Etiket arşivi: İbrahim Akın

Müslüman Hava Durumuna Göre Şekil Almaz

Musluman.Hava.Durumuna.Gore.sekil.AlmazTatil başladı! Dolayısıyla biz bir 3 ay kadar her türlü mücadeleyi, tebliğ faaliyetini bırakalım.Zaten yorulduk, dolayısıyla tatilde dinlenmemiz gerekir gibi bir mantık müslümana yakışmaz. Müslüman mücadele ettikçe, Kuran’a ve Allah’ın dinine hizmet ettikçe dinlenir. Asıl bunları yapmadığında yorulur Müslüman. Rabbinin nimetini durmaksızın anlat. (Duha Suresi, 11) ayetinde bildirildiği gibi, ara vermeden, durmaksızın ibadete devam etmek farzdır.

Sıcağın zayıf insanlar üzerinde caydırıcı özelliği vardır, yaz rehavetine karşı dikkatli olmak lazım. Sıcak havalarda bazı insanlar gevşer ve İslam’ı tebliğ etmeyi durdururlar. Yazlığa gidip ellerinde sineklikle sinek kovalamaları gerektiğini ya da karpuz yeyip çekirdeğini ayıklamaları gerektiğini düşünürler. Oysa bir müminin boşa harcayacak tek bir saniyesi olmamalıdır. Dünyanın dört bir yanında müslüman kardeşlerimiz zulüm görürken üç ay havuz keyfi yapıp, sadece nefsi tatmin etmek müslümana yakışmaz.

Kuran’da münafıklar diyor ki; bu sıcakta cihada, tebliğe, dini yaymaya çıkılır mı? Demekki sıcağın böyle caydırıcı bir özelliği var ki, zayıf nefisleri olumsuz etkiliyor ki Cenabı Allah Kuran’da o konuya işaret etmiş. Dikkat edin, yazın insanlara rehavet çöker ve çok gevşerler. Oysa irade kullanıp tam tersi şekilde davranmak gerekir. Daha şevkli, daha gayretli, daha heyecanlı olmak lazım. Zira müslüman hava durumuna göre şekil almaz.

Ölümün ya da hastalığın ne zaman geleceği belli olmaz. Hastalık da bazen insanı ölüm raddesine getirir, dünyadan geçirtir. Allah’ın,  bereket vermesinin,  güzellikler, huzur, sağlık, sıhhat vermesinin nedenini insanların iyi düşünmesi gerekir. İnsanı dünyevi zevkler ve menfaatler mutlu etmez. Allah’a hizmet etmek mutlu eder. Kuran’a hizmet etmek mutlu eder.

“İşlerinden boşaldığın vakit, tekrar çalış ve uğraş” İnşirah Suresi,7)

Cenab-ı Allah, “işinden boşaldığında”, yani işin bittiğinde “yeniden başla çalışmaya” diyor Peygamberimiz (s.a.v.)’e . Müslümanın da aynı tarzda, aynı tavır içerisinde olmalıdır. Onun için, “giderim, havuzda, denizde üç ay dinlenirim” olmaz.  Eğer Allah rızasını esas almıyorsan, gidiyorsan, Kuran’ı unutuyorsan, İslam’ı unutuyorsan, orada seni aniden ölüm yakalarsa, nasıl açıklayacaksın onu Allah’a? ”Yarabbim, ben tatildeydim” mi diyeceksin?

Kuran’ın neresinde var Allah’tan, Kuran’dan, İslam’dan uzak bir hayatı tatil olarak görmek? Elbette seyahat edilebilir, biryerlere gidilebilir. Ama yine Allah rızası için yapılır o gezi. İnsan gittiği yerde de bütün gücü ile İslam’ı ve Kuran’ı yaymak için gayret eder. İbadet hiçbir yerde ve koşulda durmaz. Müslüman olduğunu söyleyen herkesin var gücü ile Allah rızasının en çoğunu aramak konusunda gayret etmesi lazım.

