Etiket arşivi: hz. muhammed’in doğumu

Mevlit Kandili 02 Ocak 2015. Mevlit Kandilinde Nasıl İbadet Edilir?

Bütün kandil gecelerinde yapılabilecek ve yapılması gereken önemli bir takım afv ü mağfirete nail olma, ecr ü sevap kazanma, manevî terakki kaydetme, bela ve musibetlerden kurtulma ve rıza–i İlâhiye ulaşma vesileleri vardır ki, bunlardan bazılarını maddeler hâlinde kısaca ve toplu olarak yeniden hatırlamakta yarar var:

1. Kur’ân-ı Kerim okunmalı; okuyanlar dinlenmeli; uygun mekânlarda Kur’ân ziyafetleri verilmeli; Kelamullah’a olan sevgi, saygı ve bağlılık duyguları yenilenmeli, kuvvetlendirilmeli.

2. Peygamber Efendimiz (sas)’e salât ü selâmlar getirilmeli; O’nun şefaatini ümit edip, ümmetinden olma şuuru tazelenmeli.

3. Kaza, nafile namazlar kılınmalı; varsa o geceye ait nakledilen namazlar, onlar da ayrıca kılınabilir; kandil gecesi, özü itibariyle ibadet ve ibadette ihsan şuuruyla ihya edilmeli.

4. Tefekkürde bulunulmalı; “Ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum, Allah’ın benden istekleri nelerdir?” gibi konular başta olmak üzere, hayatî meselelerde derin düşüncelere girmeli.

5. Geçmişin muhasebe ve murakabesi yapılmalı; şimdinin ve geleceğin plân ve programı çizilmeli.

6. Günahlara samimi olarak tövbe ve istiğfar edilmeli; idrak edilen geceyi son fırsat bilerek nedamet ve inabede (günahları terk etme) bulunulmalı.

7. Bol bol zikir, evrad ü ezkarda bulunulmalı.

8. Mü’minlerle helalleşilmeli; onlarla irtibatımız cihetinden rızaları alınmalı.

9. Küs ve dargın olanlar barıştırılmalı; gönüller alınmalı; kederli yüzler güldürülmeli.

10. Kişi, kendine ve diğer Mü’min kardeşlerine, hattâ isim zikrederek dualar etmeli.

11. Üzerimizde hakları olanlar aranıp sorulmalı; vefa ve kadirşinaslık ahlâkı yerine getirilmeli.

12. Yoksul, kimsesiz, öksüz, yetim, hasta, sakat, yaşlı olanlar ziyaret edilip; sevgi, şefkat, hürmet, hediye ve sadakalarla mutlu edilmeli.

13. O gece ile ilgili âyetler, hadîsler ve bunların yorumları ilgili kitaplardan ferden veya cemaaten okunmalı.

14. Dini toplantılar, paneller ve sohbetler düzenlenmeli; va’z ü nasihat dinlenmeli; şiirler okunmalı; ilâhî ve ezgilerle gönüllerde ayrı bir dalgalanma oluşturmalı.

15. Kandil gecesinin akşam, yatsı ve sabah namazları cemaatle ve camilerde kılınmalı.

16. Sahabe, ulema ve evliya türbeleri ziyaret edilmeli; hoşnutlukları alınmalı; ve manevî iklimlerinde vesilelikleriyle Hakk’a niyazda bulunulmalı.

17. Vefat etmiş yakınlarımızın, dostlarımızın ve büyüklerimizin kabirleri ziyaret edilmeli; iman kardeşliğine ait sadakati yerine getirilmeli.

18. Hayattaki manevî büyüklerimizin, üstadlarımızın, anne ve babamızın, dostlarımızın ve diğer yakınlarımızın kandilleri bizzat giderek veya telefon, faks yahut e–mail çekerek tebrik edilmeli; duaları istenmeli.

19. Bu kandil gecelerinin gündüzlerinde mümkün olduğunca oruç tutulmalı.

NOT: “Mübarek gecelerin ihyası ile ilgili hususi bir ibadet mevcut değildir. Namaz, tilavet-i Kur’ân, dua gibi bütün ibadet çeşitleri ile gece ihya edilebilir… Mübarek gecelerde kılınan bazı hususi namazlar sünnette mevcut değildir; muteber bir rivayete de istinad etmezler. Bu, “O gecelerde namaz kılmak mekruhtur” anlamına gelmez. Teheccüd ve nafile namazları teşvik eden rivayetler çoktur. Bunların mübarek gecelerde yapılması elbette daha faziletlidir.” (Canan, Kütüb–ü Sitte, 3/289).

