunur. “Hadîsçe sabittir ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın Lihye-i Saadetinden düşen saçların taneleri mahduddur (sınırlıdır). Otuz-kırk tane veya elli-altmış tane gibi az bir miktarda iken, binler yerde Lihye-i Saadetin saçları bulunması, beni bir zaman çok düşündürdü” dedikten sonra, “Lihye” kavramıyla ifade edilen mânânın sadece “sakal”dan ibaret olmadığını, bu tellerin içinde saçların da bulunduğunu ifade eder.

Hz. Peygamber’in (a.s.m.) saçını ve sakalını traş ettirdiği zaman, Sahabe-i Kiram tarafından saklanarak muhafaza edildiğini ve bu tellerin nesilden nesile, büyük bir özenle aktarıldığını söyler. Said Nursî, bu açıklamanın ardından, bu kez kendi zihnine gelen bir soruyu aktarır. Binlerce camide ve ziyaretgâh özelliğini taşıyan yerlerde bulunun saç veya sakal tellerinin gerçekten Hz. Peygamber Efendimize ait olup olamayacağı üzerinde düşünür. Bu yöndeki sorgulamalarının ardından, genelde dikkatlerden kaçan bir noktaya temas eder. Ona göre, saç ve sakal telleri çok önemli bir mânâya ulaştıran bir “vesile” olma özelliğine sahiptir. Resulüllah’ı (a.s.m.) hatırlamaya, ona salâvat getirmeye, bir hürmet ve muhabbete medârdır. “Vesilelik ciheti o şeyin zatına bakmaz, vesilelik cihetine bakar” genel hükmünden hareketle, bir saç veya sakal teli gerçekten Peygamber Efendimize (a.s.m.) ait olmasa bile, zâhir hâle göre halk tarafından böyle telâkki edildiği; vesilelik vazifesini ifa ettiği; hürmete, teveccühe ve bağlılığa vesile olduğu için taşıdığı değerden hiçbir şey kaybetmeyeceğini dile getirir. Ancak bu konunun ve yaklaşımının bir istisnasına dikkat çeker. O da, Lihye-i Şerif telakkî edilen bir telin, gerçekte Hz. Peygamber’e (a.s.m.) ait olmayabileceğidir.

SÜNNETE BAĞLILIĞIN ÖNEMİ

Bediüzzaman’ın bu yaklaşım tarzı, aslında sadece bu konuya mahsus değildir. Özellikle “vesilelik” kriteriyle birlikte, içinde bulunduğumuz şartları dikkate alarak, Sünnet-i Seniyyeye tabi olma konusunda da çeşitli yorumlarda bulunur. “Ümmetin fesadı zamanında kim benim sünnetime sımsıkı sarılırsa, yüz şehidin sevabını kazanır”4 hadis-i şerifine getirdiği yorum, bu konudaki en açık ve dikkat çekici örneklerdendir. Bu hadis-i şeriften de anlaşılacağı üzere basit de olsa Sünnet-i Seniyyeye tabi olmak, onun herhangi bir kuralına uymak hakikaten çok değerlidir. Özellikle İslâmiyetin özüne aykırı bir takım uygulamaların, yani bid’atların ortalığı adeta istilâ ettiği bir ortamda sergilenen bir bağlılık çok önemlidir. Hattâ Sünnetin en küçük bir adabını ve kuralını yerine getirmek dahi ileri seviyede bir takvâyı ve güçlü bir imanı gerektireceğinden, çok büyük önem taşıyacaktır. Zira bu en küçük uygulama, böylesi bir ortamda zihinlere Resul-ü Ekrem’i (a.s.m.) getirecektir. Böyle bir hatırlama ise, insan zihnini doğrudan doğruya İlahî emirlerle muhatap kılacaktır. Dolayısıyla basit ve sıradan, ama Sünnet dairesinde olan bir davranış sevap-günah kavramlarını gündeme getirecektir. Sünnetin küçük bir adabına riayet eden, bu hassasiyeti gösteren bir kimse ise Allah’ın emirlerine ve yasaklarına daha fazla dikkat edecektir.