Hiçbir şart ve ortam müminleri din ahlakını yaşamaktan, Allah’ı ve ahireti düşünmekten alıkoymaz. Allah Kuran’da müminlerin bu özelliğini şöyle bildirmiştir: “(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah’ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten ‘tutkuya kaptırıp alıkoymaz’; onlar, kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar.” (Nur Suresi, 37)

Bu kıymetli günleri boş işlerden yüz çevirerek, Rabbimizin yüzü ve rızası için dolu dolu ibadetle geçirelim inşaAllah. Zira ölüm çok yakın. Geri dönüşü olmayan o ana geldiğimizde ‘keşke…” diyenlerden olmamak için, henüz vaktimiz varken bunu dua ve ibadetle en doğru şekilde değerlendirelim inşaAllah.

İbrahim Akın

Size Ne Oluyor da Suriye’den Hicret Edenlere Sırtınızı Dönüyorsunuz?

Müslüman, Kuran’da Allah’ın bildirdiği her hükmü titizlikle yerine getirmekle mükelleftir. Bazı kişiler namaz, oruç, hac gibi bilinen hükümleri yerine getirdiğinde, Kuran’a tam uyduğunu zanneder. Oysa durum öyle zannedildiği gibi değildir. Müslümanların ev ve iş hayatlarında, farklı dine mensup kişilerle ve ülkeler arası ilişkilerinde nasıl davranmaları gerektiği, rehberimiz olan Kuran’da detaylıca anlatılır. Din hayatı, siyasi hayat, iş hayatı, özel hayat gibi kavramlar Kuran’i değildir. Din, hayatın her alanında vardır. Her mecrada, olaylar karşısında göstereceğimiz tavır da, şahsi çıkarlarımız ya da görüşlerimizle değil, Kuran’ın hükümleri ile şekillenmelidir. Aksi halde, ”İnsanlardan kimi, Allah’a bir ucundan ibadet eder…” (Hac Suresi, 11) ayetinin hükmüne girebiliriz ki ayetin sonunda, bazı hükümleri yerine getirip, birçoğunu görmezden gelerek bir ucundan ibadet edenlerin, dünyayı ve ahireti kaybettikleri bildirilir.

Bu kısa bilginin ardından, Suriyeli mülteciler konusunu Kurani bir bakışla değerlendirelim. Allah bir ayetinde ”Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: “Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize Katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize Katından bir yardım eden yolla” diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına mücadele etmiyorsunuz?” (Nisa Suresi, 75) buyuruyor. Kuran’da yer alan her bilgi ve emir kıyamete kadar geçerlidir. Allah, ”Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?” (Bakara Suresi, 214) buyurur. Geçmişte peygamberimiz ve beraberindeki müminler, Mekkeli müşrikler tarafından saldırıya uğradıkları için Medine’ye iltica/hicret etmişlerdi. Medine halkı da kendilerini en güzel şekilde ağırlamış, kendi nefislerinden önde tutmuştu.

Allah ahir zamanda bu ayetlerin hükmüne uyan olaylar yaratıyor ve bizleri sınıyor. Suriye’de evi, işi, komşuları, okulları olan kadınlar, erkekler ve çocuklar, zulüm gördükleri için yurtlarını bırakıp bize sığınıyorlar. Kimse zor durumda olmadan rahat evini bırakıp karda kışta, yağmurda çamurda çoluk çocuk evsiz kalmayı göze alıp hicret etmez. Herkes kendini o kardeşlerimizin yerine koysun. Allah tam ayetin hükmüne uygun bir görüntü yarattığında mümin, o ayette emredildiği şekilde davranmakla sorumludur. Kişi nefsine uyup, ”Benim evim yok, benim vergimle onlara imkanlar sağlanırsa hakkımı helal etmiyorum, evlerine dönsünler, amaçları farklı” gibi vicdana uymayan yorumlar yaparsa, o zaman o kişilerin başına gelen her olumsuz şeyden sorumlu olur Allah Katında. Teviller getirip sorumluluktan kaçmak yerine, ayete uymak hem hanemize, hem de ülkemize bereket getirir inşaAllah. Aksi halde Allah, bu zayıf bırakılan kadın ve çocuklar adına neden mücadele etmediğinizi ahirette tek tek sorar. Allah huzurunda getireceğiniz teviller de geçersizdir.