Kandil gecelerine ait olduğu kaydedilen namazları da ayrıca kılmakta bir beis yoktur; sevaptan hâli-uzak değildir.

Selam ve dua ile…

Kaynak: Sorularla İslamiyet

Ve Peygamber Efendimiz (A.S.M) Doğar..

Hayatın gayesi, yaratılışın mânâsı silinmiş, yok olmuştu. Her şey mânâsız başıboşluk ve hüzün örtülerine bürünmüştü.

Ruhlar bir şey bekliyor, bir nurun zulmet perdesini yırtmasını içten içe hissediyordu.

O vahşet devrinde kâinat ufkundan bir güneş doğdu. Bu güneş âhirzaman Peygamberi Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselam idi. Tarihin seyrini, hayatın akışını değiştiren bu eşsiz olay, dünyayı yerinden sarsan değişimlerin en büyüğü idi.

İşte insanlığın akıl ve kalbinde düğümlenen “Necisin, nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun?” sorularını, düğümlerini çözüp kâinatın Sahibini ilân ve ispat edecek bir zatın teşrifi sadece insanların ruh ve kalbinde değil, diğer varlıklarda, hattâ cansız eşyada bile yansımasını bulacaktı.

Doğudan batıya bütün âlemin nurlara büründüğü, İlâhi değişimin tecelli ettiği o gece neler oldu neler?

Yahudi ileri gelenleri ve âlimleri kitaplarında daha önce rastladıkları işaret ve müjdelerin açığa çıktığını gördüler. Kimsenin haberi olmadan en önce onlar bu müjdeyi verdiler

O gece Yahudi âlimleri semâya bakıp “Bu yıldızın doğduğu gece Ahmed doğmuştur” dediler. (1)

Bir Yahudi ileri geleni Mekke’de Peygamberimizin doğduğu gece, içlerinde Hişam ve Velid bin Muğire, Utbe bin Rabia gibi Kureyş ileri gelenlerinin bulunduğu bir toplantıda,

“Bu gece sizlerden birinin çocuğu oldu mu?” diye sordu.

“Bilmiyoruz” diye cevap verdiler.

Yahudi, “Vallahi sizin bu ihmalinizden iğreniyorum!

Bakın, ey Kureyş topluluğu, size ne söylüyorum, iyi dinleyin. Bu gece, bu ümmetin en son peygamberi Ahmed doğdu. Eğer yanlışım varsa, Filistin’in kudsiyetini inkâr etmiş olayım. Evet, onun iki küreği arasında kırmızımtırak, üzerinde tüyler bulunan bir ben var” dedi.

Toplantıda bulunanlar Yahudinin sözünden hayrete düştüler ve dağıldılar. Her birisi evlerine döndüğünde bu durumu ev halkına anlattılar. “Bu gece Abdülmuttalib’in oğlu Abdullah’ın bir oğlu doğdu. Adını Muhammed koydular” haberini aldılar.

Ertesi gün Yahudiye vardılar:

“Bahsettiğin çocuğun bizim aramızda dünyaya geldiğini duydun mu?” dediler.

Yahudi “Onun doğumu benim size haber verdiğimden önce midir, sonra mıdır?” dedi.

Onlar, “Öncedir ve ismi Ahmed’dir” dediler.

Yahudi, “Beni ona götürün” dedi.

Yahudi ile beraber kalkıp Hz. Âmine’nin evine gittiler, içeri girdiler.

Pegamberimizi Yahudinin yanına çıkardılar. Yahudi Peygamberimizin sırtındaki beni görünce, üzerine baygınlık geldi, fenalaştı. Kendine gelip ayıldığı sırada,

“Ne oldu sana, yazıklar olsun” dediler.

Yahudi, “Artık İsrail oğullarından peygamberlik gitti. Ellerinden kitap da gitti. Artık Yahudi âlimlerinin kıymet ve itibarları da kalmadı. Araplar peygamberleriyle kurtuluşa ereceklerdir.