SONUÇ

Cenab-ı Hakk’ın rahmeti nasıl bütün âlemi kuşatmışsa, muhabbeti ve sevgisi de bütün kâinatı ihata etmiştir. İlahî muhabbete mazhar olan sayısız varlıklar içindeki en yüksek makam ise Hz. Muhammed’e (a.s.m.) mahsustur ki, bu yüzden ona “Habîbullah” unvanı verilmiştir.5 Muhabbetullaha, yani Allah sevgisine vâsıl olabilmek, O’nun en sevdiği kulu ve Resulünü sevmeyi gerektirir. Resulüllah sevgisinin göstergesi Sünnet-i Seniyyesine tabi olmaktır. Habîbullah’ı sevmek, ondan gelen, ona ait olan her şeyi sevmektir. Ondan miras kalan bir saç veya sakal teline gösterilen sevginin kaynağı işte budur. Bu öylesine ulvî bir sevgi ve muhabbettir ki, o muhabbetle Müslümanlar gerektiğinde o mukaddes emanet için gözlerini kırpmadan hayatlarını fedâ etmişlerdir. İşte bu yüzden, bir tek sakal saç telini “Şerif” demişler ve “Saadet” kaynağı olarak görmüşlerdir. O bir tek telin ardındaki Muhabbetullâha erme emelini ve gayesini gütmüşlerdir. İşte o niyettendir ki, belki bir tek Lihye-i Şerif üzerine büyük devletler, muazzam medeniyetler kurmuşlardır.

1. Âl-i İmrân Suresi, 3:31 2. Risale-i Nur Külliyatı, Lem’alar 3. a.g.e. 4. İbn Adiy, el-Kâmil fi’d-Duafâ 5. Mektubat

Veli Sırım / Zafer Dergisi

Gözümün Nuru Peygamberim (A.S.M) (Şiir)

ﻪﻧ ﺎﺤﺑﺴ ﻪﻣﺴ 

ﻪﺘ ﺎﻜ ﺮﺑ ﻭ   ﷲ ﺔﻤﺣ ﺭ ﻭ   ﻡﻜﻴﻠﻋ ﻢ ﻼﺴﻠ ﺍ

Pek Aziz ve Muhterem Gayyur Kardeşlerim!.. Âlemlere Rahmet olarak gönderilen, gözümüzün Nuru, kalbimizin huzuru, kâinatın sebebi vucudu olan Zati Risalet penah (a.s.m) ın viladetinin sene-i devriyesi  20 nisan 2013 tarihıne isabet eden kutlu ve mutlu günümüzü paylaşmak niyeti ile âcizane size bu tebriği yazıyorum. Türkiyede yaşayanların  %/99,6 müslüman olan milletimiz bu kutlu doğum haftasını epey zamandan sonra işte 5-10 senedir ve bilhassa bu sene bu kadar büyük bir yekün ile bu mübarek günden  hisse almak için âzami gayret gösteren benim müslüman vatandaşım, biri diğerini tebrik ve tesîd ederek bu mübarek doğum Bayramında sevinçlerinden kendilerinden geçercesine çok farklı bir coşkuyla katılmalari bizide sevince garketti. Hatta gazete, dergi, Efem kanalları ile birlikte bazi televizyon kanalları dahi müslümanların bu mutlu gününe bu kadar destek vermeleri, Müslimanların bu hasretini gidermeye  koşup  yardım etmeleri, tüm müslümanları cidden menun ve mesrur etmektedir.

      

Ne kadar hayran olmamıza sebep olan bir vaz’iyyet ki: Hislerimizi dumura uğratan ve ruhumuzun penceresi olan gözümüzün merceğine hakikati görmemesi için yüzü ters gösteren fitne fesat asrının müessir silahları olan günahlar ve müslimanlara empoze etmek için çok yönden gelip önümüze serilen çirkef reklamlar ve ma’nevi gıdasına alamayanlari mahf eden demogogik ifadelerler ve o sapık fikirlerden çoğunu geride bırakmaya devlettimizle beraber Müslğman milletimiz geride bırakmaya gayret ediyorlar Elhamdülil-lah. Dedeleri şehid olan bu sakinler ve şehid kanıyla yoğurulan bu toprakta yürüyen bu millette kendine gelmeye başladi şükür, bu mübarek kutlu günde onların bu ferasetini (ince gürüşünü ) görünce memnun olmayıp sevinç gözyaşları dökmemek elden gelmiyor.