Birçok insan, Suriyeli kardeşlerimize yardım konusu gündeme geldiğinde ”Allah önce yakınlara yardım edin der” diye teviller getiriyor. Ancak Allah yakınlara yardımı emrettiği ayette yoksul ve yolda kalmışı da öncelikli yardım edilecekler olarak bildirmiştir. ”…Mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren…” (Bakara Suresi, 177)

Allah bir başka ayette müminlerin, hicret edenlere sevgi duyduğunu, onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde sıkıntı duymadıklarını, kendi ihtiyaçları olsa dahi kardeşlerini kendilerinden önde tuttuklarını bildirmiştir. Ayetin sonunda ise, ”benim paramla onlara yardım edilemez, ben de evsizim…” gibi teviller getirmeyip, nefsinin cimri ve bencil tutkularından korunanların felah bulacağı bildirmiştir.

Kendilerinden önce o yurdu hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin ‘cimri ve bencil tutkularından’ korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır. (Haşr Suresi, 9)

Unutmayın, ”Şeytan, sizi fakirlikle korkutuyor ve size çirkin -hayasızlığı emrediyor. Allah ise, size Kendisi’nden bağışlama ve bol ihsan (fazl) vadediyor. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir.” (Bakara Suresi, 268) Allah’a güvenelim, O’nun hükümlerine eksiksiz, tevilsiz itaat edelim ki bağışlanma ve bol ihsana ulaşabilelim. Şeytanın adımlarını izlemeyelim. Allah zayıf bırakılmış kadın, erkek ve çocuklar için mücadele edin buyuruyorsa mücadele edelim. Hicret edenlere yardım edin, ihtiyaç içinde olsanız da onları nefsinizden önde tutun buyuruyorsa öyle yapalım. Aksi halde yüzüne kapıyı kapayıp da zulüm görmesine vesile olduğunuz her kişiden siz de Allah Katında sorumlu olursunuz. Siz ne kadar ihtiyaç içinde olsanız da, canınız malınız ve ırzınız risk altında değil. Siz zulüm görmüyorsunuz, evinizi yurdunuzu terk etmek zorunda bırakılmıyorsunuz . Yani tevilleriniz geçersiz…

Allah, dinsiz ”…Müşriklerden biri, senden ’eman isterse’, ona eman ver;…onu ‘güvenlik içinde olacağı yere ulaştır.’‘ (Tevbe Suresi, 6) buyururken, müslümanın müslümana sırtını dönmesi olacak iş değildir. ”Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksız yere) öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu (öldürülmesine engel olarak) diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur…’‘ (Maide Suresi, 32) Biz tüm insanlığı diriltecek yönde davranalım ki bereketini görelim. İnşaAllah.

İbrahim Akın

İnsanlara Hoş Görünmek Uğruna Dinden Taviz Vermek

Kuran ahlakı ile yaşamayan insanlar, menfaatleri doğrultusunda sürekli çevrelerinde bulunan insanları hoşnut etmeye, onların sevgi ve saygısını kazanmaya çabalarlar. Hayatları boyunca bütün sosyal ortamlarda bu eziyeti yaşamalarına rağmen, kolay kolay karşılarındaki kişilere de yaranamazlar.

Kendisi gibi aciz birer varlık olan diğer insanların rızasını arayan bir kişi, ihtiyaç duyduğu ve istediği maddi ve manevi her şeyin karşılığını başka insanlarda bulacağını zanneder. Ancak bu mantık, kişinin büyük sıkıntı yaşamasına neden olur. Çünkü razı etmeye çalıştığı insanların isteklerinin hiçbir zaman sonu gelmez. Sürekli kişiliğinden taviz vermek zorundadır. İstemese de, ortamdaki konumunu kaybetmemek için, çevresindeki insanlara sahte övgüler yağdırır ve onların istediği şeyleri yaparak, karşısındaki insanların hoşnut olmasını sağlamaya çalışır.