Ey Kureyş topluluğu, ferahladınız mı? Vallahi size, doğudan batıya kadar ulaşacak bir güç, kuvvet ve bir üstünlük verilecektir” dedi. (2)

Kâinatın Efendisini dünyaya getiren bahtiyar annenin henüz dünyaya gelmeden görüp gördükleri çok manalıydı..

Peygamber Efendimize hamileyken rüyasında, “Sen, insanların en hayırlısına ve bu ümmetin efendisine hamile oldun. Onu dünyaya getirdiğin zaman ‘Her hasetçinin şerrinden koruması için bir ve tek olana sığınırım’ de, sonra ona Ahmed yahut Muhammed ismini ver.

Yine kendisinden çıkan bir nurun aydınlığında bütün doğuyu ve batıyı, Şam ve Busra saray ve çarşılarını, hattâ Busra’daki develerin uzanan boyunlarını gördüğünü Abdülmüttalib’e anlatmıştı.(3)

Aynı gece Hz. Amine’nin yanında bulunan Osman ibn As’in annesinin gördükleri de şöyle:

O gece evin içi nurla doldu, yıldızların sanki üzerimize dökülecekmiş gibi sarktıklarını gördük.” (4)

Evet bu ulvî anı dile getiren Mevlid’in yazarı Süleyman Çelebi bütün bu hakikatleri şu beytiyle şiirleştirmiştir:

“Hem Muhammed gelmesi oldu yakın

Çok alâmetler belirdi gelmedin”

Rabiülevvel ayının 12. Pazartesi gecesi, yapılan hesaplamalara göre, Miladi takvime göre 20 Nisan’a denk gelen gece idi.

Dünyayı şereflendiren iki Cihan Serverinin üzerini o günün bir âdeti olarak bir çanakla kapattılar.

Araplara göre o zaman, gece doğan çocuğun üzerine bir çanak koymak ve gündüz olmadan ona bakmamak âdetti. Fakat bir de baktılar ki, Peygamber Efendimizin üzerine konulan çanak yarılarak ikiye ayrılmış, Efendimiz gözlerini gökyüzüne dikmiş, başparmağını emiyordu. (5)

Evet, bu işaret her türlü küfrün, zulmün, şirkin ve her türlü bâtıl inanç ve âdetlerin parçalanıp yok olması, imanın, nurun ve hidâyetin kâinatı aydınlatması için gönderilmiş bir Peygamber idi.

Aynı gece Kabe’de tapılmakta olan cansız putların çoğunun baş aşağı devrildiği görüldü.
Aynı gece Kisra sarayının beşik gibi sallanıp on dört balkonunun parçalanıp yerlere düştüğü öğrenildi.

Sava’da mukaddes tanınan gölün suyunun çekilip gittiği görüldü.

Bin senedir yakılan ve söndürülmeyen Mecusi ateşinin sönüverdiği müşahede edildi.

Bütün bunlar işaret ve alamettir ki, yeni dünyaya gelen zat ateşe tapmayı, puta tapmayı kaldırıp, Fars saltanatını parçalayarak Allah’ın izni olmadan kutsal tanınan şeylerin kutsallığını ortadan kaldıracaktır. (6)

İşte bu geceye Veladet-i Nebi gecesi diyor ve onun bütün kalbimizle, ruhumuzla her sene yeniden yâd edip kutluyoruz. Bütün kâinatla bu geceyi karşılayarak onun âleme teşrifine kıyam ediyoruz.

Getirdiği ebedi nura, açtığı saadet caddesine ve sünnet-i seniyyesine yeniden sımsıkı sarılmak ve Mevlid Kandilini vesile ederek ona yeniden bîatimizi, bağlılığımızı tazelemek ne yüce bir şeref ve ne büyük bir saadettir.

Yüce Rabbim bizleri sevgili Resulünün şefaatine nail eylesin.

(1) – İbni Sa’d. Tabakat, 1; 60.
(2) – A.g.e., 1:162-163
(3) – Taberî Tarihi, 2:125; İbni Sa’d. Tabakat. 1:102.
(4) – A.g.e., 2:126
(5) – İbni Sa’d. Tabakat, 1:102.
(6) – Bediüzzaman Said Nursî. Mektubat, s. 161-162

Kaynak: Sorularla İslamiyet

Ruh Üflendi Kainata..