      

Biz bu Kutlu Doğumdan acaba ne anlıyoruz dersek, bunun izahi ciltlere sığışmayan o bahri ummandan biz bir kaç satırla kifayet edelim . Nasıl ki zifiri karanlıkta olan birisini Güneşin nurlu ışığına aydınlanmasi için çıkarsak nekadar çok sevineceği ma’lum değilmi. Veya çok miskin birisine milyarlarca Euro versek? Villaların önünde şarıl şarıl akan sular,  çeşit çeşit meyveli bahçeler hediye edip verilse ne kadar sevinir anlayabiliyoruz değilmi? Veya kanser mikrobuna yakalanan bir hastaya, Doktoru  hemen eve götürün bunun ölümü, saati saatine bakar dediğini Doktorun ağzından işitip hasta böyle tehlikeli bir halde iken, hızır gibi biri gelip o hastayı sıhhat ve afiyete kavuşturursa ne kadar sevinir düşünebiliyorsak? Bu tarif ettiğim misallerden en az bin defa fazla sevinç bize kazandıracak Peygamberimiz (a.s.m) ın doğumu. O doğom bizi memnun ve mesrur etmesi lazım gelir değilmi. Çünkü Allah tarafından“levlake levlake lema halektul eflak” yani (Habibim ahmet Resulum ya Muhammed ben zatını halketmeseydim kâinatı halketmezdim) sırrı hitabına mazhar olan bir Habibi Edibin ümmeti olduğumuz için ne kadar sevinmemiz lazim, Allahımıza nekadar şükretmemiz lazım, siz sözleyin. kâinatın şûurlu meyvesi olmayi biz ne ile hakkettik? Dinlerinin zamanı geçmiş Moskvada bir rus govurunun dininde olmadığımızdan, veya İsrailde bir yahudi dinine mensup olmamaktan bizi kim kutardi düşünüp Allahımıza şükrederken. Kâinatın sebebi vucudu olan Zatı Mübareki a.s.m. dahi arabamızdan, evimizden, paramızdan, anamızdan, babamızdan hatta ve hatta en çok sevdiğimiz canımızdan fazla sevmezsek nankörlük edip Allaha şükretmemiş oluruz, hayatımız boşa gidiyor demektir değilmi? Hatta O Zatın Güneş gibi ışığından istifade edemeyip zifiri siyah karanlıkta yaşayan bukadar sapık insanların mevcudiyetini görünce, Allahım Sana nekada hamdu sena etsek azdır çünkü hakkettiğımizden değil ancak ve ancak senin lutfu ihsanınla biz fakirlerler Zati Risalet Penahın Alemi (bayraği) altina girebildik senin ihsanınla bizi ölü atomlardan yaratıp kâinatta hiç bir mahluka vermediğin nimetleri bize verdin Aleyhissatu vesselamı sevdir bize. Ve merhamet çeşitli sebeplerle yolundan çıkan bizim gibi insan olanlara.  Çünkü biz ehli keşfin tasdiki ile biliyoruz ki Validesi, Annemiz Amine (r.a ha)rivayet etmiş ki (a.s.m) dünyaya geldiği anda “Ümmeti Ümmeti” diyerek Allahtan bizim için dua etmiş. Ve mahşerde herkes: “Nefsi! Nefsi!” Diyerek kendini nefsini kurtarmaya koştuğu bir anda, yine o Zatı Mübarek “Ümmeti Ümmeti” diyerek Allahtan bizim cehennemden kurtulup cennete gidip orada mes`ud olmamız için yalvaracak. Bunun için bu Zatı Mübareke (a.s.m)a çok salavati şerife okuyup salatu selam göndermeliyiz, Zaten “Es-sbebu kelfailu sırrınca” Âmali hasenemizin tamamı, sebep olduğu için  önce  Aleyhissatu vesselama gidiyor sonar bize, değilmi benim Nur aşiği Kardeşlerim.