Allah’ı bırakıp kendilerine zarar vermeyecek ve yararları dokunmayacak şeylere kulluk ederler ve: “Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir” derler. De ki: “Siz, Allah’a, göklerde ve yerde bilmediği bir şey mi haber veriyorsunuz? O, sizin şirk koştuklarınızdan uzak ve yücedir.” (Yunus Suresi -18)

Liseyi yeni bitirmiş, üniversiteyi kazanmış imanı zayıf bir genç düşünelim. Kişiliği yeni yeni oturmaya başlayan genç, aile ortamından çok farklı kültür ve inançlara sahip insanların bulunduğu yeni okul ortamında yer edinebilmek için okul öncesindeki hayatında öğrendiği iyi özelliklerinden bir bir taviz vererek insanlar tarafından kabul görebileceği bir karaktere bürünür. Yeni karakteri onu tatmin etmese de, yeni çevresinin sağlayacağı havanın onu mutlu edeceğini düşünerek bu oyuna devam eder. Ancak bir süre sonra gerçeklerle yüzleşmeye ve mutsuz olmaya başlar.

Onlar, mü’minleri bırakıp kafirleri dostlar (veliler) edinirler. ‘Kuvvet ve onuru (izzeti)’ onların yanında mı arıyorlar? Şüphesiz, ‘bütün kuvvet ve onur,’ Allah’ındır. (Nisa Suresi -139)

Eğer Allah’a, peygambere ve ona indirilene iman etselerdi, onları dostlar edinmezlerdi. Fakat onlardan çoğu fasık olanlardır. (Maide Suresi – 81)

İman eden genç ise, üniversite ortamına girdiğinde, asla inançlarından ve Allah rızasından taviz vermez. Ortamda yer edinmek uğruna, karşısındaki insanların rızasını gözeterek, onların istediği şekle girmez. İman ederek en güçlü olanın, yani Allah’ın dostluğunu kazanmıştır ve iman eden insan için Allah’ın dostluğunu kazanmaktan daha ötesi yoktur. Bu dostluğu kaybetmemek için de sadece O’nun razı olacağı tavırları gösterir ve yaşamı boyunca da mutlu ve huzurlu bir hayat yaşar.

Sizin dostunuz (veliniz), ancak Allah, O’nun elçisi, rüku’ ediciler olarak namaz kılan ve zekatı veren mü’minlerdir. (Maide Suresi -55)

Din ahlakını yaşamayan insanların, iş hayatları da okul hayatlarından farksızdır. Sürekli birilerinin rızasını gözeterek, bir şeylerden taviz verirler. Verdikleri bu tavizle karşılarındaki kişilerin sevgisini ve takdirini kazandıklarını düşünürken, Allah’ın sevgisini kaybettiklerini asla akıllarına getirmezler. Patronunun kendisine verdiği her görevi dikkatle yapmaya çalışır, bu uğurda gerekirse ibadetlerinden taviz verir ama asla işlerini aksatmazlar. Hata yapıp gözden düşmekten korkar ve sakınır, patronunun takdirini almaktan da inanılmaz keyif alırlar. Bütün bunları da sadece biraz pirim, biraz sosyal statü ve biraz da saygınlık için yaparlar. Oysa Allah, sadece Kendi rızası için yaşayan ve sadece Kendisinden korkup sakınanlara en büyük saygınlığı, en mükemmel ortam olan cenneti ve Kendi dostluğunu vaat eder.