Big bang’dan sonra 10.000.000.000 senesi civarıydı. Bugünkünden daha küçük, ama daha hızlı ve hareketliydi kâinat. Büyüyor, serpiliyor, genişliyor, bir hedefe doğru aceleyle koşuyordu. Yuvasından henüz çıkmış genç kuşlar gibi uçuşan yıldızlar, ışıl ışıl kandillerini yakmış dev filolar misâli birbiriyle yarışan galaksiler… Hepsi o kadar. Güzel, muhteşem, muazzam bir kâinat. “Fakat birşeyler eksik” derken, Yerel Galaksi Kümesi içinde, tıpkı yüz bin milyon kardeşi gibi uzun saçlarını savura savura dönüp duran bir galaksi güzeli, bir yıldıza hâmile kaldı. Görünüşte diğerleri gibi, fakat istikbâli farklı bir yıldızdı bu.

B.B.S. 10.000.000.000 yılında birgün, Samanyolu nurtopu gibi bir güneş doğurdu. Güneşle beraber bir dizi gezegen ve içinde bir de mavi dünya doğdu. Minik ve mavi yavru, doğar doğmaz özel bir ilgiye mazhar oldu. İlk andan itibaren çehresi şekilden şekle girmeye başladı. Jeolojik takvim milyarları birer saat gibi sayarken, onun üzerinde denizler yaratıldı, kıt’alar kaydırıldı, dağlar dikildi, nehirler ve vadiler açıldı. Görünmez bir Sanatkârın elinde şekilden şekle giren dünyanın simasında hatlar ve kıvrımlar belirmeye başladı. Sonra kayalar ufalandı, yeryüzüne toprak serpildi. Etrafına kat kat koruyucu bir atmosfer geçirildi. Ve mavi dünya, milyarlarca sene boyunca bir beşik gibi hazırlandı.

Sonra da hayale gelmeyen şeyler geçti dünyanın başından. Yerden hayat fışkırdı! Hiçten, yoktan, görünmezden ortaya çıkan canlılar birbiri ardınca beliriverdi. Yine de birşeyler eksikti. En sonunda insan manzarayı tamamlar gibi oldu. Çünkü etrafında olup bitenlere bir anlam verebilen sadece o vardı. Bütün bu hazırlıklar birisi için yapılmışsa, bu ancak insan olabilirdi. Nitekim binlerce sene boyunca yüz binlerce muallim, insanlara etrafındaki varlıkları anlattı ve mânâlarını öğretti. Ama gün geldi, insanlık bütün öğrendiklerini unuttu. Ve kâinat, milyarlarca yıl erişmek için çabaladığı şeyi bulduğu anda yeniden kaybetti.

Sonraki yüzyıllar boyunca güneş ve yıldızlar hergün doğdu, fakat gören bir göz göremeden battı. Çiçeklerde, dağlarda, denizlerde nakış nakış Esma dokundu; ama okuyan nerede? Kuşlar yine cıvıldaştı, kuzular yine meledi, hiçbiri tesbihatını eksik etmedi; ama işiten kim? Yüzyıllar geçtikçe karanlık da bastırdıkça bastırdı. Canlı canlı nişan tâlimlerine hedef yapılan develerin, babasının eteğindeki tozları minik elleriyle temizlemeye çalışırken kendisini toprak altında bulan diri kız çocuklarının feryatları eklendi hazin çığlıklara. Asırlar boyunca her gece ve her gün, melekler yeryüzünden Arşa dualar taşıdı. Gökler ve yer, gözü yaşlı Hazret-i Âdem’in Cennet kapısındaki sözlerine hep beraber âmin dedi: ‘Çabuk gel evlât, gel de bizi felâketlerden kurtar!’  Garibiz, gel! Yetimiz, gel! Mazlumuz, gel! Yeter artık; biz bunun için yaratılmadık. Gel de niçin yaratıldığımızı göster!