 

Peygamberimiz Aleyhissatu vessalama karşi muhabbetimiz artması için Bediüzzaman hazretlerinin Mektübat kitabından ondokuzuncu Mektübü. Ve Aleyissalatu vesselamın hiç şübhesiz hakiki Peygamber olduğuna inanmak için ayni Külliyattan Sözler kitabından  Odokuzuncu Sözü siz okuduğunuz gibi başkasına da tafsiye ediniz. Hatta va hatta Risale-i Nur eserleri Kur’ani Kerimin bu zamana bakan hakiki bir tefsiri olduğu için, bu eserleri çok okuduğunuz gibi başka kardeşlere dahi tavsiyede bulunun ve o eserler okunan derslere iştirak ettiğiniz gibi başkasına dahi tavsiye edin. Ben müsliman kardeşlerime diyorum ki: Bu eserleri okursanız çak memnun kalırsınız, çok istifade ederseniz banada dua edersınz. Yok Haşa! O kitaplarda begenmedığınız herhangi bir şey varsa, (ki mümkün değil) çekinmeden bana beddua edin. Çünkü bu eserlere kavuşmak için ben fakir nekadar zahmet çektığımi size bildirsem şaşarsınız. Övünmek için değil, belki ben fakir Allaha karşi benim kadar şükürle mükellef kul görmedığımi bildirmek için, diyorum ki: Bu fakir 54 sene okuyorum nekadar faydasını gördüm sizlere tariften âcizim. Ölünceye kadar Allah (c ş) Kur’ani kerimi ve Risale-i Nur külliyati eserlerıni okumaktan ben fakiri ayırmasın Âmin.   

Bu yazdıklarımı zatı alinizden dahi bilenleriniz olduğu için belki zaid olur amma (malumu ilam) kabilinden olsa bile ciddi mes’eler (ettekraru ashen velevkâne yüzseksen) kardeşlerim

ile ana derdimiz olan meselelerimizi ne kadar fazla tekrak etsek bile ağır gelmek şöyle dursun bize ferah  fuhur verir inancındayim.

 

GÖZÜMÜN NURU PEYGAMBERİM (A.S.M.)

 

Ahmed-i Mahmud-u Muhammed  Aleyhisselam,           

Alemin Nuru’dur, ederim mâlum-u i’lam,

Leyl ü nehar Peygamberime göndersem selam,

İçim güler senin için ciğerim yansa da.

 

Sen bizi kurtarmaya geldin gönderdi Rabbim,

Mübarek Nurunu görmeye çarpıyor kalbim,

Yüce dergâhını temaşaya doyamadım,

Geldim ama tam hisse alamadım Ravza’nda.

 

Sensin ki bu kadar mucize ile övülen,

Pak dâvan için Mekke’den de sürgün edilen,

Miraca uçturuldun Aksa ve Medine’den,

Birçok velilerin saf tutar senin arkanda.

 

O mübarek ayağının tozu olabilsem,

Sönmez Nurunu, bari menamda görebilsem,

Mecnun gibi o Nur dağına  tırmanabilsem,

Deruni hislerim nurlanırdı o makamda.

 

Peygamberime muhabbetle kendimi yaksam,

Hislerimi pür nur eylerim nuruna baksam,

Yardımınla Rabbimin rızasına kavuşsam,

İsminize hürmeten daim kalsam kıyamda.

 

Bana bir şeref, risaletini  ispat etsem,

Münkirleri birkaç mu’cizeyle ıskat etsem,

Mülhidlere  Nur’dan berahin gösterebilsem,

Sevinirim sünnetini yaşasam dünyada.

 

O mübarek derdinden bir katre alabilsem,

Ruhum gitmeden dinine sadik kalabilsem,

Burada ağlasam da, orada gülebilsem,

Senin aşkın ile durmadan koşsam bu yolda. 

 

Bu dünyada hiç yoktur daha güzel bir haber,

Kur’andır Allahtan getirdi büyük Peygamber,

Rabbim bize tükenmez rahmetini Sen gönder.