Onların tümünü toplayacağımız gün; sonra şirk koşanlara diyeceğiz ki: “Nerede (o bir şey) sanıp da ortak koştuklarınız?” (En’am Suresi -22)

De ki: “Size bundan daha hayırlısını bildireyim mi? Korkup sakınanlar için Rablerinin katında, içinde temelli kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler, tertemiz eşler ve Allah’ın rızası vardır. Allah, kulları hakkıyla görendir.” (Al-i İmran -15)

İnsanların rızası gözeterek Allah’ı unutan insanlar ya da aynı sebeple Allah’a yakın görünmeye çalışan insanlar, şeytanın telkinleri ile boş ve yararsız bir amaç uğruna hayatlarını köle gibi yaşarlar. Oysa inananlar, her şeyden bağımsızlaşarak yalnızca Allah rızası için yaşarlar.

Allah (ortak koşanlar için) bir örnek verdi: Kendisi hakkında uyumsuz ve geçimsiz bulunan, sahipleri de çok ortaklı olan (köle) bir adam ile yalnızca bir kişiye teslim olmuş bir adam. Bu ikisinin durumu bir olur mu? Hamd, Allah’ındır. Hayır onların çoğu bilmiyorlar. (Zümer Suresi – 29)

Allah bütün insanların Yaratıcısı ve Hâkimi’dir. Bütün kalpler Allah’ın elindedir. Dolayısıyla bütün insanları hoşnut etmek için yalnızca Allah’ın rızasını kazanmak yeterlidir. Çünkü insanların kalbine hoşnutluğu koyacak olan her şeye güç yetiren Allah’tır. Nitekim samimi bir kalple Allah’a yönelen her kul için Allah’ın rızası her şeyden daha önemlidir.

İçten Allah’a yönelen müminler, diğer insanların rızasını aramadıkları gibi kendi nefislerini hoşnut etme arzusunda da olmazlar. Allah’ın şefkatine mazhar olan müminlerin bu üstün ahlakı bir Kuran ayetinde şöyle haber verilmektedir:

“İnsanlardan öylesi vardır ki, Allah’ın rızasını ara(yıp kazan)mak amacıyla nefsini satın alır. Allah, kullarına karşı şefkatli olandır.” (Bakara Suresi – 207)

İbrahim Akın

Müzik Haram Değil, Nimettir

Her konuda olduğu gibi İslam dininin yaşanmasında da samimiyet çok önemlidir.  Kişi samimi olduğu ölçüde Allah’a yakini artar. Samimi dindar biri, amellerinde yalnızca Allah rızasını gözetir. Allah’a aşkla bağlıdır. O’nun sevgi ve rızasını kaybetmekten şiddetle korkup sakınır. Allah’ın Kuran’da bildirdiği sınırları korumak konusunda kararlı ve titizdir. Asla gevşeklik göstermez, teviller getirmez.