Sonra, beldelerden bir mutlu beldede, gecelerden bir mutlu gecede dualara cevap geldi. Âlemlerin Rabbinden, Âlemlere Rahmet geldi. Yerel Galaksi Kümesinin kuşlarından Samanyolunun merkezine 30 bin ışık yılı uzaktaki bir yıldıza 150 milyon kilometre mesafedeki bir mavi gezegenin üzerinde, Mekke sokaklarından birindeki bir mütevazi evde Muhammed Aleyhisselâm doğdu. B.B.S. 15.000.000.000 yılında kâinata ruh üflendi. O gelince herşey yerli yerine oturmaya başladı. Bir elindeki kitabın sayfasını çevirdi, bir kâinat kitabının. Okudu ve okuttu: ‘Yedi gök ve yer ve içindekiler Onu tesbih eder. Hiçbir varlık yoktur ki, Onu hamd ile tesbih etmesin.’

Bir elinde güneşi, diğer elinde mehtabı tuttu: ‘Güneşi bir ışık, ayı bir nur yapan, vaktinizi ve hesabınızı bilesiniz diye ona menziller takdir eden Odur. Allah bütün bunları hak ve hikmetle yarattı. O, bilgi sahibi olanlar için âyetlerini işte böyle açıklar.’

Gökyüzünü gösterdi: ‘Gecenin karanlığını yarıp sabahı çıkaran da Odur.’ Bir daha gösterdi: ‘Karanın ve denizin karanlıklarında yolunuzu bulasınız diye yıldızları sizin için var eden de Odur.’

Bulutları işaret etti: ‘Gökgürültüsü hamd ederek, melekler de Allah korkusuyla Onu tesbih eder.’

Yağmuru gösterdi: ‘Gökten size bir su indiren Odur. O suda sizin için hem bir içecek vardır, hem de ağaç ve otlar yeşerir; siz de hayvanlarınızı otlatırsınız.’

Sonra başka bir yeri işaret etti: ‘İçindeki taze balıklardan yiyesiniz ve süs eşyalarını çıkarıp takınasınız diye denizleri sizin hizmetinize veren de Odur.’

Sonra dünyayı gösterdi: ‘Yeryüzü sizi sarsmasın diye dağları O dikti; yolunuzu bulasınız diye nehirler ve yollar, daha nice alâmetler yarattı.’

İnsanlara ellerini uzatmış ağaçları ve yüzlerine gülümseyen çiçekleri gösterdi: ‘Daneleri ve çekirdekleri çatlatan şüphesiz Allah’tır. O ölüden diriyi çıkarır; diriden ölüyü çıkaran da Odur.’

Kuşları, kuzuları, böcekleri, balıkları tek tek gözler önüne serdi: ‘Yeryüzünde hareket eden hiçbir hayvan, havada kanat çırpan hiçbir kuş yoktur ki sizin gibi birer topluluk olmasın. Sonra onların hepsi Rablerinin huzurunda toplanırlar.’

İnsanlığa göklerle beraber kendi simasını gösterdi: ‘Göklerin ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin farklılığı da yine Onun âyetlerindendir.’

Sonra, nereden gelip nereye gittiğini bilmeyen ve bütün sevdiklerinden ebediyen ayrılıp yokluğa karışmak üzere olan insana en büyük müjdeyi verdi: ‘Şimdi bak Allah’ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor! Bunu yapan, elbette ölüleri de öylece diriltecektir; O herşeye kadirdir.’

Sonra da, dâvetine koşup gelen asırları ve kıt’aları ‘Ümmetim’ deyip bağrına bastı. Hepsini arkasında topladı ve ciğerlerinden kopup gelen bir feryatla onlar için Âlemlerin Rabbine yalvardı: ‘Sen aczden ve şerikten münezzeh ve mukaddessin. Senden başka ilâh yok ki bize imdad etsin. El-aman, el-aman! Bizi azap ateşinden ve Cehennemden kurtar!’

Artık kâinat garip değil. Dünyada yetim ağlayışları, mazlum hıçkırışları işitilmiyor. Çünkü tenlere can, canlara canan geldi. Hepsi sahibini buldu, hepsi ruhunu buldu, hepsi de ‘Muhammedim’ diye kucağına atılacak bir sevgili buldu. Bu güneş onun doğuşunu gördü. Bu yıldızlar onun başı üzerinde dolaştı. Bu dünya ona beşiklik etti. Ama o güneşin ve o yıldızların altında, o mavi dünyanın üzerinde, hepsinden daha talihli biri var. O benim. Çünkü ben onun ümmetiyim. Sıkıntıya düştüğümde, bilirim ki ona pek ağır gelir. Hastalandığımda o yanı başımda, derdimde o benimledir. O benimle üzülür, benimle sevinir. Selâm gönderdiğimde selâmımı alır. Duasına âmin dediğimde o beni bilir. Çünkü ben onun ümmetiyim.