Yoksa bize karşı düşman hücumda her kolda.

 

Allah’ım! Son müceddidinden ayırma bizi,

Vermek için Nur hizmetine biz kendimizi,

Nurlu kervana rehber eyle rahmetinizi.

Mahvolmayalım gönder Habibini imdada.

 

                DOKUZUNCU REŞHA: Hem bilirsin: Küçük bir adam, küçük bir haysiyetle, küçük bir Cemâatte, küçük bir mes’elede, münazaralı bir dâvâda hicabsız, pervasız; küçük, fakat hacaletâver bir yalanı, düşmanları yanında hilesini hissettirmeyecek derecede teessür ve telâş göstermeden söyleyemez. Şimdi bak bu Zâta; a.s.m. pek büyük bir vazifede, pek büyük bir vazifedâr, pek büyük bir haysiyetle, pek büyük emniyete muhtaç bir halde, pek büyük bir Cemâatte, pek büyük husumet karşısında, pek büyük mes’elelerde, pek büyük dâvâda, pek büyük bir serbestiyetle, bilâ-perva, bilâ-tereddüd, bilâ-hicab, telâşsız, samimî bir safvetle, büyük bir ciddiyetle, hasımlarının damarlarına dokunduracak şedid, ulvî bir sûrette söylediği sözlerinde hiç hilaf bulunabilir mi? Hiç hile karışması mümkün müdür? Kellâ!
اِنْ هُوَ اِلاَّ وَحْىٌ يُوحَى   Evet, hak aldatmaz, hakikatbîn aldanmaz. Hak olan mesleği hileden müstağnidir; hakikatbînin gözüne hayâlin ne haddi var ki, hakikat görünsün aldatsın..

        Sizi Allah için seven her an ve zaman sizin için dua eden, duaya çok muhtaç pür kûsur kardeşiniz ABDÜLKADİR HAKTANIR.

Gözümün Nuru Peygamberim (A.S.M.)

Ahmed-i Mahmud-u Muhammed  Aleyhisselam,           

Alemin Nuru’dur, ederim mâlum-u i’lam,

Leyl ü nehar Peygamberime göndersem selam,

İçim güler senin için ciğerim yansa da.

 

Sen bizi kurtarmaya geldin gönderdi Rabbim,

Mübarek Nurunu görmeye çarpıyor kalbim,

Yüce dergâhını temaşaya doyamadım,

Geldim ama tam hisse alamadım Ravza’nda.

 

Bir sensin  bu kadar mucize ile övülen,

Pak dâvan için Mekke’den de sürgün edilen,

Miraca uçturuldun Aksa ve Medine’den,

Birçok velilerin saf tutar senin arkanda.

 

O mübarek ayağının tozu olabilsem,

Sönmez Nurunu, bari menamda görebilsem,

Mecnun gibi o Nur dağına  tırmanabilsem,

Deruni hislerim nurlanırdı o makamda.

 

Peygamberime muhabbetle kendimi yaksam,

Hislerimi pür nur eylerim nuruna baksam,

Yardımınla Rabbimin rızasına kavuşsam,

İsminize hürmeten daim kalsam kıyamda.

 

Büyük bir şeref, risaletini  ispat etsem,

Münkirleri birkaç mu’cizeyle ıskat etsem,

Mülhidlere  Nur’dan berahin gösterebilsem,

Sevinirim sünnetini yaşasam dünyada.

 

O mübarek derdinden bir katre alabilsem,

Ruhum gitmeden dinine sadik kalabilsem,

Burada ağlasam da, orada gülebilsem,

Senin aşkın ile durmadan koşsam bu yolda. 

 

Kur’anı Allahtan getirdi büyük Peygamber,

Bu dünyada hiç yoktur ondan güzel bir haber,

Allahım Onu yaşamak için yardım gönder,

Yoksa bize karşı düşman hücumda her kolda.

 

Allah’ım! Son müceddidinden ayırma bizi,

Vermek için Nur hizmetine biz kendimizi,

Nurlu kervana rehber eyle rahmetinizi.

Mahvolmayalım gönder Habibini imdada.