Müşrik ve münafık sistemde durum farklıdır. Pek çoğu ibadetlerine şirk katar,  ”namaza kalktıkları zaman, isteksizce kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı ancak çok az anarlar.” (Nisa Suresi, 142) Allah’ın Kuran’da bildirdiği sınırları korumak konusunda titiz değillerdir. Kuran’da yeri olmayan hurafeleri din diye savunur ama savundukları hurafelere kendileri de gereği gibi uymazlar. Pek çoğu hayatlarında hiç Kuran okumamıştır. Ama hurafe bilgileri çok sağlamdır. Ve bu hurafelerin de Kuran’dan sanılması için ”dillerini kitaba doğru eğip bükerler, siz onu (bu okur göründüklerini) kitaptan sanasınız diye. Oysa o kitaptan değildir. “Bu Allah Katındandır” derler. Oysa o, Allah Katından değildir. Kendileri de bildikleri halde Allah’a karşı (böyle) yalan söylerler.”  (Ali İmran Suresi, 78)
Allah haramları Kuran’da çok açık ve net bildirmiştir. Bildirmediği konu için haram demek Allah’a karşı yalan uydurmak olur. Müşrik sistemde müzik, eğlenmek, gülmek, kadınlarla bir arada olmak haramdır. Ancak Kuran’da böyle bir bilgi yoktur. Bunu dile getirdiğinizde size verdikleri cevap; ”Peygamberimiz haram kılmıştır” şeklindedir. Ancak bunu diyenlerin pek çoğu bir kaç ayet dışında Kuran bilgisine sahip olmadıkları için, Peygamberimizin nefsinden konuşmayacağını ve kendisinin de yalnızca vahye uyduğunu ve vahiyle hüküm verdiğini bilmezler.
”Bizimle karşılaşmayı ummayanlar, derler ki: “Bundan başka bir Kur’an getir veya onu değiştir.” De ki: “Benim onu kendi nefsimin bir öngörmesi olarak değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben, yalnızca bana vahyolunana uyarım.” (Yunus Suresi, 15)
Allah Peygamberimize; ”Rabbinden sana vahyedilene uy.” (En’am Suresi, 106) buyurmuştur. Peygamberimiz ise; “Ben, yalnızca bana vahyedilmekte olana uyuyorum ve ben, apaçık bir uyarıcıdan başkası değilim.” (Ahkaf Suresi, 9) demiştir. Kişi Kuran’a uyduğunda, Peygambere de uymuş olur inşaAllah. Peygamberimiz müziği yasaklamıştır diyen kişi bilmelidir ki, Peygamberimiz nefsinden haramlar üretmez. O yalnızca vahye uymuş ve Kuran’la hüküm vermiştir. Ancak savaş döneminde def çalmayı ve ekmek yemeyi yasaklamıştır. Bu yasak o döneme ait lokal bir tedbirdir. Kıyamete kadar geçerli değildir yani. Bu mantıkta bakılırsa ekmek de yenmemesi gerekir.
Onlar neredeyse, sana vahyettiğimizden başkasını Bize karşı düzüp uydurman için seni fitneye düşüreceklerdi; o zaman seni dost edineceklerdi. (İsra Suresi, 73)
Müzik haram diyen kişiler bu konuda tek bir ayet gösteremezler. Zorlama bir şekilde”İnsanlardan öyleleri vardır ki, bilgisizce Allah’ın yolundan saptırmak ve onu bir eğlence konusu edinmek için sözün ‘boş ve amaçsız olanını’ satın alırlar.” (Lokman Suresi, 6) ayetinde müziğin kastedildiğini iddia ederler. Oysa bu ayetin notalarla uzaktan yakından alakası yoktur. Sözün boş ve amaçsız olanı, içinde Allah rızası taşımayan dedikodu, maç, tatil, kıyafet muhabbetleri olabilir Allahu alem.
Müzik Allah yolundan saptıran değil, Allah’a yakınlaştıran bir nimettir. Notanın helali haramı olmaz. Sözlerdir dikkat edilmesi gereken. İçinde mukaddesata uygun olmayan ve isyanı telkin eden sözlerin yer aldığı şarkıları dinlemezsiniz olur biter. Kuran haşa bulmaca kitabı değildir. Allah hükümleri ima ile bildirmez. Direkt açık ve net bildirir. Domuz eti yemeyin, Zina yapmayın gibi …
Ey iman edenler, Allah’ın sizin için helal kıldığı güzel şeyleri haram kılmayın ve haddi aşmayın. Şüphesiz Allah, haddi aşanları sevmez. (Maide Suresi, 87)
İşin en garip tarafı müşrik sistemi şiddetle savunan kişiler asla bu sisteme uymazlar. Mesela müzik haram derler ama en başta kendileri dinlerler. Allah, ”(Bir bid’at olarak) Türettikleri ruhbanlığı ise, Biz onlara yazmadık (emretmedik). Ancak Allah’ın rızasını aramak için (türettiler) ama buna da gerektiği gibi uymadılar.” (Hadid Suresi, 27) buyurur. Ayetler ne kadar açık ve net elhamdülillah.
Allah kullarına zorluk dilemediğini ve kolay olanda başarılı kılacağını bildirmiştir. Müzik haram olsaydı bu çok büyük bir zorluk olurdu. Çünkü kapı zilinden telefon sesine her şey notalardan oluşuyor. Müşriklerin samimiyetsiz sistemini rehber edinen kişilere bu konu hatırlatıldığında derler ki; ”Müzik haram, bunu bilelim. Ama hayat şartlarından uyamıyoruz işte”!!! Oysa cennet ehli müminler haramlara son derece titizdirler. Kazara harama girseler hemen tevbe eder ve tekrar etmezler. Yani hayat şartları işte uyamıyoruz, harama giriyoruz gibi bir söylem müminin literatüründe asla ve katta yoktur. Bu, şeytanın apaçık telkinidir. Lütfen artık uyanalım! Ya inandığımız gibi yaşayalım, ya da yaşadığımız şekilde konuşalım!
İbrahim Akın