Her peygamberin bir duası vardı; o duasını benim için sakladı. Eğer mahşerde bütün ümmeti kurtulup da tek ben sıkıntıda kalacak olsam, bilirim ki o beni elimden tutup kurtarmadıkça Cennete adım atmaz, Havuzdan bir yudum içmez. Çünkü boğazından geçmez. Çünkü ben onun ümmetiyim.

Onun ümmeti olana herşey dost olur. Çünkü herşey onun dostu ve müştakıdır. Onun dostlarıyla dolu bir dünya, onun ümmetine bir cennet olur. İşte güvercinler, işte örümcekler: Hani dedeleri Hirâ Mağarasında onu beklemişlerdi. Ne zaman bir güvercine yem versem, bir Peygamber dostuna ikramda bulunmanın hazzını yaşarım. Ne zaman bir örümcek bulsam evimde, bir Peygamber yadigârını bana misafir gönderene hamd ederim. ‘Böyle dostluğun firakı yok, hep visaldir.’ Nerede olsam, ondan ne hâtıra bulsam, bilirim ki o benimledir.

Onu gören güneşe ve yüzündeki tebessümüne merhaba! Onun parmak izini taşıyan aya ve nuruna merhaba! Sabaha ve ışığına, geceye ve âyetlerine merhaba! Gökkubbeye ve ışıl ışıl kandillerine merhaba! Onu bağrında büyüten dünyaya ve içindekilere merhaba! Meleklere merhaba, cinlere merhaba! Onun ümmetinden bir vücudun parçası olabilmek için ellerini uzatıp bana meyvelerini sunan ağaçlara merhaba! Benim için süslenen çiçeklere merhaba! Dalgalarıyla ona selâm gönderdiğim denizlere merhaba! Cıvıldaşan kuşlara ve gürleyen göklere merhaba! Onu bekleyen güvercine, örümceğe ve torunlarına merhaba! Ayağı altında konuşan dağlara ve avucunun içinde tesbih eden taşlara merhaba! Milyonlar dillerle bana Rabbimi tanıtan bütün varlıklara tek tek ve hep beraber merhaba! Hayata merhaba, ölüme merhaba, haşre merhaba! Âyetü’l Kübrâ’ya ve seyyahına merhaba!

Biz dostuz ve kardeşiz. Münkirlerin dünyasındaki yabancılıklar ve düşmanlıklar yok bizim dünyamızda. Çünkü O geldi ve bizi Allah’ın kulluğunda birleştirdi. Onunla mesut olan asra merhaba! O asır semâsında doğan yıldızlara merhaba! O yıldızlarla yolunu bulanlara merhaba! Ve şimdi başlarımızın üzerinde yeniden yükselen Saadet Asrının güneşine merhaba! Hoş geldin, uğurlu geldin, nurlarınla, lem’alarınla, şualarınla geldin. Yirminci yüzyılın fetret geceleri artık bizi ürkütmüyor. Ol taze güneş ülkeye serptikçe ışıklar, Hep şâd olacak, şevk bulacak kalbi kırıklar.

Ümit Şimşek / Zafer Dergisi

Mevlid Kandiline Özel: “Kutlu Doğum sahibinden üç örnek!..”

1442. doğum yılını kutladığımız Efendimiz (sas) Hazretleri’nin düşündüren üç önemli örneğini arz etmek istiyorum bugün. İsterseniz birlikte okuyalım günümüze mesaj yüklü üç önemli örneği.