 

Abdülkadir HAKTANIR

İslamofobia’ya Rağmen Müslüman Olanlar Artıyor!

İkiz kulelere yapılan saldırıdan sonra yayılan İslamfobia, ters tepmeye başladı. Çok sayıda insan ile beraber papazlık eğitimi alan Ahmet İsa Wagner’de müslüman oldu.

Malumunuz, Barnabas İncil’i hem Hz.Muhammed’den bahsettiği için ve hem de İslam akidesine uygun bir tevhid anlayışını ihtiva ettiği için Hıristiyan âlemince yasaklanmış bulunmaktadır. Bu İncil’i incelediğimizde bende şöyle bir kanaat oluştu: Hıristiyan dünyası eninde sonunda bu “İncil”de bahsedilen hakikatleri kabul etmek zorunda kalacaklardır. Çünkü Hıristiyan dünyası, mademki, bilimin, aklın ve araştırmaların kaynağıdır ve gerçekleri aramaya devam ediyor. Bu arayış sonunda onları bu “Barnabas İncili”ndeki “hakikata” ulaştıracaktır.

Bu kanaatimizi destekleyen, selefinden aktarılan bir çok İslamî rivayetler bulunmakla birlikte, aşağıda zikredilen kıssalar bu kanaatimize iki önemli temel dayanak teşkil etmekteler:

Birisi; Hz. İsa’nın Barnabas İncili’nde de geçtiği gibi, Benden sonra Allah’ın Elçisi gelecek, bana yaptığınız iftira ve yalanları temizleyecek, sözüdür. Bu ve buna benzer ifadeler ‘Barnabas İncili’nde mükerreren ve Hz. Muhammed’in ismi aşikâr zikredilerek geçmektedir.

Bu sözü İsa (a.s) kime söylüyor? Bu, bence çok önemli bir noktadır. Kendisini takip edenlere, havarilerine, din bilginlerine ve Nasranîlere, yani peygamber olarak gönderildiği kitleye söylüyor. Ve kendisinden sonra gelecek olan zat’ı (a.s.m) ayrıntılarıyla tarif ediyor. Bu tarifler o kadar ayrıntılı ki, hatta ayetlerde geçtiği üzere ehl-i kitap kendi çocuklarını tanır gibi Hz. Muhammed’i tanıyorlardı. Tevrat, İncil, Zebur’da ve sair suhuf-u enbiyada çok ehemmiyetle, ahirde gelecek bir peygamberden bahisler var; çok ayetler var.

Bu hususta daha geniş malumat edinmek isteyenler, Mevlana Cami’nin ‘Şevahidün Nübüvve’ adlı eserine ve Risale-i Nur külliyatından Mektubat adlı eserin 19.Mektup’una (Mucizat-ı Ahmediye) başvurabilirler.

İkincisi; Hz. Muhammed’in hadisleridir. Bu hususta da Rahle yayınlarından çıkan ‘Nüzul-i İsa (a.s)’ adlı kitabı öneriyorum. Bu kitapta 84. hadis-i Şerif ve 13 Ayet-ı Kerime ile Hz. İsa’nın ahirzamanda geleceği ve İslam’a tabi olacağı gayet makul ve mukni bir şekilde açıklanmıştır.

Binaenaleyh, bu kadar müjde ve işaretler, ayetler ve hadisler, hem o zamanın bir derece evliya ve arif-i billah olan bir kısım insanların tevatür derecesindeki ihbarları elbette doğrudur ve tahakkuk etmiş bir hakikattir. Bu hakikate binaen, ehl-i kitabın İslam’a biat edeceğine olan kanaatimizi yukarıda belirtik. Zaten son yıllarda bilhassa Avrupa’da İslamiyet’in hızla yayılması, Kilise dâhil, özellikle aydın kesimce sahiplenilmesi de bu kanaatimizi güçlendirmektedir. Bakınız şu olay bu kanaatimizi yeterince perçinlemeye kafi değil midir?