Kuran Apaçık ve Noksansızdır

Allah Kuran’ı, Kendisine iman eden kulları için bir rehber olarak göndermiştir. Müminler için sakınılması gereken her konu apaçık Kuran’da eksiksiz olarak bildirilmiştir. Sorumlu olduğumuz hükümleri öğrenebileceğimiz en güvenilir tek kaynak Kuran’dır. Allah; ”Biz kitapta hiçbir şeyi noksan bırakmadık…” (En’am Suresi, 38) buyurur. Bu ayete rağmen ”ama Kuran’da herşey yazmaz” demek kişiyi dinden çıkarır. Allah Kuran noksansız buyuruyorsa noksansız demektir. Ve Kuran’da ihtiyacımız olan tüm bilgiler eksiksiz ve GERÇEK olarak açıkça bildirilmiştir.

Allah; ”Biz bu Kur’an’ı sana vahyetmemizle, en güzel kıssaları gerçek bir haber (kıssa) olarak sana aktarıyoruz…” (Yusuf Suresi, 3) buyurmuştur. Yani en güzel kıssalar GERÇEK bir haber olarak Kuran’da açıklanmıştır. Allah; ”Ve şüphesiz o (Kur’an), senin ve kavmin için gerçekten bir zikirdir. Siz (ondan) sorulacaksınız.” (Zuhruf Suresi, 44) ayeti ile, ahirette sadece Kuran’dan sorulacağımızı, başka kaynaklardan sorulmayacağımızı açıkça bildirmiştir.

Peygamberimiz (sav), Kuran’la hüküm vermiştir. Allah peygamberimize; ”Sana vahyolunana uy…” (Yunus Suresi, 109) buyurmuştur. Peygamberimiz ise; ”Ben, bana vahyedilenden başkasına uymam.” (En’am Suresi, 50) demiştir. İnsanlar kendisinden, Kuran’da bildirilmeyen bir konuyu derleyip toparlamasını istediğinde ise cevabı yine aynı olmuştur. Ben yalnızca bana Rabbimden vahyolunana uyarım!

Onlara bir ayet getirmediğin zaman: “Sen onu (inmeyen ayeti) derleyip-toplasana” derler. De ki: “Ben, yalnızca bana Rabbimden vahyolunana uyarım. Bu, Rabbinizden olan basiretlerdir; iman edecek bir topluluk için bir hidayet ve bir rahmettir.” (Araf Suresi, 203)

Kuran’da herşeyin yazmayacağını zanneden bazı insanlar, Kuran hükümlerini haşa yeterli görmemiş ve peygamberimizin ayetlerde değişiklik yapmasını beklemişlerdir. Peygamberimiz ise  “Benim onu kendi nefsimin bir öngörmesi olarak değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben, yalnızca bana vahyolunana uyarım. Eğer Rabbime isyan edersem, gerçekten ben, büyük günün azabından korkarım.” (Yunus Suresi, 15) diyerek, kendisinin nefsinden hükümleri değiştiremeyeceğini ve sadece Kuran’a uyduğunu açıkça bildirmiştir.