1- Mal senin borç benim örneği!.  

gül ve yapraklarıSıkıntı içinde kalan gerçek yoksullara yardımı ihmal edilemez görev bilirdi. Bu sebeple davet ettiği miskin derecesindeki gerçek muhtaçlara önceden hazırladığı yardımı sırayla dağıtmış, alanlar da sevinçle evlerine dönmüşlerdi. Tam bu sırada bir başka gerçek yoksul adam da uzaklardan koşarak gelip kendisine verilecek bir şey kalmadığını anlayınca mescidin avlusunda yığılakalmıştı. Efendimiz, bu gerçek yoksulun ümitsiz ve perişan halini görünce teselli etti:

– Üzülme sana da bir çare bulabiliriz, dedi!.. Bulduğu çareyi de hemen şöyle anlattı:

– Buradan doğruca çarşıya git, ihtiyaçlarını satan dükkânlara gir, ne lazımsa al, sonra dükkân sahibine de ki: “Mal benim, borç Resulullah’ındır!.”

Yoksul adam, şaşırarak böyle şey olmaz demek istemişse de Efendimiz, onu ihtiyaçlarını satan dükkânlara doğru yönlendirerek tembihini tekrarladı:

– İşte şuradan doğruca dükkânlara girecek, ihtiyaçlarını alacaksın, sonra da: “Mal benim borç Resulullah’ındır,  diyerek evine döneceksin, ödemesi bana ait olacaktır!”

Demek ki gerçek manada darda kalana yardım edemediği yerlerde borçlarını yüklenmeyi dahi göze alıyor, böyle örnek veriyordu ibret alacak imkân sahiplerine.

2- Hizmet eden mi, hizmet edilen mi olmak istersiniz?

Hizmet edilmeyi değil hizmet etmeyi seviyordu. Bu sebeple misafirlerine bizzat kendisi hizmet eder, ikramda bulunurdu. Bir gün çölden biri gelip “Kim bu insanların efendisi?” diye sordu.

O sırada misafirlerine süt ikram eden Efendimiz de:

-“İnsanların efendisi, insanlara hizmet edendir!” buyurdu.  Bu sözüyle hem kendisine işaret ediyor hem de insanların efendisinin insanlara hizmet etmesi gerektiğini ifade ediyordu.

Nitekim bir yolculuk dönüşünde herkes hurmalıkta istirahate çekilmiş dinlenirken bazıları yemek yapmaya hazırlanıyorlardı. Biri, ben yemekleri yapayım, biri, ben de su getireyim, derken biri de, ben de ateş yakayım, deyince, Efendimiz (sas) Hazretleri de istirahat ettiği ağacın gölgesinden doğrularak, “Öyle ise ben de yakacağınız ateşe odun toplayayım.” buyurdu.  “Biz hizmetlerin hepsini de yaparız, siz dinlenin” diyenlere de:

– Bilirim ki siz hizmetlerin hepsini de yaparsınız, ama siz hizmet ederken ben seyirci kalmaktan mutluluk duymam. Hizmet edilen değil, hizmet eden olmayı tercih ederim.” dedikten sonra  kalkıp odun toplayarak  hizmete seyirci kalanlardan değil, hizmete iştirak edenlerden olmayı tercih etme örneği verdi bizlere…

3- Faydalı buluş kimde görülürse görülsün sahip çıkılmalı mıdır?   

Sahabeden Temimdari, Şam’daki Hıristiyanlardan aldığı zeytinyağı yakan bir kandili getirip Resulullah’ın mescidinin tavanına asmıştı. O günlerde Müslümanlar böyle bir kandilin varlığını bilmiyor, evlerinde de kullanmıyorlardı…

Az sonra Efendimiz (sas) gelip dumansız, külsüz tavana asılı olarak ışık veren kandili görünce, “Kim getirdi bunu?” diye sordu. Oradakiler suçlu gösterir gibi Temimdari’yi göstererek “Hem de Şam’da Hıristiyanlardan alıp getirmiş.” dediler. Arkasından da bir azarlama beklemeye başladılar.  Ancak Peygamberimiz tebessümle baktığı Temimdari’ye, unutulmayacak duasını şöyle yaptı:

– Sen bizim mescidimizi aydınlattın, Allah da senin kabrini aydınlatsın!.. Sözlerine şunu da ekledi:

– Unutmayın, faydalı buluşlar müminin kaybettiği öz malı gibidir. Kimde bulursa sahip çıkıp benimsemeli, Müslümanlara bu faydalı buluşu kazandırmalıdır!..

– Fatebiru ya ülil ebsar!.. Düşünün ey basiret sahipleri!