“Rotterdam İslam Üniversitesindeki bir heyet tarafından Flemenkçeye’de çevrilen Haşir Risalesinden, Utrecht ve Rotterdam’daki bazı papazlar (22 Papaz) haftalık olarak kendi aralarında ders okumaya başladılar. Papazlar, “Zira ahirete iman hepimizin ihtiyaç duyduğu birşey” diyorlar.”

“Geçtiğimiz günlerde İstanbul’a gelen Filipinler Mindanau Otonom Bölgesi Yüksek Öğretim Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Nora Şerif ve onun kızı ve yardımcısı olan Dr. Noraliyn Şerif Risâle-i Nur’un Filipinler eğitim sisteminde ders kitabı olarak okutulacağını söyledi.”

Moses adını taşıyan ve Evangelist bir papaz olan ve 1993 yılında gördüğü bir rüya üzerine İslâm`ı seçerek Afrika`da İslâmî çalışmalar yürüten Sierra Leoneli Musa Bangura, Müslüman olduktan sonra 500`ü papaz olmak üzere 4 bin 402 kişinin İslam`la tanışmasına vesile oldu.”

Papazlık ve Felsefe eğitimini alan Christof ; Hazret-i İsa’nın, Hazret-i Muhammed’in geleceğini müjdelediği sözleri Hıristiyanlar için çok tehlikeli addedilmektedir. Hazret-i İsa da dahil tüm peygamberleri gönderen Yüce Yaratıcının vahyettiği Kur’ân-ı Kerim’de “sözde” İsa’nın takipçilerinin durumu çok açıkça gözler önüne serilmiştir. İşte, bu gerçekleri görüp de Müslüman olmasınlar diye “İslâmiyet“le ilgili tüm bilgiler Hıristiyanlardan uzaklaştırılmaktadır. Yani Hıristiyan okulları talebelerine İslâmiyeti öğretmeye korkuyorlar. Kur’ân İnsan sözü değil. İlahi metinler konusunda yıllarca eğitim almış birisi olarak şunu tüm benliğimle söyleyebilirim ki, Kur’an-ı Kerim insan elinden çıkmış bir metin değil. Kur’an’ı okuyan her insaf sahibi Kur’an-ı Kerim’in Allah Kelamı olduğunu kabul eder. Bunu anlamak için yıllarca eğitim almaya gerek yok. Bu hakikat yakında tüm Avrupayı saracaktır. Gidişat o yöndedir.” (Medya Haberleri)

Bizim de anlatmak istediğimiz budur. Biz de Papazlık eğitimini aldıktan sonra müslüman olan AHMED İSA WAGNER’in şu temenni cümlelerine gönülden amin diyoruz:

“11 Eylül olayı olumsuz bir süreç başlatmıştır, maalesef bunu kabul etmek lazım. Fakat bu olumsuz durum yine Müslümanların lehine dönmüştür. Böyle olumsuz bir olayla bile olsa insanların gündemlerine İslâm girmiştir. İslâm hakkında sorular soran ve bu soruların en güzel cevaplarını İslâm’da bulan binlerce insan her geçen gün Müslüman olmaktadır. İslâm artık daha fazla konuşuluyor. Dünyada konuşulan iki şeyden biri. Önceden Kapitalizm ve Komünizm konuşuluyordu. Komünizm hâlledildi gibi görünüyor. Şimdi ise Kapitalizm ve İslâm konuşuluyor. Gelecek hakkın, yani İslâm’ındır. Bizim kurtuluşumuz ise, bu kervanın içinde bulunmakla mümkündür. Kervan bir yol bulup hedefine varacaktır. Yüce Allah bizi bu kervanın içinde olanlardan eylesin, gerisinde kalanlardan olmaktan korusun.”

Evet dünyada zahiren İslamın aleyhinde gibi cereyan olaylar ve Batı’nın ‘İslamofobia’ olarak ileri sürdüğü her olumsuz hareket ve hadise geniş dairede tedrici olarak islamın lehine işlemektedir. “Sizin şer olarak gördüğünüz şeyde umulur ki onda hayır vardır” kuralınca, Cenab-ı Hakk zemini ve mekanı İslamın istikbal etmesine müheyya etmektedir. Üstadın dediği gibi:

Yakînim var ki, istikbal semâvâtı, zemin-i Asya

Bâhem olur teslim yed-i beyzâ-yı İslâma.”