Müslümanlar için rehber Kuran ve peygamberimizin Kuran’la mutabık olan sünnetidir. Bir uygulamada hadis ayetle çelişiyorsa, o zaman esas olan ayettir. Kuran’la çelişen hadisin sahih olduğundan söz edilemez. Bu ayrımı yapabilmek için de her müslümanın Kuran bilgisinin çok iyi olması gerekir. Kuran din adamlarına inmiş bir kitap değildir. Herkes fert olarak Kuran’dan sorumludur ve ahirette tek başına Kuran’dan sorulacaktır. Allah’ın huzurunda mazeretler geçersiz kalacaktır. O an da çok uzaklarda değildir. Ölüm herkese aynı uzaklıktadır.

Unutmayın, Allah’ın huzurunda Kuran’dan sorulurken; ”Ama din adamları bana böyle öğretti, dedem şöyle anlatmıştı…” gibi teviller getiremeyeceksiniz.  Size ne öğretildiği değil, sizin öğrendiklerinizi Kuran süzgecinden geçirerek ne kadar yaşadığınızdır önemli olan. Şeker hastası bir misafirinize kadayıf ikram edip, ”annem misafire tatlı ikram etmem gerektiğini öğretti” demezsiniz. Herkes kendi amellerinden sorumludur. Allah Kuran’da düşünmeye teşvik eder insanları. Ve ”İçten (Allah’a) yönelenden başkası öğüt alıp-düşünmez.” (Mü’min Suresi, 13) buyurur. Yani kilit nokta içtenlik, samimiyettir. Tüm Kuran’ı ezberden bilen, Arapça’sı mükemmel olan, hadis bilgisi en fazla olan değil, samimi şekilde Allah’a yönelendir öğüt alıp düşünebilen. Yoksa  Kitabı bilip de onu layığı ile yaşamayan kişinin durumu, ”koskoca kitap yükü taşıyan eşeğin durumu gibidir.” (Cum’a Suresi, 5)

Ayette, salih amelleri olan ama cehenneme giren kişilerden bahsedilir. Allah’a yalvarırlar; “Rabbimiz, bizi çıkar, yaptığımızdan başka salih bir amelde bulunalım.” (Fatır Suresi, 37) Allah da buyurur ki; ”Size orda (dünyada), öğüt alabilecek olanın öğüt alabileceği kadar ömür vermedik mi? Size uyaran da gelmişti. Öyleyse (azabı) tadın; artık zalimler için bir yardımcı yoktur.” (Fatır Suresi, 37)

Şu an bu yazıyı okurken, bu tablo ile karşılaşma ihtimali size çok uzak geliyor olabilir. Ama ölüm beş yaşında bir çocuğa da, 80 yaşında bir ihtiyara da aynı uzaklıktadır. Ölümden sonra ”sorgu için daha çok zaman var” diye düşünmek de bir kaçıştır. Ama boşa bir kaçış. Ölüm kişinin kıyametidir. Ölüm anınızda, batında canınızın alınma şeklinden zaten cennet ehli mi, cehennem ehli mi olduğunuz anlaşılır. Artık geri dönüşü olmayan bir andır o an. Dünyada iken geçirdiğiniz bomboş yaşamın telafisi yoktur. Bahaneler geçersizdir. Kuran’ı okumadan, okuyup yaşamınıza geçirmeden, size anlatılanları araştırmadan din zannedip şirk içinde yaşamanızdan sadece siz sorumlu olursunuz. Eksiksiz ve apaçık Kuran’ı yeterli görmeyip, din diye size sunulan hurafeleri yaşayarak Allah’ı razı edemezsiniz. Allah’ı ancak peygamberimiz gibi vahye uyarak razı edebilirsiniz inşaAllah.

Herkes bir şekilde uyarılıyor. Ve herkese uyarıları dikkate alıp kendini düzeltebileceği süre de veriliyor. Kuran’ı okuyun ve Kuran’a uyun. Kuran’da yer almayan hurafeleri din diye yaşamaktan vazgeçin. Değişmeyen tek kaynak Kuran’dır. Unutmayın!

İbrahim Akın