Hiç şüphesiz bir şekilde, gerek istikbâl semavatı, gerekse Avrupa ve Asya İslâm’ın parlak eline beraber teslim olacaklardır. Bu müjdeler şimdiden çıkmaya başladı elhamdülillah.

Recai ALBAY

Peygamberimiz Ramazan’da aksiyon içindeydi!

Yazar Reşit Haylamaz, Hz. Peygamber’in Ramazan aylarında aktif bir şekilde İslam dinini anlatmak için çalıştığını, oruç ayında işlerini yavaşlatmayı düşünmediğini söyledi.

Malatya Dini Yayınlar ve Kitap Fuarı çerçevesinde Işık Yayın Grubu davetiyle Malatya Kongre ve Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen konferansta konuşan Reşit Haylamaz, Hz. Peygamber’i hayatından kesitlerle ve günümüze bakan yönleriyle dinleyicilere anlattı. Hz. Muhammed’in bütün insanlara ulaşmak için çırpındığına işaret eden Haylamaz, Peygamber Efendimiz’in çok zor şartlarda peygamberlik yaptığına dikkat çekti. “O’nun yaşadığı hayat kıyamete kadar insanlar için örnektir.” diyen Haylamaz, “Problemlerimize kalıcı, doğru çözümler bulmak istiyorsak onun hayatına bakmamız, onun hayatını örnek almamız yeterlidir.’ dedi.

Peygamber Efendimiz’in tavrını hep diplomasi ve anlaşmadan yana koyduğunu anlatan Haylamaz, “İnançlı insanlar açısından Asrı Saadet’te işler aynen bugünkü gibi hatta kat be kat zorluklarla dolu idi, o zaman da kargaşa vardı. Daru’n- Nedve gibi yerler yalan haber merkezi idi ve ilk ve en önemli stratejileri de Müslümanları kötüleme ve yaftalama idi ve bu yönde jurnalcilik yapıyorlardı.

Burada önemli olan ise Peygamber Efendimiz’in onlara karşı tutumu idi. Onlara kendi hareket tarzlarında davranmıyordu. Aksine müspet hareketten yana idi ve gerginliğe fırsat vermiyor ve eğer elektrikli bir ortam varsa bunu minimize etmeye çalışıyordu.

Çünkü gergin ortamda mesajların doğru ulaştırılamayacağının, diyalog ortamının kurulamayacağının farkında idi. Bir gün bile ‘yeter be’ demedi. Gönlü çok engindi.”

Hz. Muhammed’in toplumun yüzde yüzünü kazanmaya kendisini adadığını vurgulayan Reşit Haylamaz, ‘Efendimiz şu topluma gelseydi, Mekke’de yaptığını yapardı; kapı kapı dolaşırdı. Herkesle, diyalog kurabileceği bir zemin oluştururdu.’ şeklinde konuştu.

Hz. Peygamber’in Ramazan aylarında da aksiyon içinde olduğunu vurgulayan Haylamaz, “Efendimiz Hakka yürüdüğü gün arkasında ona kin ve nefretle bakan hiç kimse yoktu. Ramazan’ın yüzde 50’sini sürekli aktif geçirmişti. ‘Ramazan geldi hayatı biraz rölantiye alalım’ demedi. Bugün de biz aynı şuurda olmalıyız. Sıcaklık bahane ise Mekke ve Medine buradan daha sıcaktı. Günler o zamanda uzundu. Bugün bizim elimizde imkanlar o zaman yoktu. Sahur da bir zemzem ve hurma ile iktifa ediyordu. Efendimiz gibi Ramazan ayını yaşamak istiyorsak hedeflenen istikametten koşturmadan zerre kadar taviz vermemeliyiz” diye konuştu.

Malatya Belediyesi Kültür A.Ş. Genel Müdürü Murat Nalçacı, 23. kez düzenledikleri Dini Yayınlar ve Kitap Fuarı’nın ilgi gördüğünü belirtti.

Konferans sonunda Reşit Haylamaz, okuyucuları için kitaplarını imzaladı.

Cihan